eg 113. sayı

40

Upload: ekim-gencligi

Post on 17-Mar-2016

228 views

Category:

Documents


6 download

DESCRIPTION

Ekim Gençliği 113. sayı / Aralık 2008

TRANSCRIPT

Page 1: EG 113. sayı
Page 2: EG 113. sayı
Page 3: EG 113. sayı

Gençlik hareketi birçok yerelde ortaya konaneylemliliklerle bir 6 Kasım sürecini daha geridebıraktı. Bu sürecin hedefler, politikalar ve ortayakonan pratikler üzerinden değerlendirilmesi,deneyimleri ileriye yönelik adımlara konuedilebilmek açısından önemlidir. 6 Kasım toplamgençlik mücadelesinden bağımsız elealınamayacağına göre, bu mücadele içerisinde nerededurduğunu ortaya koyabilmek gerekmektedir.

Ticarileşen eğitim, düzen içitaraflaşma

ve halkların kardeşliği

Bu yılın 6 Kasım gündemleri, ticarileşen eğitim,burjuva düzen gericiliği ve düzen içi taraflaşma,YÖK’ün baskıcı ve anti-demokratik uygulamaları veKürt halkının özgürlük mücadelesine yapılansaldırılar olarak belirlenmiştir. Genç komünistlerinyürüttüğü tüm çalışmalarda 6 Kasım süreci birçokpolitik başlık ile birlikte ele alınmış, düzenin teşhirive gençliğe yönelik saldırılar bu kapsamdaişlenmiştir. Yalnızca kriz gündemi kimi yerellerde yeterli

düzeyde işlenememiştir. Bunda, 6 Kasım önsürecinde henüz kriz gündeminin gençlik içinde birtaraflaşmaya yol açmamış olması rol oynamıştır. 6Kasım sonrası süreçte kriz gündemin etkin birbiçimde işlenmesi, düzene karşı tek alternatifinsosyalizm olduğunun güçlü bir propagandanınkonusu haline getirilebilmesi gerekmektedir.

Gençlik örgütlenmelerinden yan-sıyanlar

Yurtsever Gençlik’in son yıllardan farklı olarak 6Kasım sürecine dâhil olma, ortak eylemlere katılmaçabası anlamlıdır. Gençliğin birleşik, kitleselhareketinin gelişebilmesinin koşullarından biri deKürt ve Türk gençliğinin ortak mücadelesininörülebilmesidir. YDGH’ın 6 Kasım sürecine katılmışolması bu noktada önemlidir. Öte yandan, Kürthalkının meşru taleplerini sahiplenmek, bunun pratikayaklarını örebilmek noktasında toplam 6 Kasımeylemlilikleri anlamlı bir yerde durmaktadır. Gerek

anadil talebinin dillendirilmesi, gerekse şovenisthisteriye karşı halkların kardeşliği şiarlarıyla beraberKürt halkının özgürlük mücadelesine dönüksaldırıların 6 Kasım sürecinde işlenmiş olması da,ortak mücadelenin geliştirilmesi bakımındanönemlidir. 6 Kasım üzerinden atılan bu adımları ileriye

taşıyabilmek gerekmektedir. Kürt halkına yöneliksaldırılara karşı ortak mücadele hattı örülebilmesi,haklı taleplerinin geniş gençlik kesimlericesahiplenmesi yönlü çabalar ortaya konulmalıdır.Tırmandırılmaya çalışılan milliyetçi-şoven havanıngençlik içerisinde yoğun bir etki alanına sahipolduğu düşünüldüğünde, bu 6 Kasım sürecinde atılanadımların güvenceye alınmasının önemi açıktır. Kürtgençliğini gençlik mücadelesinin bir bileşeni halinegetirme bakışıyla hareket edilmeli, bunun gerekleriyerine getirilmelidir. Bu vesileyle vurgulanması gereken bir diğer

nokta ise, 6 Kasım sürecinde Öğrenci Kolektifleri,TKP, Geleceğimizi İstiyoruz İnisiyatifi gibi siyasalgruplarla yaşanan politik ayrışmadır. Bu ayrışmaeylemin içeriğine ilişkin politik tartışma sonrasındayaşanmıştır. Gençlik hareketlerinin ihtiyaçları vebirleşik eylemsel sürecin önemini bir kenara koyarakkendi politik eksenlerini toplama dayatmakistemişlerdir.TKP’nin sergilediği tutum, yıllardır sürdürülen

ilkesiz ve dar grupçu anlayışın bir devamıdır. Çoğuzaman “programatik temelli” olduğu iddia edilen vebugüne kadar aralıksız sürdürülen 6 Kasımtartışmalarına yönelik açık ilgisizlik bunun birgöstergesidir.Öğrenci Kolektifleri ise, sorunu AKP eksenli ele

alan politik platformunu toplama dayatmayaçalışmış, sekterliğe varan tartışmalar yürütmüştür.Sorunu AKP karşıtı mücadeleye indirgeyen, düzeniçi taraflaşmayı görmezden gelerek gençliğinenerjisinin sahte taraflaşmalarla heba edilmesine yolaçan bakışlarla ortak bir 6 Kasım sürecininörgütlenemeyeceği açıktır.Siyasal gençlik gruplarını ayrıştıran temel

noktalardan biri de Kürt sorunu olmuştur.İstanbul’daki eylem için Öğrenci Kolektifleri ilktartışmasında, “Biz geçen sene ‘Halkların kardeşliği’

6 Kasım’ın ışığında,

Olanakları güce dönüştürmek

için güne yüklenelim,

yarını kazanalım!

3

Gençlik hareketibirçok yereldeortaya konaneylemliliklerle bir 6Kasım sürecinidaha geride bıraktı.Bu sürecin hedefler,politikalar ve ortayakonan pratiklerüzerindendeğerlendirilmesi,deneyimleri ileriyeyönelik adımlarakonu edilebilmekaçısındanönemlidir. 6 Kasımtoplam gençlikmücadelesindenbağımsız elealınamayacağınagöre, bu mücadeleiçerisinde nerededurduğunu ortayakoyabilmekgerekmektedir.

Page 4: EG 113. sayı

şiarıyla süreci örgütlemiştik ancak bu seneki eylem açısından Kürtsorunu eksenli bir söyleme çok gerek olduğunu düşünmüyoruz” türündenaçıklamalar yapabilmiştir.

Birleşik bir 6 Kasım sürecini örgütleme üzerine

Siyasal gençlik örgütlenmelerinin apolitizminin göstergelerinden biri,6 Kasım’ın kendinden menkul bir gün olarak görülmesidir. Bu anlayıştoplantılarda kendini açık biçimde ortaya koymuştur. Eylemin biçimiüzerine saatlerce tartışılırken, eylem ön sürecinin nasıl ve hangi yöntemve araçlarla örgütlenebileceği tartışması ya sürekli sınırlandırılmış ya da“o zaten halledilir” laçkalığıyla geçiştirilmeye çalışılmıştır. Genç komünistler bulundukları her yerelde birleşik ve hedefli bir 6

Kasım sürecinin örgütlenmesi için azami çabayı harcamışlardır. Ancak,etkin bir politik müdahaleyle birlikte yerellerden birleşik bir tarzdaörülmüş 6 Kasım çalışmaları daha sonraki süreçte de devam edebilmeli,hedef baştan bu çerçevede ortaya koyulabilmeli, en geniş gençlikkesimlerini sürece katacak bir hat oluşturulabilmeliydi. Bunun pratiktekikarşılığı, politik bir temelde ortaklaşmak, dar grupçu kaygılarakapılmadan birleşik bir eylemli süreci örmek olmalıydı. Fakat toplamdaeylemler ve ön çalışmalar değerlendirildiğinde, bunun karşılığınınolmadığı, 6 Kasım’ın tek bir günden ibaret olarak algılandığıgörülmüştür.Eylem değerlendirmelerinde, genelde eylemlerin parçalığına işaret

edilmektedir. İstanbul 6 Kasım’ında yedi farklı eylem gerçekleşmiştir.Biçimsel kaygılar ve dayatmalar eylemin bölünmesini koşullayabilmiştir.Birçok ilde sağlanan ortaklıklar ise eylem gününe sıkışabilmiştir. Sonuçta, bu seneki 6 Kasım süreci bir kez daha göstermiştir ki,

birleşik bir mücadele hattının geliştirilmesinde halen aşılamayan birçokengel vardır. Bu aynı zamanda birleşik mücadeleden ve ortak bir eylemsürecinden ne anlaşılması gerektiği ile de ilgili bir sorundur.6 Kasım öncesinde bu konuda söylediklerimiz oldukça açıktır: “Birleşik bir 6 Kasım süreci çerçevesinde üniversitelerde yoğun ve

ısrarlı bir faaliyet örülmeli, yanı sıra kitle inisiyatiflerini açığaçıkarabilecek araçlar tanımlanabilmelidir. Yalnızca siyasal gençlikgruplarının örgütlü güçlerine daralan bir 6 Kasım eylemini aşabilmekiçin bu son nokta ayrı bir önem taşımaktadır.” (Ticari Eğitime KarşıGençlik Koordinasyonu 6. Toplantısı Sonuç Bildirgesi)Birleşik bir mücadele ve eylem süreci, kitle çalışmasına dayanmalı ve

bu çerçevede ortak bir politik hat ortaya konulabilmelidir. Ancak buseneki 6 Kasım süreci, kimi yerellerdeki olumlu örnekleri saymazsak,afiş ve bildiri dağıtımına sıkışmış bir “ortaklığın” ve “birleşikliğin”dışına çıkamamıştır. Siyasal gençlik gruplarının 6 Kasım sürecinitakvimsel bir eylemlilik olarak algılayan bakışı varlığını sürdürmektedir.

Genç-Sen ve 6 Kasım süreci

Genç-Sen’in genel tablosu olan politikasızlık bu 6 Kasım sürecine deyansımıştır. Gerek yerel 6 Kasım eylemlerini gerekse de merkezi eylemi,saptanmış bir politika çerçevesinde etkin bir ön çalışmaylaörgütleyememiş, birçok yerde bunu “tercih etmemiştir.”Liberal-reformist bloğun etkin olduğu alanlarda, gençlik hareketinin

birleşik eylem ihtiyacına yanıt verecek bir ortak mücadeleörgütlenememiştir. Ortaklık için çaba harcamak şöyle dursun, kimitutumlar bazı yerellerde bu ortaklığın bozulmasına neden olabilmiştir.Kimi yerellerde 6 Kasım sürecinin ortak örgütlenmesi tartışmalarıyapılsa da, liberal-reformist bloğun etkisi ile bu tartışmalar boşa

düşürülebilmiştir. Gen-Sen’in siyasal gençlik gruplarıyla“aynılaşmaması” kaygısı ile birçok yerelde tek başına eylem

örgütleme dahi tartışılmıştır. Sonuçta Genç-Sen’in genelde 6 Kasım’ayönelik etkin bir iradi çabayı ortaya koymadığını söylemek mümkündür.Bu tablo 9 Kasım merkezi Ankara eylemine de yansımıştır. Etkin bir

pratik ön sürece dayanarak örgütlenmesine çaba harcamak bir yana, buyönlü tartışmalar boğulmaya çalışılmıştır. Liberal-reformist bloğuneylem ön sürecine dair ortaya koyduğu tek çaba,“ Polis nereye izinverirse eylemi orda örgütleyelim” söylemi olmuştur. Devrimcimüdahaleyle ortaya çıkan fiili-meşru eylem kararı ise, kendi korkularınıkitleye mal etme çabasıyla birlikte çiğnenmeye çalışılmış, fakat buna izinverilmemiştir.Genç-Sen’in eylemi tek başına örgütleme çabası ve gençlik hareketi

içerisindeki öznelerin sürecin dışında bırakılması, yereldeki tutumunmerkezi düzeyde karşılığıdır. Pratik ön hazırlık sürecinden yoksun,hareket içerisindeki özneleri sürece katma çabası olmayan bir birleşikörgütlenme iddiası kendini giderek daha fazla tartışmalı halegetirmektedir.

“Gençlik hareketi her dönem hareketin düzeyiyle uyumlu veihtiyaçlarını karşılayabilen çeşitli kitlesel örgüt biçimleri ortayaçıkartmak potansiyeline sahiptir. Subjektivizme ve grupçuluğa düşmedenbu biçimleri somutlamak, hareketin durumunu ve olanaklarını en doğrubir biçimde değerlendirerek örgüt sorununa uygun çözümler bulmakdevrimci önderlik sorumluluğu kapsamındadır.” (Deneyimlerin ışığındagençlik örgütlenmesi, Ekim, Sayı:239, Ekim 2004)Merkezi bir eylem planlanırken öncelikle yapılması gereken, yerel

ayaklarını güçlü örebilmektir. Politik bir kitle çalışması ile mümkün olanen geniş kesimi harekete geçirmek, yerellerde eylemler örgütlemek vemerkezi bir eylemde bu çalışmaları birleştirmektir. Hemen hiçbir yereldebu başarılamamışken, merkezi eylemin başarılı geçtiği yönlüdeğerlendirmelerin hiçbir gerçekliği yoktur.

6 Kasım sürecinin dersleri ile gençlik hareketini büyütmeye!

6 Kasım sonrası süreçte yapılması gereken, politik kitle çalışmasınıgüçlendirmek ve bu süreçte yaratılmış güç ve olanakları en iyi birbiçimde değerlendirmektir. Kimi yerellerde anlamlı eylem süreçleriyaşanmıştır. Kimi yerellerde başarılı bir kitle çalışması pratiğisergilenebilmiştir. Olumlu ve olumsuz yanlarıyla birçok dersi içerindebarındıran bir 6 Kasım süreci daha yaşanmıştır.Gençlik hareketinin ihtiyaçlarını yanıt verme ve hareketi ileriye

taşıma iddiası taşıyan tüm güçlerin yapması gereken, olanakları gücedönüştürüp güne yüklenmek ve geleceği kazanmaktır. Bu irade ortayakonulduğu ve bunun gerekleri yerine getirilmeye başlandığında,gençliğin birleşik, kitlesel, devrimci hareketini geliştirme doğrultusundaanlamlı adımlar atılabilecektir.

Ekim Gençliği

4

Page 5: EG 113. sayı

12 Eylül askeri faşist darbesinin üniversitelerdeki postal izi YüksekÖğretim Kurulu (YÖK) kuruluşunun 27. yıldönümünde bir kez dahaülke genelinde protesto edildi. Birçok ilde gerçekleştirilen 6 Kasımeylemlerine parçalı bir tablo hakimdi. İstanbul:

6 Kasım günü Beyazıt Meydanı birbiri ardına gerçekleşen YÖKprotestolarına sahne oldu. 6 Kasım İnisiyatifi olarak Ekim Gençliği,YDG, EHP Gençliği, YDGH, DÖB, Genç Kurtuluş, DİP’li Öğrenciler,Tüm-İGD, DSG, ÖEP, SGD, Genç Sol, Köz, Öğrenci Postası, BeyazıtGazetesi, YKÖD, İLGP, Dev-Lis’in örgütlediği eylemde düzenin çokyönlü saldırılarının karşısında gençliğe mücadele çağrısında bulunuldu.Edebiyat Fakültesi’nden yürüyüşle çıkan öğrenciler Beyazıt tramvaydurağından doğru yürüyüşe başlayan kitleyle bir araya geldiler. “EmPerwerdahiya Zimane xu Dixazin-Anadilde eğitim istiyoruz /Emperyalizme ve şovenizme karşı yaşasın halkların kardeşliği / 6 Kasımİnisiyatifi” yazılı pankartla meydana yüründü. Merkez Kampüs’tekiöğrenciler “AKP, YÖK, MGK, TÜSİAD, sermaye defol üniversitelerbizimdir” pankartıyla ana kapıyı açarak meydana geldiler.Öğrenciler meydanda buluştuktan sonra basın metni okundu. Basın

metninin ardından Genç-Sen adına bir konuşma yapıldı. Konuşmanınardından 16 Mart katliamının gerçekleştiği Eczacılık Fakültesi’ninönüne gidilerek davanın zamanaşımına uğraması protesto edildi. 16Mart şehitleri başta olmak üzere tüm devrim şehitleri anısınagerçekleştirilen saygı duruşunun ardından hep bir ağızdan Beyazıt Marşısöylendi.

“Sermaye defol üniversiteler bizimdir!”, “Kürdistan faşizme mezarolacak!”, “Soruşturmalar, gözaltılar, baskılar bizi yıldıramaz!”, “16Mart’ı unutma unutturma!”, “Katil polis üniversiteden defol!”, “Bıjibıratiya gelan!” sloganlarıyla Beyazıt Meydanı’nda toplanan 500’üaşkın öğrenciye Özgür Eğitim Platformu ve Genç-Sen de açtıklarıpankartlarla destek verdi. Saat 12.30’da Eğitim-Sen 6 No’lu şubesi üyeleri Merkez Kampüs

içinden pankart ve sloganlarla çıktılar. Eğitim-Sen üyeleri adına basınaçıklamasını gerçekleştiren Cemil Ozansü, YÖK’ün temellerinin 12Eylül’de atıldığını vurguladı. Eylemde, YÖK tarafından 50/d statüsüyle

istihdam edilen asistanların 33/a hükmü esas alınarak istihdamedilmeleri talep edildi. “Eğitim haktır satılamaz!”, “Doktoralı işsizolmayacağız!”, “YÖK Başkanı 50/d’ye geçirilsin!”, “YÖK’e hayır!”sloganlarını atarak YÖK’ü ve uygulamalarını protesto eden Eğitim-Senliler eylemleri sırasında asistan kıyımını protesto eden tişörtlergiydiler. Üniversite Öğrencileri pankartıyla gerçekleştirilen basın

açıklamasında “Halk için bilim, eğitim, üniversite” talebini yükseltti.“YÖK, kriz, şovenizm... Kapitalizm tarihin çöplüğüne! Yaşasın devrimve sosyalizm” pankartıyla basın açıklaması gerçekleştiren DPG’liler tekalternatifin “sosyalizm” olduğunu vurguladılar. Devrimci 78’lilerFederasyonu gerçekleştirdiği basın açıklamasıyla “Utanç ünvanları gerialınsın YÖK’e hayır!” dedi. Bir diğer eylem de yine ÜniversiteÖğrencileri imzasıyla gerçekleşti. Alana farklı yerlerden giriş yapangrup basın açıklamasının ardından bir skeç sergiledi. Açıklama İlkayAkkaya’nın da Çav Bella Marşı’nı kitleyle beraber söylemesiyle devametti. Liselilerin de pankart açarak katıldığı eyleme 200’e yakın kişikatıldı. İzmir:

6 Kasım Perşembe günü Ekim Gençliği, Öğrenci Kolektifleri, YeniDemokrat Gençlik ve Geleceğimizi İstiyoruz Girişimi’nin ortakörgütlediği YÖK protestosu gerçekleştirildi. “Üniversiteler Bizimdir”üst başlığıyla örgütlenen eylemde “Dokuz Eylül ÜniversitesiÖğrencileri” pankartı açılırken Ege Üniversitesi’ndeki gençlik örgütleride eyleme ayrı pankartlarıyla katıldılar. Ege Üniversitesi’nde saat 12.00’de toplanmaya başlayan kitle

alkışlarla, ıslıklarla yürüyüşe başladı. “ Üniversiteler Bizimdir”pankartının ardından gençlik örgütleri sıralandılar. Genç komünistlerolarak “ Emperyalizme, şovenizme, ticari eğitime ve geleceksizliğeGeçit Yok / Ekim Gençliği” pankartıyla katıldık. Dokuz EylülÜniversitesi’nde ise Eğitim ve Dokuz Çeşmeler kampüslerinde açılan“Üniversiteler sermayenin, emperyalist savaşların, YÖK’ün değilbizimdir” pankartının arkasına dövizlerle katılım sağlandı. Kortejekatılım az olmasına rağmen kafelerdeki tüm öğrencilerayağa kalkarak alkışlarla ve sloganlarla bize destek

Gençlik 12 Eylül’ün postalizi YÖK’e karşı alanlara çıktı!

5

Page 6: EG 113. sayı

verdiler. Basmane’de iki üniversiteden gelen öğrencilerin birleşerek AKP binasının önüne geçilmesi ile basın metni okundu. Yaklaşık 200 kişinin

katıldığı eylem alkış ve sloganlar eşliğinde sona erdi. Eylem boyunca sık sık “ YÖK kalkacak, polis gidecek, üniversiteler bizimle özgürleşecek!” , “YÖK, polis, medya bu abluka dağıtılacak!” , “Parasız sağlık parasız eğitim!” , “Savaşa değil eğitime bütçe!”, “Yetkin mühendisliğe, sözleşmeliöğretmenliğe, aile hekimliğine hayır!”, “Sermaye defol üniversiteler bizimdir!”, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz!”sloganları atıldı.

7 Kasım günü Ege Üniversitesi’nde 12 Eylül’ün postal izi YÖK’ün 27. kuruluş yıldönümüGenç-Sen’in düzenlediği bir eylemle protesto edildi. Edebiyat Fakültesi’nin önünden saat12.15’te başlayan eylem her fakültenin önünde durulup öğrencilere eyleme katılım çağrısıyapıldı. E-Kafe’nin önünde basın açıklaması yapıldı. Basın açıklamasının ardından EdebiyatFakültesi’nin önüne dönülerek eylem bitirildi. Eylemde, “YÖK kalkacak, polis gidecek,üniversiteler bizimle özgürleşecek!”, “Ne istiyoruz-özgürlük! Ne zaman-hemen şimdi!Vermeyecekler-alacağız!”, “Yaşasın halkların kardeşliği!”, “Parasız eğitim-parasızsağlık!”, “Katil polis üniversiteden defol!”, “İşkenceci polis üniversiteden defol!”, “AliSerkan Eroğlu ölümsüzdür!”, “Bıji Bratiya gelan!” sloganları atıldı. Eyleme 60 kişikatıldı. Ekim Gençliği ise Ege Genç-Sen içindeki tartışmaların pankart taşıyıp taşımamaküzerine sıkışması nedeniyle eylemde yer almadı.

Ankara:

Ankara’da 6 Kasım DGH, Ekim Gençliği, Emek Gençliği, Genç Kurtuluş, ÖEP, SGD, Tüm İGD,YDG, YDG(M), Umut Kültür Derneği ve ODAK/Genç Direnişçi tarafından ortak örgütlenen bireylemle protesto edildi. Eylem saat 15.30’da öğrencilerin Sakarya Caddesi’nde buluşmasıylabaşladı. Burada oluşturulan polis barikatının önünde 15 dakika kadar beklendikten sonra polisbarikatı açmak zorunda kaldı ve Yüksel Caddesi’ne doğru yürüyüşe geçildi. Yürüyüşte en önde “YÖK duvarını yıkacağız!”, “Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim

istiyoruz!” şiarlı ortak pankart taşındı. Genç komünistler ise eyleme “Gençliğin devrimcihareketini yükseltmek için mücadeleye/ Ekim Gençliği” şiarlı pankartıyla katıldı. Yürüyüşboyunca “Gençlik gelecek, gelecek sosyalizm!”, “Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim!” ,“Diplomalı işsiz olmayacağız!” , “Yeni Ekimler için ileri!”, “Yaşasın devrim ve sosyalizm!”sloganları atıldı. Yüksel Caddesi’ne gelindiğinde ise ortak basın metni okundu. Okunanbasın metnini ardından öğrencilere destek olmak için eyleme katılan Eğitim-Sen 2 No’luşube, Düşünce ve Özgürlük Platformu ve Devrimci 78’liler Federasyonu tarafından kısa

konuşmalar yapıldı. Yapılan konuşmalarda da eğitime yönelik neo-liberal saldırılara değinildi vemücadele çağrısı yapıldı. Eylemde Genç Dayanışma ve Eğitim Emekçileri Derneği destekçiolarak pankart ve flamalarıyla yer aldı. Eyleme yaklaşık 300 kişi katıldı.

Ortak YÖK protestosu sona erdikten sonra aynı yerde Öğrenci Kolektifleri ve Geleceğimiziİstiyoruz Girişimi tarafından ortak örgütlenen “AKP’ye ve AKP’nin YÖK’üne karşı üniversiteöğrencileri” imzasıyla gerçekleştirildi. Okunan basın metninde AKP’nin uyguladığıpolitikalar teşhir edildi, üniversite öğrencilerinin AKP’yi istemediği belirtildi. Basınaçıklamasının ardından çekilen halaylarla eylem son buldu.

5 Kasım günü Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nde Ankara Gençlik Derneği,Cebeci Genç-Sen, DGH, EBF Gazetesi, Ekim Gençliği, Genç Dayanışma, GençKurtuluş, Hukuk Fakültesi Öğrenci Derneği, Marksist Bakış, ÖEP, SGD, Tüm İGD,

YDG ve YDGM tarafından YÖK’e karşı bir eylem ve etkinlik gerçekleştirildi. Program,Eğitim Fakültesi’nde bir etkinlik ile başladı. Açılış konuşmasının ardından sinevizyon gösterimi

yapıldı. Öğrencilerin sorunlarından bahsettiği serbest kürsü bölümü düzenlendi. Etkinliğin ardından saat 14.00’dakampüs girişinde basın açıklaması gerçekleştirildi.

Eskişehir:

Ekim Gençliği, DPG, DGH, DÖB, ODAK/Genç Direniş ve ÖDP Gençliği’nin birlikte örgütlediği 6 Kasım eylemi, saat 12.00’de Eczacılıkgirişinde AÜ ve OGÜ öğrencinin buluşmasıyla başladı. Buradan “YÖK çürümüş düzenin aynasıdır. Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitimsosyalizmde!/ Üniversite Öğrencileri” şiarlı pankart ve çeşitli taleplerin yazılı olduğu ortak dövizler açılarak yemekhane önüne doğru yürüyüşegeçildi. 12.30’da yemekhane önünde de ajitasyonlar çekildi. Yemekhane önünde çekim yapmak isteyen polisle arbede yaşandı. Yemekhanedenrektörlüğe doğru yürüyüşe geçildi. Rektörlük önünde basın metni okundu. Sık sık “Yaşasın devrim ve sosyalizm!”, “Kurtuluş devrimdesosyalizmde!”, “Faşizme karşı omuz omuza!”, “YÖK kalkacak, polis gidecek, üniversiteler bizimle özgürleşecek!”, “YÖK, polis, medya bu ablukadağıtılacak!”, “Gençlik gelecek, gelecek sosyalizm!”, “Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim!”, “Ticari eğitime, yetkin mühendisliğe, sözleşmeli

öğretmenliğe, stajyer avukatlığa hayır! Diplomalı işsiz olmayacağız!” sloganları atıldı. Eylem YÖK düzenini ortadan kaldırmaçağrısıyla sona erdi.6

Page 7: EG 113. sayı

7

Aynı gün SGD, SDG, ÖGD, Öğrenci Kolektifleri, EHP Gençliği ve Geleceğimizi İstiyoruz Girişimi’nin oluşturduğu AÜ-OGÜ Öğrencileri12.15’te Yunus Emre Yurdu önünde toplanarak rektörlük önüne doğru bir yürüyüş gerçekleştirdiler. Eylemde “YÖK’e hayır! Eşit, parasız, bilimsel,anadilde eğitim için mücadeleye!” ve “Üniversitelerimizi emperyalizme, çetecilere, AKP’ye, YÖK’e bırakmayacağız!” şiarlı pankartlar açıldı. Basınaçıklaması gerçekleştikten sonra bir etkinlik gerçekleştirildi.Bursa:

İlk olarak Uludağ Üniversitesi Öğrencileri olarak üniversite içerisinde bir eylemgerçekleştirildi. “Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim için YÖK’e Hayır / Uludağ ÜniversitesiÖğrencileri” yazılı pankartla önce yemekhaneler ve kantin dolaşıldı. Sonra 12.15’te MerkezKampüs önünden Mediko-Sosyal’e yüründü ve burada bir basın açıklaması gerçekleştirildi.Basın açıklamasının ardından halaylar çekilip türküler söylendi. Buradan da MühendislikFakültesi’ne yürünüp söylenen marşlarla eylem sona erdirildi. Aynı gün saat 18.00’de Orhangazi Parkı’nda Ekim Gençliği, DGH, SDG, SGD, Genç

Kurtuluş, Genç-Sen ve Emek Gençliği tarafından basın açıklaması gerçekleştirildi.Eylemde “Darbecilere, kirli savaşa, neoliberal saldırılara karşı YÖK’süz özgürüniversite” pankartı açıldı. “Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim”, “YÖK, jandarma,medya bu abluka dağıtılacak” , “YÖK kalkacak asker gidecek üniversiteler bizimleözgürleşecek” sloganları atıldı. Yaklaşık 60 kişinin katıldığı eyleme Eğitim-Sen,Partizan, BDSP, ESP, BATİS, SODAP, SDP, DHP, EMEP ve Marksist Tutum dergisidestek verdi. Adana:

6 Kasım günü saat 12.15’te yemekhane önünde toplanılarak alkışlar ve sloganlar eşliğindeyaklaşık 100 kişinin katıldığı bir eylem gerçekleştirildi. “Em perwerdehiya bi zimanê zikmakîdixwazin! YÖK kalkacak polis gidecek üniversiteler bizimle özgürleşecek!” pankartınınaçıldığı basın açıklaması sırasında “YÖK kalkacak polis gidecek üniversiteler bizimleözgürleşecek”, “YÖK, polis, medya bu abluka dağıtılacak”, “Soruşturmalar, gözaltılar,baskılar bizi yıldıramaz”, “Yaşasın halkların kardeşliği”, “Berxwedan jiyane”, “Eşit,parasız, anadilde eğitim”, “Faşizme karşı omuz omuza”, “Üniversiteler bizimdir bizimleözgürleşecek” sloganları atıldı. Yemekhane önünde okunan basın metninin ardından R1-R2 derslikleri arasında bulunan çimliklere doğru sloganlar eşliğinde yürüyüşe geçildi.Burada söylenen Gündoğdu marşının ardından eylem sona erdi. Kocaeli:

6 Kasım günü saat 13.00’de SDG, Genç-Sen, Emek Gençliği, Demokratik Gençlik Hareketi,Ekim Gençliği, Dev-Lis, Yurtsever Gençlik Hareketi ve Kocaeli Üniversitesi Öğrencileritarafından gerçekleştirilen YÖK protestosu Anıtpark Yerleşkesi’nde başlayarak İnsan HaklarıParkı’nda yapılan basın açıklaması ile sona erdi. Eylemde “Eşit, parasız, bilimsel, anadildeeğitim!”, “YÖK kalkacak, polis gidecek, üniversiteler bizimle özgürleşecek!”, “Müşteri değilöğrenciyiz!”, “Savaşa değil, eğitime bütçe!”, “Be ziman jiyan nabe!”, “Edi bese!”, “Edi beseem zımane dıxwazın!”, “Kürt diline özgürlük, kahrolsun faşist diktatörlük!” sloganları atıldı.Eyleme yaklaşık 200 kişi katıldı. Edirne:

5 Kasım günü saat 12.30’da Menza önünde kitlesel bir YÖK protestosu gerçekleştirdik. İlkönce kısa bir müzik dinletisiyle başlayan etkinlik halaylarla devam etti ve ardından YÖK’ün kurulduğu gündenbu yana suç dosyasını teşhir ettik ve buna karşı öğrenci gençliğin taleplerini basın metnimizde söyledik. Eylemde “YÖKkalkacak, polis gidecek, üniversiteler bizimle özgürleşecek!”, “Sermaye defol üniversiteler bizimdir!”, “YÖK, polis, medya bu ablukadağıtılacak!”, “Eşit parasız bilimsel anadilde eğitim!” sloganları gür bir şekilde atıldı. Eyleme yaklaşık 100 kişi katıldı. Eylem; Genç-Sen, EkimGençliği, Genç Kurtuluş, TÖP, SGD, Emek Gençliği, DGH, YÖGEH tarafından örgütlendi. Eylemi diğer kurum ve sendikalardan da destekleyenleroldu. Tokat:

YÖK’ün kuruluşu Tokat’ta ilk kez bu yıl protesto edildi. Tokat Eğitim Sen ve Tokat GOP Üniversitesi öğrencileri olarak ortak bir eylemgerçekleştirildi. 6 Kasım günü saat 16.00’da Tokat Cumhuriyet Meydanı’nda yapılan eylem, Eğitim Sen Tokat Şube Başkanı Ertan Uysal’ınokuduğunu basın açıklaması ile son buldu. Basın açıklamasının ardından “Eğitim haktır satılamaz!”, “Parasız eğitim, parasız sağlık!” “AKP defol,üniversiteler bizimdir!” sloganları atıldı. Basın açıklamasına 50 kişi katıldı.

Page 8: EG 113. sayı

TÜSİAD, 27 Ekim günü, Avrupa Üniversiteler Birliği (EUA) KurumsalDeğerlendirme Programı’na (IEP) hazırlatmış olduğu “Türkiye’de Yüksekö-ğretim: Eğilimler, sorunlar ve fırsatlar” raporunu yayımladı. Rapor, IEP’nin17 Türk üniversitesi üzerinde yapmış olduğu çalışma ve değerlendirmeyikapsıyor.

TÜSİAD bu ülkenin egemen burjuva sınıfının temsilcisi olarak bugünekadar yükseköğretim üzerine fazlasıyla eğilmiş ve atılan bir dizi adımın yön-lendiricisi olmuştur. Geçmişten günümüze en önemli sermaye örgütü olaraksermayenin yönelimlerini ve ihtiyaçlarını dile getiren TÜSİAD, üniversite-leri de sermayenin ihtiyaçlarını doğrultusunda şekillendirmeye çalışmış, dü-zenin ilgili tüm kurumlarını tutum almaya zorlamıştır.

“Üniversite-sanayi işbirliği” adı altında gerçekleştirilen üniversite-ser-maye işbirliği, üniversitelerin paralılaştırılması vb. dönüşümler, Türkiye’deözellikle son yıllarda iyiden iyiye gözle görülür hale gelmiştir. Hazırlanan burapor da, ifade edilen dönüşümlerin sermaye açısından daha etkin bir bi-çimde hayata geçirilmesinin zemini döşemektedir. Raporun temel vurgu nok-tasını “özerklik” ifadesiyle üniversitelerin ticari bir işletmeye dönüşmesianlayışı oluşturmaktadır.

Sermaye cephesinden “özerlik” kavramı ile ifade edilen üniversitelerinmali özerkliğe sahip olmasıdır. Bunun için de “bütçelendirme” yapmasıgerekliliği ortaya koyulmuştur. Tam bir işletme mantığı içerisinde üniversite-lerin kar-zarar hesabına göre işletilmesi beklenmektedir. Bu kapsamdayapılması gereken ise, üniversitelerin kendi gelir kaynaklarını yaratması,bunları maksimum düzeyde tutmaya çalışması, buna paralel olarak giderle-rini olabildiğince en aza indirmeye yönelmesidir.

Bugün halihazırda eğitim temel bir hak olmaktan çıkıp artık piyasanın ih-tiyaçlarına göre şekillenen bir meta haline gelmişken, bu süreç bundan sonradaha da hızladırılacaktır. Bu çerçevede eğitimde yeni dönüşümlerin ser-mayeye hizmette sınır tanımayacağı açıktır.

Raporda oldukça dikkat çekici bir yan olan “özerklik” anlayışı akla, üni-versitelerin bilimsel üretimlerini hangi “ihtiyaçları” ele alarak yapacağı soru-sunu getirmektedir. “Türkiye’nin mevcut zorluğu da fırsatı da Avrupabağlamında ilerleme olanağına sahip olmasıdır. Sorumluluğu ise ilerlemeninve kalite geliştirmenin tüm cephelerde el ele gitmesini temin etmektir.” Ra-porda geçen bu ifadeler soruya da açıklık getirmektedir.

“Tüm cephelerde ele ele gitmesi” kaygısı ile beraber yine rapordatanımlanan “üniversitelerde tüm paydaşların temsil edilmesi gerekliliği”, bir-biriyle ilişkili olarak “bilimsel” üretimin durduğu yeri belirleyecektir.

Üniversiteler üzerinde sermayenin rahatlıkla söz söylemesi, toplumsalyarar bir kenara bırakılarak sermayenin ihtiyaçları çerçevesinde bilim üretil-mesi demektir. Burada üniversite politikalarını belirleyen asıl güç sermaye-darlar yani “dış paydaşlar” olduğu koşullarda, sermayenin açılmak ve hükümsürmek isteği tüm “cephelerde” üniversiteler aktif bir rol oynayacaktır. Üni-versiteler sermayenin ihtiyacı olan AR-GE çalışmalarını yürüterek ve insankaynağını sağlayarak “temel” görevini yerine getirecektir.

Değinilmesi gereken diğer bir nokta ise, bugün üniversitelerde öğrenci-lere, akademisyenlere ve üniversite çalışanlarına hiçbir söz hakkı tanınmaz-ken, üniversite dışı “paydaşlar”ın üniversiteleri yönetecek olmasının rapordaaçıkça ifade edilmesidir.

YÖK, TÜSİAD kolkola!

‘’YÖK, üniversiteleri sistem düzeyinde yönlendirmek ve temsil

etmek anlamında bu rolünü oynamaya devam etmelidir. Değişmesi gereken,bugün büyük ölçüde YÖK tarafından yürütülen düzenleyici sistemdir. Bunundeğişmesi için mevcut sistemi yöneten zihniyetten de uzaklaşmak önemlidir.YÖK tarafından hazırlanan taslak strateji, çeşitli konularda çok sayıdaçözüm içermekle birlikte büyük ölçüde mevcut gerçekliği temel almaktadır.Özerkliği arttırmayı desteklerken, üniversitelerin iç yönetimine fazlasıylamüdahale etmektedir. Gerçek bir değişimin, Türkiye’de yükseköğretim içintanımlanmış bir misyon ve vizyondan hareketle gelmesi gereklidir. Bu misyonve vizyon, sektörün gelecekte ulusal ve uluslararası toplumdaki yerini gözönüne almalı ve geniş anlamda yükseköğretim camiası tarafından kabul gör-melidir.” (Türkiye’de Yükseköğretim: Eğilimler, sorunlar ve fırsatlar)

Kurulduğu günden bu yana neo-liberal eğitim politikalarının üniversite-leri şekillendirmesinde temel bir rol oynayan YÖK, yine sermayenin üniver-siteler üzerinden yaptığı planlamalarda bu etkinliğini sürdürmeye devamedecektir. Bu haliyle bile YÖK’ün uygulamaları yetersiz bulunmakta, üniver-sitelerin piyasaya açılması noktasında “müdahaleci” olduğu düşünülmekte,YÖK’ün üniversiteler üstündeki bu “kısıtlayıcı” etkisinin son bulması gerek-tiği ifade edilmektedir.

Yani önümüzdeki yıllarda da üniversiteleri birer işletmeye çevirmek içinYÖK, TÜSİAD ve sermayenin diğer kuruluşları kolakola hareket edecekler-dir.

Sermayedarların dilinden düşürmediği “özerklik” sorunu

Personel seçimi, bütçe düzenlemesi vb. alanlarda özerk bir üniversite...Öğrenci alırken kendine göre kriterler belirleyebilen özerk bir üniversite...Özel sektörle daha rahat bağ kurabilen, daha da ticarileşen ve bilgiye dahafazla yabancılaşmış özerk bir üniversite… İşte sermayenin özerklikten an-layışı budur!

Kapitalist düzen koşullarında üniversiteler biçimsel anlamda özerk biryapıya sahip olabilirler. Ama bu sermayenin dillendirdiğinden çok farklı an-lamdadır.

“İşte biçimsel bir özerklik, üniversitenin kapitalist sistemle var olan kababağlarını koparmak anlamına gelir. Örneğin üniversitenin başında bir baskıve yönlendirme aracı olan bir takım kurumlar -YÖK gibi- ortadan kaldırılır.Üniversitenin yönetiminden burjuva sınıfa açıkça hizmet edenleruzaklaştırılır. Üniversite mali açıdan yalnızca devletten aldığı kaynaklarlaayakta durur. Ancak üniversite mali kaynaklarını kullanabilmekte belli birbağımsızlığa sahip olmalıdır. Sermayenin üniversite üzerindeki doğrudanmali denetimini sağlayan yardımlar ya da benzeri uygulamalar ortadankaldırılır.

Tüm bunlara rağmen üniversite hala gerçek anlamda ‘özerk’ değildir.Ortada yalnızca biçimsel bir özerklik vardır. Tıpkı burjuvazinin anayasaleşitlik anlayışı gibi bu özerklik de aslında görüngüdedir, sahtedir. Üniversite-nin, burjuva sınıfından ve onun temel baskı aygıtı olan devletten tam özer-kliği onun her alanda ve her anlamda kapitalizmden arındırılmasıylamümkün...” (Bir slogan ve ötesi: Özerk-Demokratik Üniversitesi, Ekim Gen-çliğ, sayı: 67)

Biliyoruz ki, sermaye istediği kadar plan ve proje üretsin, biz karşı dur-duğumuz zaman bunların hiçbir hükmü olmayacaktır. Sermayenin planlarınıboşa düşürmek için, “Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim!” için, “Özerk-demokratik üniversite!” için mücadeleyi yükseltmeliyiz!8

TÜSİAD raporu sermayenin eğitim sistemine bakışını yansıtıyor...

Sermaye defol, üniversiteler bizimdir!

Page 9: EG 113. sayı

9

Sokakta iş arayan, atama bekleyen öğretmenim, kölelikkoşullarında çalışan ücretli, stajyer öğretmenim, sosyal güvencesizsözleşmeli öğretmenim, yoksulluk sınırında yaşayan kadroluöğretmenim... 24 Kasım Öğretmenler Günü’nüz kutlu olsun. Senede bir gün bile olsa böyle bir aldatmaca ruhunuzu okşuyor

belki... Hediyeler, çiçekler, övgü dolu sözler… Dünyanın en “kutsal”,en “onurlu” mesleği ne de olsa! Gururunuz okşanıyor, o gün kendinizidünyanın en önemli insanı hissediyorsunuz, yaşadığınız tüm sorunlarbir günlüğüne de olsa aklınızdan uçup gidiyor. Her yerde kutlamalar,televizyonda öğretmenliğin ne yüce bir meslek, öğretmenlerin nekadar fedakar insanlar olduğunu anlatıp bitiremeyen programlar… 24 Kasım’ın tarihsel anlamını hepimiz aşağı yukarı biliyoruz. Ama

birçoğumuzun bilmediği bir şey daha var. Evet “ Millet mekteplerinin”kuruluşu ve Mustafa Kemal’e başöğretmen unvanının verildiği günolan öğretmenler günü “Türk” öğretmenlerine ithaf edilmiştir. Tarih1928. Fakat 24 Kasım öğretmenler günü resmi olarak 1981 yılındanitibaren kutlanmaya başlanmıştır. 12 Eylül askeri faşist darbesindensonra, işini, özgürlüğünü kaybeden, işkencelerden geçirilenöğretmenlerimize verilmiş bir sus payıdır 24 Kasım. Bugün binlerce işsiz öğretmen atama beklerken, binlerce eğitim

emekçisi yoksulluk sınırında yaşarken, en ufak bir hak aramagirişiminde bu sistem öğretmenlerin üzerine bir karabasan gibiçökerken, 24 Kasım sadece bir aldatmacadır. Eğitim emekçileriningerçekliği olmayan sahte övgülerle beyinlerini bulandırarak, mesleğikutsallaştırarak, zorunlu bir fedakarlık bilinci aşılamaya çalışarak biryanılsama yaratılmaya çalışılıyor. 24 Kasımlar’da en çok duyduğumuz söz, “Bir milleti yaratan

öğretmenlerdir”! Ne kadar büyük ve kutsal bir görev! Aslında bucümleyi kuran zatı muhterem çok doğru söylemiştir. Evet bu sistemindevamlılığını sağlıyor öğretmenlerimiz. Egemen ideolojinin anti-bilimsel eğitim anlayışını, ırkçı-şoven ve sorgulamayı yasaklayanzihniyetini, “eğitimci” sıfatı yok edilen eğitim emekçileri ilkokulsıralarından üniversite amfilerine kadar beyinlerimize işliyor. Buçarkın en büyük dişlilerinden biri oluyor ister istemez. Mesleğinkutsallığı ve fedakarlığı gereği en iyi şekilde bu görevi yerinegetirmek zorundadır eğitim emekçileri! Bu sisteme karşı çıkan,sendikalı olan ya da eleştiren, sorgulatmaya çalışan eğitim emekçileriise sisteme karşı gelmenin bedelini soruşturmalarla, sürgünlerle, hattaişinden olmayla ödüyor.

Bu sistemin verdiği rahatsızlık ne tek başına bireysel birçabayla çözülebilecek bir rahatsızlıktır, ne de tek başına eğitimsistemiyle alakalıdır. Bugün eğitim emekçileri kamusal alanda çokönemli bir yere sahiptir. Ama eğitim emekçilerinin mevcut sürecinetkisi ile gerici sendikalarda örgütlenmesi ve bu kanadınişyerlerinde kadrolaşması, eğitim emekçilerinin kendi içindebölünme yaşamasına sebep olmaktadır. Bunun yanısıra, kamusal alana yönelik saldırılar ve “kamu

personeli rejim yasa tasarısı”, eğitim emekçilerini daha daparçalayacak bir rol oynamaktadır. Çünkü sermaye devleti çıkardığıyasalardaki 4A, 4B, 4C gibi uygulamalarla farklı istihdam biçimlerinigündeme getirmiştir. Birçok statü yaratıp eğitim emekçileri arasındarekabet oluşturarak bu alandaki örgütlülüğü zayıflatmayaçalışmaktadır. İşin vahim yanı, bu rekabetin sadece mesleki alanda değil, daha

eğitim fakültelerindeyken başlamasıdır. Üniversitede çan eğrisimantığıyla birbirinin üstüne basan eğitim öğrencileri, KPSS ilerekabetçi bilinci daha da içselleştirmeye başlamıştır. Bu yarışı kazanan“şanslı” öğretmen adayları meslek hayatı boyunca üç kuruş daha fazlakazanabilmek ve hiçbir anlamı olmayan unvanları edinebilmek içinmeslektaşlarına rakip olmak zorundadır.250 bin öğretmen açığının olmasına rağmen 20 bin atama

yapılarak, geri kalan eğitim emekçileri dershanelerde stajyer ya daücretli öğretmen olarak kölelik koşullarında çalışmaya mahkumedilmektedir. Hatta kadrolu atamanın iki katı kadar sözleşmeli atamayapılmasıyla daha rahat sömürelebilecek ücretli köleler yaratılmakistenmektedir. Devlet kendi kurumlarına KPSS ile özenle seçtiğikölelerini “güvence” altına alarak sömürürken, geriye kalan öğretmenadaylarını ise sermayenin daha azgın sömürü çarkının arasına atıyor.Binlerce eğitim fakültesi mezunu dershanelerde, özel kurumlardaneredeyse hiç ücret almadan çalışmak zorunda bırakılıyor. Sermayeninkukla tiyatrosunda daha renkli kıyafeti giymek için yarışan eğitimemekçileri, izleyicilerinin sadece maskarası oluyor ne yazık ki. “Kutsal meslek” palavrasıyla eğitim emekçilerini uyutmaya

çalışan, sahte unvanlarla üstünlük yarışına sokmaya çalışan sermaye,aynı zamanda bu oyuna kendinizi fazla kaptırmayın mesajını davermekten çekinmiyor. MEB’in 24 Kasım dolayısıyla okullaragönderdiği uyarı eğitim emekçileri açısından oldukça onur kırıcıdır.MEB tüm okullara, öğretmenler gününde öğrencilerden pahalıhediyeler alınmaması konusunda uyarı niteliğinde bir yazıgöndermiştir. Bunların yanı sıra, artık hastalanıp rapor almak bile“vatan hainliği” sayılıyor. Gün geçtikçe daha da ağırlaşan koşullarda yaşamaya mahkum

edilen eğitim emekçileri birleşmek ve birlikte mücadele etmekzorundadır. Bu nedenle 24 Kasımlar’ın da bir mücadele gününedönüştürülmesi gerekmektedir.

24 Kasım aldatmacası...

Eğitim emekçileribirleşik bir mücadeleyi

yükseltmelidir!

Page 10: EG 113. sayı

Ankara Üniversitesi’nde Tadal Şirketi’ne bağlı olarak çalışan Tadalişçileri, yaklaşık iki ay önce, ödenmeyen ücretlerinin ödenmesi ve iştenatılan arkadaşlarının işe geri alınması talepleriyle öğrencilerle birlikteboykot başlatmışlardı. Yaklaşık 10 gün süren boykot sonucundarektörlük işçilerin taleplerini kabul etmiş ve atılan işçileri geri almıştı.Ancak işçiler işe geri alındıktan sonra Tadal şirketi iflas ettiğinisöyleyerek işçilerin maaşlarını ödememiş ve maaşları rektörlüğünödeyeceğini bildirmişti. Rektörlüğün çeşitli mazeretler göstererekücretleri ödememesi üzerine başlayan grev sonucunda ödenmeyenücretler asgari ücret üzerinden alındı. 7 Kasım günü yapılan ihaleyi, Tam Sofra adında yeni bir taşeronun

alması, yemekhanelere malzeme almayan rektörlüğün aslında enbaşından itibaren ikiyüzlülük yaparak bunun zeminini hazırladığınıgösterdi. Rektörlük, 17 Kasım günü Tadal’la olan sözleşmeyi iptal etti veişçilere de işten çıkarıldıklarını bildirdi. 18 Kasım günü yeni gelen şirketve işçiler arasında bir görüşme oldu. Bu görüşmede şirket, rektörlüğünkendisine kendi işçileriyle çalışmasını talep ettiğini söyledi ve işçilerlebir anlaşma yoluna gidilmedi. 19 Kasım gününden itibaren de işçilerinkampüslere girmesi yasaklandı, girişlerde zorluk çıkartıldı, yemekhanekilitleri değiştirilmeye çalışıldı. Rektörlükle görüşülmeye gidildiğinde,artık burada çalışmadıkları ve muhatap alınmayacakları söylendi.Bunun üzerine yemekhane işçileri öğrencilerle beraber bir toplantı

düzenlediler. Toplantı öncesinde kampüs içinde yürüyüş gerçekleştirildi.

Yemekhane işgali başladı!

Yürüyüş boyunca rektörlüğün verdiği sözleri tutmadığının teşhiriyapılarak işçilerin işten çıkarıldığı haberi okul bileşenlerine duyuruldu.Yapılan toplantıda işçiler, rektörlükle ve diğer birimlerle yeteri kadarkonuşulduğunu ve masa başında çözüme gidilemeyeceğini dile getirdiler.Artık kaybedecek bir şeyleri kalmadığını, işlerine sahip çıkacaklarını,işyerlerini terk etmeyeceklerini söylediler ve yemekhane işgalinibaşlattılar. İşgal üzerine sendika temsilcisini arayan rektör, “Sizin şu anorada ne yaptığınız bizi ilgilendirmiyor. Artık bu bir güvenliksorunudur” diye tehdit savurdu. Yaklaşık bir aydır malzeme almayarak yemek çıkmasını engelleyen

ve okulun öğrencilerini de mağdur eden rektörlük, yeni şirket gelenekadar kumanyalarla öğrencileri oyalamaya çalışıyor. Daha önce belirtilentalepler arasında yer alan “ucuz ve kaliteli yemek” isteğini görmezdengeliyor.

Rektörlük önünde eylem

19 Kasım günü yapılan toplantıda sesimizi daha güçlü duyurmakgerektiği konuşuldu ve bunun için neler yapabileceğimiztartışıldı. İlk olarak AÜ Rektörlüğü önüne giderek burada birbasın açıklaması yapılması kararlaştırıldı. 20 Kasım günü

öğle saatlerinde rektörlük önünde buluşmak için gelenişçiler ve öğrenciler polisin tehditkar tutumuyla karşıkarşıya kaldı. Farklı yollardan gelen işçi ve öğrencilerinönü polis barikatlarıyla kesildi fakat kısa bir süre sonra

bir araya gelinmesiyle eylem başladı. Eylemde “Krizin faturasınıödemiyoruz! Atılan işçiler geri alınsın! Ucuz, nitelikli yemek istiyoruz!”yazılı pankart açıldı. Okunan basın metninde taleplerimiz rektörlüğe birkez daha iletildi. Eyleme anlamlı bir katılım sağlandı.

Rektörlükten görüşme talebi

Eylemin bitiminde işçiler ve öğrenciler hep birlikte CebeciKampüsü’ne geçti. Kampüse gelindiğinde, OLEYİS temsilcisitarafından, rektörlüğün işçilerle görüşme talep ettiği bilgisi aktarıldı.Bunun üzerine sendika temsilcisi ve işçilerden oluşan bir heyetgörüşmeye gitti. Kalan işçiler ve öğrenciler yemekhanedekibekleyişlerini sürdürdüler. Kısa süren görüşmenin ardındanyemekhaneye gelen temsilciler konuşmaları aktardılar. Yapılangörüşmelerde, Tam Sofra şirketinin bir ay içerisinde yemek satışı 1,5katına çıkarsa işçilerin hepsini işe alabileceğini, fakat bunun için de biraylık süreyi deneme süresi olarak değerlendireceğini söylediği bilgisiverildi. Karşılığında işçilerin işgale son vereceği ve bir hafta sonra işbaşı yapacağı ifade edildi. Bu bilgiler aktarılırken sendika temsilcisini yeniden arayan yetkililer,

bu bir aylık sürenin kendilerini hukuki açıdan zora sokacağını, o yüzdentüm işçilerin işe alınmasının mümkün olmayacağını söylediler. Telefongörüşmesinin üzerine temsilciler yeniden görüşmeye gitti. Bu defa uzunsüren görüşme anlaşmazlıkla sonuçlandı. İşverenin “Atılan işçilerbaşvuru formlarını doldursunlar ben ihtiyacım kadarını işe alayım”şeklindeki sözde “iyi niyetli” kurnazlığına karşı işçiler, atılanlardan tekbir kişi dahi işe geri alınmazsa yemekhaneyi boşaltmayacaklarını vedirenişlerini sonuna kadar sürdüreceklerini söylediler. Böyleliklemasadan kalkıldı.

Yemekhanedeki bekleyiş sürüyor

İşçiler ve öğrenciler 19 Kasım’dan beri geceleri de dahilyemekhanede bekliyor. Bekleyiş esnasında sürece dair tartışmalaryapılıyor. Hep beraber halaylar çekiliyor, oyunlar oynanıyor. Cumaakşamı hep birlikte maden işçilerinin mücadelesini anlatan “Maden”filmi izlendi. Bundan sonraki günlerde de hem bilincimizi tazeleyecek,hem direnişimizi güçlendirecek farklı etkinlikler gerçekleştirilmeyedevam edilecek. Aynı zamanda sesimizi başta kampüs bileşenlerine vedaha geniş bir kitleye duyurmak için pratik faaliyetlerde bulunulacak.İşçilere destek amacıyla bir imza kampanyası başlatmak, kampüstekiakademisyenlerin bu süreçte daha aktif desteklerini almak vb. yapılanplanlamalar arasında yer alıyor.Ankara Üniversitesi işçileri ve öğrencileri bu anlamlı direnişi tüm

işçileri işe geri aldırtıncaya dek ısrarla sürdürmeye devam edecekler.Cebeci Ekim Gençliği

Ankara Üniversitesi’nde yemekhane işgali

sürüyor!“Krizin faturasınıödemiyoruz! Atılan işçiler

geri alınsın!

10

Page 11: EG 113. sayı

Dönemin başından beri Türkiye’deki tüm devlet yurtlarında yaşanan yığılma ve buna dair uygulanan “çözüm” yoluöğrenciler için tam bir kâbusa dönüşmüş bulunuyor. Geçen yıllara kıyasla bu yıl devlet yurdu başvurularında ciddi birartış yaşandı ve bu durum kendisini özellikle İzmir’deki devlet yurtlarında hissettirdi. Dokuz Eylül Üniversitesiöğrencilerinin barındığı Hacı Ahmet Tatari Kız Yurdu ve Hoca Ahmet Yesevi yurtları “başını sokacak bir yer” olaraknitelendirilmek istense de, gerçekleştirilen uygulamalar aymazlıktan başka bir şey değil.Yurtlardaki satranç ve çalışma odalarının birkaçı kapatılarak 12 kişilik yatakhanelere dönüştürüldü ve bu odalar

misafir öğrencilere günlük 5 YTL karşılığında tahsis edildi. Koğuştan farksız bu odalar, içinde yaşayan insanlar için sonderece sağlıksız ve verimsiz bir ortam. Ayrıca öğrencilerin ders çalışma alanlarının daha da kısıtlı hale gelmiş olmasıüzerinde durulması gereken diğer bir konu.HAT Yurdundan üç öğrenci arkadaşla bu gibi güncel sorunlar ve diğer temel problemler üzerine konuştuk:- Kaldığınız yurtta yaşadığınız sıkıntılardan bahseder misiniz?S: Ben önce misafirhanelerden başlamak istiyorum. Kalacak bir yerimiz olmadığından bizlere burayı açtılar sağ

olsunlar, ama küçük bir odada 12 kişi yaşamak çok zor. Oda çok havasız kalıyor. Bırakın ders çalışıp kitap okumayınefes dahi alamıyoruz. Odada yer kalmadığından kıyafetlerimizi koyacağımız dolaplar da yok. Ayrıca bize kahvaltı veyemek kuponu da verilmiyor. Sadece barınmak için aylık 150 YTL ücret ödüyoruz. Örneğin ben aylık 160 YTL kredialıyorum ve aynen iade ediyorum. Bütün para okulda ve yurtta tükeniyor zaten. Üniversite öğrencisiyim, hiçbir sosyalaktivitede bulunamıyorum, istediğim bir kitabı alamıyorum. Açıkçası sadece okula gidip geliyoruz.

- Yemekleri, yemekhane ve kantin ücretlerini nasıl buluyorsunuz?A: Yemekler çok çeşitli çıkıyor ama buna karşılık ücretleri de oldukça yüksek. Bir yemek en az 3,5 YTL. Birçok

arkadaş yemekhanede yemeyip dışarıdan bir şeyler alıyor. Kantinde de her şey iki katı fiyatına satılıyor zaten. Üstelikgeçen yıl birkaç kez yemeklerden böcek çıkmış.

- Başka ne gibi sorunlar var?K: Mesela 700 kişilik bir öğrenci yurdunda jeneratörün olmaması sıkıntı yaratan bir durum. Geçen yıl sırf bu

yüzden kimse vize sınavlarına doğru düzgün çalışamadı. On gün boyunca sürekli elektrik kesintisi yaşandı ve bunudefalarca dile getirdiğimiz halde ne yazık ki bir karşılık bulamadık. Yurt idaresi bunun sürekli yaşandığını, jeneratörtalep ettiklerini ancak yapılmadığını söyledi. Bundan istifade edenler oldu ve kantindemumlar dört katı fiyatla satılmaya başlandı. Bu yıl yine jeneratör yok ve acil bir ihtiyaçolduğunu düşünüyoruz.S: Bir diğer sorun da, odalarda priz bulunmaması. Kantinde bir bardak sıcak su bile

parayla satıldığı için biz de su ısıtıcısı kullanmak zorunda kalıyoruz. Yasak olduğugerekçesiyle devamlı toplanıyor, üstüne bir de tutanak tutuluyor.

- Tüm bunlar karşısında ne yapılabilir?A: Ben bir şey yapılabileceğini düşünmüyorum. Sadece benim bilmem, benim karşı

çıkmam yetmez, herkesin tepki göstermesi gerekir. Şu tabloya baktığımda imkânsızolduğunu görüyorum. İnsanlar sadece kabulleniyor.S: Aslında hep birlikte bir adım öne çıkabilsek sorunlarımızı duyurabiliriz ve kararlı

davranabilirsek bir sonuca varabiliriz. Örnekleri yok değil.K: Bence de bizler böyle sustukça iyice tepemize çıkıyorlar. Neden insan gibi yaşamak

için direnmeyelim? Bugün çay fiyatlarını düşürmekle başlar, yarın jeneratör olur, sonrabir yurt daha yapılır, sonrasında harçları düşürürüz. …

***Devlet yurtlarının hali böyleyken öte yandan özel yurtların sayısının hızla artması

dikkat çekiyor. Örneğin Buca’da kafanızı nereye çevirseniz özel yurt görebilirsiniz. Butezatlık, üniversite kapısını işçi ve emekçi çocuklarına kapatan zihniyetin kendisini ifadeetmektedir. Politik hesaplarla üniversite kontenjanları arttırılmış fakat maddi gücüolmayan öğrencilerin barınma durumları gözetilmemiştir. Eğitime ayrılması gerekenbütçenin yeterli olmamasının bedelini yine ezilen ve sömürülen sınıfların çocukları ödüyor.Bu tablo bir gerçeği daha ortaya koyuyor. İki sınıf arasındaki uçurum gitgide

derinleşiyor. İşçi ve emekçi kesim daha da yoksullaşıyor, burjuvazi ise giderek daha çokzenginleşiyor. Bu çarkı durduracak olan bizleriz. Bu yüzden hak arama mücadelemiziyükseltmeliyiz. Biz öğrenci gençlik bu kaygan zeminden bir an önce kurtulmalı, en baştakendi sorunlarımızdan yola çıkmalı ve geleceğimiz için mücadele etmeliyiz.

Dokuz Eylül Üniversitesi / Ekim Gençliği

Yurtlarımdan insanmanzaraları...

11

Page 12: EG 113. sayı

İstanbul: 2 Kasım günü, düzenin çok yönlü saldırılarına “Geçit YOK!” diyen İstanbulEkim Gençliği olarak Galatasaray Postanesi önünde basın açıklaması gerçekleştirdik. Basınaçıklaması öncesinde bir yoldaşımız üst araması yapılacağı gerekçesiyle gözaltına alınmayaçalışıldı. Sergilenen kararlı tutum sonrasında serbest bırakıldı.

Basın açıklamasında şunlar söylendi: “Sermaye düzeninin kendi iç çatışmaları arasındadüzene yedeklenmeye çalışılan gençlik kesimleri bugün AKP-ordu, laik-antilaik tartışmalarıekseninde kendi sorunlarından uzaklaştırılmakta, demokrasi havarisi kesilen vedarbecilerle hesaplaştığını iddia eden AKP hükümeti işçi ve emekçilere açlık veyoksulluktan, öğrencilere ise geleceksizlikten başka bir şey vermemektedir. Bu yüzdengençlik gerici taraflaşmalara yedeklenmeyecek, kendi mücadele talepleri eksenindegeleceğin ve özgürlüğün tarafında olacaktır...”

Emperyalist savaşlara, şovenizme, işsizliğe, geleceksizliğe ve ticari eğitimin her türlüyansımasına karşı gençliğe mücadele çağrısında bulunuldu. Kürt halkına dönük imha veinkara karşı halkların kardeşliği şiarını her alanda yükseltmenin önemi vurgulandı

Ankara: 4 Kasım günü Ankara Ekim Gençliği olarak Yüksel Caddesi’nde düzenlenenbir basın açıklamasıyla “Geçit YOK!” kampanyamızı başlattık. Basın açıklamasında şunlar söylendi:“Gençlik gerici taraflaşmalara yedeklenmeyecek,

kendi mücadele talepleri ekseninde geleceğin ve özgürlüğün tarafında olacaktır. Türk ve Kürtgençliğinin birlikte mücadelesine yüklenerek halkların kardeşliğini daha güçlü haykıracaktır.İşsizliğe, geleceksizliğe ve ticarileşen eğitime karşı mücadelesini sürdürecek ve her koşulda‘Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim’ hakkını savunacaktır.” Basın açıklaması geleceğimize ve özgürlüğümüze yönelik bütün saldırılara karşı ‘Geçit yok!’

kararlılığıyla çıkma çağrısıyla son buldu. İzmir: 23 Kasım günü Bornova metro önünde gerçekleştirdiğimiz açıklamamızda

“Emperyalizme, şovenizme, ticari eğitime, geleceksizliğe ve işsizliğe geçit yok/ Ekim Gençliği”şiarlı ozalitimizi ve merkezi afişlerimizden hazırladığımız dövizlerimizi taşıdık. Basınaçıklamamızda düzenin gençliğe yönelttiği kapsamlı saldırıları ele aldık ve bu saldırılara devrim

cephesinden cevabımızın “Geçit yok!” olacağını ilan ettik. Metroyu kullanan öğrenciler ve emekçiler basın açıklamamıza yoğun ilgi gösterdi. Dokuz Eylül’de “Geçit YOK!” kampanyası sürüyor

Dokuz Eylül Üniversitesi’nde 6 Kasım YÖK protestosunun yerel ayaklarını merkezi “Geçit YOK!” kampanyamızla birleştirerek örgütledik.Faaliyetimize, “Üniversiteler bizimdir!/ Çeteleşen devlete, çürüyen düzene, YÖK’e, işsizliğe ve geleceksizliğe GEÇİT YOK!/ Bu pisliği DEVRİMtemizler!” şiarlı materyallerimizi Yabancı Diller girişindeki duvara asarak başladık. 4 Kasım günü Dokuz Eylül’de ÖGB’lerin müdahaleleriyle karşılaştık. Masamızın etrafında dolaşan ÖGB’ler ile sivil polisler tarafından taciz

edildik. Ardından bildiri dağıtan bir arkadaşımızın fakülteye “dışardan” geldiği ve “öğrenci” olmadığı gerekçesiyle kimlik sorgusu yapılmak istendi.Bunu teşhir eden konuşmalar yaptık ve birçok öğrencinin desteğini aldık. 5 Kasım gününde de ÖGB terörü devam etti. Afişlere müdahale eden ÖGBler kararlı bir tutumla karşılaşınca geri adım atmak zorunda kaldılar ve

ortamı terörize ettiler. Öğrenciler arasından bizlere sahip çıkanlar olunca bir kez daha boşa düştüler. Yabancı Diller Yüksekokulu’nda ise kampanya gündemli toplantılar yaptık. Tartışmalar sonucunda, Hazırlık Öğrencileri olarak karşı karşıya

kaldığımız sorunları diğer arkadaşlarımızla paylaşmak ve bunlara karşı mücadele etmek amacıyla bir bülten çıkarma kararı aldık. Öte yandan, 29 Kasım Ankara eylemine çağrı yapan bir faaliyet yürüttük.Derinleşen krizinin kapitalizmin doğası gereği yaşandığı ve bu krizi yaratanın kapitalistler olduğu vurgusuyla gençliği mücadele alanlarına

çağırdık. Bu kapsamda “Kriz demek, işsizlik, geleceksizlik demektir! / İşsizliğe, geleceksizliğe Geçit yok! / 29 Kasım’da Ankara’dayız!” şiarlıafişlerimizi yaygın olarak kullandık. Mitinge çağrı yapan merkezi Ekim Gençliği materyalimizi ozalit olarak masamızda kullandık ve bildiridağıtımları gerçekleştirdik.

DEÜ Ekim GençliğiMaçka’da yemekhane sorunu

İTÜ Maçka Kampüsü Hazırlık binasında yaşanan yemekhane sorunuyla ilgili Maçka Öğrencileri olarak çalışma yürütüyoruz. MaçkaKampüsü’ndeki üç fakülte, hazırlık binasında bulunan küçük bir yemekhaneyi kullanıyor. Uzayan yemekhane kuyrukları, öğlen tatili

“Geçit YOK!” kampanyasindan...

12

Page 13: EG 113. sayı

içerisinde sıranın gelmemesi öğrencilerin tepkisini büyüttü. Sorunuçözmek için bir araya gelip bu konu üzerinden çalışma yapmaya kararverdik.13 Kasım günü yemekhane önünde bir toplantı gerçekleştirdik.

Yaşanan sorunu çözmek için neler yapabileceğimizi konuştuk. Dilekçeyazmaya karar verdik. “Maçka’da öğrenci kapasitesine yetecekyemekhane yapılması”, “Hazırlık binasında bulunan yemekhaneye ikincigiriş ve yemek dağıtımı”, “Öğlen arası en az 90 dakikaya çıkarılsın” tale-plerinden oluşan bir dilekçe hazırladık.17 Kasım’dan itibaren yoğun bir şekilde dilekçe toplamaya başladık.

İlk gün 400’ü aşkın dilekçe toplandı. Dilekçeleri 21 Kasım günü teslimetme kararı aldık.20 Kasım sabahı tüm sınıflara dilekçeleri teslim etmeye birlikte gitme

çağrısı yapıldı. Öğlen yemekhane açıldığında dilekçe masamızı açtık.Yemekhane içinde son çağrıyı yaparak müdürlüğe doğru yürüdük.Müdürenin okula gelmediğini öğrendik. Bunun üzerine dilekçeler müdür-lüğün önüne atıldı, alkış ve ıslıklarla protesto başladı. Müdür yardımcısıgelene kadar alkışlarımızla bekledik. Müdür yardımcısı geldi, sorununçözülmesi için çalışma başlattıklarını söyledi. Dilekçeleri teslim edipyemekhane süreciyle ilgili çalışmamıza devam edeceğimizi belirttik.

İTÜ Maçka Öğrencileri

AÜ’de “Geçit yok!” şiarını yükseltiyoruz

Anadolu Üniversitesi’nde “Geçit yok!” kampanyamızı yoğun birpropaganda faaliyetiyle başlatmış bulunuyoruz. Yaygın afiş kullanımıylaberaber ajitasyon konuşmalarıyla dergi satışı gerçekleştiriyoruz. Masaaçarak bildiri dağıtımı ve dergi satışına devam ediyoruz. Kampanya çalışmasını, haftanın belirli günleri masa açarak ve

yürüttüğümüz kampanyanın materyallerini yerel bir takım araçlarlabirleştirerek sürdüreceğiz.

Tadal işçilerinin yanınıdayız!Ankara Üniversitesi’ndeki yemekhane işçilerinin başlattığı

mücadeleye destek vermek için Anadolu Üniversitesi Yunus EmreKampüsü’nde basın açıklaması gerçekleştirildi. “Ankara ÜniversitesiCebeci Kampüsü’nde hakları için direnen yemekhane işçisininyanındayız!” pankartı açıldı. Basın açıklamasında Tadal işçilerininmücadele süreci de anlatılırken, patronların kriz söylemi altındagerçekleştirdikleri saldırılara değinildi.“Anadolu Üniversitesi öğrencileriolarak Cebeci’den yükselen sese, yemekhane işçilerinin haklı mü-cadelelerine destek veriyor, talepleri kabul edilene kadar yanlarındaolacağımızı haykırıyoruz.” sözleriyle basın açıklaması sona erdi.

Anadolu Üniversitesi Ekim GençliğiYTÜ’de faaliyetlerden…

YTÜ’de “Geçit yok!” başlıklı kampanya çalışmamız devam ediyor.Bu kapsamda etkin bir propaganda faaliyeti yürütüyoruz. Merkeziafişlerin yanı sıra çeşitli gündemler üzerinden çıkardığımız afiş ve duvargazetelerini yaygın bir şekilde kullanıyor, bildiri dağıtımları yapıyor vedüzenli bir biçimde masa açarak dergi satışı gerçekleştiriyoruz.

25 Kasım çağrısı: “25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete KarşıUluslararası Mücadele Günü”nü anlatan duvar gazetesini kullanarak 23Kasım’da Emekçi Kadın Komisyonları’nın gerçekleştirdiği eyleminçağrısını yaptık.

29 Kasım çağrısı: “Bu çürümüş düzenin tek alternatifi sosyalizmdir!Krizin faturasını kapitalistlere ödetmek için 29 Kasım’da Ankara’dayız”şiarı ile miting çağrısı yaptık.

30 Kasım çağrısı: Ekim Devrimi’nin 91., Parti’nin 10. yılını işleyençalışmamız birkaç haftadır devam ediyor. Ekim Devrimi’ninkazanımlarını, sosyalizmin güncel, Yeni Ekimler ve Partisi’nin yakıcı birihtiyaç olduğunu ifade eden iki çeşit duvar gazetesini ve afişlerikullanıyoruz, aynı içeriğe sahip bildiri dağıtımları yapıyoruz. Buçalışmanın bir parçası olarak “Büyük Ekim Devrimi’nin 91. yılında

sosyalizm günceldir!” başlıklı panelin çağrısını yaptık.Ticari eğitime geçit yok!24 Kasım gününden başlamak üzere artık YTÜ yerleşkeleri arasında

ulaşımı sağlayan servislerin tarifesine zam yapıldı.Yapılan zamma karşı Ekim Gençliği olarak duvar gazetelerini

kullanıyor ve bildiri dağıtımları gerçekleştiriyoruz. Duvar gazetesinde buuygulamanın ticarileşen eğitimin bir göstergesi olduğunu ifade ediyoruz.Ayrıca, SSGSS ile üniversitelerde kısmi zamanlı çalışan öğrencilerinişlerine son verilerek ücretlerinin ödenmemesinin de teşhirini yapıyoruz. Ayrıca “Ulaşamıyoruz!”, “Ne üniversiteler ticarethane ne de öğren-

ciler müşteri…/ YTÜ Öğrencileri” imzalı çalışma ve bildiri dağıtımları ileöğrencilerle bu konu üzerine konuşmaya çalışıyoruz. Bildiri dağıtımlarıve duvar gazeteleri ile bu uygulamanın teşhirini yapıyoruz.

YTÜ Ekim GençliğiİÜ’de kampanya çalışmaları...

İstanbul Üniversitesi’nde başlattığımız “Geçit yok!” başlıklıçalışmamız devam ediyor. Bildiriler ve afişlerle yürüttüğümüzpropaganda faaliyeti ile öğrencileri emperyalizme, şovenizme, düzen içiçatışmalara ve neo-liberal politikaların eğitimdeki yansıması olanişsizliğe, geleceksizliğe ve paralı eğitime karşı taraf olmaya çağırıyoruz. Ayrıca Edebiyat Fakültesi’nde “25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete

Karşı Uluslararası Mücadele Günü” kapsamında hazırladığımız duvargazetesini yemekhanede kullandık. Gazetemiz oldukça ilgi çekti. Ekim Devrimi’nin 91. yılını anlatan “Buz kırılmış, yol açılmıştır! Yeni

Ekimler için ileri!” şiarlı bildirileri fakültelerde dağıtarak, EkimDevrimi’nin güncelliğini koruduğunu ve insanlığın kapitalizmin yıkıcıbarbarlığından ancak “Yeni Ekimler” ile kurtulacağını anlatıyoruz. Ayrıca,her hafta düzenli olarak Kızıl Bayrak gazetemizi öğrencilereulaştırıyoruz.

Kamp-Üs çalışması devam ediyor...12 Kasım günü Yabancı Diller Bölümü’nde gerçekleştirdiğimiz

Kamp-Üs Dergisi tanışma toplantısında Kamp-Üs dergisinin çıkışı veneler yapıldığı üzerine konuşmuş ve belirlediğimiz gündemlerçerçevesinde bir planlama yapmıştık. Eğitim gündemleri, politikgündemler, kültür-sanat, bilim-felsefe, Türkiye’den ve dünyadan haberlerkapsamında yazdığımız yazılarımızın yer aldığı yeni sayıyı çıkartaraköğrencilere ulaştırmayı planlıyoruz.

İÜ Ekim GençliğiMSGSÜ’de faaliyetler...

27 Ekim günü MSGSÜ öğrencileri olarak “Ekim Devrimi Etkinliği”gerçekleştirdik. Yaklaşık iki haftadır hazırlıklarını yaptığımız anmaetkinliği, bir arkadaşımızın anmaya çağrı yaptığımız bildiriyi yüksek sesleokumasıyla başladı. “Yaşasın devrim ve sosyalizm!”, “Üniversiteler bizimdir bizimle

özgürleşecek!”, “Devrim şehitleri ölümsüzdür!” sloganlarının atıldığıetkinlik “Enternasyonal”, “Çav Bella”, “Avusturya İşçi Marşı”, “Beyazıt”ve “1 Mayıs” marşlarının söylenmesiyle son buldu.

***Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde devrimci faaliyet

baskılara ve saldırılara rağmen sürüyor. 17 Kasım günü Fındıklı’daKürtçe şiarlı pul ve afişler faşistlerce yırtılmıştı. Bu saldırı üzerine okuldaortak bir faaliyet örgütlendi. “MSGSÜ Öğrencileri” olarak yürütülenfaaliyet kapsamında “Bijı bratiya gelan! Yaşasın halkların kardeşliği!”,“Türk-Kürt-Ermeni…Yaşasın halkların kardeşliği!” şiarlı afişlerimiziüniversitenin pek çok yerine astık. Saldırıyı teşhir etmek amacıyla hazır-ladığımız bildirinin dağıtımını gerçekleştirdik.Faşistlerin afişlere yaptığı saldırının ardından 20 Kasım günü de özel

güvenlikler “Ekim Gençliği” ve “MSGSÜ Öğrencileri” imzalıafişlerimize müdahale girişiminde bulundular. Tüm baskılara rağmen de-vrimci siyasal faaliyetimizi sürdürüyoruz.

MSGSÜ Ekim Gençliği 13

Page 14: EG 113. sayı

14

Üniversitelerden...

İÜ’de faşist saldırı protesto edildi

İstanbul Üniversitesi Merkez Kampus önünde 30 Ekim’de’da faşistler tarafındangerçekleştirilen sopalı satırlı saldırı İstanbul Üniversitesi öğrencileri tarafından protesto edildi. Basın açıklaması öncesinde tüm fakültelerde saldırının teşhirini yapan bildiriler dağıtılarak

öğrenciler basın açıklamasına çağırıldı. Fen-Edebiyat Fakültesi ve Merkez Kampüs’tensloganlarla toplu çıkış yapan öğrenciler Merkez Kampüs önünde toplandılar. Basın metnininokunmasından sonra “Beyazıt Marşı”nın okunmasıyla eylem son buldu. Saldırıda yaralanandevrimci demokrat öğrencilerin hastanede çekilen fotoğrafları döviz olarak taşındı.

Sivil faşistler tarafından devrimci öğrencilere yönelik gerçekleştirilen bu saldırı, 3 Kasım günüSultanahmet Adliyesi önünde yapılan basın açıklamasıyla da protesto edildi. Açıklamayı, saldırısırasında yaralanan Günay Dağ yaptı.

Dağ konuşmasında, aynı gün İstanbul Üniversitesi Merkez Kampüsü’nde devrimci-demokratöğrencileri provoke etmeye yönelik saldırıyı anlattı ve bu saldırıların polis-idare işbirliğiylegerçekleştiğini ifade etti.

İÜ’de İslamcılar saldırdı!

13 Kasım’da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde “Hüseyin Üzmez’le ilgili karargeri alınsın!” başlıklı imza kampanyası yürüten Yurtsever Cephe Öğrenci Birliği’nden

öğrencilere “Müslüman Gençlik” den 3 kişi çivili sopalarla saldırdı. Saldırıya müdahale eden bir yoldaşımızda yaralandı. Saldırının ardından saldırganlar tekbir sesleriyle ayrıldılar.

Saldırıya uğrayan öğrenciler suç duyurusuna bulunurken Yurtsever Cephe ÖğrenciBirliği tarafından İktisat Fakültesi önünde yaklaşık 70 kişinin katıldığı bir basın açıklamasıgerçekleştirildi.

İÜ öğrencilerinden protesto

İstanbul Ünivesitesi Psikoloji Bölümü Öğrencileri, 18 Kasım günü yaptıkları eylemle,Hüseyin Üzmez’e verilen rapora itiraz eden üç Adli Tıp personeline Adli Tıp Kurumu tarafındansoruşturma açılmasını protesto ettiler. Edebiyat Fakülesi önünde, “Üzmez’e tahliye, bilime tasfiye!” pankartı ve “Üzmez’in tahliyesi

ne adli, ne tıbbi!”, “Üniversiteli arkadaş bilime sahip çık!”, “Üzmez’e tahliye, bilime tasfiye!”dövizlerini açan İÜ Psikoloji Bölümü Öğrencileri, konuya ilişkin bir basın açıklaması yaptılar.

Eyleme yaklaşık 50 kişi katıldı.

Fatura öğrenciye kesildi…

SSGSS Yasası’nın yürürlüğe girmesiyle birlikte üniversitelerde yarı-zamanlı olarak laboratuvarlar, kütüphaneler, arkeolojik kazılar ve sosyaldestek birimlerinde çalışan ve aynı iş kapsamında engelli öğrencilere yardım eden asistan öğrenciler 20 Kasım günü işten çıkarıldılar. Öğrenciler 1,5aylık maaşlarını da alamayacaklar. Bu saldırıya karşı 21 Kasım’da Beyazıt Meydanı’nda gerçekleştirilen açıklamaya yaklaşık 200 kişi katıldı. “Üniversiteli Asistan Öğrenciler” adına

yapılan açıklamada, yaşanan krizin faturasının işçi ve emekçilere kesilmeye çalışıldığı vurgulanarak, şimdi de sıranın öğrencilere geldiği belirtildi.Oldukça coşkulu geçen eylemde, “Sermaye defol üniversiteler bizimdir!”, “Güvenli gelecek istiyoruz!”, “Yaşasın sınıf dayanışması!”, “Kurtuluş

yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!”, “Parasız eğitim parasız sağlık!”, “Savaşa değil eğitime bütçe!”, “Çapa işçisi yalnız değildir!”sloganları atıldı. Eylem sırasında, artık belediye bursları için bütçe ayrılmayacağını öğrenen öğrenciler “Devlet, bursumdan elini çek” sloganını da gürbir şekilde attılar.

İÜ’de saldırı protestosu

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden Öğrenci Kolektifleri’nin AKP’nin politikalarını teşhir eden karikatür sergisine 20 Kasım’da polis veözel güvenlikler saldırdı. Saldırıya tepki gösteren İstanbul Üniversiteli öğrenciler, 21 Kasım günü Edebiyat Fakültesi önünde basın açıklamasıgerçekleştirdiler. Yaklaşık 100 kişinin katıldığı eylemde, “En sonunda karikatürden de korktular / Bu kapının arkasında faşizm var!” pankartı açıldı.

Page 15: EG 113. sayı

Genç-Sen’den soruşturma protestosu

31 Ekim günü İÜ Edebiyat Fakültesi önünde Genç-Sen olaraksoruşturmalara karşı basın açıklaması düzenledik. İÜ’de bu dönem 15öğrenci farklı nedenlerle çeşitli cezalar aldı. Basın açıklamasında,geçtiğimiz senelerden itibaren devrimci öğrencileri okuldanuzaklaştırmak, gençliği sindirmek amacıyla başvurdukları soruşturmasaldırılarından bahsedildi.

Bursa’da ulaşım eylemi

Uludağ Üniversitesi Genç-Sen tarafından iki hafta boyuncagerçekleştirilen ulaşım eylemleri ve imza kampanyası 4 Kasım günüyapılan basın açıklamasıyla sona erdi. Fen-Edebiyat Fakültesi önündenyürüyüşe başlayan Genç-Senliler sloganlarla Mediko önüne geldiler.Burada gerçekleştirilen basın açıklamasında, ulaşıma yapılan zamlarıngeri çekilmesi ve otobüs sefer sayılarının arttırılması istendi. Zamlargeri çekilene kadar kampanyanın devam edeceği duyuruldu. Eylemde,“Ulaşım zamları geri çekilsin!“, “Yolunacak kaz değil öğrenciyiz!“,“Başka bir üniversite mümkün!“ sloganları atıldı. Eylem, söylenentürkülerle sona erdi.

Genç-Sen YÖK’e karşı yürüdü!

9 Kasım günü saat 15.00’de Ankara Kızılay Meydanı’nda Genç-Sen’in çağrıcısı olduğu YÖK karşıtı bir eylem gerçekleştirildi.Kurtuluş’ta toplanan kitlenin yolu kolluk güçleri tarafından kesildi.Yürüme konusundaki kararlılık karşısında barikat kaldırıldı. Sloganlar ve alkışlarla coşkulu bir şekilde Kurtuluş’tan Sakarya’ya

yüründü. Sakarya Caddesi’ne varıldığında, kısa bir konuşma yapıldıktan sonra

basın metni okundu. YÖK’ün kuruluşundan bugüne üniversitelerdekarşımıza çıkan sorunlara değinilip mücadele çağrısı yapıldı. Eğitim-Sen ve Emekli-Sen Genel Başkanlarının konuşmalarının ardındanhalaylar çekildi ve sloganlarla eylem bitirildi.

Kayseri’de Genç-Sen paneli

9 Kasım günü Eğitim-Sen’de, “YÖK ve Üniversiteler” başlığı ile birpanel gerçekleştirildi. Genç-Sen girişimi olarak düzenlenen panel kısabir slayt gösterisi ile başladı. Daha sonra Devrimci Genç-Senliler’insunduğu panele geçildi. Formasyon, sözleşmeli öğretmenlik, geleceksizlik, anti-bilimsel

eğitim, üniversitelerin kışlaya çevrilmesi gibi birçok konunun datartışıldığı etkinlik örgütlenme çağrısı ile devam etti. Tartışmalarınsonucunda, önümüzdeki süreçte gençliğin sorunları ve örgütlenmeihtiyacı üzerinden anket çalışması yapılması kararlaştırıldı.

Genç-Sen’i kapatma davasına tepki!

18 Kasım günü, Genç-Sen hakkında açılan kapatma davasının 3.duruşması İstanbul’da yapıldı. Kapatma davası İstanbul, Adana,Kocaeli, İzmir, Eskişehir vb. pek çok yerde yapılan eylemlerle protestoedildi.

İTÜ’de Genç-Sen faaliyetleri...

19 Kasım günü Maçka Kampüsü’nde “Sesimize ses kat!” şiarıyla

kısa bir film gösterimi ve Genç-Sen üzerine söyleşi gerçekleştirdik. Buetkinlikler için hafta başından itibaren yaygın bir bildiri dağıtımıgerçekleştirdik. Etkinlik ODTÜ öğrencilerinin hazırlamış olduğu “Kırıntı” isimli

kısa film gösteriminden sonra Genç-Sen üzerine sohbetimizle devametti. Etkinliğimize katılan arkadaşlara Genç-Sen’in kuruluşunu veüniversitelerde neden birleşik bir gençlik mücadelesinin gerekliolduğunu anlattık. Maçka’da nasıl bir Genç-Sen faaliyetiyürütülebileceği üzerine konuştuk. Buradaki öğrenciler açısından enbüyük sorunun sosyal alan eksikliği olduğu vurgulandı.

YTÜ’de Genç-Sen faaliyetleri... YTÜ’de dönem başından bugüne Genç-Sen’in sürdürdüğü

propaganda çalışması devam ediyor. Bu kapsamda Genç-Sen kapatmadavası ile birlikte gençliğin taleplerini birlikte işleyen afişlerimiziyaygın olarak kullanıp masa açtık. Ayrıca Genç-Sen Genel Kurulu’nundeğerlendirmesini içeren Ekim Gençliği imzalı duvar gazetelerini dekampüs içerisinde kullandık.

Genç-Sen eylem, etkinlik vefaaliyetlerinden...

15

Page 16: EG 113. sayı

16 Mart 1978... Her zamanki gibideğildi gün, ama bunun ne anlama geldiğibilinmiyordu. Sonra alkış ve ıslık sesleri…Bunların arasından koparak gelen gürültü,çığlıklar, bağırışlar, kaçışlar… Önce Beyazıt Meydanı’ndaki kaosun

sebebinin dönemin alışılmış olaylarındanolduğu düşünülüyor. Sonra bunun herhangibir eylem değil kitlenin içerisine atılan bir

bomba olduğu anlaşılıyor.Birkaç kişi tutuklanıyor. Katliamı planlayan

dönemin Ülkü Ocakları başkanı Orhan Çakıroğlu,yöneticisi Mehmet Gül, MHP gençlik kolları başkanıKazım ‘’delil yetersizliğinden’‘ beraat ediyor. Ancakbombanın devlet eliyle, polisin bilgisi dahilindeöğrencilerin arasına atıldığı, geçen uzun süreninardından ortaya çıkıyor ve dava tekrar başlıyor.Sonrasında ise birçok tartışmaya konu olan davazaman aşımından düşüyor.16 Mart 1978’de Beyazıt Meydanı’nda 7

öğrencinin ölmesi, 47 öğrencinin yaralanmasıylasonuçlanan katliamı kimin neden ve nasıl yaptığıbütün delillerle kanıtlanmış durumda. Bombayı atankişi Zülküf İsot durumu ailesine açıklıyor. Zülküf’ünkonuşmasından korkulduğu için 1995’te devlettarafından öldürülmesinden sonra ailesi itiraftabulunuyor. Tüm deliller açıkça ortadayken dava uzunyıllar sürüyor. Hiçbir gelişme kaydetmeden dava 20Ekim 2008’de zaman aşımından düşüyor.

Devletin kendini aklama çabaları

Davanın düştüğü 20 Ekim günü Silivri’deki özelmahkemede Ergenekon davası başlıyor. Çeteleşmişdevletin birkaç kontrgerilla mensubunu kurbanetmesi üzerine güzellemeler yapılıyor. “Yeni birterör örgütü ama bilindik terör örgütlerindendeğil!” açıklamalarıyla devlet kendi pisliğiniüzerinden atmaya çabalıyor. “Bütün çetelerinüstüne gideceğiz!” cümlesi her yerde duyulmayabaşlanıyor. Bu çaba “derin devleti” temizlemekolarak açıklanıyor. Oysa sözkonusu olan, çok da derinlerde

olmayan, herkesin gözü önünde olan, yani açığaçıkmış tetikçilerdir ve sırf ABD’nin bazıpolitikalarına karşı çatlak sesler çıkardıkları içinetkisizleştirilmişlerdir.

Ergenekon çetesini “temizlemeye” çalışarakkendini aklamaya çalışan düzen, davanın olduğuaynı gün 16 Mart’ın katillerini de aklayarak aslındagerçek yüzünü ortaya koyuyor. Biz bu düzenin gerçek yüzüyle sürekli karşı

karşıyayız. Sokakta gazete satarken, köylerimizbasılıp yakılırken, herhangi bir sebepten karakolagittiğimizde polislerin tekme, tokat ve coplarıylasaatlerce dövülürken, bunun sonucu kimi zamanhayatımızı kaybederken, 12 yaşında vücudumuza 13kurşun yerken, fabrikalara kapatılıp yakılırken,tecavüze uğrayıp suçlu görülürken…Devletin katliamcı yüzü bizi her alanda karşılıyor.

Bu kimi zaman devletin kolluk kuvvetleri tarafından,kimi zaman Ülkü Ocakları’ndan seçilen sivil faşistlertarafından, kimi zaman devletin ta kendisi olan“derin devlet” tarafından işkencelere, katliamlarauğruyoruz.

Baskılara karşı yılmadan mücadeleye!

Onca katliama rağmen kaybeden biz değilonlardır. Kendini temize çıkarma çabaları kirliyüzüyle birleşince, her zaman ikiyüzlü olan sistemingerçek yüzü açığa çıktı. 20 Ekim günü buikiyüzlülüğü bir kez daha sergilediler.Onlar katletti biz ise çoğalmaya devam ettik,

onlar yok etmeye çalıştı biz ise güçlenerekvarlığımızı sürdürdük. Uyguladıkları tüm baskılarkarşısında yılmadan mücadelemizi sürdürdük vesürdürmeye devam edeceğiz. Onlar azaltmayaçalıştıkça çoğalarak!..

“Yürü üstüne üstüneTükür yüzüne celladın…”

Düzenin katliamcı kimliği 16 Mart katliamı davası

ile bir kez daha tescillendi!..

Kendini temizlemeye çalışan

kirli sistem…

16

Page 17: EG 113. sayı

1717

Komünistler dine vedinsel gericiliğe karşımücadelede, onubesleyen maddi-toplumsal koşullarortadankaldırılmadıkçasorunun kalıcı birtarzdaçözülemeyeceğigerçekliğindenhareket ederler. Buhiçbir biçimde dinselgericiliğe karşı somutpratik mücadeleyi taliplana itip sorunuönemsizleştirmemektedir. Burada önemliolan, sınıfmücadelesindenkopuk bir tarzdaortaya konulan ve“burjuva dargörüşlülüğü”ne denkdüşen tutumlardankaçınılmasıgerekliliğidir.

13 Kasım günü İstanbul Üniversitesi’nde“Hüseyin Üzmez’le ilgili karar geri alınsın!”başlıklı imza kampanyası yürüten YurtseverCephe Öğrenci Birliği’nden öğrencilere“Müslüman Gençlik” tarafından “dine hakaretetme” gerekçesiyle çivili sopalarla saldırıldı.Olayda dört kişi yaralandı, saldırıya müdahaleeden Ekim Gençliği’nden iki yoldaşımız da sopave yumruklarla darp edildiler.

Bu olayın ardından gerek “MüslümanGençlik” gerekse “TKP’li Öğrenciler” bir diziaçıklama yaparken, bu süreçte muhatabıolduğumuz bir takım tartışmalar da yaşandı.

Bu süreçte öne çıkan birkaç başlık üzerindedurmak istiyoruz.

Dinsel gericilik karşısında devrimci tutum

Yaşanan olay, dinsel gericilik karşısındakomünist devrimci tutum ve yöntemi bir kezdaha ortaya koymayı gerektirmektedir.

TKP’nin “Hüseyin Üzmez’in tahliyekararının geri alınması”na dair yaptığı çalışma“dinsel gericilik karşıtı mücadelede”ki tutarsızbakışının örneklerinden birini oluşturmaktadır.

“Hiçbir koşulda din sorununu burjuvaradikal demokratlarının sık sık yaptığı gibi,soyut, ülkücü bir biçimde, sınıf mücadelesindenkopuk ‘entelektüel’ bir sorun gibi ortaya koymakyanlışına düşmememiz gerekir. Aşırı baskıtemeline oturan ve işçilerin eğitilmediği birtoplumda, dinsel önyargıların sadecepropaganda yöntemleriyle yok edilebileceğinisanmak budalalık olur. İnsanlığın üzerindeki dinboyunduruğunu toplumdaki ekonomikboyunduruğun bir sonucu ve yansımasıolduğunu akıldan çıkarmak burjuva dargörüşlülüğünden başka bir şey değildir.” (Lenin,Sosyalizm ve Din )

Komünistler dine ve dinsel gericiliğe karşımücadelede, onu besleyen maddi-toplumsalkoşullar ortadan kaldırılmadıkça sorunun kalıcıbir tarzda çözülemeyeceği gerçekliğindenhareket ederler. Bu hiçbir biçimde dinselgericiliğe karşı somut pratik mücadeleyi taliplana itip sorunu önemsizleştirmemektedir.Burada önemli olan, sınıf mücadelesinden kopukbir tarzda ortaya konulan ve “burjuva dargörüşlülüğü”ne denk düşen tutumlardankaçınılması gerekliliğidir.

TKP türban sorununa yaklaşımındaki çarpıkbakışını, benzer biçimde “Hüseyin Üzmez”konusunda da sürdürmektedir.

Hüseyin Üzmez her ne kadar Vakitgazetesindeki yazarlığı ile birlikte dinsel gericikimliği üzerinden tanınsa da, daha birçok sıfatıda “layıkıyla” hak etmiş biridir. Hüseyin Üzmezdüzenin dinsel gericiliğinin simgesidir, faşisttetikçilerinden biridir, yoz kültürünün tecavüzcüve tacizci yüzüdür, kadını meta olarak gören veçifte sömürüsünü meşrulaştıran bu düzeninsözcüsüdür. Özcesi Üzmez bir bütün olarak buçürümüş düzeninin resmidir. Üzmez’in aklanmaçabası aynı zamanda düzenin aklanma çabasıdır.

Komünistler için sorunu ele alış yöntemi buolayda da aynıdır: Dinsel gericiliğe karşımücadeleyi onu besleyen nesnel-toplumsalkoşullarla birlikte ele almak.

“Türkiye üniversite gençliği ve tüm halkımızadına aydınlanmanın, emperyalizmdenbağımsızlığın ve kamuculuğun bayrağını yükselt-meye kararlıyız. Bu sarsılmaz ilkelerimize veülkemizin geleceğine dair her türlü saldırıyıkarşılayacak iradeye ve kararlılığa sahipolduğumuzu ilan ederiz.”

Bu sözlerle dinsel gericiliğe karşı “ilericilik”eksenli bir mücadele çağrısı yapan TKP’nin,bugün benzer eksende tartışmalarda bir “taraf”olan ulusalcı güruhtan ne gibi bir farklılığıbulunmaktadır ? Buradaki “gericilik” karşıtımücadele çağrısı, hiçbir biçimde onu sürekliolarak üreten maddi-toplumsal koşullara vedolaysız bir biçimde tüm kurumlarıyla birliktesermaye düzenine karşı bir mücadeleyi ifadeetmemektedir.

TKP’nin oportünizmi ve sola dönük saldırılarda devrimci tutum

TKP’nin dinsel gericilik karşısındaki tutumututarsız olsa da, bu, son tahlilde sola dönük birsaldırıya karşı tutum almayacağımız anlamınagelmemektedir. Nitekim gereken tutumalınmıştır.

TKP geleneği ise böyle süreçlerden herzaman uzak kalmış, bugüne kadar bu ilkesiztutumun pek çok örneğini sergilemiştir. ADKF-Türk Solu çetesiyle yaşanan çatışma sonrasındayapılan açıklama, “TKP’li Öğrenciler başındanberi soğukkanlı bir tutum almış ve hiçbirçatışmaya katılmamıştır” olabilmiştir. İÜ’deKızıldere anmasında okula çevik polisgirdiğinde, Çukurova’da öğrenciler afiş astıklarıiçin gözaltına alındıklarında, bu “komünist”arkadaşlar olayların dışında kalmayı tercihedebilmişlerdir. YTÜ’ de İP/TGB çetesiyleyaşanan çatışmada da bu “soğukkanlılık”

“ Müslüman Gençlik”in “ TKP’li Öğrenciler”e saldırısıyla birlikte gelişensüreç üzerine…

Sola dönük saldırılarda ve dinsel gericilikkarşısında devrimci tutum

Page 18: EG 113. sayı

korunmuş, ardından gerçekleşen çevik polis saldırısı da dahilyaşananlara dair tek bir pratik tutum alınmamıştır. Bu örnekleridaha da çoğaltmak mümkündür.

Ekim Gençliği, ideolojik-sınıfsal konumlanışının bir gereğiolarak, sol adına yürütülen siyasal faaliyete yönelik saldırıkarşısında her zaman gereken tutumu almıştır. Yaşanan saldırınınkarşısında TKP’li Öğrencilerin yanında, onlarla birlikte siyasalfaaliyeti savunmuştur. Devrimci tutumun gereği budur ve bundansonra da bu olacaktır.

Komünistlerin dinsel gericilerle

hiçbir hukuku olamaz!

Saldırı sonrası “Müslüman Gençlik” adına yapılan açıklamada,“Ekim Gençliği”nin hedef alınmadığı, sorunun “TKP’liÖğrenciler”le olduğu ifade edilmiş, “Ekim Gençliği ile hukukumuzdevam etmektedir” denilebilmiştir.Saldırının alandaki siyasal faaliyete yönelik olduğu, bu

çerçevede çatışmanın tarafı olunduğu Müslüman Gençlik’e ifadeedilmiştir. Bundan sonraki benzer saldırılarda da bizlerikarşılarında görecekleri söylenerek aramızda hiçbir hukukunbulunmadığı belirtilmiştir.Dini kişisel bir sorun olarak algılama planındaki tutarsızlıklar,

dinsel gericilik karşısında izlenen çarpık tutumların başkacaörneklerini de karşımıza çıkartmaktadır. Lenin, “Proletaryanın partisi devletin dini kişisel bir sorun

olarak belirlemesini ister, ancak halkın afyonu niteliğindeki dini,dinsel batıl inançlara karşı savaşı ‘kişisel sorun’ olarak görmez”diyerek, dinin hangi koşullarda bireysel bir sorun olarakgörüleceğini net bir biçimde ortaya koymuştur.Siyasal örgütlü bir kimlik olarak kendini ifade eden dinsel gerici

grup ve çevrelerle hiçbir yan yana gelişimiz olmayacağı gibiaramızda hiçbir hukuk da bulunmamaktadır. Ekim Gençliği’nin bunoktadaki tutumu son derece nettir:“Sorunu şöyle somutlayabiliriz: Örneğin okullarda yemeklere

yapılan zammı protesto etmek için boykot örgütlüyoruz. Bizimboykot ya da basın açıklamamıza dinsel inançlara sahip öğrencilerde katılmak istiyorlarsa, bu noktada bizim hiçbir itirazımız olmaz.Çünkü eylemimize katılımları kendi dinsel kimlikleri çerçevesindeörgütlü bir siyasal kimlikle değil, bireyseldir. Bireysel kaldığısürece bizim açımızdan sorun yoktur. Ancak kendi dinsel inançlarıüzerinden örgütlü (şeriatçı, İBDA-C’ci, Hizbullahçı, Fethullahçıveya tarikatçı) olarak eylemimize katılmak isterler ve kendilerinisiyasal pankartları, sloganları, işaretler vb. ile ifade etmeyekalkarlarsa, buna izin vermeyiz. Çünkü bizim ne böyle bir örgütselkimlikle yan yana durmamız mümkündür, ne de bunlarla herhangibir ortak yönümüz vardır. Eyleme sebep olan sorunun (harç veyayemeklere yapılan zam vb.) ortak olması, dinsel akımların aynızamanda sermaye devleti elinde bize karşı saldırı ve katliamlardakullanıldığı ve kullanılacağı gerçeğini unutturmamalıdır. Bizkomünistler İslami gericiliğe/şeriata karşı mücadeleyi toplamsiyasal mücadelenin bir parçası olarak ele alırız.” (Ekim Gençliği,Türban karşıtlığı mı, MGK solculuğu mu?)

Geçtiğimiz haftalarda Yurtsever Demokratik Gençlik Hareketi’ninçağrısıyla anadilde eğitim talebi üzerinden bir eylem örgütlendi. Eylemindevrimci tutum ve politika açısından sorunlu yönlerine Ekim Gençliğitarafından yapılan müdahaye toplam bileşen bir karşılık vermedi.Mevcut muhtevasıyla eylem SGD, TÜM-İGD, EHP, Emek Gençliği,Öğrenci Postası’nın da katılımıyla örgütlendi“Gençlik dilin savunma gücüdür!” şiarıyla örgütlenen 19 Kasım

Beyazıt eylemi, aynı eksenli kampanyanın bir ayağı olarak kurgulanmış.Kampanya “Kürtçenin, Türkçenin yanında resmi dil olarak kullanılmasıiçin yasal düzenleme yapılması” başlığıyla yürütülecek, bu çerçevedeimza kampanyaları başlatılacak ve mecliste önerge sunulacaktır.Soruna ilişkin mücadele anlayışını, politik tutum ve yaklaşımlardaki

temel ayrım noktalarını genel hatlarıyla bir kez daha ortaya koymakyararlı olacaktır.

Düzen sınırlarına hapsolmuş mücadele

çizgisinin anadil sorununa yasıması

Gerçekleştirilen eyleme ilişkin YDGH tarafından yapılançağrı üzerine yürütülen tartışmalar, düzen sınırlarına

hapsolmuş mücadele çizgisinin anadil sorununa yaklaşımındakitutarsızlığını da bir kez daha gözler önüne sermiştir.“Kürt hareketi bugün düzen içine kaymış bulunuyor ve kurulu düzeni

esas alan, onda siyasal reformlarla yetinen bir çizgi izliyor; bunu devletidemokratikleştirmek ve bu temelde Kürt sorununa da demokratik çözümgetirmek olarak formüle ediyor. Ne var ki bu çözüm siyasal alanıkapsamıyor, ya da siyasal alanı kapsadığı kadarıyla bu devletteki geneldemokratik dönüşüm anlamına geliyor. Ama Kürt ulusal sorunuaçısından bu değişim programı siyaset alanını kapsamıyor. Oysa özü veesası yönünden ulusal sorun, dolayısıyla da Kürt sorunu siyasal birsorundur. Siyaset alanını dışta bırakarak, uluslar arasındaki siyasaleşitsizliği es geçerek, sorunu salt kültürel haklar derekesine indirgeyerek,böylece ulusal soruna çözüm bulunabileceğini iddia etmek boşakonuşmaktır. Gelgelelim İmralı çizgisinin Kürt sorununun çözümünü elealışı halihazırda budur.” (Kürt hareketinde İmralı süreci ve Türkiye’deKürt sorunu, Kızıl Bayrak, Sayı:2005/27)Yurtsever hareketin 2002 yılında “Kürtçe eğitim talebi” üzerine

örgütlediği gençlik eksenli kampanya süreci de, politik özü itibariylebugünkü söylemle örtüşmekteydi. Düzenle bütünleşme çabalarının ürünüteslimiyetçi politik platformun, anadil sorununu ulusal sorununbütünlüğünden kopararak ele alıp onu kültürel haklar derekesine

Yurtsever Gençlik’in Kürtçe eğitim talebi üzerine...

Anadilde eğitim talebi kültürel haklar

derekesine indirgenemez!

18

Page 19: EG 113. sayı

indirgemesi, bu sürecin de somuttaki karşılığıdır:“Türkiye Cumhuriyeti her ne kadar her iki halkın ortak vatanı olarak

kurulmuş olsa da ardından gelişen inkar ve imha siyaseti ile birlikteKürtler bir halk olarak tanınmamış devlet; tek dil, tek ırk, tek renkideolojisi ekseninde milliyetçi bir kimlik ile diğer tüm halkları inkaragitmiştir.”“Bizler; demokrasi ve özgürlük mücadelesi veren güçler olarak bu

ülkede halkların eşit ve özgür bir arada yaşayabilmesinin yolununöncelikle bu ülkenin zenginliği olan dil ve kültürlerin tanınmasındangeçtiğine inanıyoruz. Bu ülkede gerçek bir demokrasinin tesisedilebilmesi için devletin 80 yıllık bu soykırımcı politikalarındanvazgeçmesi gerekmektedir. Bunun için öncelikle Kürt halkının en meşruve demokratik hakkı olan dil hakkının anayasal güvenceyekavuşturularak özgürlüğü sağlanmalıdır.” “Başta dil hakkının anayasal güvenceye kavuşturulması ve Kürt

sorununun çözülerek demokratik bir Türkiye yaratılana dek bumücadelemiz devam edecektir.”Kampanyanın başlangıç ayağı olarak gerçekleştirilen eylemde

okunan basın metninden yapılan bu alıntılar, sorunun özünü ortayakoymaktadır.Yaşanan gelişmeler başka önemli noktalara da işaret etmektedir.

Yurtsever hareket tarafından ideolojik-politik devrimci muhteva uzun birsüredir terk edilmeye çalışılsa da, Kürt emekçi halkı gibi Kürt gençliğide devrimci enerji ve potansiyelini korumaktadır. Kürt gençliği, sermayedevletinin, en geri içerikte bile kurgulansa Kürt halkının meşrutaleplerini hiçbir biçimde karşılamaya yanaşmadığını görmektedir.Benzer bir içeriğe sahip olmasına rağmen 2002’deki kampanya sürecinede azgınca saldıran devlet, bugün de benzer baskı ve saldırılarınısürdürmektedir. Kürt gençliğinin mücadele dinamizmini devrimcikanallara aktarabilmek günün yakıcı sorumluluklarından birinioluşturmaktadır.

Soruna ilkesiz yaklaşımda ve kuyrukçuluk

politikasında ısrar

“Genel olarak demokrasi sorunu, özel olarak da ulusal sorun,marksist sınıf bakışaçısının en net biçimde sınandığı kritik sorunlardır.Bu sorunlarda doğru bir bakışaçısı ve politik tutumla hareket edemeyenbazı çevrelerin bugün kuyrukçuluğa ve sınıf işbirliği çizgisinedüştüklerinden yarım ağız yakınmaları da buna tanıklık etmektedir.”(Ekim, Sayı: 210) Söz konusu eyleme ilişkin yapılan çağrı üzerine gelişen tartışmaya,

Ekim Gençliği dışında, devrimci öznelerce herhangi bir müdahil olmaçabası sözkonusu olmamıştır. Örgütleyici olan diğer bileşen de, gerekmevcut içeriğine gerekse politik hattına yönelik yapılan devrimci müda-hale çabasına bir yanıt vermemiştir. Basın metninden pankart şiarı veeylem içeriğine kadar tüm başlıklara hiçbir tartışma yürütmeksizin mü-dahil olan bu özneler, bugüne değin soruna yönelik sergiledikleri ilkesizyaklaşımları ve kuyrukçuluk politikalarını aynen sürdürmüşlerdir.2002 yılında gerçekleşen kampanya sürecine yaklaşım, kuyrukçuluk

politikasının temsilcilerinin bugünkü tartışmalarında da varlığınıkorumaktadır. Diğer öznelerden çok farklı olmamakla birlikte, özellikleSGD kuyrukçuluğu sürdürmekte ısrar etmektedir.“Kürtçe eğitim talebinin” meşru ve demokratik bir talep olduğuna

dair uzun uzun anlatımlarla sorunun özü görmezden gelinmektedir. Butartışmalarda demagojik yön ağır basmaktadır. Atılım’da, “Halklarınkardeşliği inisiyatifi”nin oluşması sürecine dair devrimcilere yönelikyazılmış “Bu fotoğrafta niye yoksunuz?” başlıklı metinde sorulan“Parasız eğitim uğruna mücadele vermek neden reformizm olmuyor da,diyelim ki anadilde eğitim uğruna mücadele reformizm oluyor?” sorusubuna ilişkin örneklerden biridir. Devrimci yöntemsel bakıştan uzak bututumun temsilcileri, meşru bir ulusal demokratik talebi sahiplenmek ileteslimiyetçi bir platforma kayıtsız şartsız destek sunmak arasındaki kalın

çizgileri görme yeteğinden yoksundurlar.Aynı “devrimci öncü”nin Genç-Sen sürecinde tüzüğe “anadilde

eğitim talebini savunma” maddesinin koyulmasına ayak diremesi ise,ilkesiz ve belkemiksiz siyaset anlayışını yeterince gözler önünesermektedir. DİSK bürokratlarıyla yapılan görüşmeler ve koltukpazarlıkları sonucu ortaya çıkan ilkesizlik tablosu, anadilde eğitim talebiuğruna verilen mücadeledeki devrimci iddia ve samimiyetin gerçekliğiniortaya koymaktadır.Kürt halkının meşru istemlerini sahiplenme adı altında Kürt

hareketinin mevcut çizgisine yedeklenen siyasal yaklaşımlara karşı ilkelibir ideolojik mücadele genç komünistlerin görevleri arasındadır.

Gerçek ve kalıcı çözüm sosyalizmde!

“Ortak vatan” diye ifade edilen burjuva cumhuriyetin ilanından buyana Kürt halkına dönük imha, inkâr ve asimilasyon politikaları devametmektedir. “AB uyum süreci” adı altında yasal bazı değişiklikler yapılsada, Kürt diline dönük yasakçı zihniyette özünde hiçbir değişimolmamıştır.Anadilde eğitim talebi Kürt halkının en meşru demokratik

taleplerinden biridir. Ancak sermaye devleti Kürt halkının birçok talebigibi anadilde eğitim talebi karşısında da gerici tutumunu sürdürmektedir.Bu son derece haklı istem elbette sahiplenilmeli fakat devrimci hedeflerebağlanmayan reformist bir mücadele çizgisinde çözüme ilişkin bir adımbile mesafe alınamayacağı konusunda açık olunmalıdır.Anadilde eğitim talebi yürütülen imha, inkar ve asimilasyon

politikalarına karşı mücadeleyle birlikte ele alınmalı, eşit, parasız vebilimsel eğitim talebiyle birleştirilmelidir. Anadilde eğitim için verilecekmücadele Kürt halkının ulusal ve sınıfsal baskıdan kurtuluşmücadelesinden ayrı ele alınamayacağı için bu talep “Eşitlik, kardeşlik,Kürt halkına özgürlük!” şiarlarıyla birlikte ele alınmalıdır. Komünistlerin soruna ilişkin son derece açık ve net bakışları genç

komünistlere yol göstermektedir:“Ulusal baskı ve eşitsizliğin sınıfsal baskı ve eşitsizliğin bir

yansıması olduğunu gözönünde bulunduran TKİP, ulusal sorunun köklüve kalıcı çözümünün ancak proletarya devrimi tabanında olanaklıolduğu gerçeğine dayanır. Proletarya devrimi programının bir parçasıolarak, aşağıdaki istemler uğruna bugünden kararlılıkla mücadele ederve iktidara gelir gelmez bunları derhal gerçekleştirir:

a- Her türlü ulusal baskı, eşitsizlik ve ayrıcalığın ortadankaldırılması.b- Kürt ulusuna kendi kaderini tayin hakkı.c- Tüm dillerin tam hak eşitliği. Zorunlu devlet dilininkaldırılması. Herkese kendi anadilinde eğitim hakkı.d- Tüm azınlık milliyetlere kendi dillerini ve kültürlerinikullanma, koruma ve geliştirme olanağı. ( TKİP Program’nın“Ulusal sorun” başlığı)

1919

Page 20: EG 113. sayı

Genç-Sen Genel Kurulu’na ve önümüzdeki sürece dair ...Liberal-reformist güçlerin politikalarının geneline

yansıyan ilkesizlik, aynı güçlerin gençlik hareketi

içerisindeki temsiliyetlerinde de her zaman

karşımıza çıkmaktadır. Pratik bir ön sürecin

örgütlenmesinden tercihen uzak durulan,

apar topar “örgütlenen” Genç-Sen I.

Olağan Genel Kurulu da, öncesi ve

sonrasıyla bu tutumun örnekleriyle

doludur.

Gençlik hareketinin ihtiyaçlarını

kavramaktan uzak dar grupçu

tutumlar ve bunun üzerine inşa

edilmiş ilkesizlik pazarlıklar,

“demokrasicilik oyunları”yla

süren işlevsiz bir Genel Kurul

sürecine de damgasını

vurmuştur.

Bu çerçevede Genel Kurul

süreci değerlendirilerek,

önümüzdeki sürece

yönelik devrimci

mücadele

yönteminin ortaya

konulması önem

taşımaktadır.

“İlkesizlik, yenilmiş, yıldırılmış, terbiye edilmiş ve böylece düzenin icazetalanına çekilmiş küçük-burjuva akımların temsil ettiği liberal solun en temel

özelliğidir. Liberal solda ilkelerin yerini (ki artık gözetecekleri ilkeleri de yoktur)burjuva pragmatizmi almıştır. Bu akımların siyasal tutum ve tercihlerini artık

herhangi bir ilke ya da stratejik çizgi değil (ki gerçekte artık herhangi bir bağımsızstratejileri de yoktur), fakat yalnızca gündelik çıkarlar belirlemektedir.” (“Sosyalist”

reformizm ya da sosyal-demokrasi, Kızıl Bayrak, Sayı:2004/12 (04))Liberal-reformist güçlerin politikalarının geneline yansıyan ilkesizlik, aynı güçlerin

gençlik hareketi içerisindeki temsiliyetlerinde de her zaman karşımıza çıkmaktadır. Pratikbir ön sürecin örgütlenmesinden tercihen uzak durulan, apar topar “örgütlenen” Genç-SenI. Olağan Genel Kurulu da, öncesi ve sonrasıyla bu tutumun örnekleriyle doludur.

Gençlik hareketinin ihtiyaçlarını kavramaktan uzak dar grupçu tutumlar ve bununüzerine inşa edilmiş ilkesizlik pazarlıklar, “demokrasicilik oyunları”yla süren işlevsiz birGenel Kurul sürecine de damgasını vurmuştur.Bu çerçevede Genel Kurul süreci değerlendirilerek, önümüzdeki sürece yönelik devrimci

mücadele yönteminin ortaya konulması önem taşımaktadır.Nasıl bir Genel Kurul süreci?

Kurucu Genel Kurul’u önceleyen bir buçuk yıla yakın süreçte liberal-reformist blok tarafındanısrarla sürdürülen “mücadele dışılık” yöntemi, onu izleyen bir yıllık zaman diliminde ve son olarak da1. Olağan Genel Kurul sürecinde kendini tekrar göstermiştir.Bu politik bakışın sahipleri tarafından fiili-meşru mücadele ve örgütlenme süreci tercihen reddedilmiş,

örgüt iddiası daha baştan “yasal-icazetçi” bir çerçeveyle sınırlandırılmıştır. Bugün yalnızca bir “bürokratiknormlar yığını” olan mevcut tüzük, hem hareketin gelişmesinin önünde bir engel olmuş hem de işyapmamanın dayanağı haline getirilmiştir. Birleşik bir örgütlenmenin doğası gereği farklı siyasal yaklaşımlarıbarındıran örgüt iddiası içerisinde “eleştiri-özeleştiri” mekanizmaları işletilemediği gibi, bu yönlü adımlar

karşısında da tahammülsüz bir tutum sergilenmiştir. Genç-Sen’in kitle tabanından yoksun olması nedeniyle GenelKurul öncesi uzun soluklu bir kitle faaliyetinin yürütülmesi önerilerine kulak tıkanmıştır. Devrimci öznelerin, bu

koşullarda ancak göstermelik bir Genel Kurul’un örgütleneceğine dair tartışmaları göz ardı edilmiş, sürecin tabanınkatıldığı açık ve yerel toplantılar üzerinden örgütlenmesi gerektiğine ilişkin vurgular görmezden gelinmiştir.

Salt “seçim”lere indirgenmiş bir Genel Kurul

Genel Kurul’un “oldu-bitti” anlayışıyla örgütlendiği ve salt “seçim”lere indirgenmiş bir çerçeveye sahip olduğu, gerek GenelKurul’un bir günle sınırlandırılması gerekse politik çalışma başlıklarına yönelik tartışmalara neredeyse hiç vakit ayrılmayıp bu yönlü

çabaların fiilen engellenmeye çalışılmasıyla gözler önüne serilmiştir.MYK, önergelerin etkin bir biçimde tartışmaya konu edilmesinden çok “%10 imza ile sunulabilme” koşulunu dayatmış, böylece bir kez

daha hareketin ihtiyaçlarına göre değil kendi dar grup çıkarlarına göre hareket etmiştir.Şube toplantılarından temsilciler meclisine kadar birçok mekanizmada “üye salt çoğunluğu zorunluluğu”nu iş yapmanın önüne engel

olarak çıkartanlar, Genel Kurul için aynı şartı aramadıkları söylemişlerdir. Bu keyfiyetin teşhiri yapılarak neye göre tüzüğe uyulduğununaçıklanması istendiğinde ise, iş “el çabukluğu ile” usulüne uydurulabilmiştir. Aylardır “1500 üyeyi aştık” diye övünenler, sadece aidatınıverenleri üye sayıp üye sayısının 756 olduğunu, dolayısıyla 642’lik katılımın yeter sayısını geçtiğini açıklayabilmişlerdir.

Devrimci Genç-Sen’liler ile birlikte DPG’nin müdahale çabalarına rağmen “erkeklerin katılmayacağı kadın komisyonlarınınkurulması”na karar verilirken, liseli çalışmasının özgünlük alanlarına dair hiçbir söz söylenmeyerek, örgütlenme kanallarının tanımlanması“ileriki bir tarihe” bırakılabilmiştir. Yanı sıra, başta “Kapatma davası süreci” olmak üzere “Birleşik gençlik örgütlenmesi ve Genç-Sen”,

20

Günü kurtarma çabası, ilkesizlik vedevrimci eleştiri karşısında tahammülsüzlük

Page 21: EG 113. sayı

“halkların kardeşliği ve anadilde eğitim”, “düzen içiçatışma ve düzen gericiliğ”i, “soruşturmalara, faşistsaldırılara ve baskılara karşı mücadele” gibiönümüzdeki süreç açısından temel önem taşıyan bir dizibaşlık “zaman yetersizliği” gerekçesiyle TemsilcilerMeclisi’ne ertelenmiştir.

Tüzük tartışmaları: İlkesizlik vedevrimci eleştiri

karşısında tahammülsüzlük

“Taban inisiyatifinin açığa çıkarılmaya çalışılması,öznelerin siyasal süreçlerin ve işleyişlerin içerisinedoğrudan girmesi, etkin pratik ön süreçlerin örülmesi…Bunları geçiniz! Sorunlara hareketin ihtiyaçlarıçerçevesinde bakmak ve bu eksende dinamik tüzükselnormlar oluşturmak iradesi yerine demokrasicilikoyunu ve bürokratik mekanizmalar yığını! Mevcutdurumuyla, pratikte sınanmamış, kitle tabanından veiradesinden yoksun bir kitle örgütlenmesi!” (Yenidönem ve Genç-Sen süreci, Ekim Gençliği, Sayı:111)

Liberal-reformist blok tarafından Genel Kurul’un ilk bölümündesergilenen tutumlar tüzük üzerine önergelerin tartışılacağı ikinci bölümdede sürmüştür. “Zaman darlığı” vurgusuyla süre oldukça sınırlı tutulmayaçalışılmış, kendi çizdikleri çerçevenin dışına çıkan tartışmalaratahammülsüzce müdahale edilmiştir.

İki ana önergeden biri olan MYK önergesi 6 Kasım gününde, yani heriki son gönderim tarihinin ertesinde gönderilmesine rağmen,“% 10 imza önşartı” aranmaksızın tartıştırılmaya başlanmıştır. Bunun üzerine DevrimciGenç-Sen’liler söz alarak, sergilenen tutarsızlığı teşhir eden bir konuşmayapmışlardır. MYK önerisi için de imza toplanılmasını değil fakat tüzükselnormlara sıkışan anlayışı ve bu eksenli keyfi uygulamaları teşhir eden birçerçeve ortaya koymuşlardır.

Devrimci Genç-Sen’lilerin tüzük önergesi çerçevesinde yürütmekistedikleri tartışma gerekçelendirmeyle başlamıştır. Bugüne değin yapılandeğerlendirmeler ekseninde liberal-reformist blokun tüzüktartışmalarındaki tutumu eleştirilmiştir. Mevcut tüzük anlayışı, yaşanansomut örnekler üzerinden teşhir edilmiştir.

Ancak, gerekçelendirme konuşmasına yönelik, gerek divandan gereksesalondaki liberal-reformistlerden sürekli müdahaleler gelmiş, konuşmaengellenmeye çalışılmıştır. Konuşma karşısında tahammülsüzlüğündozajını arttıran liberal-reformistler, diğer devrimci güçleri de hedefleyerekfiziki saldırıya yönelebilmişlerdir. Devrimci Genç-Sen’liler kürsüden budurumu teşhir etmeye devam etmişlerdir.

Tahammülsüzlük tüzükte somut madde değişikliklerine yöneliktartışmada da sürdürülmüştür. Tüzüğün hiçbir biçimde hareketinihtiyaçlarının önüne geçemeyeceği vurgusu yapılarak öneriler açıklanmaya

çalışılmış, bu da “refleks bir blok tavırla” engellenmek istenmiştir.Demokrasi anlayışları biçimsel burjuva demokrasisinin ufkunu aşamadığıiçindir ki, kısa bir “indir-kaldır” işlemiyle tüzüğün, madde madde değilbütün olarak oylanmasına karar verilmiştir.

Bunun üzerine Devrimci Genç-Sen’liler sergilenen tahammülsüzlüğüve demokrasicilik oyununu bir kez daha teşhir edip, bu süreçten sonrakitüzük tartışmasının anlamsızlığına vurgu yaparak önergelerini geriçekmişlerdir.

9 Kasım tartışmaları: Düzenin icazetini alma

ve korkularını kitlelere maletme kaygısı

Liberal-reformist bloğun etkin bir ön sürece dayanarak örgütlemekaygısı taşımadığı, “Polis nereye izin verirse eylemi orada yapalım”bakışının yön verdiği “9 Kasım eylemi”ne yönelik tartışmalar, ufku düzensınırlarını aşamayan politik platformların icazetçi eylem anlayışlarını birkez daha gözler önüne sermiştir.

Temsilciler Meclisi’nde devrimci öznelerin basıncı sonucu eylem içinKurtuluş-Sakarya güzergâhına başvuru yapılması, izin verilmediği takdirdefiili-meşru bir eylemin hayata geçirilmesi kararı alınmıştır. Ancak, eylemiçin yapılan başvurunun kabul edilmemesi üzerine, Temsilciler Meclisi’niniradesi hiçe sayılarak polisin izin verdiği yer kabul edilebilmiş, budeğişiklik Genel Kurul sabahına dek üyelere genişbiçimde duyurulmamıştır. Devrimci güçlerin GenelKurul’da bu yaşananlara dair hesap verilmesi talebi,“Hesap vereceğimiz bir şey yok”,“Biz kavga etmek

Genç-Sen Genel Kurulu’na ve önümüzdeki sürece dair ...

21

Günü kurtarma çabası, ilkesizlik vedevrimci eleştiri karşısında tahammülsüzlük!

Page 22: EG 113. sayı

niyetinde değiliz, biz kazma değiliz” sözleriyle yanıtlanmıştır. Bunun üzerine Devrimci Genç-Sen’liler, DPG’liler ve Tüm-İGD’liler

bu tutumu teşhir etmişlerdir. Gerektiğinde düzenle karşı karşıya gelip bedelödeyerek mücadele etmenin önemini kavrayamayan bu gerici platformagereken yanıt verilmiştir. “Eylemin güzergâhı Kurtuluş-Sakarya’dır, devletizin verse de vermese de biz her koşulda orada olacağız” kararlılığınınortaya konularak gerici tutumun boşa düşürülmesi, Genel Kurul’dakiistisnai olumlu sonuçlardan biri olmuştur.

Burjuva politikacıları aratmayan “oy isteme” oyunları

Liberal-reformist blok tarafından Genel Kurul’u önceleyen süreçte veGenel Kurul anında sergilenen ilkesiz tavırlar dolaysız bir biçimde “koltukpazarlıkları”nın da belirleyeni olmuştur. Yapılan “paylaşım” sonucu DİSKtemsilcisi, SGD, SDP, Anti-Kapitalist, Genç Kurtuluş, EHP ve TÖP adınaçıkarılan adaylar, burjuva politikacıları aratmayacak “nutuk”larla “oy”istemişlerdir.

Devrimci Genç-Sen’liler DPG ile seçimlere uzanan sürece kadar ortakpolitik tutumlar almışlardır. Salt seçimler üzerinden bir birlikteliğintanımlanamayacağı, olası bir birlikteliğin tüm süreci içerisine alandevrimci politik bir tutum olarak geliştirilebileceği karşılıklı olarakvurgulanmıştır. Bu noktadan hareketle, anti-demokratik genel kurulu veilkesiz tartışmaları teşhir edebilecek MYK adaylarının gösterilmesi tercihedilmiştir.

Bu süreçte görüşülen Tüm-İGD’nin tutumu ise tutarsızlık içermektedir.Seçimler üzerine yapılan ilk tartışmada kendilerine, bu birlikteliğin tümsüreci kapsaması gerektiği, ortak paydada hareket etme zemininin ancaköncesindeki tartışmalarda ortak tutumlar alınmasıyla mümkün olabileceğisöylenmiştir. DPG ile birlikte yapılan bir sonraki tartışmada ise,yaşananların etkin teşhiri amacıyla kürsüyü birlikte kullanıp bu eksendeMYK adayları çıkartmak önerilmiştir. Ancak, SGD’nin kendileriylegörüşerek MYK listesinden bir kişinin Tüm-İGD’den olmasını önerdiği;listede SGD için iki kişi önerildiği, “eşitlik” çerçevesinde kendilerinin deiki kişiyle listeye girmek talebinde bulunduklar; bu konuda ret cevabıaldıkları takdirde seçim sürecine katılmayacakları belirtilmiştir. Her nekadar MYK’ya seçilme durumunda karşıt politik çizgilerini hayatageçireceklerini söyleseler de, bu sergilenen tutarsızlığın gerekçesi olamaz.

Devrimci Genç-Sen’lilerin MYK adaylarından ikisi kürsüye çıkarakyaşanların etkin bir teşhirini yapmışlardır. İlk konuşmada anti-demokratiktutumlara, gerçekleşen sözlü ve fiziksel saldırılara karşı tutum alma çağrısıyapılmış, bundan sonraki süreçte alanlardan yükselen bir çalışmayla tabaninisiyatifinin açığa çıkarılması gerektiği ifade edilmiştir. Sonrakikonuşmada, süreci tabanın doğrudan katılımına dayalı açık biçimdeörgütlemeden, gündemler üzerine etkin tartışmalar yapılmadan ve farklıfikirlere unsurlara söz hakkı tanımadan gerçek demokrasidenbahsedilemeyeceği söylenmiştir. Devrimci müdahale ve devrimci pratiğinbu tür “demokrasicilik” oyunlarını ve ilkesizlikleri alaşağı edeceğisöylenerek, tüm samimi güçlere “Birleşik, kitlesel, devrimci bir gençlikhareketi ve örgütü” için mücadele çağrısı yapılmıştır. Mevcut durumdaGenel Kurul ve seçimlerin gençlik hareketi için hiçbir anlam ifade etmediğivurgulanmış, “Gençlik gelecek, gelecek sosyalizm!” sloganıyla GenelKurul terkedilmiştir.

DPG de kürsüyü ortak paydada etkin bir teşhir için kullanacağınısöylese de, bu noktada yeterli tutumu alamamıştır. Devrimci Genç-Sen’lilerin konuşmalarına verilen destek dışında pratik tutum almaknoktasında eksik kalmıştır. Salonu birlikte terk etme çağrısı yanıtsızbırakılmıştır.

İdeolojik ayrışma ve

yakıcılaşan devrimci politik odaklaşma ihtiyacı

“Yaşanan çeşitli pratik sorunlara rağmen Genel Kurul’unbaşarılı geçtiği ve sendikamızın önemli bir eşiği aştığı

değerlendirmesi yapıldı. 9 Kasım günü gerçekleştirdiğimiz mitingüyelerimizin kararlığını ve ortak hareket etme gücünü göstermiştir.”(MYK’nın Genel Kurul değerlendirme metni)

Böylesine niteliksiz bir Genel Kurul süreci yaşanmışken, liberal-reformist blok yaşananları görmezden gelmeyi sürdürmektedir. “Eşikaşma”, “başarma” gibi içi boş güzellemelerle durumu kurtarmayaçalışmaktadır.

Bugün, DİSK bürokratları öncülüğünde başlatılan “tepeden gençlikörgütü kurma” tartışmalarına bir dizi liberal-reformist gençlik örgütücephesinden verilen “olumlu” yanıtın sonuçları yaşanmaktadır. Sözü edilenörgüt, birkaç siyasal gençlik örgütünün dar grup çıkarları ekseninde günükurtarmaya yönelik bir iddianın karşılığı yapılmaya çalışılmaktadır.İddianın çerçevesi böyle olunca, bu çerçevenin dışına çıkmaya çalışan hermüdahale türlü yöntemlerle boğulmak istenmektedir. Süreci fiili-meşrumücadele üzerinden örme ve bu eksende tabana dayanan gerçek bir kitleörgütlenmesi yaratma çabasındaki devrimci siyasal gençlik gruplarının vebir dizi samimi gücün müdahaleleri sistematik bir biçimde engellenmeyeçalışılmaktadır. Son olarak Genel Kurul sürecinde karşımıza çıkan butablo, devrimci politik odaklaşmanın önemini bir kez daha ortayakoymaktadır.

“Birleşik mücadele, eylem ve örgütlenme arayışı ve çabası, hiçbirbiçimde farklı konumların ifade ettiği anlamı ve yarattığı sorunları ortadankaldırmayacağı gibi, bu farklılıklar üzerinden sürekli bir ideolojikmücadele ve tartışmayı da gereksiz kılmaz…

“Fakat bu çerçevede önemli olan, bu mücadelenin birlikte iş yapmasüreci içinde yürütülmesi ve gerisin geri bunu güçlendiren sonuçlaryaratabilmesidir. Biz inanıyoruz ki, bu tutum hem mücadeleyi ve hem deortak çalışmada ve mücadelede devrimci tutarlılığı temsil edenlerigüçlendirecektir. Bu tutarlılığı kimler temsil ediyorsa varsın onlargüçlensinler, yeter ki bu süreçten genel olarak gençlik hareketi vemücadelesinin kendisi de güçlenerek çıkabilsin.” ( Gençlik hareketininsorunları, Ekim, Sayı: 239)Önümüzdeki süreç ve komünist gençliğin tutumu

Genç komünistler tarafından birleşik bir örgütlenme olanağıçerçevesinde ele alınan Genç-Sen, açıktır ki bu konumunu gün geçtikçeyitirmekte, kendisini her anlamda daha da tartışmalı hale getirmektedir.

Genç-Sen’in, mevcut yapısal zaafları ve buna “önderlik” eden liberal-reformist çizgi ve anlayış aşılmadan, gençlik hareketi açısından etkin biraraç olması olanaksızdır. Ancak, ortaya koyulacak etkin bir çaba vedevrimci müdahale birleşik, kitlesel bir hareketin ve örgütlenmenin yolunaaçabilecektir. Genç komünistlerin Genç-Sen’e yönelik bundan sonrakimüdahalesi de, bugüne kadar olduğu gibi, birleşik bir gençlik hareketi veörgütlenmesinin geliştirilmesi ekseninde olacaktır. Müdahale olanaklarınıntamamen tükenmesi durumunda ise net bir tutum alacaktırlar.

“Tüm zorlanma alanlarına rağmen, ortaya koyulan pratik-politik hatçerçevesinde genç komünistler, Genç-Sen sürecine önümüzdeki dönemde demüdahale edeceklerdir. Ancak bu müdahale, birleşiklik temelinde mücadeleetmenin olanakları çerçevesinde, buna uygun alanlarda ve zeminlerdegerçekleşecektir. Bununla beraber genç komünistler, bulundukları tümyerellerde kendi politik faaliyetlerini ısrarlı ve yoğun bir biçimdesürdürmeye devam edeceklerdir. (Yeni dönem Genç-Sen süreci üzerine,Ekim Gençliği, Sayı:111)

Bu değerlendirmelerin güncelliğini koruduğu yerde yapılması gereken,yalnızca Genç-Sen süreci için değil gençlik mücadelesinin bütünü için,devrimci müdahaleyi yoğunlaştırmak ve gençlik kitlelerini kazanmayayönelik bir çalışmaya yüklenmek olacaktır. Genel Kurul’da davurguladığımız gibi, ancak bu koşullarda, ‘devrimci müdahale ve devrimcipratik bu tür ‘demokrasicilik’ oyunlarını ve ilkesizlikleri alaşağı edecek’,“Birleşik, kitlesel, devrimci bir gençlik hareketi ve örgütü” yaratılabilecek-tir.

Ekim Gençliği22

Page 23: EG 113. sayı

23

TKİP’nin 10. yılı vesilesi ile gerçekleştirilen “Parti, Sınıf, Devrim,Sosyalizm Gecesi”nde yapılan konuşma...

Türkiye’nin devrimci geleceğine hazırlanıyoruz!

Dostlar, yoldaşlar!..Anlamlı bir yıldönümünde yine birlikteyiz.

Partimizin 10. Yılı ile Ekim Devrimi’nin 91. Yılınıbirlikte kutlamanın mutluluğu içindeyiz. Bu vesileylesizleri partimiz ve Yurtdışı Örgütümüz adına içtendevrimci duygularla selamlıyorum. “Parti, Sınıf,Devrim, Sosyalizm Gecesi”ne hoş geldiniz!..

Türkiye Komünist İşçi Partisi, yoğun, sabırlı,inatçı ve coşku dolu bir emeğin ürünü olarak, Kasım1998’de kuruldu. Bu on yıllık bir kuruluş sürecidemektir. Kuruluşundan bu yana bir on yıl dahageçmiş durumda. Demek ki toplam 20 yıllık bir emeği,20 yıllık bir siyasal çalışma ve mücadele deneyiminitemsil eden bir parti ile yüzyüzeyiz.

Fakat gerçekte bu süre ne bizim gerçek yaşımızı,ne de gerçek birikimimizi ve deneyimimizigöstermektedir. Doğada olduğu gibi toplumda dahiçbir şey boşluktan doğmaz, yoktan hiçbir şeyvaredilemez. Varolan, varlık hakkı kazanan, yaşayanherşey, bunu kendinden önceki bir varlığa ve birikimeborçludur. Devrimci siyasal yaşamda bu özellikleböyledir.

TKİP de boşluktan doğmamıştır, hiç de bir grupdevrimci kadronun özel yetenekleriyle varedilmemiştir. O bir tarihten geliyor ve bir birikimedayanıyor. Bu temel üzerinde geleceği, Türkiye’nindevrimci geleceğini temsil ediyor.

TKİP’nin dayandığı tarih, KomünistManifesto’nun ilanıyla bilimsel pusulasını bulan, 1848Devrimleri ile ilk devrimci itilimini kazanan, ParisKomünü ile yeni bir safhaya ulaşan ve nihayet EkimDevrimi’nin büyük devrimci fırtınası ile bütün bir 20.yüzyıla damgasını vuran zengin, dopdolu, onur vegururla anılan bir tarihtir. TKİP işte bu tarihten geliyor,buradan kök alıyor, bu kaynaktan besleniyor, bubirikime dayanıyor.

TKİP, yalnızca bu zengin uluslararası tarihimirasa dayanmıyor. O, Türkiye’nin kendi öz ilerici-devrimci birikiminin de en dolaysız bir ürünüdür.Mustafa Suphiler’in inanç dolu ilk adımları, NazımHikmetler’in ve Doktor Hikmetler’in en zorkoşullardaki direnci ve davaya bağlılığı, ‘60’lı yıllarıntopluma soluk aldıran taze sol rüzgarı, 71Devrimcileri’nin, Denizler’in, Mahirler’in,İbrahimler’in devrimci çıkışı ve boyun eğmezliği,‘70’li yılların coşku dolu devrimciliği, 12 Eylül’ünkaranlık yıllarının umut dolu devrimci direnci,devrimci tarihimizin tüm bu birikimi, TKİP’yidolaysız olarak besleyen kaynakları oluşturmaktadır.

TKİP bu mirasa dayanıyor, bu kaynaklardanbesleniyor, bu birikimin üzerinde yükseliyor. BugününTürkiye’sinde bu birikimi işçi sınıfı devrimciliğiüzerinden yaşatıyor ve geleceğe taşıyor. TKİP’ningerçek yaşına, mücadele geçmişine, devrimcideneyimine ve birikimine buradan bakmak gerekir.Biz her zaman burdan baktık, buradan bakıyoruz.

TKİP’nin tarihsel köklerine ve beslenmekaynaklarına yaptığımız bu vurguların 10. yılımızıkutlamanın duygusal coşkusu ile, hele hele tarihe karşıcömertçe bir yüce gönüllülük ile hiçbir alakası yok.TKİP, devrimci mirasa bu bakışını ve sahiplenişini, hersatırını özenle kaleme aldığı programına bilegeçirmiştir. TKİP Programı’nın sonuç bölümündeaynen şunlar kayıtlıdır: “TKİP, dünyada ve Türkiye’debaşarı ve yenilgilerle dolu zengin bir devrimci tarihinmirasçısıdır.” Bu bir tek cümlede bir dünya görüşü vebir tarih bilinci saklıdır. TKİP, geçmişi olmayanıngeleceği olamaz bilincinin temsilcisi ve taşıyıcısıdır.O, bu konudaki açık ve sağlam perspektifini, KuruluşBildirisi’ne de şu sözlerle geçirmiştir: “TürkiyeKomünist İşçi Partisi, dünyada ve Türkiye’de zafer veyenilgilerden oluşan zengin bir devrimci mirasınüzerinde yükselmektedir. Partimiz bu mirasıkararlılıkla savunmakta, kendisini onun bugünkütemsilcisi ve yarınlara taşıyıcısı saymaktadır. ”

Fakat doğada gelişme, toplumda evrim, hiçbirzaman düz ve doğrusal bir çizgi halinde ilerlemez.Tersine, gelişme ve evrim, karmaşık ve sıçramalıdır.Geçmiş, ancak sıçramalı gelişmelerle aşılarak, yeni birtemel üzerinde yaşatılabilir.

TKİP aynı zamanda bunun bilincidir ve bugünküvarlığını tam olarak buna borçludur. Nitekim KuruluşBildirisi’nin devrimci mirası sahiplenen sözleri şöyledevam etmektedir: “Fakat öte yandan partimiz, bizzatbu aynı devrimci geçmişin çok yönlü bir eleştireldeğerlendirmesinin ürünü olmuştur. Zayıf, eksik vekusurlu olan her noktada bu geçmişi devrimcieleştiriye tabi tutmuş, ondan gelecekteki mücadeleleriçin gerekli dersleri ve sonuçları çıkarmaya çalışmış,bu temel üzerinde devrimci bir yenilenmenin ifadesiolmuştur...”

TKİP ağır bir yenilgi ve dünya ölçüsünde biryıkılış döneminde doğdu. Doğumunu tam da yenilgiyeve yıkılışa yolaçan nedenlerin sorgulamasınaborçludur. Türkiye’de kolay bir yenilgi ve dünyadasarsıcı bir yıkılışla sonuçlanan bir geçmişin yapısalzaafları sorgulanmadan, deneyim ve dersleriözetlenmeden, geleceğe yürümek mümkün olamazdı.Bu geçmişin devrimci mirasını ve kazanımlarını

TKİP’nin dayandığıtarih, KomünistManifesto’nun ilanıylabilimsel pusulasını bulan,1848 Devrimleri ile ilkdevrimci itiliminikazanan, Paris Komünüile yeni bir safhayaulaşan ve nihayet EkimDevrimi’nin büyükdevrimci fırtınası ilebütün bir 20. yüzyıladamgasını vuran zengin,dopdolu, onur ve gururlaanılan bir tarihtir. TKİPişte bu tarihten geliyor,buradan kök alıyor, bukaynaktan besleniyor, bubirikime dayanıyor.

Page 24: EG 113. sayı

savunmak, yaşatmak ve geleceğe taşımak da olanaklıolamazdı.

TKİP, aynı zamanda bu bilincin ve tutumun taşıyıcısıoldu. Türkiye’nin yakın geçmişine egemen sınıf dışı küçük-burjuva devrimciliği aşılmadan, işçi sınıfının devrimci dünyagörüşü temelinde bir yenilenme yaşanmadan ne geçmişindevrimci kazanımlarının korunabileceğini ve ne de geleceğinkucaklanabileceğini savundu.

Küçük-burjuva darkafalılığı ve tutuculuğu, geçmişisavunmak adı altında komünistlerin bu tutumuna ölçüsüzcesaldırdılar, onları inkarcılıkla suçladılar. Bugün, 20 yılınardından, tablo ortadadır. Geçmişte ayak direyenler o geçmişindevrimci kazanımlarını bile savunamadılar. Oysa TKİP hem bugeçmişte yanlış, kusurlu, zaaflı, kabul edilemez olan herşeyiacımasızca eleştirip terketti ve hem de aynı geçmişin devrimcikazanımlarını bugüne taşıdı. Onları yeni, daha ileri bir temelüzerinde, işçi sınıfı devrimciliği temelinde yaşatmayı başardı.

Geçmişin devrimci kazanımları ancak, aynı geçmişinküçük-burjuva kimliğe dayalı çok yönlü yapısal zaafları heralanda eleştirilip aşılarak korunabilirdi. Aradan geçen 20 yıllıkzaman bu konuda TKİP’yi doğruladı. Bugün TürkiyeKomünist İşçi Partisi’nde ifadesini bulan proleter sınıfdevrimciliği, geçmişin devrimci mirasını koruyupsürdürebilmenin biricik gerçek güvencesi haline gelmiştir. Oysa geçmişinyapısal zaaflarıyla devrimci temellerde bir hesaplaşmaya yanaşmayanlar,geçmişi savunmak adına küçük-burjuva tutuculuğunda ayak direyenler,sonuçta ne geçmişin devrimci kazanımlarını koruyabildiler ve ne de kendidevrimci kimliklerini...

Geride kalan 20 yılın iki ayrı tutum ve çizgi tarafından temsil edilenbu son derece önemli deneyiminin bu vesileyle altını çiziyoruz.

Değerli dostlar, yoldaşlar!TKİP olarak 91. yılını kutlamakta olduğumuz Ekim Devrimi

deneyimini her zaman çok önemsedik. Her geçen gün de daha çokönemsiyoruz. Ekim Devrimi, bütün bir 20. yüzyıla damgasını vurarak,muazzam devrimci gücünü ve soluğunu kanıtlamıştır.

Biz siyasal mücadele sahnesine çıktığımız dönemde, EkimDevrimi’nün ürünü hemen tüm mevziler ve kazanımlar yitirilmişti. Bu, ‘89yıkılışının hemen öncesi idi. Ama biz, tam da böyle bir dönemde, tam daEkim Devrim’inden geriye kalan ve artık içi boşalmış olanın da yıkılıpgideceği bir sırada, “Yeni Ekimler için ileri!” şiarı ile ortaya çıktık. Tümdünyaya egemen bu siyasal gericilik döneminde, anlamlı bir tercihle EKİMismini benimsedik. Çünkü kapananın yalnızca kendine özgü bir dönemolduğunun bilincindeydik. Tarihin çarkı dönüyordu ve kapitalist dünyanınonulmaz çelişkileri, çok geçmeden Yeni Ekimler’i insanlık için bir ihtiyaçhaline getirecekti.

İşte şimdi o aşamadayız. Kapitalizmin insanlığı ve doğayı kasıpkavurduğu, hoyratça talan edip tükettiği bir evredeyiz. Yeni bir emperyalistsavaşlar dönemi başladı ve şu günlerde tüm kapitalist dünya ağır birekonomik bunalımın etkileri aldında sarsılıyor. Kapitalist dünya bile KarlMarx’ın bir kez daha haklı çıktığını itiraf etmek zorunda kalıyor. Demekki, yeni bir devrimler dönemine yakınlaşıyoruz, demek ki Yeni Ekimler’inkaçınılmaz olduğu bir yeni safhaya doğru ilerliyoruz.

Fakat tarihin ve bilimin ışığında biliyoruz ki, ne kapitalizmkendiliğinden yıkılır, ne de devrimler her halükarda zafere ulaşır.Kapitalizmi yıkmak ve devrimlerin zaferini güvence altına almak birdevrimci hazırlık işidir. Kapitalizmi yıkmak kapasitesine sahip biricik sınıfolan işçi sınıfı devrimcileşmeden, devrimci bir partinin önderliği altındakenetlenmeden, tam da bu sayede tüm öteki emekçi katmanları kendibirleştirici ekseninde birleşik bir kuvvet haline getirmeden, ne kapitalizm

yıkılır ne de proletarya devriminin zaferine ulaşılabilir.Bu, tarihin, bu bizzat Ekim Devrimi’nin, onun taşıyıcısı olan

Lenin önderliğindeki Bolşevizmin, bize bıraktığı en büyük

derstir. Bu tarihsel ilerlemenin tunç yasasıdır. Proletarya devriminin zaferiproletaryanın örgütlü devrimci hazırlığına sıkı sıkıya bağlıdır. 20. yüzyılınbaşında Rusya’da bu hazırlık vardı, Ekim Devrimi görkemli bir zaferkazandı. Avrupa’da, örneğin Almanya’da yoktu, bu nedenledir ki devrimkolayca yenildi. Kapitalizm emperyalist savaşın yıkıntıları içinden biledoğrulup ayağa kalkabileceğini gösterdi.

Lenin’in öğretisinden ve Ekim Devrimi’nin tüm deneyimindenbiliyoruz ki, hazırlık demek öncelikle devrimci bir teoriye dayanmak,bundan devrimci bir program ve stratejik çizgi süzmek demektir. Hazırlıkdemek, devrimci teorinin ve programın taşıyıcısı olacak ihtilalci temelleredayalı bir örgüt demektir. Hazırlık demek, devrimci teori ile silahlanmışdevrimci örgütün devrimci sınıfı, işçi sınıfını sarıp sarmalaması demek.Bunlar, devrimci teori, devrimci örgüt ve devrimci sınıf bir araya geldi mi,bu birlik devrimci bir işçi sınıfı partisinde somutlandı mı, koşullarıolgunlaşan devrimin zaferinin önünde hiçbir güç duramaz.

91. yılını kutladığmız Ekim Devrimi’nin en büyük dersi budur. TKİP,bu dersin temel öğeleri ile silahlanmıştır ve tüm hazırlığını da buna göreyapmaktadır. O gelip geçici gündelik başarıların değil, devrimin fırtınalıgünlerine hazırlığın partisidir. Gündelik görevlerine de bu temel amaç vehedef üzerinden bakmaktadır. Onun Türkiye sol hareketinin tarihindençıkardığı en temel ders de budur.

Bugüne kadar Türkiye’de, devrimci teorik tutarlılığı devrimci örgüttekararlılıkla birleştiren ve bunu da büyük bir inatla işçi sınıfı ile devrimcibirleşmeyle taçlandırmaya yönelen bir devrimci siyasal akım olmadı. Bunuilk kez olarak TKİP yapmaktadır.

Onu yeni dönemin, gelmekte olan yeni proletarya devrimleridöneminin partisi yapan da budur... Onu Türkiye’nin devrimci geleceğinikucaklayacak parti olarak nitelememiz bundan dolayıdır...

Hepinizi içten devrimci duygularla selamlıyorum...

Yaşasın proletarya devrimi ve sosyalizm!Yaşasın Türkiye Komünist İşçi Partisi!

İşçi sınıfı savaşacak, sosyalizm kazanacak!

(www.tkip.org sitesinden alınmıştır.)

24

Page 25: EG 113. sayı

Genç Komünistlerin TKİP’nin 10. Yıl etkinliğine mesajı...Gençliğin yolu işçi sınıfını devrimci yoludur!Gençlik içerisinde proleter devrimciliğinbayrağını daha da yükseltmek için ileri!

Yoldaşlar, değerli dostlar!

Ekim Devrimi’nin 91., Yeni Ekimler’in partisi TKİP’nin 10. yılındadüzenlemiş olduğunuz etkinliği, partiye ve devrime olan sarsılmazinancımız ve bağlılığımızla selamlıyoruz.Özel mülkiyete dayalı kapitalist toplumda emek-sermaye çelişkisi

gün geçtikçe derinleşirken, gençlik sorunu da dolaysız bir biçimde ağır-laşmaktadır. 12 Eylül askeri faşist darbesiyle gençlik sorununu siyasalplanda geçici olarak çözen burjuvazi için sorun daha sonrasında birçokyönden katmerleşmiştir. Gelinen noktada sermaye devletinin gençliğeverebildiği tek şey geleceksizlik ve çözümsüzlüktür. Bu nesnel gerçeklik,kitlesel bir devrimci gençlik hareketi geliştirmenin olanaklarına işaret et-mektedir.Bu tablo içerisinde geniş gençlik kesimlerinin yaşadığı apolitizasyon,

ideolojik platformlardaki erozyon sonucu bir dizi siyasal gençlikgrubunda da kendini göstermektedir. Gençlik hareketinin parçalı vedağınık tablosunu aşmaya yönelik iradi çaba ve müdahalelerden ziyade,günü kurtarmaya dönük hedefsiz çabalar, dar grup çıkarlarını önplandatutan ilkesiz tutumlar bir dizi alanda karşımıza çıkmaktadır.Böyle bir süreçte genç komünistlerin omuzlarına binen yük daha da

artmaktadır. Sermaye devletinin çok yönlü saldırılarının gençlik alanın-daki yansımalarına karşı tok bir iddia ile mücadeleye sarılan gençkomünistler, gençlik hareketi içersindeki devrimci önderlik sorunununçözüm noktasındaki önemli görev ve sorumluluklarla yüzyüzedirler.

Daha güçlü bir komünist gençlik örgütü için!...

Partimizin gençlik alanındaki sesi soluğu olan genç komünistlerintemel dayanağı, partimizin tutarlı dünya görüşü ve programıdır.Marksist-Leninist bakışaçısıyla gençlik alanındaki sorunları kavrayıp bualana dair devrimci çözüm ve politika üreten biz genç komünistlerintoplam hareket içerisine belirgin bir biçimde yansıyan enerji ve çabası,partimizin bu alana dönük ısrarlı politik ve örgütsel müdahalesinindolaysız bir yansımasıdır.Genç komünistler, güçlü yanlarının yanı sıra yetersizlik alanlarını de

açıklıkla tanımlamaktadır. Bir dizi etkenle beraber ortaya koyulan ça-baların tam karşılığını üretmemesi, örgütsel ve politik yönleriylesistematik bir tartışmaya konu edilmektedir.Genç komünistlerin önündeki temel hedef, çizilen çerçeveye ve or-

taya koyulan çabaya paralel olarak daha güçlü bir komünist gençlikörgütlenmesi yaratmaktır. Bu iddia aynı zamanda partiyi her açıdan dahada özümseme iddiasının diğer adıdır. Güçlü bir komünist gençlik örgütüise, birleşik, kitlesel, devrimci bir gençlik hareketi ve örgütünü yaratmaçabasıyla birlikte hayat bulabilecektir.

TKİP: Yeni Ekimler’i yaratacak tek devrimci sınıfpartisi!

Ekim Devrimi, devrimci teorinin devrimci pratikle buluşmasının,

kendiliğinden bir sınıfı kendi için bir sınıf yapmanın, işçi sınıfınıdevrimci bir program etrafında örgütleyerek devrim iradesi yaratmanınadıdır. Ekim Devrimi aynı zamanda, düzen karşısında ihtilalci konum-lanışın, Marksist-Leninist ideolojiye ve proleter sınıf kimliğine dayalıörgütlü bir gücün, sınıfın partisinin de adıdır. Bu ad Bolşevik Partisi’dir.Ve bu coğrafyada aynı özün, iddianın ve ısrarın adı ise “Yeni Ekimleriçin ileri!” diyen TKİP’dir.Ekim Devrimi’nin 70. yılında, 1987’de mücadele sahnesine çıkan

komünistler, geçmişin devrimci mirasını tümüyle sahiplenmişler, yanısıra aynı geçmişin tüm zaaflarıyla hesaplaşmasını bilmişlerdir. Çokyönlü bir mücadele ve zorlu bir parti inşa sürecinin üzerinden “Devrimtarihimizde bir kilometre taşı” olan TKİP’nin kuruluşunu ilan et-mişlerdir. Bundan sonra “Sınıfı partiye kazanma, partiyle devrimikazanma hedefi” ortaya koyulmuştur.Yenilen düşman darbesinin ardından kapsamlı bir muhasebe yapan

komünistler, düşmanın suratına “Devirmeyen darbe güçlendirir”demişlerdir.Komünist hareketin ortaya çıkışının 20. yılında TKİP II. Kongresi’ni

başarıyla toplayan komünistler, “Partiyi her açıdan ve her alandagüçlendirmek için ileri!” demişler, “Devrimci çizgi, devrimci örgüt, de-vrimci sınıf”taki ısrarlarını bir kez daha vurgulamışlardır.Partimiz şimdi 10. yılındadır. Ve komünistlerin değerlendirmelerinde

de net bir biçimde belirttiği gibi partimiz, “Geçmişin kapsamlı bir de-vrimci eleştirisi temelinde marksist-leninist ideolojik kimliğini oluştur-muştur. İdeolojik-ilkesel temeli nettir, stratejik doğrultusu açıktır,programı dostun düşmanın gözleri önünde göndere çekilmiştir.”

Bu düzenin tek alternatifi sosyalizmdir!

Kapitalist sistem doğası gereği kendini döne döne tekrar eden kriz-lerinden birini daha yaşarken, burjuva ideologların bir kısmı tarafındandahi Marks’ın haklılığından bahsedilebilmektedir. Sömürü ve talan üzer-ine kurulu bu köhne sistemin her daim krizlere gebe olacağı gerçeğidışında Marks’ı haklı çıkaran başka noktalar da bulunmaktadır. Buçürümüş düzenin tek alternatifi sosyalizmdir. Sosyalizm ise ancak işçisınıfı ve emekçilerin devrimci bir program etrafında toplanarak iktidarızor yoluyla ele almalarıyla gerçekleşecektir. Sınıfsız ve sömürüsüz birdünyanın temellerinin atılacağı bu devrim ancak devrimci bir sınıf par-tisiyle örgütlenecektir.Bugün bu topraklarda böyle bir parti vardır! Bu partinin adı,

TKİP’dir!Yaşasın Türkiye Komünist İşçi Partisi!Gençlik partiye, devrime, sosyalizme!

(www.tkip.org sitesinden alınmıştır.)Genç Komünistler

2525

Page 26: EG 113. sayı

TKİP’nin kitlesel

ve coşkulu

10. Yıl etkinliği...

Parti, sınıf, devrim,

sosyalizm!

Partimizin 10. Yılı kutlamalarıçerçevesinde düzenlediğimiz, “Parti, sınıf,devrim, sosyalizm” gecesi 1200 işçi, emekçi vegencin katılımıyla Almanya’nın Köln kentindegerçekleştirildi.

(...) Etkinliğin gerçekleştiği salonu,üzerinde partimizin belli başlı stratejiksloganlarının yazılı olduğu dev pankartlarlasüsledik. Sahnenin ortasına, devasa büyüklükte,ortasında orak-çekiç ve yıldızın yer aldığı, üstte“Parti, devrim, sosyalizm!”, altta ise, “TKİP 10.yılında!” ibaresinin yazıldığı pankartımızıastık. Çeşitli büyüklükteki parti bayrakları anapankartı tamamlıyordu. “Kahrolsunsömürgecilik! Özgürlük, eşitlik, gönüllübirlik!”, “Yaşasın sosyalist işçi-emekçiiktidarı!”, “Sınıfa karşı sınıf, düzene karşıdevrim, kapitalizme karşı sosyalizm!”,“Gençlik gelecek, gelecek sosyalizm!”,“Yaşasın proletarya enternasyonalizmi!”,“Emperyalizm yenilecek, direnen halklarkazanacak!” ve “Emperyalist saldırganlığa vekapitalist sömürüye karşı, dünyanın bütünişçileri birleşiniz!” sloganlarının yazılı olduğuTürkçe ve Almanca pankartları salonun çeşitliyerlerine astık. Sahnenin ön tarafını ise, kızılkaranfiller, Marks, Engels, Lenin, K.Liebnecht, R. Luxemburg, M. Suphi, Deniz,İbrahim, Mahir, M. Fatih Öktülmüş, MazlumDoğan ile Habip, Ümit ve Hatice yoldaşlarınresimleri ve parti bayrakları ile süsledik.

Gecemiz, kapitalizmin yaşadığı kriz veolası sonuçlarına özlü ve vurucu olarak değinenkısa bir açılış konuşması ile başladı. Bunu,Almanca ve Fransızca söylenen Enternasyonalmarşı eşliğindeki saygı duruşu izledi. Almanmüzik grubu Zündstoff ile Grup Su’nun coşkuile söyledikleri marş sırasında, salondaki 1200kişi ayaktaydı ve bu gerçekten görülmeye değer

devrimci bir sahneydi.Saygı duruşunun hemen ardından

Bielefeld’den genç yoldaşlarımızın sözlüKürtçe ve Türkçe parçalar eşliğinde sunduklarıfolklor gösterisi ilgi ve beğeniyle izlendi.

Folklor gösterisinin ardından Partimizadına gecemizin konuşmasını yapmak üzere biryoldaşımız kürsüye çağrıldı. Konuşma herzamanki gibi partimizin niteliğini yansıtan tokbir konuşmaydı ve büyük bir dikkatle dinlendi,sloganlarla karşılandı.

Gece konuşmasının ardından Grup Susahne aldı. Grup Su’nun ardından Berlin’liyoldaşların hazırladığı şiir dinletisigerçekleştirildi. N. Hikmet, B. Brecht, P.Neruda, Mayakovski gibi komünist ve devrimcişairlerin yaşama, kavgaya ve sevdaya daircoşkulu şiirlerini müzikler eşliğinde okuyan şiirgrubu beğeniyle izlendi.

Verilen aradan sonra programın ikinci yarısıbaşladı. Önce, dost devrimci bir folklor grubuolan Grup Özgün, Urfa yöresine ait halkoyunlarından oluşan güzel bir gösteri sundu.

Bunu, Türkiye’den gelen devrimcidostumuz Volkan Yaraşır’ın konuşması izledi.Konuşmasında, özetle, Ekim Devrimi’ni, bugörkemli devrimin teori ve pratiğini işleyen V.Yaraşır’ın akıcı ve coşkulu konuşması belirginbir dikkat ve ilgiyle izlendi.

Konuşmanın ardından, sanatçı dostumuzMikail Aslan sahne aldı.

Yoğun, yaygın, planlı ve hedefli bir politikve pratik faaliyet yürüttük. İlk kez tam olarakbaşarıya kilitlendik ve sonuçta başardık. Herşeyden önce, yurtdışında bir iddiayıgerçekleştirmiş olmanın sağladığı bir özgüvenkazandık. Partimize duyduğumuz güven vesahip olduğumuz moralle geleceğehazırlanacağız.

TKİP Yurtdışı Örgütü

10. yıl etkinliklerinden...

26

Page 27: EG 113. sayı

2727

Ekim Devrimi’nin 91., Yeni Ekim-

ler’in Partisi’nin

10. mücadele yılı etkinlikleri…

Adana’da 10. Yıl kutlaması...

Ekim Devrimi’nin 91,. Yeni Ekimler’in Partisi’nin 10. mücadeleyılı 16 Kasım günü Adana’da gerçekleştirilen bir etkinlikle kutlandı.

Etkinlik gerek ön hazırlık çalışmalarında gerekse de programınsunumunda sosyalizmin güncelliğini işleyen bir temelde örgütlendi.Emperyalist-kapitalist sistemin merkezinde başlayan kriz ve bu krizinönlenemez yayılması ile birlikte faturanın işçi ve emekçilereödetilmeye çalışıldığı başarılı bir biçimde ortaya konuldu. Krizinfaturasının egemenler tarafından işçi sınıfına ve emekçilereödettirilmeye çalışıldığı bir dönemde, insanlığın yegâne alternatifininsosyalizm olduğu vurgusunun öne çıkarıldığı bir çalışma yürütüldü.

Etkinlik salonu da içeriğine uygun bir biçimde düzenlendi. Salona“Kapitalizm kriz, açlık, savaş ve sefalet demektir! Çözüm devrimde,kurtuluş sosyalizmde!”, “İşçi sınıfının devrimci programı atında bir-leşelim, savaşalım!” pankartlarının yanı sıra Marx, Engels ve Lenin’inresimleri ile sınıfı partiye ve sosyalizme kazanma mücadelesindeölümsüzleşen Habip, Ümit ve Hatice yoldaşların resimleri yerleştirildi.Etkinlik programı bir dakikalık saygı duruşuyla başladı. Ardındansinevizyon gösterimi yapıldı. Yapılan açılış konuşmasında, işçisınıfının mücadele tarihinin sayısız yenilgiler ve unutulmaz zaferlerledolu olduğu dile getirilerek, komünistlerin bu tarihin mirasçılarıoldukları ifade edildi ve bu tarihten öğrenmenin gerekliliğinin altıçizildi.

Etkinliğin ikinci bölümü ise Volkan Yaraşır ve BDSP temsilcininkonuşmalarından oluştu.

Volkan Yaraşır, Ekim Devrimi’ni önceleyen süreçte Rus işçisınıfının gelişimini ve onun entelektüel mayasını oluşturan süreci canlıbir anlatımla özetledi. Bugün yapılması gerekenin sınıfa gitmek vesınıftan öğrenmek olduğunu söyleyerek konuşmasını bitirdi.

Ardından söz alan BDSP temsilcisi, Ekim Devrimi’ndenöğrenmenin aynı zamanda onu gerçekleştiren partiden de öğrenmekdemek olduğunu belirterek, bugünün Türkiye’sinde işçi sınıfınayönelen ve sınıfa öncülük edecek bir partinin bulunduğunu ve bupartinin yolun başında olmasına rağmen geleceğe güvenle yürüdüğünüifade etti.

Konuşmaların ardından soru-cevap bölümüne geçildi. Etkinlik,Ekim Devrimi üzerine yürütülen tartışmaların ardından sona erdi.

Kızıl Bayrak/Adana

Ankara’da Parti selamlandı!

Kapitalizmin kriz içinde debelendiği bir süreçte sosyalizmalternatifinin güncelliğini anlatacak bir ön çalışma ile düzenlenenetkinlikte salon, “Parti, sınıf, devrim, sosyalizm! BDSP”, Marks,Engels, Lenin figürlü, “Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz!”, “EkimDevrimi’nin ışığında, Yeni Ekimler’in yolunda sosyalizm kazanacak,dünya emeğin olacak!” şiarlı pankartlarla donatıldı.

Saygı duruşuyla başlayan etkinlikte yapılan açılış konuşmasında,kapitalizmin tüm insanlığı tehdit eden yıkıcı sonuçlarına karşımücadelenin güncelliğine vurgu yapıldı. Çürümüş ve kokuşmuş

sermaye düzenine karşı işçi sınıfının bulunduğu her alanda 10 yıl öncekazandığımız parti ile sınıfı, devrimi ve sosyalizmi kazanma bakışıylahareket edildiği ifade edildi. Ardından sinevizyon gösterimine geçildi.

Mamak İşçi Kültür Evi şiir atölyesinin sosyalizmi anlatan sunumubaşarıyla ilgi ile izlendi.

Ardından Volkan Yaraşır ve BDSP konuşmacısının yer aldığı panelbölümüne geçildi.

Volkan Yaraşır, Ekim Devrimi’nin Rusya’da, işçi sınıfının içindebulunduğu hangi nesnel süreçler ve deneyimlerle mayalandığını, işçisınıfının örgütlenme ve mücadele pratiği içerisinde Sovyetörgütlenmesinin ne şekilde oluştuğunu anlatan sunumu oldukça canlıgeçti. Bolşevik Parti’nin buradaki rolü ve misyonunu ele aldı.

BDSP Temsilcisi ise “Ekim Devrimi ve Parti” başlıklı bir sunumgerçekleştirdi. Devrimci sınıf partisinin devrimci iktidarmücadelesindeki yaşamsal rolü üzerinde durdu.

Etkinlik Yeni Ekimler’i omuz omuza yaratma çağrısının ardındanEnternasyonal marşı ile sona erdi.

Ankara BDSP

İzmir’de coşkulu Ekim Devrimi etkinliği!

İzmir’de 24 Kasım günü “Ekim Devrimi’nin 91. yılında sosyalizmgünceldir!” başlıklı bir panel düzenlendi. Salona “Yeni Ekimler içinileri!”, “Sınıfa karşı sınıf, düzene karşı devrim, kapitalizme karşısosyalizm!” şiarlarının yer aldığı pankartlar asıldı. Marks, Engels veLenin ile Hatice, Ümit, Habip yoldaşların fotoğrafları ile “Ya barbarlıkya sosyalizm!” yazılı ozalit bir arada kullanıldı.

Panel açılış konuşmasının ardından etkinlik Volkan Yaraşır’ınsunumuyla başladı.

Yaraşır, 19. yüzyıl ve 1789 Fransız Devrimi’nden başlayarakburjuvazinin siyasal iktidarı eline geçirme sürecinden söz etti. 20.yüzyıla gelindiğinde, büyük Ekim Devrimi’nin bugüne de referansolduğunu söyledi. Ekim Devrimi’nin yol gösterdiği tek kurtuluşyolunun marksist-leninist parti örgütlenmesi olduğunu vurguladı.

Daha sonra sözalan BDSP temsilcisi devrimin partisi üzerinekonuştu. Bolşeviklerin Marksizm’in devrimci yöntemini, proletaryanıntarihsel misyonunun kavradığını ifade etti. İşçi sınıfının tarihselkonumunu kavramanın yanı sıra pratik ve örgütsel hatta bir iradeortaya koyabilmelerinin Bolşeviklerin üstün yanı oluğunu söyledi.

Türkiye’de modern sınıflara dayalı toplumsal ilişkileri tanımladı.Temel çelişkiyi emek-sermaye çelişkisi olarak belirtti. Bu topraklardaprogramıyla, tüzüğüyle, ideolojisiyle, ihtilalci temellerdeörgütlenmesiyle sınıfın komünist işçi partisinin var olduğunu dilegetirdi. Devrimci sınıf, devrimci ideoloji, devrimci örgüt anlamındakomünist işçi partisinin aldığı mesafeyi dile getirdi. Eksiğiyle,artısıyla, olumlu ve olumsuz yanlarıyla da olsa sınıfa yönelen, sınıfiçinde güç olma perspektifini ve temel ilkesel konumlanışınıkaybetmeden komünist işçi partisinin önümüzdeki dönemikucaklamaya aday tek parti olduğunu söyledi. Önemli olanın geçicibaşarılar değil çizgisini, ihtilalci konumunu ve ilkelerini kaybetmeyen,yüzünü sınıfa dönen komünist işçi partisinin bu yönelimidir dedi.

Konuşmalarının ardından canlı tartışmalarla panel devam etti.Yaklaşık 4 saat süren panele 100 kişi katıldı.

Kızıl Bayrak / İzmir

Page 28: EG 113. sayı

Sermaye cumhuriyetinin on yıllardır süren imha ve inkar politikaları Kürt halkının ulusal özgürlük ve eşitlikistemlerini boğmayı başaramadı. Giderek yoğunlaşan baskı ve saldırılar militan direnişlerle yanıtlanıyor.Geçtiğimiz ay saldırıların daha da sertleşmesine tanık olduk. Abdullah Öcalan’a yapılan saldırının ardındanyükselen eylemler Kürt halkının saldırılar karşısında sinmeyeceğini ve karşı teslim alınamayacağını bir kez dahaortaya koydu.

Başbakan Erdoğan’ın “Kürt sorunu benim de sorunumdur” sözü, sorunu çözmek üzerinden verdiği vaatlerKürt halkının belli bir kesiminde umutlar yaratmıştı. Dinsel gerici propaganda ile bu vaadler, AKP’ninKürdistan’da başarı kazanmasını kolaylaştırmıştı.

Ancak AKP Kürt halkının beklentilerini karşılayamadı, karşılayamazdı da! Çünkü AKP Kürt halkının inkarıüzerine kurulan bir devletin çocuğuydu ve genlerinde de sömürgecilik, imha ve inkar vardı.

AKP iktidarının Kürdistan’da yarattığı sisli ortam 2006’dan itibaren yavaş yavaş dağılmaya başladı.Başbakan Erdoğan “Kadın, çocuk dinlemeden vuracağız!” dedi. Kolluk kuvvetlerinin Diyarbakır sokaklarındayaptığı katliamı açıktan sahiplendi. Ardından Kürt halkına yönelik saldırganlık daha da boyutlandı. Sınır ötesihava ve kara harekatı, DTP’ye açılan kapatma davası... Bu gelişmeler Kürt halkının AKP’ye bakışınındeğişmesine neden oldu, AKP’ye bağladığı ümit kırılmaya uğradı.

Son süreçte Öcalan’ın saldırıya uğraması Kürt halkında büyük bir öfke yarattı. Bu olay aslında rejimin Kürtsorununda bir çıkmazda bulunduğunun ifadesiydi. Bu saldırının üzerinden çok geçmeden Başbakan Erdoğan’ınKürt illerine yaptığı provokatif ziyareti militan protestolarla karşılandı. Diyarbakır’a binlerce bekçi köpeğikorumasında girmek zorunda kalan Erdoğan’ın konuşmasını dinlemeye az sayıda işbirlikçi dışında kimsegitmedi. Tüm kentte kepenkler kapatıldı. Toplu taşıma araçları çalışmadı. Diyarbakır halkı devlet terörüne karşımilitan bir karşı duruş sergiledi. Ardından Dersim’e geçen Erdoğan orada da istediğini bulamadı.

Hakkâri’ye yaptığı ziyarette Erdoğan,“Tek bayrak, tek millet, tek vatan diyerek yola çıktık. Beğenmeyençeksin gitsin.” diyerek AKP’nin faşist özünü açıkça sergiledi. MHP ve Genelkurmaydan bir farkı olmadığını,bizzat onların söylemlerini kullanarak ortaya koydu.“Ya sev ya terk et!” demeye getiren başbakan, sömürgeci sermaye devletinin kuruluşundan bu yana izlediği

resmi ideolojinin iyi bir savunucusu olduğunu kanıtladı. Kürt halkına açıkça, ya teslim olması yada olacaklara katlanması gerektiğini söyledi. Bununla da kalmadı, polis terörüne direnen Kürtgençlerine pompalı tüfekle ateş eden “vatandaş”a sahip çıkacak denli pervasızlaştı.

Geçmişte de, “Bu devlet Türklerindir, Türk olmayanlar da bu devlete uysalca hizmetedecektir” demişti sömürgeci düzenin efendileri. Bugün de süren aynı anlayıştır vehangi düzen partisi gelirse gelsin sürecektir.

Bu aynı süreçte DTP’ye kapatma davası açılmıştır. Hiçbir şekilde düzensınırlarını aşmayan, burjuva reformist bir parti olan DTP Kürt ulusunun kimitaleplerini savunmakta, bunu “barışçıl” bir şekilde elde etmek istediğini her fırsattadillendirmektedir. Buna rağmen Türk burjuvazisi DTP’ye terör uygulamaktan geridurmamaktadır.

Çünkü Türkiye Cumhuriyeti devleti Kürt halkının inkârı üzerine kurulmuştur.Kürt halkının varlığı daha ilk adımda inkâr edilmiş, varlığından en fazlaaşağılayarak bahsedilmiş, kültürünü yaşayıp geliştirmesi, anadilindekonuşması dahi yasaklanmıştır. Bugüne kadar Kürtlere hiçbir hakverilmemiştir. Bugünkü kimi kazanımlar Kürt halkının can bedelimücadelelerinin bir ürünüdür.

Türk burjuvazisi ve onun devleti ayakta kaldığı sürece Kürt halkınayönelik saldırılar devam edecektir. Kürtlerden sadece itaat etmesiistenecektir. AKP sürecinde de yaşandığı gibi, hiçbir düzen partisiKürt halkının haklı ve meşru taleplerini karşılayamaz. Yaşanan sonsüreç bunu tüm açıklığı ile bir kez daha gözler önüne sermiştir.Kürt halkı ve gençliği düzenden ve düzen partilerinden medetumulmamalı, “düzene karşı devrim” çizgisiyle hareketedilmelidir. Ancak bu çizgi Kürt halkının gerçek kurtuluşunsağlayabilir.

İnkar ve imha politikası sürüyor...

Kürt halkının ulusal özgürlük ve eşitlik istemiboğulmak isteniyor!

28

Page 29: EG 113. sayı

Bizler bu düzenin kolluk güçlerinin yıllardırhapishanelerde, karakollarda, okullarda, sokaklarda,meydanlarda emekçi sınıfların mücadelesine vesistem karşıtı her türlü harekete karşı çürümüşdüzenin devamlılığını sağlamak için, insan onurunasığmayacak her türlü yönteme nasıl rahatlıklabaşvurabildiğine defalarca şahit olduk. Öyle ki,insanların gösteriler sırasında vahşice dövülmesi,karakolda tacize, tecavüze uğraması hepimizinduymaya alışık olduğumuz olaylar haline geldi.Suratımıza inen tekmelerin, sistemin benliğimizeindirdiği darbeden daha çok can yakmadığınıbildiğimiz için bu kadar kolay alıştık belki de!İşkenceyle katledilenlerin kendilerini yerlere atıpkafalarını duvarlara vurdukları türünden hikayelerlekandırılmaya çalışıldık. Korkutulduk, korktukkonuşmaktan, hatta düşünmekten korkar oldukzamanla... Bir yandan bizleri “kötü adamlara karşıolan iyi polis” tiplemesiyle kandıranlar, öte yandankorkutarak kafamızı bulandırmaya çalıştılar yıllarca.

17 yaşındaki Ferhat Gerçek, 7 Ekim 2007’de“Yürüyüş” dergisi satışı sırasında polis tarafındansırtından vuruldu. Olaya tanık olanların ifadesi“şüpheli” sıfatıyla, onu tekerlekli sandalyeyemahkum bırakan kolluk güçlerinin ifadesi ise“mağdur” diye alındı. Onu katleden polisin ifadesineise hala başvurulmadı. Kanıtlar kaybedildi.

28 Eylül 2008’de, Gerçek’i vuran polisinyargılanması için yapılan basın açıklamasınınardından Yürüyüş dergisi satan beş devrimcigözaltına aldı. Gözaltındakilere dayak atıldı, işkenceyapıldı. Beş kişiden dördü tutuklanarak Metriscezaevine gönderildi. Burada gardiyanlar vejandarmalar tarafından dayak ve işkence devam etti.Karakolda ve cezaevinde maruz kaldığı işkencesonucu beyin kanaması geçiren Engin Çeber, 7 Ekim2008’de yaşamını yitirdi. Devlet bu sefer işkenceyihasıraltı edemedi. Olay tepkilerle karşılandı. Bununüzerine katil devlet, bu kez de masum maskesinitakarak, bunun “münferit bir olay” olduğuyanılsamasını beyinlere kazıyarak özür dilemeyiuygun buldu.

Son dönemde düzen “terör” bahanesinikullanarak, kolluk güçlerinin yetkilerini daha daarttırmayı planlıyor. İnsanların gözünde cinayetleri,işkenceyi meşrulaştırmak için demagojik birpropaganda yürütülüyor. Anketler, toplumun birkesiminin “işkencenin gerektiğinde başvurulabilecekbir yöntem” olduğunu savunabildiğini göstermeyebaşlıyor.

Parkta oturan çocuğun göğsüne tekme ataraköldüren, şüpheli olarak gördüğü her insanı rahatlıklakurşuna dizen, birini yalnızca eşcinsel olduğu içindövebilen, sokakta taciz eden, karakollarda tecavüz

eden polisin üzerindeki üniforma ve belindeki silah,sadece bu yıl için onlarca ölümün habercisi oldu.Korumakla yükümlü olduğu sistem kolluk güçlerine,kendisine karşıt her türlü harekette şiddetebaşvurulabilmesi için keyfiyete varabilecek haklartanıyor. Estirilen teröre her zaman olduğu gibi“terörle mücadele” diyor!

Masum maskesiyle karşımızda duran sistemöldürüyor. Atölyelerde, fabrikalarda, tersanelerdeişlediği cinayetlere kaza süsü veren sistem, poliscinayetlerini de “teröre karşı” mücadele adı altındatam bir arsızlıkla savunuyor. Düzen kanla besleniyorve can almaya devam ediyor.

Ve bu katiller ellerini kollarını sallayarakaramızda dolaşıyorlar. İnsanları işkencehanelerdekatledenleri, gösterilerde emekçilere, parkta oturançocuğun göğsüne tekmeler indirenleri bu kokuşmuşdüzenin yasaları koruyor. Dolayısıyla, “dur” ihtarınauymayan 17 yaşındaki gencin ve daha nicelerininkatili, polisiyle birlikte bu düzendir. Yıllarca budüzene karşı çıkan her türlü sesi susturmaya ve etrafakorku salmaya çalıştılar. Her geçen gün biraz dahaçürüyen düzenlerinin yıkılmasından duyduklarıkorkudan dolayı bunu yapıyorlar. Korktukları içinkorku salmaya çalışıyorlar!

Peki bizler daha kaç kişinin ölmesine seyircikalacağız? O korkuyla dolu hayatlarımızda daha nekadar başımıza bir şey gelmeden geçirdiğimiz her güniçin şükrederek devam edeceğiz? Daha ne kadarbesleyip büyüteceğiz korkularımızı? Ne kadarbekleyeceğiz sistemin çarklarının gelip bizi deezeceği günü? Onların korkularını yaşamaya ne kadardevam edeceğiz?

Korkulan başa gelecek... Kanla yazılacak belkitarih... Ama alınan canlar susturmaya yetmeyecekisyanın sesini... Haklı olan kazanacak, bir günmutlaka!

Düzen katletmeye devam ediyor!

29

Page 30: EG 113. sayı

Bursa 4. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından hakkında 25 yıla kadar hapis cezası istemiyle, “Küçük yaştaki kızacinsel istismarda bulunup ruh sağlığını bozmak” suçundan dava açılan Hüseyin Üzmez ile “Kızını fuhuşa teşvik”suçundan 20 yıl hapsi istenen Livaze Ç.’nin yargılanması geçtiğimiz Eylül ayında başlamıştı.Hüseyin Üzmez tarafından tecavüze uğrayan B.Ç., İstanbul Adli tıp Kurumu’nda muayene edildi. İlk

duruşmasına iki pedagog ile gelen, yargılanma öncesi sürekli sakinleştirilen, ilk duruşmada gözyaşlarınıtutamayıp ağlayan B.Ç.’ye uzmanlar tarafından, yaşananlardan hiç etkilenmediği tanısı konuldu.Üyeleri arasında İstanbul Üniversitesi rektör adayının da bulunduğu Adli Tıp Kurumu’nun verdiği rapor

sonucunda Hüseyin Üzmez serbest bırakıldıKimilerine göre bir skandal, kimilerine göre üzerlerinden şöyle bir geçilen 3. sayfa haberlerinden biri...

Bazıları onun sadece bir sapık olduğunu söylüyor, bazıları faşist, bazıları ise dinci gerici ya da ayda 500.000 YTLmaaş alan bir gazete yazarı. Tabii, 14 yaşındaki bir çocuğa tecavüz eden Hüseyin Üzmez’in suçsuz olduğunusöyleyenler de var!Evet, küçük bir çocuğa tecavüz eden Hüseyin Üzmez, “Allah’ın izniyle davadan beraat edeceğim”, “Ben

şöhretimin bedelini ödüyorum. Allah sizden tekrar razı olsun”, “Ben Allah’a inanan bir insanım. İnsanısevmeyen Allah’ı sevmez” diyebileme rahatlığını gösteren arsız bir gericidir. Aynı Üzmez, “Her şeye karşı bizim23 milyon kilometre kare vatanımız vardı. Burası benim hem maddi hem manevi vatanım. Tunus, Bağdat, Halep,Şam, Cezayir, Fas hep benim vilayetlerimdi. Buraları yeniden zapt etmeden, yeniden üç kıtaya yedi denize hakimolmadan ölürsem gözlerim açık gider” de diyebilen azgın bir faşisttir. Kendisinin zamanında faşistlere akılhocalığı yaptığını, bir gazeteciye suikast düzenlediği de övünerek anlatıyor.Bir taraftan medya kadının sistem tarafından bir meta olarak kullanılmasına hizmet ederken, sayfalarını kadın

vücudunu teşhir eden fotoğraflarla donatırken, diğer taraftan da tecavüz, taciz ve töre cinayeti gibi olaylarınkaynağını tek başına bir kişiye, erkeğe indirgeyerek toplumun ilgisini oraya yöneltiyor. Tıpkı “Barış gelini” PippaBacca’nın tecavüz edilip katledilmesi olayında olduğu gibi. Yaşanan olayda Hüseyin Üzmez’in tek suçlu olarak gösterilmesi temelde yatan sebeplerin görülmesini

engellemek içindir. Yaşanan, kapitalist düzenin etkin bir silah olarak kullandığı dinsel gericilik sorunudur, kadınsorunudur, sınıf sorunudur, ulusal sorundur... Bir taraftan evlilik yaşının 14 yaşına düşürülmesi ve imam nikahıylaevlenen kadınların da miras hakkından yararlanabileceği gündeme gelirken, diğer taraftan aynı düzenin fuhuşumeşrulaştırması, tecavüzü görmezden gelmesi, kadınları birer meta olarak kullanması, işçi ve Kürt kadınları ikikat daha fazla sömürüye maruz bırakması boşuna değildir.“Tarihin gördüğü en ileri burjuva devrimi Büyük Fransız Devrimidir. Bu devrimle feodal ilişkilere,

geleneklere, değer yargılarına muazzam darbeler vurulmuştur; bu devrim sayesinde akıl ve bilim öne çıkmış; dinve kilise, papazların kovulması ve kiliselerin ateşe verilmesine varacak denli itibardan düşmüş; insan ve yurttaşhakları bugün hala geçerli evrensel beyannamelere konu olmuş, özgürlük ve eşitlik idealleri alabildiğine

yüceltilmiştir. Ama bu en büyük burjuva devrimi bile kadın hakları ve özgürlüğü alanınauzanamamıştır. ( Kadın sorunu üzerine konferanslardan.../1, Kızıl Bayrak, Sayı: 2006/6 )

İşçilerle birlikte aristokrasiye karşı mücadele veren burjuvazi, daha sonra bunun kendisi içineşitlik ve özgürlük olduğunun anlaşılmasıyla buna karşı harekete geçen işçilerin mücadelesini

engellemek için zamanında karşı çıktığı dinsel gericiliği kullanmaya başlamıştır. “Kadının burjuva toplumunda ezilen bir cins olduğunu ve egemen burjuva değer

yargıları içinde aşağı bir cins olarak görüldüğünü biliyoruz. Bu bugünkü burjuvatoplumda çok açık ve kaba bir biçimde ifade edilmese de, sonuçta toplumsal değeryargılarının, geleneklerin, örf ve adetlerin, ve nihayet, bütün bunlara manevi bir

koruma zırhı oluşturan dinin, kadını hep aşağıladığını, hep geridegördüğünü, onu aile ve toplum içinde ikinci sınıf saydığını, dahasıbunun genellikle de sorun edilmediğini, tersine egemen kültür vedeğer yargıları içinde olağan karşılandığını biliyoruz.” (Kadınsorunu üzerine konferanslardan.../1, Kızıl Bayrak, Sayı: 2006/6 )Hüseyin Üzmez’in bu düzenin adaleti tarafından suçsuz

bulunması şaşırtıcı değildir. Fakat Hüseyin Üzmez cezalandırılsada, mesele tek başına onun ya da onun gibilerin cezalandırılmasıylaçözülmeyecektir. Bu bir toplumsal sistem sorunudur ve ancak busistemin değişmesiyle çözülebilecektir. Bu sisteme karşı mücadeleverilmedikçe, kapitalizm, tecavüzcüler ve tüm bunları görmezdengelen bir toplum yaratmaya devam edecektir.

30

“Hüseyin Üzmez” olayının göstedikleri...

Suçlu kim(ler) ?

Page 31: EG 113. sayı

Türkiye’den...Metal işçileri:

“Kavgayı sonuna kadar götüreceğiz!”

100 bini aşkın metal işçisinin kaderini belirleyecek olan toplu işsözleşmesi görüşmeleri fabrika kapatmalar, ücretsiz izin uygulamaları, krizbahanesiyle gerçekleştirilen işçi kıyımları eşliğinde devam ediyor. Bursa’daAsil Çelik, Kocaeli’de Tezcan Galvaniz, Kartal’da Yakacık Valf’te krizbahanesiyle sendikal örgütlülüğü saldırılırken, metal işçileri metalpatronların kölelik dayatmalarına karşı yürüyor.

2008–2010 Metal Grup Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerindeuyuşmazlık zaptını tutan Birleşik Metal-İş Sendikası’nın “MESSdayatmalarına hayır!” diyerek başlattığı Cuma yürüyüşleri geçtiğimiz haftada sürdü. İstanbul’da Ümraniye ve Kartal’da, Gebze’de ise MESSkapsamında olan fabrikalarda gerçekleştirilen yürüyüşlerde kriz bahanesiyleyaşanan işten atmalar ve MESS dayatmaları protesto edildi. Tersane İşçileriBirliği Derneği üyesi tersane işçileri, DİSK’e bağlı Genel-İş SendikasıAnadolu Yakası Bölge Başkanı Veysel Demir, UİD-DER üyeleri ve Çağrıgazetesi yürüyüşlere katılarak metal işçileriyle sınıf dayanışmasının anlamlıbir örneğini sergilediler.

Prysmian işçilerinden MESS dayatmalarına yanıt!

Bursa’da Asil Çelik işçilerinin ücretsiz izin saldırısına karşıkilometrelerce yürüyerek gerçekleştirdiği “Krizin faturasını ödemeyeceğiz!”yürüyüşünün ardından metal işçileri eylemlerini büyütüyor.

Birleşik Metal-İş Sendikası Bursa Şubesi’nin örgütlü olduğuPrysmian’da işçiler, 2008-2010 Metal Grup Toplu İş Sözleşmesigörüşmeleri arabulucu aşamasında devam ederken, 25 Kasım akşamıfabrikayı terk etmeme eylemi gerçekleştirdiler.

Fabrika içinden sloganlarla çıkan 08.00-16.00 vardiyasındaki işçiler,fabrika kapısında bekleyen 16.00-24.00 vardiyası işçileri ile buluştu. 16.00-24.00 vardiyası işçileri çalışmaya başlarken, 08.00-16.00 vardiyası işçilerisaat 19.30’a kadar fabrikayı terk etmedi. Eylem boyunca metal işçilerialkışlarla birlikte “Zafer direnen işçilerin olacak!”, “MESS, MESS şaşırma,sabrımızı taşırma!”, “Emeğe uzanan eller kırılsın!”, “Direne direnekazanacağız!”, “İnadına sendika inadına DİSK!”, “İş ekmek yoksa barışda yok!” sloganlarını coşkuyla attılar.

Asil Çelik işçisinden eylem…

Ücretsiz izin saldırısına karşı direnişe başlayan Asil Çelik işçileri, 20Kasım günü fabrikanın bulunduğu Orhangazi’den onlarca kilometre yolkatederek Bursa şehir merkezine kadar süren bir yürüyüş gerçekleştirdiler.

“Krizin faturasını sorumluları ödesin!”, “Ücretsiz izin dayatmasınahayır!”, “İşten atmalar yasaklansın!” talepleri ile sabah saat 08.00’defabrika önünde yapılan açıklamayla başlayan yürüyüş, Bursa-İstanbulyolunun İznik Kavşağı’na kadar sürdü. Buradan servislerle Gemlik girişinegelen işçiler Özdilek önünden tekrar yürüyüşe geçerek Gemlik İskeleMeydanı’na kadar yürüdüler.

Yapılan açıklamanın ardından tekrar araçlara binilerek Bursagirişindeki Ovakça Beldesi’nde Grammer ve Prysmian işçileri ile buluşanAsil Çelik işçileri buradan tekrar yürüyüşe geçtiler. Tofaş fabrikasınınkarşısında Tofaş işçilerini mücadeleye çağıran konuşmalar yapıldı. “Tofaşişçisi yalnız değildir!” sloganı coşkulu bir şekilde atıldı.

Beşyol kavşağında metal işçilerinin önü polis barikatıyla kesildi. İşçilerbarikatı “Baskılar bizi yıldıramaz!” sloganlarıyla protesto etti. Yapılangörüşmelerin ardından yolun açılmasıyla yürüyüşe devam edildi. Yürüyüşboyunca metal işçileri sıklıkla “Asil Çelik işçisi köle değildir!”, “Krizinfaturasını ödemeyeceğiz!”, “Bedel öderiz, bedel ödettiririz!”, “İştençıkarmalar yasaklansın!”, “Krizin faturası patronlara!”, “Ücretsiz izinlerehayır!”, “Gemileri yaktık dönüş yok artık!”, “Yaşasın sınıf dayanışması!”

sloganlarını coşkuyla attılar. Emekçilerin de destek verdiği yürüyüşboyunca bildiriler dağıtıldı. Metal işçilerinin sloganları, alkışları vedüdükleri hiç susmadı.

Taksim: “Zamlara, işsizliğe ve yoksulluğa hayır!”

12 Eylül askeri faşist darbesinin ürünü olan “24 Kasım ÖğretmenlerGünü” eğitim emekçileri tarafından eylemlerle karşılandı.

Tünel’de toplanan Eğitim-Sen İstanbul Şubelerine üye emekçiler enönde açılan “Ders: Ekonomi, Konu: Kriz, Çözüm: Hamdolsun teğetgeçecek, Sonuç: İşten çıkarmalar, Satılık okullar, Güvencesiz çalışma,Doğalgaza zam! / Krizin bedelini ödemeyeceğiz!” pankartı arkasındakortejler oluşturdular.

Yüzlerce eğitim emekçisi taşıdıkları döviz ve flamalarla coşkulu birgörüntü oluştururken eğitim emekçilerinin önü Galatasaray Lisesi önündepolis barikatıyla kesildi. “Baskılar bizi yıldıramaz!”, “Direne direnekazanacağız!”, “Emekçiye değil çetelere barikat!”, “Faşizme karşı omuzomuza!” sloganlarını atan emekçilerin kararlı tutumları çevik kuvvete geriadım attırdı ve barikat açıldı.

Barikatın açılmasıyla beraber Taksim Meydanı’na ilerleyen emekçilerincoşkusu daha da arttı. İstiklal Caddesi üzerinde eyleme tanık olan birçokinsan alkışlarla yürüyüşe destek verdi.

“İşçi katliamına dur deme zamanı!”

Kot taşlama ve yıkama işçilerinin örgütlenmesi için yola çıkan Kotİşçileri Birliği, 23 Kasım günü Beyoğlu İstiklal Caddesi üzerindeki MaviJeans mağazası önüne yaptığı yürüyüşle “Artık ölmek istemiyoruz!” dedi.

Silikozis hastalığının pençesinde ölüm-kalım savaşı veren, sosyalgüvencesizlik ve kuralsız çalışma koşullarında ölümüne çalışan kot taşlamaişçileri bir kez daha seslerini yükselttiler. “Artık ölmek istemiyoruz!”, “Kottaşlama işçisi köle değildir!”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber yahiçbirimiz!”, “Mavi’nin patronu işçilerin katili!”, “Yaşasın kot işçileribirliği!” sloganlarının sıkça atıldığı eylemde okunan basın açıklaması, kotişçilerinin mücadele talepleriyle son buldu.

“Şiddetin kaynağı kapitalizme karşı mücadeleye!”

“25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası MücadeleGünü”ne İstanbul’un çeşitli sanayi havzalarında yürüttükleri çalışmalarlahazırlık yapan Emekçi Kadın Komisyonları, Galatasaray Lisesi’neyaptıkları yürüyüşle işçi ve emekçi kadınları kapitalizmin şiddetine, ulusal,cinsel ve sınıfsal sömürüsüne karşı mücadeleye çağırdılar.

“Kapitalizm kriz, açlık, yoksulluk şiddettir! Emekçi Kadınlar mücadel-eye! / Emekçi Kadın Komisyonları” pankartını açan emekçi kadınlar, erkeksınıf kardeşleriyle “Kadın-erkek elele örgütlü mücadeleye!” sloganınıattılar.

Kadına yönelik şiddetin kaynağı olan kapitalizme karşı mücadeleyitemel alan açıklamada kadına yönelik şiddetin, evde, fabrikada, gözaltında,sokakta ve cezaevlerinde sürdüğü belirtildi. Kadına yönelik şiddetin ulaştığıboyut şu sözlerle özetlendi:

“Hüseyin Üzmez tarafından 14 yaşındaki kız çocuğuna gerçekleştirilentacizin ardından hazılıkları gizlice yapılan yasa tasarısıyla 14 yaşındanbüyük olan kız çocuklarına tecavüz edildiğinde cezanın şikayete bağlıolması, tecavüzcü ile evlilik durumunda cezanın ortadan kaldırması veevlilik yaşının 14’e düşürülmesi vb. düzenlemeler, kadına karşı şiddet vetecavüzün devlet tarafından yasalaştırılması ve meşru görülmesi anlamınageliyor. Hatta Üzmez’in tahliyesi ile birlikte tüm devlet kurumlarnınn nasıltecevüzcüleri koruduğu ve kolladığını da görülüyor…”

Açıklamanın son bölümünde ise emekçi kadınlar, şiddetinsona ermesi için şiddetin kaynağına karşı mücadeleyeçağrıldı. 31

Page 32: EG 113. sayı

Almanya’da yüz bin liseli eylemdeydi!

Almanya’da 12 Kasım günü 40 kentte 100 bine yakın öğrencidersleri boykot etti. Öğrenciler sokağa çıkarak hükümetin eğitimpolitikalarını protesto eden gösteriler gerçekleştirdiler.

Boykot çağrısını daha önce Berlin’de bir araya gelerek eğitimpolitikalarına karşı mücadele kararları alan eyalet lise öğrencitemsilcileri yaptı. Ekonomik kriz gerekçe gösterilerek tekelleremilyarlarca Euro aktaran hükümetin bu politikasını eleştirenöğrenci temsilcileri, eğitime yeterli bütçe ayrılması ve herkeseparasız eğitim hakkı taleplerinin yanı sıra üniversitelerin aldığıharçlara tepki gösteriyorlar.

Berlin’de yüzlerce öğrenci Humbolt Üniversitesi’ne ait birbinayı işgal ederek binanın pencerelerine kızıl bayraklar astılar.Erfurt’ta yüz kadar öğrenci Eyalet Eğitim Dairesi’ni işgal etti.Boykota katılan öğrencilerin cezalandırılmayacağı sözününverilmesinden sonra işgal eylemi sona erdi. Hannover kentinde deöğrenciler eyalet parlamentosunu işgal ettiler.

Öğretmenler Sendikası GEW de öğrencilerin eylemlerinidestekledi. Sendikanın yaptığı açıklamalarda, toplumda sosyalbakımdan zayıf olan ve eğitimden uzak kalan kesimlerin haksızlığauğramasının eğitim sistemindeki eksikliklerden kaynaklandığıvurgulandı. Gösterilere üniversite öğrencileri ve veliler de katıldı

İtalya’da binlerce öğrenci alanlarda!

İtalya’da sağcı Berlusconi hükümetinin eğitim politikalarınakarşı 15 Kasım günü 500 bin üniversiteli Roma sokaklarına çıktı.Üniversite öğrencilerinin gösterilerine eğitim ve üniversite

çalışanları da destek verdi. Roma sokaklarını dolduran yüz binlerceöğrenci taşıdıkları pankart, döviz ve haykırdıkları sloganlarda,Berlusconi hükümetinin okulları ve üniversiteleri özelleştirerekkamusal eğitim sistemini yok etmek istediğini vurguladılar.Yürüyüşe eğitim sendikaları ve öğrenci örgütleri çağrı yaptı.

Roma’daki yürüyüşe İtalya’nın her yerinden katılım oldu.Öğrenciler eğitim reformunu değişik biçimlerde protesto ettiler.İtalya Eğitim Bakanı Mariastella Gelmini tüm tepkilere rağmen

eğitim reformunu uygulamaya kararlı olduklarını bir kez dahavurguladı.Bütçe kesintisiyle birlikte üniversitelerde açılan derssayısının düşeceği ve bazı bölümlerin kapatılacağı tahmin ediliyor.Bu aynı zamanda, üniversite eğitiminin kalitesinin gerilemesi veçok sayıda üniversite personelinin işine son verilmesi anlamınageliyor.

İspanya’da özelleştirme protestoları

İspanya’da 13 Kasım tarihinde grevler, yürüyüşler ve protestogösterileri gerçekleşti. Protestolar yeni okul yasasına, sağlıksektöründe özelleştirme yasalarının yeniden uygulamayageçirilmesine ve kapitalizmin mali krizi neden gösterilerek kitleselişten çıkarmalara karşı yapıldı.

En büyük gösteri 13 Kasım günü Barcelona’da düzenlendi.Burada yeni okul yasasına karşı öğrenciler öğretmenlerle birliktesokaklara çıktılar. Yürüyüşe aynı anda grevde bulunan itfaiyeçalışanlarının delegeleri de katıldı. Nissan işletmelerinde çalışanmücadeleci işçiler de eyleme destek verdi. Yürüyüşe 50 bininüzerinde bir katılım oldu.

Yürüyüşe özellikle öğretmenlerin katılımı anlamlıydı. Zira enbüyük iki sendika, CCOO ve UGT, eylemleri boykotetme çağrısında bulundular. Buna rağmen Katalanyabölgesinde derslerin üçte ikisi yapılmadı.

Özelleştirmelere karşı mücadele sadece eğitim sektörü ilesınırlı kalmadı. Sağlık sektöründe çalışan işçi ve emekçiler de uzunbir süredir özelleştirmeleri protesto için alanlara çıkıyorlar.

15 Kasım günü ise tüm ülke genelinde 75 merkezde, “Krizinfaturasını kendiniz ödeyin!” sloganı altında gösteriler düzenlendi.

Kolombiya’da pancar işçileri kazandı

Cauca Nehri Vadisi bölgesinde, Ulusal Şeker Kamışı İşçileriSendikası’nda örgütlü olan 18 bin Kolombiyalı şeker işçisinin 15Eylül’de başlattıkları grev, işçilerin kazanımları ile sonuçlandı.

56 gün süren grev süresince kararlılıkla mücadele eden işçilertaleplerinin tümünü kabul ettirdiler. Buna göre işçiler yüzde 15ücret artışı alacaklar.

Yine daha önce 12-14 saat arası çalışmak zorunda bırakılanişçilerin çalışma saatleri 8 saat olarak belirlendi. Mesailer ise 2saat ile sınırlandı. İşveren, işçilerin ve ailelerinin hastalık sigor-tası, kira, eğitim ve sosyal hizmet primlerini destekleyecek. CaucaVadisi’ndeki şeker kamışı işçileri sefalet ücreti karşılığı haftanınher günü 14 saatten fazla çalışmak zorunda bırakılıyorlardı. CaucaVadisi’ndeki tarlalarda ve imalathanelerde kötü çalışmakoşullarının yanısıra iş kazaları ve mesleki hastalıkların çokyaygın olduğu ifade edilirken, çalışma ve yaşama ortamı ve içmesularının tarım ilaçlarıyla yüksek oranda kirlenmiş durumdaolduğu vurgulanıyor.

Şeker kamışı işçileri vadide hükümet tarafından desteklenensahte “kooperatifler”de çalışmaktalar. Böylece gerçek işverenlerişçiler için toplu pazarlık, gerekse de sağlık ve emeklilik gibi so-rumluluklarından kurtulmuş oluyorlar. Hatta sağlık ve emeklilikgibi primleri işçiler kendi ceplerinden ödemek zorunda kalıyorlar.

Ulusal Şeker Kamışı İşçileri Sendikası, 14 Temmuz’da, insancaücret, çalışma saatlerinin düşürülmesi, çalışma, yaşama ve sağlıkkoşullarının düzeltilmesi ve sahte kooperatiflerin yerine sendikayıve toplu sözleşmeyi tanıyan resmi iş sözleşmelerinin getirilmesitaleplerini imalathane ve etanol fabrikası sahipleri birliğiAsocana’ya sundu. İşveren talepleri görmezden geldiği gibi, işçi-lerin üzerine polis gönderdi. Bunun üzerine işçiler greve gittiler.

Bu grev Kolombiya’da son yıllarda gerçekleşen en uzun ve ensert grev oldu.

Venezüella’da yerel seçimler…

Hugo Chavez, ‘98’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinikazanarak devlet başkanı olmuştu. Chavez, aradan geçen 10 yıllıksürede, Venezüella’da yapılan üç cumhurbaşkanlığı, üç anayasareferandumu, iki parlamento, iki belediye ve bölge kilisesine bağlıbelediyelikler ve bölgesel seçimlerden galip çıkmayı başardı.Chavez’in tek seçim yenilgisi Aralık ‘07’de yapılan anayasareferandumu oldu. Bu yenilgi ise, gerici cephenin başarısındandeğil, Chavez’e destek veren emekçilerin referandumailgisizliğinden kaynaklanmıştı.

Chavez’in başkanlığa seçilmesinden sonra “seçimler ülkesi”görünümü kazanan Venezüella’da son olarak vali ve belediyebaşkanları seçimi yapıldı. Sandığa giden seçmenler, 22 eyalet valisiile 300’ü aşkın belediye başkanı için oy kullandılar.

Seçimlerde Chavez’in kuruluşuna önayak olduğu PSUV 22eyaletten 17’sinin valiliğini kazandı. PSUV’un belediye başkanadayının başkent Caracas’ta yenilgiye uğraması, ABD desteklikarşı devrimci güçlerin seçim zaferi ilan etmelerine vesile olsa da,seçimlerin toplam sonuçları üzerinden bakıldığında, BirleşikSosyalist Parti’nin ezici zaferi tartışmasızdır.

Dünyadan...

32

Page 33: EG 113. sayı

Dominik Cumhuriyeti’nde Trujillo diktatörlüğüne karşı mücadele eden ve Clandestina Hareketi’ninöncülerinden olan Mirabel kardeşler, 25 Kasım 1960 günü diktatörlüğün askerleri tarafından katledilir.Diktatörlüğe karşı özgürlük mücadelesini örgütleyen bu üç kız kardeşten birinin kod adının kelebekolmasından dolayı “kelebekler” olarak anılırlar. Kelebekler diktatörlük sistemine karşı mücadele ederken, insanlığın gördüğü en aşağılık

yöntemlerden biri olan tecavüze maruz kalarak öldürülürler. Diktatörlük tarafından araba kazası olarakkayıtlara geçirilen bu katliamın günü olan 25 Kasım, 1981’de Dominik’te toplanan Latin AmerikaKadın Kurultayı’nda,”Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Uluslararası ve DayanışmaGünü” olarak kabul edilir. Daha sonra 1999 yılında BM tarafından “25 Kasım, Kadına Yönelik ŞiddetinYokedilmesi için Uluslararası Mücadele” günü ilan edilir. Egemenlerin 25 Kasım’ın içini boşaltıp yasal düzenlemeler yaparak kendini aklamaya çalışması,

tarihin ve gerçeklerin üzerini örtmeye yetmeyecektir. Burjuva basın ve feminist kadın örgütlerinin sıkçadillendirdi şiddetin son bulması için caydırıcı cezaların uygulanması hiç de sorunu gideren bir çözümdeğildir. Çünkü kadını çifte sömürüye maruz bırakan kapitalist düzenin ta kendisidir. Fabrikalarda karın

tokluğuna çalışıp ev geçindirmeye veya ev ekonomisine destek vermeye çalışan kadının işi bununlabitmeyip ev işleri, çocuk bakımı vb. ile sürüp gider. Burjuvazi bununla da yetinmez, mallarına pazardapay kapmak için “güzel” bir tanıtım aracı olarak ya da doğrudan bedenlerini pazarlayarak da kadınıkullanır. Erkek egemen toplumu tekrar tekrar üreten kapitalizm, bütün bunların sorumluluğunu erkeğeyükleyerek, emekçi kadınların öfkesini kendisine değil erkeğe yöneltmeye çalışır. Sanki erkeğindoğasında kadına şiddet uygulamak varmış gibi ceza erkeğe kesilmekte ve feminist çevrelerce mücadelebu eksene sıkıştırılmaktadır. Oysa kadın-erkek ilişkilerinin özgürce değil “efendi-köle” ilişkisine göreyaşanmasının nedeni, insana değer vermeyen ve gece-gündüz demeden sömüren ve kadını alınıp satılan bir malhaline getiren kapitalizmdir.

Bir taraftan yasal düzenlemelerle kendinimakyajlamaya çalışan sistem, diğer yandan bütünkurumlarıyla cinsel istismarı meşrulaştırmakta, kadın-erkekbütün işçi-emekçileri kültürel yozlaşmadan geçirip onlarcaaraç ve yöntemi kullanarak düzene bağlamayaçalışmaktadır. Mirabel kardeşlerin kaderini Türkiye’de de çok sayıda

devrimci kadın yaşamıştır. Cinsel taciz ve tecavüz olaylarıhiçbir dönem emniyetten, cezaevlerinden eksik olmamış,gözaltılarda onlarca kadın devrimci taciz veya tecavüzeuğramıştır. Kürt kadınları ise devletin bu iğrençuygulamalarından özel olarak nasibini almıştır.

25 Kasım’ın içeriğini boşaltarak emekçi kitleleriuyutmaya çalışan asalaklara en anlamlı cevap yineörgütlenen ve özgürleşen kadın işçi-emekçilerdengelecektir.

Gerçek anlamıyla emekçi kadının özgürleşmesi,beraberinde erkeğin de özgürleşmesinden, bir bütün olarakişçi sınıfının özgürleşmesinden geçmektedir. Kadın-erkekilişkilerinin özgürce yaşanması, insan emeğine ve bedeninedeğer verilen bir sistemle, sosyalizmle mümkündür. Emekçikadınlar bu sistemi değiştirmek ve şiddete son vermek içinerkek sınıf kardeşleriyle birlikte mücadele etmekzorundadır.

Mirabel kardeşler emekçikadınların özgürlük

mücadelesinde yaşıyor...

33

Page 34: EG 113. sayı

34

Kapitalist barbarlığın insanlığa yaşattığıkorkunç yıkım ve vahşetin ortasında 20. yüzyılınbaşlarında tüm görkemiyle Sosyalist EkimDevrimi insanlığa gerçek kurtuluş yolunu gösterir.Halklar hapishanesi olan ve Avrupa gericiliğininkalesi sayılan Çarlık Rusyası’nda Bolşevik Partiönderliğindeki Rus proletaryası 1917 Ekim’de,dünya proletaryasına ve ezilen halklara yolgösteren Ekim Devrimi’ni gerçekleştirir.Ekim Devrimi, kapitalizmin baskısına,

yıkımlarına ve sömürüsüne karşı yeni birdünyanın ilk habercisiydi. Dünya işçi sınıfına veezilen halklarına yol gösteren tarihsel bir zaferin,kapitalist barbarlığa karşı proletaryanın zaferininmüjdeleyicisiydi. Bundan bir yıl sonra, 1918Kasım’ında, Alman proletaryası ayağa kalktı.Çürüme ve ihanet ile sosyalizm davasına olaninancın bir arada yaşandığı Alman KasımDevrimi, Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin(SPD) ihanetiyle zafere ulaşamadı. Alman KasımDevrimi zafere ulaşamamış olsa da, devrim vesosyalizm mücadelesi açısında oldukça anlamlıdersler bıraktı.

SPD’de çürüme ve ihanet

SPD 1890 yılıyla birlikte işçi sınıfının kitleselve legal partisi durumuna gelmiştir. SPDkitleselleşmesiyle birlikte, 1912 yılında 110milletvekiliyle parlamentoda temsil edilen birpartidir. Dağılmadan önce II. Enternasyonal’in 1912’de

alınan son toplantısında, emperyalist paylaşımsavaşı karşısında alınacak tutum tartışılır ve savaşkarşısında alınacak tutum açık ve net bir biçimdeortaya konulur. Savaşa ve militarizme karşı etkinbir kitle mücadelesinin örülmesi, savaşınniteliğinin teşhir edilmesi ve savaşa verilecek hertürlü desteğin işçi sınıfına ihanet olacağıyönündeki devrimci tutum açıklıkla ilan edilir. Bu

tutum 1914’te Almanya’da savaşın başlamasıylabirlikte kağıt üzerinde kalmaktan öteye geçemez.Savaş başladığında SPD savaş kredilerine onayverir ve Alman işçilerini “vatan toprakları”nısavunmaya çağırarak Alman burjuvazisineyedeklenir. Parlamentoda 110 milletvekili bulunanSPD’de sadece Karl Liebknecht savaş kredilerineoy vermez. Barışçıl mücadele sürecinde giderek çürüyen

ve bürokratik bir yapıya dönüşen SPD içerisindeemperyalist savaş karşıtı muhalefet çok cılız kalır.Rosa Luxemburg savaş karşıtı faaliyetlerindendolayı tutuklanır. Karl Liebknecht askerlik yaşıgeçmesine rağmen askere alınır ve bir süre sonra oda tutuklanır.Savaş sürecinde hoşnutsuzluklar artar, 1915’te

küçük de olsa sokak gösterileri başlar. 1916’yagelindiğinde Karl Liebknecht ve RosaLuxsemburg’un oluşturduğu Enternasyonal Grupsavaş karşıtı gösteriler ve toplantılar örgütlerler. 1Mayıs 1916’da örgütlenen gösteride KarlLiebknecht “Kahrolsun savaş! Kahrolsunhükümet!” diye haykırır ve bunun üzerinetutuklanır. Bu tutuklama üzerine 55 bin işçi greveçıkar. Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg’un başını

çektiği ve sol kanat olarak adlandırılanSpartakistler ve Bernstein’ın başını çektiği birgrup, Nisan 1917’de SPD’den ayrılarak BağımsızAlmanya Sosyal Demokrat Partisi’ni (USPD)kurar. Spartakistler USPD’ye katılır ama süreçboyunca hep bağımsız politikalarını sürdürürler.Spartakistlerin ayrı bir örgütlenmeyeyönelmemesi, daha önce SPD’denayrılamamalarındaki sebeple aynıdır. Sosyaldemokrat örgütler içinde yer alarak kitlelerdenkopmama düşüncesi!1917’de Berlin’de 200 binden fazla metal işçisi

greve çıkar ve Nisan’da ilk İşçi Konseyi kurulur.Ocak 1918’de Berlin’de başlayan, Kiel, Hamburg,

1918-1923

Alman Kasım Devrimi

ve

devrimde partinin rolü

Page 35: EG 113. sayı

Ruhr Havzası ve Münih’e yayılan grevler bu hareketliliğin son noktasıdır. Greve Berlin’de 500 bin, tümAlmanya’da ise bir milyonun üstünde işçi katılır. 1918’de Almanya’nın savaşı kaybettiğinin anlaşılmasıve ateşkes görüşmelerinin başlamasıyla muhalefet durulur. İşçi sınıfının mücadelesine veenternasyonalizme tarihi bir ihanet sergileyen SPD mükâfatını hükümet ortağı olarak alır.

1918 Kasım Devrimi

Ordu savaşı bitirmek istese de, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı İngiliz donanmasına karşı Ekim1918’de son bir saldırı yapma kararı alır. Erler bu karara tepki göstererek komutan ve subaylara isyaneder. İsyancı erler tutuklanarak Kiel’e getirilirler. Başta tersane işçileri olmak üzere binlerce Kielli işçigösteri düzenler. Subayların göstericilere ateş etmesi üzerine askerler ayaklanarak asker konseylerikurarlar. 20.000 denizcinin kurduğu asker konseylerini, çoğunluğunu tersane işçilerinin oluşturduğu işçiKonseyleri takip eder. 4 Kasım’da tüm Kiel şehrinin denetimi işçi ve asker konseylerinin elindedir.Ayaklanma hızla diğer kentlere yayılır ve 8 Kasım’da Bavyera Sovyet Cumhuriyeti ilan edilir.Gelişmeler karşısında hükümetten çekilen SPD “Yaşasın toplumsal cumhuriyet!” sloganını ortaya

atar. İmparatoru ikna eden SPD, Cumhuriyet’i ilan ederken, USPD’yi de hükümete katarak yanınaçekmeyi başarır. Bu gelişmelerden iki saat sonra Karl Liebkneckt sarayın balkonundan “Sosyalist Cumhuriyet”in

kurulduğunu açıklar. 11 Kasım’da Lenin devrimi selamlar ve burjuvazi ile işbirliği yapmadan, işçi ve asker temsilcilerinin

yer aldığı bir iktidar önerir.Kitleler hala SPD’nin etkisi altındadır. Spartakistlerin ajitasyon ve propaganda çalışmaları işçi

sınıfını kendi çizgisine çekmekte yetersiz kalmaktadır. Kitleler parlamentonun kurulmasını ve bir anönce seçimlerin yapılmasını istemektedir. Devrimci örgüt ihtiyacını hisseden Spartakistler, gelişen olaylar karşısında ayrı bir parti olarak

örgütlenmenin gerekli olduğu kararını alırlar. 30 Aralık’ta diğer sol gruplarla birlikte Alman KomünistPartisi’ni (KDP) kurarlar. Partinin kuruluşundan 15 gün sonra komünist önderler Rosa Luxemburg veKarl Liebknecht SPD’li birliklerce ele geçirilir ve katledilirler. Parti kuruluşunun hemen ardından ikiönderini kaybetmiştir.

Devrimde ihtilalci partinin rolü

Alman Devrimi deneyimi ihtilalci bir komünist partisinin devrimdeki önemine ışık tutar niteliktedir.1918-1923 yılları arasında Almanya’da devrimci durum yaşanmış fakat sosyalist devrimgerçekleştirilememiştir. Bu nedenle Alman Devrimi tarihe “gerçekleşmeyen” devrim olarak geçmiştir. Odönemde Almanya’da işçi sınıfını kucaklayacak, onunla ete kemiğe bürünmüş bir devrimci partininolmayışı devrimin yenilgisini ve karşı devrimin zaferini kaçınılmaz kılmıştır. Sağlam bir ideolojiye dayanan, iktidar perspektifiyle hareket eden ihtilalci bir partinin olmadığı

koşullarda yaşanan devrimci durumların devrime varamayacağı Almanya’da yaşanan deneyimüzerinden tüm açıklığıyla gözler önündedir. Zamanında SPD’den kopularak illegal ihtilalci bir partininkurulamamış olması, işçi sınıfı üzerinde reformizmin etkisini kıracak ve sınıfı devrime yönlendirecekböyle bir örgütün yokluğu, devrimin yenilgisinde en temel etkendir. KPD’nin kuruluşunun gecikmesi,kurulduktan çok kısa bir zaman sonra daönderlerini yitirmesi, 1921 ayaklanmasındaniyi bir şekilde yararlanamaması, kendigücünü abartarak erken davranması, 1923yılında giderek güç kazanmasına, sınıflabelirli oranda bir birleşme sağlamasınakarşın 1921’de yaşanılan olumsuzluğunetkisiyle 1923 yılında tereddütlüdavranması, devrimin başarısızlığınayolaçmıştır.Alman Devrimi, yaşanan tüm

olumsuzluklara, devrimingerçekleştirilememesine rağmen derslerledolu bir tarihi kesiti ifade etmektedir. AlmanKasım Devrimi’nden çıkartılması gerekenen büyük derslerden birisi devrimci partinindevrimdeki rolüdür. 35

Page 36: EG 113. sayı

Devrimci mücadele yükseliyor... Meydanlar, sokaklar isyan sesleriyle dolu... Sistemin mezarıkazılıyor... Ve karşı devrim yaklaşıyor... Korkular, yasaklar üzerine kurulu bu acımasız düzen bekasınıkorkutarak sağlayacak yine. Evler basılacak, işkence tezgâhları, darağaçları kurulacak, umut dolu isyansesleri susturulmaya çalışılacak. Tarih 30 Ocak 1980... Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği (YDGD) üyesi ODTÜ öğrencisi Sinan

Suner yazılama yaparken MHP’li bakan Cengiz Gökçek’in koruması Süleyman Ezendemir tarafındankurşunlanarak öldürülür.Tarih 2 Şubat 1980... Sinan Suner ’in öldürüldüğü yerde üniversiteli gençler tarafından bir protesto

gösterisi yapılır. Olaya müdahale eden askerlerle öğrenciler arasında çıkan çatışmada askerlerden birisivurularak ölür. 24 öğrenci gözaltına alınır. Erdal Eren üzerinde tabanca bulunduğu için olayın faili ilanedilir. Ankara Merkez Komutanlığı’na götürülen Erdal, burada işkenceden geçirilir.13 Şubat 1980’de duruşma başlar. Karar baştan bellidir! Devletin ne kanıta, ne otopsi raporuna, ne

de yaşla ilgili adli tıp raporuna ihtiyacı vardır. Devletin infaza ihtiyacı vardır. Bütün talepler reddedilir.Hatta Erdal Eren işkence gördüğünü söylediğinde, mahkeme başkanı davayla ilgisi olmadığınısöyleyecektir. Erdal’ın katledilmesine karar verilmiştir. Kendisi de bunun farkındadır. Duruşmada“Benim hakkımda peşin bir yargılama yapıldığı son derece açıktır. Nitekim benimle ilgili olayınertesinde genelkurmay başkanının ‘çoktandır idam olmuyor, bazı kişilerin idam edilmesi gerek’ şeklindedemeç vermesi benimle ilgili idam kararıdır...” diyecektir. Erdal düzene karşı kendini “savunmaz”! Savunma için söz verildiğinde, “Bugün devrimcileri ve

onların bir parçası olan beni, aldığınız emirlere uygun olarak yargılayabilir ve ölüm cezasıverebilirsiniz. Fakat bu ilelebet sürmeyecektir. Bir gün mutlaka sizinyerinizde halkımız olacak, sizi ve koruduğunuz düzeni yargılayacakve doğru kararı verecektir” diyecektir. Umut vardır sözlerindeSanık koltuğunda devrim mücadelesi vermektedir hala. Dava 45gün sürer, 45 günün sonunda, baştan verilmiş olan idam kararı çıkar.13 Aralık 1980... Erdal Eren idam edilir. Yaşı: 17. Suçu:

Kendisine doğru koşmakta olan bir askeri “sırtından vurarak”öldürmek...20 Eylül 2008... “Gazete manşetleri kocaman puntolarla “Erdal

Eren öldürmedi, silah kazası” yazmaktadır. Giresun Valiliği’nininternet sitesindeki ‘şehitlerimiz’ bölümünde, 28 yıl önce Erdal’ıdarağacına götüren olay ‘silah kazası’ olarak geçmektedir. Burjuvabasının olayı yansıtması üzerine şehitlerimiz bölümündeki “silahkazası” ifadesi değiştirilir Erdal Eren “suçluydu”! Bir askeri öldürdüğü için değil bir

devrimci olduğu için suçluydu. O, 17 yaşında genç bir komünistti.Sermaye düzenine karşı gelmişti, sistemin bekasına karşı çıkmış,boyun eğmemişti. Dolayısıyla ölmeliydi! Umut doluydu yüreği, umut dolu yüreklerimiz... Boşa gitmedi

yapılan hiçbir şey, söylenen hiçbir söz. Onların umut dolu sözleri vekararlılıkları mücadelemize ışık tutuyor!

Erdal Eren:Darağaçlarından

geleceğe taşınan umut!

36

Page 37: EG 113. sayı

19 Aralık: Katliam ve direniş

Bayrampaşa, Ümraniye, Çanakkale, Çankırı, Bartın, Malatya, Ceyhan, Buca, Ulucanlar, Uşak, Kürkçüler,Bursa, Aydın, Niğde, Gebze... 19 Aralık 2000’de eş zamanlı olarak yirmi cezaevinde gerçekleştirilen katliamda,gaz ve yangın bombalarıyla ve kurşunlarla yirmisekiz devrimci katledildi, yüzlercesi yaralandı ve sakat kaldı...

“İçerisi teslim alınamadan dışarısı teslim alınamaz”

Sermaye düzeni işçi ve emekçilere sömürü ve sefaleti dayatırken, bu kölelik koşullarına karşı oluşacak haklıdirenişin de korkusu içine hapsolmuştur. Bundan dolayı her hak alma eyleminde bir uyanış şüphesi içindeyaşamaktadır. Her türlü alana baskı ile hakim olmak zorunda kalması bundandır. Bu uyanışın önünü açacak vedirenişi büyütecek olan devrimciler ise düzenin duyduğu korkular içerisinde öteden beri en başta geliyor.Düzenin kölelik koşullarının sürekliliğini tehlikeye sokan her devrimci de bundan dolayı en yoğun baskı veşiddet uygulamaları ile sindirilmeye çalışılıyor. Tutsak alma ve devrimci kimliği sindirme, sermaye devleti içindevrimcilere yöneltilen en sistematik uygulamalardan biridir. Ne var ki, düzenin açık hapishanelerini vekapitalizmin sadakalarını reddeden devrimciler için bu aygıt da yetersiz kalmaya mahkumdur. Zira zamangöstermiştir ki, ne zindan, ne idam, ne de işkence devrimci kimliği teslim alamamıştır.19 Aralık sermaye devletinin bu çaresizliğinin ürünüdür. Devrim mücadelesinin yarattığı korku ile hareket

eden düzen güçleri, tutsakların kimliklerini cezaevlerinde de teslim alamadıklarını gördüklerinde tecritkoşullarını dayatmışlardır. F tipine geçiş hazırlıklarının hızlandırılması ile devrimciler cephesinden başlayandireniş ölüm oruçlarına dönerken, sermaye devleti açısından gelinen noktada artık devrimcilerin canlarınakastetmekten, onları fiziksel olarak da yok etmekten başka çare kalmamıştır. “Sömürü düzeninin çarklarının, yozkültürünün olmadığı tek bir yer, tek bir iz, tek bir umut ışığı kalmamalıydı. Her taraf bu düzen gibi karanlıkolmalıydı. Bundandı işte bir gece yarısı, 2000 Aralık ayının 19’unda topla, tüfekle, kimyasal silahlarla ölümkusmaları. 4. günün sonunda ise, teslim alınamayan bir gelecek umudunun 28 ayracı iliştirilecekti tarihin enaydınlık sayfalarına. Zaptedilmiş olsa da içerisi, dışarısı yine sefalete mahkum olacak, değişen sadece daha daartacak olan yoksulluk olacaktı. Ve sonra, bu düzenin devamı için yeni yalanlar bulunmaya devam edilecekti.Hapishanelerse, burçlarında kızıl bir bayrak gibi dalgalanan delik deşik edilmiş bedenlerle bu ülkeyianlatacaktı. Ancak bu fırtına dindiğinde, bu zulüm tufanı sona erdiğinde doyasıya yaşanılabilecek olan buülkeyi… Bu yüzden karanlıktan aydınlığa doğru açılan bir pencereyi daha kapatmaktı amaçları. Fakat yine deyok edilemeyecekti gelecek güzel günlere dair umut ve inanç. Çünkü; ‘öldürülseler de hep ışığı taşıyanlar, herseferinde başkaları almaktaydı yerlerini.’” (Kızıl Bayrak, sayı: 49)Düzenin bu korkularıyla çaresizlik içinde başlayan “Hayata Dönüş Operasyonu” 19 Aralık sabahı devrimci

iradeyle karşılandı. Tutsaklar tecrit dayatmasının karşısında kararlılıklarını sürdürdüler ve yakılarak, vurularakyaralandılar, katledildiler. Hazırlanan sağlık raporlarında yaşanan vahşet açıkça okunmuştur. Operasyona katılan gardiyanların ve

güvenlik güçlerinin kasten ve sistematik biçimde uyguladıkları terör, düzenin katliamcı kimliğini bir kez dahagözler önüne sermiştir. Tüm bunların ardından başlayan yargı sürecinde binlerce gardiyan ve jandarma hakkında “Görevi kötüye

kullanmak ve tutuklu ve hükümlülere kötü muamele yapmak”tan dava açılsa da bu taşeronların bir çoğu“aklanmıştır”. Ortaya saçılmış onca belgeye rağmen katiller kollanırken, devrimci tutsaklar“Uzun süredir isyanahazırlanmak, cezaevi idaresine karşı toplu ayaklanma”ya kalkışmakla suçlanmışlardır. Oysa, operasyonun biryıl önceden hazırlanmaya başlandığı itiraf edilmiştirOperasyon sonrasında yargı süreci de “bağımsız yargı”nın ne büyük bir yalan olduğunu bir kez daha ortaya

koymuştur. Gardiyan ve jandarmalar hakkında dava açılırken, ne onları operasyon süresince yönlendirenler nede talimatı verenler bu sürece dahil edilmişlerdir. 19 Aralık katliamı, öncesi ve sonrası ile düzenin çürüyen yüzünün resmidir.Cezaevlerinde o gün teslim edilmeyen irade dışarıda da direnişe güç katmıştır. Hem tecrit dayatması hem de

direnişi kırmaya yönelik katliamlar, esas esareti bu kölelik düzenini “dışarıda” yaşamaya mahkum edilenlerisindirmek içindir. Düzenin korkusu esas olarak işçi ve emekçilerin öfkesinin er geç kendisine yöneleceğinibilmesindendir. Devrimci irade ile saldırılar göğüslendiği sürece, işçi ve emekçilerin mücadelesinin büyümesinin önüne

geçilemeyecektir. 37

Page 38: EG 113. sayı

38

“Mustafa” belgeselinin gösterime girdiği songünlerde gözler bir kez daha M. Kemal’e, dolayısıylaonun liderlik ve ulusal kahramanlık kültüyle birliktekişilik özelliklerine çevrilmiş bulunuyor. Küreselekonomik kriz, Ergenekon davası, KuzeyKürdistan’daki gelişmeler derken filmi ile gündemegirmeyi başaran Can Dündar “Fikriye”, “Sarı Zeybek”gibi belgesellerinden sonra bir kez daha M. Kemal’i veKemalizmi devlet, bürokrasi, aydın-entelektüel tabakanezdinde tartıştırmayı başarmış durumda. “Mustafa” tartışmasına ve taraflarına geçmeden önce

belgeselin içeriğine ve Dündar’ın deyimiyle“doldurduğu boşluğa” bakmak yararlı olacaktır.

Atatürk’ten Mustafa’ya!

1930’lardan günümüze Kemalizm hep bir“ellemeyin kırılır” ideolojisi olarak kalmıştır. Marksist-Leninist dünya görüşü, toplumsal

gelişmeleri bilimsel bir yöntemle inceleyip yorumlar veönder konumundaki kişileri de bunun içinde bir yereoturturken, burjuva ideolojisi bunun tam tersini yapar.Devrimci önderler eksiklikleri ve üstünlükleri ile bellitarihsel koşulların ürünü iken, böyle süreçlerde ortayaçıkan burjuva önderleri gereğinden fazla abartılır, eksiğigediği olmayan kahramanlara çevrilir. Bundan dolayıdırki, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Mustafa Kemalve Kemalist ideoloji tartıştırılmamış, “tabu” halinegetirilmiştir.“Mustafa” belgeselinin gayesi “insan” Mustafa’yı

anlatmak olarak belirtiliyor. Onun da nihayetinde insanolduğu, sigara kullanıp her gün bir büyük rakıyıdevirebildiği, aşkları, hırsları ve yalnızlıkları olduğuseyircinin gözüne sokulmak isteniyor. Resmi ideolojininözüne hiçbir biçimde dokunulmadan, yalnızca busınırlarda onun dışına çıkılıyor. Seyirci karşısında, M.Kemal’in “bilmediğimiz yönleri”yle birlikte hayatınailişkin ne varsa bir çırpıda anlatmak isteyen bir filmbuluyor.

Kemalizmin ideolojik yükü...

M. Kemal’i içerisinde bulunduğu tarihselkoşullardan yalıtarak onun dönemsel politikalarınadokundurmalar yapmak belgeselin “özünü”, dolayısıylaC. Dündar’ın “niyetini” tartışmaya açmış bulunuyor.Önemli toplumsal gelişmelerin yaşandığı, laik-anti laikadı altında düzen içi çatışmaların şiddetlendiği birdönemde ideolojik yükünden kurtulmuş birKemalizm’dir sunulmak istenen.Bir türlü dikiş tutmayan burjuva Kemalist ideolojiye

taze kan sunmak amacıyla böyle bir belgesel çekildiği

açıktır. Can Dündar’ın kendisi de filminin “Kemalizmeyeni bir hayat öpücüğü” olduğunu söylüyor. Dündar,hiçbir zaman alt sınıflara yakın olmayan Kemalizmi“başkalaştırarak” anlatma kaygısı güdüyor. Burjuvacumhuriyetin kuruluşunu izleyen yıllarda bir tür “devletkapitalizmini” yaratmaya çalışan Kemalizm, yerininAvrupalı kapitalist devletlerin yanı olduğunu hervesileyle belirtmiştir. Emekçi yığınların hak ve özgürlüktaleplerine yanıtı ise baskı ve sindirme olmuştur.Mustafa Suphi’lerin daha ilk adımda Karadeniz’dekatledilmesi, Kürt isyanlarının kanla bastırılması,işçilere sendikal hak ve özgürlüklerin tanınmaması vb.,Kemalist ideolojinin ne olduğuna açıklık getirmektedir. Belgeselin bir bölümünde M. Kemal yıllar sonra

İstanbul’a döndüğünde, yanındaki Hamdullah Suphi’yedönerek: “Bu halk bağrına basmayı bildiği gibi yeri,geldiğinde linç etmesini de bilir” diyor. Belgeseldeböyle bir diyalog geçince kıyametlerkopabiliyor,“Atatürk diktatör müydü yani” diye ciddiciddi tartışılabiliyor. M. Kemal’i tek başına bir kişilikolarak sorgulanmasından öte, temelleri onundöneminden atılan resmi ideolojinin ve bu eksenüzerinden Kemalizmin sorgulanması gerekiyor. Etnik kimlikleri, kültürleri ve dilleri asimile eden

“tek millet, tek devlet, tek bayrak” anlayışı burjuvacumhuriyetin bütün bir tarihine damgasını vurmuştur vebugün de sürmektedir. Koca bir halk hala yoksayılmakta, inkâr ve imhaya tabii tutulmaktadır. Eğergerçek bir Kemalizm tartışması ve resmi ideolojihesaplaşması yapılacaksa, bu temeller üzerindeyapılmalıdır. Belgeseldeki diğer bir polemik konusu olan M.

Kemal’in “Kürtlere yerel özerklik verilmeli” söylemiise, önümüzdeki günlerde çeşitli çevrelerce liberal hamhayallere konu olmaya adaydır.

Kemalizm’in iflası

Son olarak Can Dündar, “Mustafa” belgeselininyapımında Genelkurmay arşivindeki Atatürkgünlüklerinden faydalandığını belirtiyor. Kimseleringiremediği böyle bir arşivin kapıları nedense CanDündar’a sonuna kadar açılıyor. Faşist ideolojinin kalesiolan kurum ve kuruluşlar Dündar’ın Mustafabelgeselinde sorun görmüyorsa, açıktır ki film, bugünartık çürümüş bulunan burjuva cumhuriyetin ulusalkahramanı M. Kemal’i “allayıp pullayarak” sunmaprojesidir ve çok yönlü bir kriz içinde debelenen düzenbundan yarar ummaktadır. Bu sefer M. Kemal’e bakılanpencere biraz farklı olsa da içinde bulunan odalar herzamanki gibi aynıdır.

A. Direnç

“Mustafa”: Nefesi kesilen burjuvaideolojiye

“hayat öpücüğü”!

Marksist-Leninistdünya görüşü,toplumsal gelişmeleribilimsel bir yöntemleinceleyip yorumlar veönder konumundakikişileri de bununiçinde bir yereoturturken, burjuvaideolojisi bunun tamtersini yapar.Devrimci önderlereksiklikleri veüstünlükleri ile bellitarihsel koşullarınürünü iken, böylesüreçlerde ortayaçıkan burjuvaönderleri gereğindenfazla abartılır, eksiğigediği olmayankahramanlara çevrilir.

Page 39: EG 113. sayı
Page 40: EG 113. sayı