eg 124. sayı

40

Upload: ekim-gencligi

Post on 28-Mar-2016

232 views

Category:

Documents


2 download

DESCRIPTION

Ekim Gençliği 124. sayı / Mart 2010

TRANSCRIPT

Page 1: EG 124. sayı
Page 2: EG 124. sayı
Page 3: EG 124. sayı

3

Sermaye düzenine karşı öfkemizin bilendiği,katliamlar ve mücadele tarihi ile anılan Mart ayındayız.8 Mart’ın 100. yılında prangalarını parçalayarak yürüyenişçi ve emekçi kadınların yükselen sesiyle bahara girdik.12 Mart Gazi, 16 Mart Beyazıt ve Halepçekatliamlarının yıldönümlerini geride bırakırkenunutmadığımızı ve hesap soracağımızı haykırarakilerliyoruz. Newroz ateşlerini bu sene süregiden baskı veimhaya inat daha da harlayacağız. Ve Mart’ın 30’undaKızıldere şahsında bir kez daha katliamcı sermayedüzenine karşı kavganın sürdüğünü göstereceğiz.

Mart’tan Mayıs’a yürürken gençlik mücadelesinindinamiklerini ortaya çıkartmaya çalışıyoruz. Gençliğinkarşı karşıya bulunduğu ve her geçen gün artansorunlara karşı bahar dönemini en iyi şekildedeğerlendirmek sorumluluğuyla hareket ediyoruz. Buaçıdan sınıf hareketinin oluşturduğu atmosfer, önemli birolanak olarak karşımızda duruyor. Türkiye’de vedünyada süregiden grev ve direnişler hızla duyarlıgençlik kitlelerinin ilgi odağına dönüşüyor. ÖzellikleTEKEL direnişi tüm toplumsal kesimleri taraflaştırmışve harekete geçirmiştir. TEKEL direnişi aynı şekildegençliğin de gözünü diktiği, sınıfa olan güveninitazelediği bir süreçtir. Sınıf mücadelesinin politik vemoral kazanımlarından da aldığı güçle gençlik, karşıkarşıya kaldığı saldırılara ve kapitalist sömürü düzeninekarşı mücadeleyi büyüterek bugünden 1 Mayıs’ahazırlanmalıdır.

İşçi ve emekçiler sömürü ve hak gasplarınakarşı yürünmesi gereken yolu gösteriyor!

Kapitalizm krizinden çıkış yolları ararken gençliğiekonomik, sosyal, kültürel çok yönlü saldırılarlakuşatma altında tutuyor. Sermaye iktidarı gündemdetuttuğu saldırı dalgasıyla gençliği biraz daha yıldırmayı,mücadeleyi biraz daha pasifize etmeyi amaçlıyor. Bugündüzenin bu yönlü hamlelerini boşa düşürebilmek,gençliğin önündeki en temel sorunlardan biridir. Gençlikhareketinin, kuşatmayı yarıp saldırı dalgasınıpüskürtebilmesi, sınıf ve emekçi kitle hareketiningidişatıyla da yakından alakalıdır. TEKEL’in de yarattığıatmosfer sayesinde yeni bir canlanma dönemiyle karşıkarşıyayız. Krizin sonuçlarına karşı mücadeleyi seçenişçi ve emekçiler işgal, grev ve direnişlerle kapitalistsömürüye boyun eğmediklerini gösteriyorlar. Türkiyeözeline baktığımızda da başta TEKEL direnişi olmaküzere birçok sanayi havzasından yükseltilen mücadeleile baharın kavga ateşiyle ısınacağı bugünden görülüyor.

Ocak-Şubat aylarının ısınmasında muazzam bir roloynayan TEKEL direnişi, bir adım daha ileriyesıçrayacakken sendikal bürokrasiye takıldı. Devletin vesendikal bürokrasinin ayak oyunlarıyla birlikte direnişalanı boşaltıldı. Ama TEKEL işçileri mücadelede ısrarlıolduklarını döndükleri illerde gerçekleştirdiklerieylemlerle gösteriyorlar. Sendikal bürokrasinin eylemibitirme manevrasının bir parçası olarak aldığı 1 Nisan ve26 Mayıs kararları, bu koşullarda çok daha önemli halegeliyor. Bilindiği gibi 1 Nisan’da temsilen 1000 TEKELişçisi Ankara’da olacak. 26 Mayıs’ta ise “genel işbırakma eylemi” yapılacak. 26 Mayıs’a tabandan gerçekbir hazırlığı ve “Genel grev genel direniş” çağrısıylayüklenmeyi, ilkin 1 Nisan’ın bürokrasinin denetimindenkurtarılarak gerçek bir kitlesel eylem gününedönüştürülmesi, ardından da 1 Mayıs’ın birleşik,kitlesel, devrimci bir temelde bu çağrıya bağlanarakörgütlenmesi sağlayabilir.

TEKEL işçilerinin 4/C ve işsizlik tartışmalarıüzerinden “Geleceksiz yaşam-güvencesiz çalışma”sorununu yeniden tüm işçi ve emekçilerin gündeminetaşımış olması, sürecin örülmesinde önemli birortaklaşma ve birlikte hareket etme zeminidir. Aynışekilde direnişin politik ve moral kazanımlarınıntoplumdaki tüm mücadele dinamiklerine maledilmesininde yolunu açmıştır. Bu, gençliğin sürecin örülmesindeve gerçekleşecek eylemlerde militan ve kitlesel birşekilde yer alması için önemli bir olanaktır. Keza budönem, sözkonusu eylem sürecinin de etkisiyle biryandan gençliğin bellibaşlı gündemlerinin genişyığınlara taşınabileceği, diğer yandan gençliğin sınıflabağını geliştirebileceği bir süreçtir.

Artan baskı ve saldırılarla, gençlikmücadelesinin dizginlenmesi

hedeflenmektedir!

Dünyanın dört bir yanında krizin faturasını kabuletmeyen işçi ve emekçiler ile Avrupa’da sosyal yıkımsaldırılarına ve geleceksizliğe işgallerle yanıt verengençlik, yürünmesi gereken yolu açıkça gösteriyor.Türkiye’de ise gençliğin tepkisinin yeterince eylemliliğedökülebildiğini söylemek mümkün değil. Ekonomiksaldırıların ve baskıcı uygulamaların gençlik açısındanda en yoğun yaşandığı ülke olmasına rağmen bu böyle.Eğitim yılı başlarken %500’lere varan harç zammınıntelaffuz edilebilmesinin, sonrasında püskürtülse de birkarar olarak açıklanmasının nedeni son yıllardakidurağanlıktı. Soruşturma-uzaklaştırma saldırısınınüniversitelerde pervasızca uygulanması ise gençlikhareketinin mevcut tablosu üzerine sermayeninkeyfiliğinin vardığı en uç boyutu gösteriyor.

Harç zamları süreciyle gençlik hareketinin içindebulunduğu durağanlık biraz kırılmış olsa da gerçekanlamda silkelenip kalkmış bir gençlik mücadelesindenbahsedemeyiz. Harçlardan ulaşıma, yemekhanedenyurtlara sürekli gelen zamlarla öğrenci gençliğinyaşadığı ekonomik sıkıntılar katlanarak büyüyor. Eğitim

Kızıla boyanmış Mart’tan Mayıs’a baharın kavga ateşiyle sokağa, eyleme,

mücadeleye!

26 Mayıs’a tabandangerçek bir hazırlığı ve

“Genel grev geneldireniş” çağrısıylayüklenmeyi, ilkin 1

Nisan’ın bürokrasinindenetiminden

kurtarılarak gerçek birkitlesel eylem gününe

dönüştürülmesi,ardından da 1 Mayıs’ın

birleşik, kitlesel, devrimcibir temelde bu çağrıya

bağlanarak örgütlenmesisağlayabilir.

Page 4: EG 124. sayı

4

alanını temel bir kâr alanı olarak gören sermaye, baştaparalı eğitim uygulamaları olmak üzere ticarileştirmeadımlarını hızlandırıyor. Ticarileşmenin geldiği boyutlabirlikte işçi-emekçi çocuklarının eğitim “hakkı” gözgöre göre gasp ediliyor.

Krizle birlikte artan işsizlik ise üniversiteden mezunolduktan sonra gençliğin karşı karşıya kalacağı tabloyubir kez daha gözler önüne sermiş oldu. Gençlikkapitalizmin girdaplarına çekilerek karanlık bir geleceğesürükleniyor.

Öte yandan kapitalizmin krizini de atlatmanın biryolu olarak sermaye, emperyalist işgal ve savaşlarıngölgesindeki toprakları genişletiyor. Yeni saldırıplanlarıyla başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın birçokyerinde halklar, emperyalist savaşların gölgesinde açlığave yoksulluğa sürükleniyor. Türkiye’deki sermayeiktidarı da emperyalistler açısından önemli bir üsolmasının sorumluluğuyla hizmetlerine devam ediyor.

Yeni dönemde Ortadoğu ve Kafkaslarda etkintaşeronluk-uşaklık koşulu olarak öne sürülen adımlar,sermaye iktidarının emperyalistlere hizmet aşkının birgöstergesi olarak atılmaya çalışılıyor. Emperyalistpolitikalarla uyumlu hale gelmenin önünde engeloluşturan sorunlardaki (Kürt sorunu, Ermeni meselesi,Kıbrıs vb.) gelişmeler bu çerçevede bir anlam taşıyor.Şüphesiz bu adımlar içinde son bir yıldır en çok öneçıkanı “Kürt açılımı” idi. Kürt halkının mücadelesinibitirmek, silahlı Kürt direnişini tasfiye etmek amacıaçıkça dillendirilen “açılım” safsatası daha ilkevrelerinde Kürt halkının militan eylemlerine çarptı.Direnç gösterilmesi karşısında azgınca saldırılarıyoğunlaştıran AKP şahsında düzen ve devletin gerçekyüzü yeniden teşhir oldu. Ev ve yurt baskınlarındanDTP’nin kapatılmasına, gözaltı ve tutuklamalardanKürdistan dağlarının bombalanmasına kadar yoğunsaldırılarla imha ve inkar politikaları tam hız sürüyor. Buarada “açılım” Avrupa’da da yansımalarını buluyor.Belçika’da Roj TV binası da dahil 25 kuruma eş zamanlıbaskın yapılması, gözaltı ve tutuklamalar buyansımaların sadece bir kısmı…

Diğer yandan sermayenin kendi içi iktidar ve rantkavgası da sürüp gidiyor. Rejim krizi olarak süregelençekişmenin son halkası Balyoz Operasyonu oldu.Elbette sermaye güçleri, düzenin selameti açısındanbunu gündem saptırmanın ve toplumu sahte kamplaretrafında taraflaştırmanın aracına çevirmeyeçabalıyorlar. Gençliğin düzenin gerici kliklerineyedeklenmesi, bu çabanın en can alıcı boyutlarındanbirini oluşturuyor. Özcesi bir yanda işçi ve emekçileredönük saldırılar, bir yanda grev ve direnişlergündemdeyken bir kez daha işçiler, emekçiler ve gençlikkendi sorunlarına ve mücadelesine yabancılaştırılmayaçalışılıyor.

Tüm bunların üzerine gençlik, suskunluğunkaranlığına hapsedilmek isteniyor. Siyaset hakkı elindenalınarak sürüleştirilme dayatılıyor. Bu uğurda üniversitegençlik mücadelesine karşı son yıllarda en çokkullanılan saldırı silahı soruşturma ve cezalardır.Üniversiteleri suskunluğun kalelerine dönüştürmek için,üniversitelerde atılan her adıma soruşturma açılıyor,öğrenciler cezalarla üniversitelerin dışına itiliyor. Oyüzden soruşturma ve ceza terörü gençliğin yüklenmesigereken en temel gündem olarak karşımızda duruyor.Öyle ki bu sorun çalışmanın temel bir gündemi halinegetirilmediği takdirde karşımızdaki tüm gündemler deişlenemez hale geliyor. Soruşturma ve ceza terörünü biryerden püskürmenin, demek oluyor ki okullarda siyasethakkının kazanılmasının yolu, gençliğin karşısındakisaldırıları mücadele gündemlerine dönüştürürken bugerçeği bir an akıldan çıkarmamaktan geçiyor.

Mücadeleyi ilmek ilmek örmek için ısrar veirade ile yol yürünmelidir!

Açıktır ki soruşturma-cezalar, faşist saldırılar, polis-ÖGB terörü, disiplin yönetmelikleri vb. iledizginlenmeye çalışılan gençliğin mücadelesidir. Buablukayı parçalamanın yolu, 1 Mayıs’tan 26 Mayıs’a2010 baharını soruşturma-ceza terörüne, ticari eğitime,geleceksizliğe karşı bir sürece dönüştürmektengeçmektedir. Her şeye rağmen gençlik hareketi, sınıflakuracağı bağlar ve sınıf hareketinden aldığı dinamizmlehak arama mücadelesinde bir çıkış yaratabilmeninkoşullarına her zamankinden daha yakındır.

Bu bahar döneminde mücadeleyi ilmek ilmek örmekiçin gençlik ilk elden karşısındaki baskı ve yasakcenderesini parçalamayı, mücadele dinamiklerinisindirmeye çalışan her türlü uygulamayı püskürtmeyihedefleyen bir bakışla hareket etmelidir. Burada sürecigöğüsleme noktasında gençlik örgütlerine fazlasıylagörev düştüğünün altını çizmeden geçemeyeceğiz.Hareketin gerileyen tablosunda temel paylardan birini,gençliğin gündemlerine ve gençlik mücadelesininalanlarına yabancılaşmış gençlik örgütleri gerçeğioluşturmaktadır. Bu süreçte ataletten kurtularak,gençliğin birleşik, kitlesel, devrimci hareketiniyükseltme sorumluluğunu omuzlamak, solda yer alantüm gençlik örgütlenmelerinin ertelenemez görevidir.

Genç komünistler bahar döneminde, sınıfdevrimciliğinin gençlik içerisindeki temsilcisi olmanıngetirdiği sorumlulukla güne yüklenmedirler. Bu süreçtegenç komünistler çubuğu kendilerine bükmeyi,eksiklikleriyle hesaplaşmayı da başarmalıdırlar.Eksikliklerimizi aştığımızda, ısrar ve irade ile güneyüklendiğimizde gençliği geleceğe kazanma yolunda biradım daha atmış olacağız.

Genç komünistlerbahar döneminde,sınıf devrimciliğiningençlik içerisindekitemsilcisi olmanıngetirdiği sorumluluklagüne yüklenmedirler.Bu süreçte gençkomünistler çubuğukendilerine bükmeyi,eksiklikleriylehesaplaşmayı dabaşarmalıdırlar.

Page 5: EG 124. sayı
Page 6: EG 124. sayı

2009-2010 öğretim yılının başından beri artan soruşturma-cezaterörüne karşı İstanbul’da üniversite öğrencileri Eğitim Hakkıİnisiyatifi’ni kurdular.

2009-2010 eğitim yılının ilk dönemi İstanbul Üniversitesi,İstanbul Teknik Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, Yıldız TeknikÜniversitesi’nde soruşturma ve ceza terörü ile sonlanmıştı. Aratatilde Ekim Gençliği’nin çağrısıyla İstanbul merkezli siyasetlertoplantısı alınmaya başlandı. Gerçekleştirilen toplantılardasoruşturma ve ceza terörüne karşı neden ortak bir çalışmaya ihtiyaçolduğu ve bu çalışmanın kapsamının ne olması gerektiği tartışıldı.Bu çerçevede bugün soruşturma ve ceza terörünü geripüskürtebilmenin üniversitede faaliyet yürütebilmenin teminatıolması açısından yaşamsal olduğu vurgulandı. Soruşturma vecezalara karşı yürütülecek çalışmaların bağımsız, soruşturma-cezateröründen etkilenmemiş öğrencilerin ilgisini çekmeyeceğitartışması üzerine ise soruşturma ve cezalara karşı yapılacakçalışmalarda öncelikle öğrencilerin neden bu saldırılara maruzkaldığının iyi ifade edilmesi ve yapılan çalışmaların güncelkonularla birlikte işlenmesi gerektiği vurgulandı. Bizlere bugünTEKEL işçilerinin özlük hakları için gösterdikleri direnişin örnekolması gerektiği, birleşik bir mücadele ile soruşturma ve cezaterörüne karşı TEKEL işçileri gibi direnebilme iradesinigöstermemiz gerektiği söylendi.

Siyasetlerin yaptığı toplantılarda bu sürecin en geniş bileşenlebirlikte örülmesi gerektiği önerisiyle birlikte sürecin açıktoplantılarla yürütülmesine karar verildi. Ara tatilde olunmasınarağmen soruşturma, ceza terörünün yaşandığı MarmaraÜniversitesi’nden öğrencilerin, İTÜ Maçka Öğrencileri’nin, YTÜÖğrencileri’nin katıldığı toplantılar gerçekleştirildi. İTÜ MaçkaKampüsü’nde hazırlık öğrencileri yemekhane gibi güncelsorunlarına karşı oluşturdukları birlikteliği, yapılan yemekhanekampanyasının ardından TEKEL ve soruşturma terörü gündemleriile devam ettirdikleri çalışmaları Eğitim Hakkı İnisiyatifi’ninparçasına dönüştürdüler. YTÜ’de 2009-2010 eğitim yılının başındanberi yoğun olarak yaşanan soruşturma ve ceza terörüne karşıoluşturulan YTÜ Öğrencileri’nin Eğitim Hakkı İnisiyatifi’nintoplantılarına katılmaları tartışmaların canlı geçmesine vedeneyimlerin paylaşılmasına olanak sağladı. MarmaraÜniversitesi’nden öğrenciler ise yaşadıkları faşist saldırılara karşıbir birlikteliğin oluştuğunu, ancak bu birlikteliğin saldırıları geripüskürtme sürecine sıkıştığını, ileriye taşınmadığını aktardılar. Açıktoplantılarda siyasetlerin aksine örgütsüz öğrenciler konuyusahiplendiklerini belirttiler ve tek başlarına da olsa bir çalışmayürütmekte kararlı olduklarını ifade ederek çalışmaya aktif birşekilde katıldılar.

Açık toplantılarda gerçekleştirilen tartışmalar sonucundasoruşturma ve ceza terörünün geri püskürtülebilmesi noktasındabirleşik bir mücadele verilmesi gerektiği konusunda ortaklaşıldı.Somut kazanımlar elde edebilme noktasında hukuki süreçlerinyanında asli olarak güçlü bir kamuoyu yaratabilmenin gerekliliğitartışıldı. Bu noktada meslek odalarının, sendikaların, demokratikkitle örgütlerinin, aydınların taraflaştırılabilmesinin önemi üzerindeduruldu. Çalışma ile ilgili somut önerilerde ise ortak bir basınaçıklaması ile oluşturulan birlikteliğin deklare edilmesi, bununardından ise geçtiğimiz sene YTÜ’de ceza terörü ile kapıda kalanöğrencilerin gerçekleştirdikleri Alternatif Üniversite benzerikurguların İstanbul’daki üniversiteleri gezecek şekilde

kurgulanabileceği kararlaştırıldı. Üniversitelerde yürütülecekfaaliyetlerde ortak bir araç olarak ise fanzin şeklinde kurgulanacakbir yayın belirlendi. Fanzinin soruşturma-ceza sürecini, baskı veyasakları ele alan bir materyal olabileciği, ayrıca yerellerdeyürütülen çalışmalar kapsamında yerellerin kendi fanzin vb.araçlarını da geliştirilebileceği kararlaştırıldı.

Çalışmanın kapsamı ve kullanılacak araçlar ana hatları ilebelirlendikten sonra birlikteliğin ismi üzerine tartışmalar yürütüldü.Yapılan tartışmalarda “Üniversite Öğrencileri” gibi genel birbaşlığın yerine birlikteliğin amacını yansıtan bir ismin tercihedilmesinin daha doğru olacağı belirtildi. İlk aşamada önerilen“Soruşturma ve Ceza Karşıtı Platform” ismi üzerine bu birlikteliğinsadece soruşturma ve cezalara karşı değil, başta eğitiminticarileştirilmesi olmak üzere yaşadığımız tüm sorunlara karşı birbirliktelik olduğunun öne çıkarılması gerektiğinde ortaklaşıldı. Buçerçevede birlikteliğin ismi “Eğitim Hakkı İnisiyatifi” olarakbelirlendi. Fanzinin her sayısında da gündemine göre bir başlıkbelirlemesi kararlaştırıldı. İlk fanzinin başlığı “Eğitim Hakkıİnisiyatifi: Soruşturma ve Cezalara Karşı TEK‘EL’ Olalım!”şeklinde belirlendi.

Fanzinin içeriği ile ilgili yapılan tartışmalar sonucunda 4 konubaşlığı saptandı. Maçka Öğrencileri “İki ayı aşkındır direnenTEKEL işçilerine bin selam!” başlıklı bir yazı, YTÜ’den bir öğrenci“Dikkat! “Düşünce” ve “ifade” özgürdür!” başlıklı bir yazı,Marmara Üniversitesi Nişantaşı Kampüsü’nden bir öğrenci“Psikolojiyi bozmak üzerine tasarlanmış bir harekat planı” başlıklıyazıları hazırladılar. Ayrıca Eğitim Hakkı İnisiyatifi adına 2010yılında soruşturma ve cezaların tablosunu veren bir yazı hazırlandı.

Eğitim Hakkı İnisiyatifi olarak üniversitelerde “Soruşturmalar-cezalar geri çekilsin! Eğitim hakkımız engellenmez!” şiarlı bildirilerve fanzin yaygın bir şekilde kullanılmaya çalışıldı. 3 Mart Çarşambagünü de Eğitim Hakkı İnisiyatifi, cezaların uygulandığı, kapınınönünde direnişin sürdüğü YTÜ’de ilk eylemini gerçekleştirdi. YTÜana giriş kapısı önünde bir araya gelen öğrenciler basın açıklamasıile sürece dair ilk sözlerini söylediler. Basın açıklamasının ardındanyapılan forumla süreç üzerine sohbet edildi.

Eğitim Hakkı İnisiyatifi, “… bulunduğumuz üniversitelerdemücadeleyi büyüteceğiz. Sesimizi boğamayacaklar!” diyerek busüreçteki gelişmelere eylemlerle, cezalara direnişlerle yanıt vermehedefiyle hareket edecek.

İstanbul Ekim Gençliği

İstanbul’da soruşturma ve cezalara karşı “Eğitim Hakkı İnisiyatifi” kuruldu!

Page 7: EG 124. sayı

Türkiye’nin birçok üniversitesinde öğrencilere dönük soruşturma veceza terörü artarak sürüyor. Bu saldırıları püskürtmek için İstanbulcephesinden atılmaya çalışılan adımlar sırasında gençlik örgütleriningerçekliğini ve hareketi yükseltme noktasındaki iddialarını bir kez dahagörmüş olduk.

İstanbul’da yürütülen toplantılara TKP, Gençlik Muhalefeti, GençlikFederasyonu, DGH, SGD, DGB, Kaldıraç, TÜM-İGD, DPG katıldı. Bubileşenlerden bir tek Kaldıraç hala sürecin merkezi noktada bir parçasıolarak hareket etmektedir. İlk toplantıda TKP temsilcisi, soruşturmalarınkendilerinin de gündemi olduğunu ifade ederek, bu sürece dairkendilerinin bir çalışması olduğunu söyledi. Ortak çalışma yürütmeyidüşünmediklerini belirtti. TKP’li Öğrenciler, sorunu kendinden menkulgören bu yaklaşımından kaynaklı daha sonraki toplantıları takip etmedi.SGD, geldiği iki toplantıda bu sürecin örgütleyicisi olacaklarını ifadeetmesine rağmen, daha sonraki hiçbir toplantıya katılmadı.

Tartışmalara katılan gençlik örgütleri soruşturma ve ceza saldırısınınönemli olduğunu, birçok üniversitede karşımıza çıktığını belirterek busaldırıya karşı ortak mücadelenin önemi noktasında hemfikir olduklarınıbelirttiler. Ne var ki bu yönlü konuşmaların ardı sıra toplantılar sürecindenteker teker ayrıldılar. Bu ayrılmaların bir kısmı siyasetler toplantılarıaşamasında, bir kısmı da siyasetler toplantısında alınan kararla birlikteaçık toplantılara dönüştürülmesinin hemen ardından gerçekleşti. GençlikMuhalefeti, Gençlik Federasyonu ve TÜM-İGD’nin, Eğitim Hakkıİnisiyatifi’nin parçası olan YTÜ Öğrencileri ve Maçka Öğrencileriçalışmaları üzerinden temas noktalarının devam ettiğini söyleyebiliriz.Ama bu pratik de gençlik örgütleri tarafından saldırının boyutununanlaşılmadığını göstermektedir.

Süreçten ayrılan siyasetler bu gündemin önemli olmasıyla birliktebaşka gündemleri olduğuna dair açıklamalarda bulundular ya da içgündemleri olduğunu ifade ederek ayrılmak yolunu tuttular. Çoğununifade ettiği, o süreçte gündeme oturmuş olan TEKEL direnişineyoğunlaştıklarıydı. Oysa gençlik cephesinde TEKEL direnişine gerçek biryoğunlaşmanın yolu dahi, suskunluk kamplarına dönüştürülenüniversitelerdeki soruşturma-uzaklaştırma terörüne karşı mücadeleyledolaysız bir şekilde kesişmekteydi. Bu ikincisini hedefe koymadanherhangi bir konuda, gündemde, sorunda bir yoğunlaşmadan sözedilmesinin gerçekte bir önemi yoktur. Zira herhangi bir konuda doğrudüzgün bir siyasal çalışma ve etkinlik, dosdoğru soruşturma-uzaklaştırmaduvarına çarpmaktadır. Herhangi bir konudaki çalışmanın sınırları da busaldırıyla mücadelenin ne oranda göze alınıp alınmadığı ya da yürütülüpyürütülmediği tarafından belirlenmektedir. Şüphesiz TEKEL Direnişigündeme girdiğinden itibaren genç komünistlerin doğal olarak üzerindebüyük bir hassasiyetle durdukları ve yoğunlaştıkları bir gelişme oldu.Fakat onların bu konudaki çalışması, soruşturma-uzaklaştırma saldırısınakarşı mücadelelerinin düzlediği en geniş sınırlarda yürütülmeye çalışıldı.Başkaları gibi “yoğunlaşıyoruz” deyip, soruşturma-uzaklaştırma sopasınınçizdiği sınırlarda bir şeyler yapmayı işten saymadılar. Yapılabilecekleri engeniş haliyle hayata geçirmeye çalıştılar.

Soruşturma-uzaklaştırma konusunda ortak bir sürecin örülmesinde deüniversitelerdeki örgütsüz öğrenciler (soruşturmalara maruz kalmış olsunya da olmasın) birçok örgütten daha ileri bir tutum ortaya koymuşlardır.Bu bile aslında sorunun sadece sınırlı bir azınlığın sorunu olmadığını veörgütsüz ileri kesimler tarafından bile sahiplenilen bir çalışma olduğunuda göstermiştir.

Bu dönemle birlikte İstanbul’da başlatılan süreç gençlikhareketindeki öznelerin gerçeklikleriyle bir kez daha yüzleştirmiştir.Bugün gençlik hareketinin en büyük sorunlarından biri mevcut parçalıtablodur. Sermayenin çok yönlü saldırıları artmakta ve son dönemebaktığımızda yoğunlaşan sorunların karşısında ısrarlı, kararlı ve birleşikbir zeminde ilerleyen mücadele perspektifi oluşturulamamaktadır.Yaşanan saldırılar karşısında dağınık ve parçalı tablonun devam etmesiher geçen dönem hareketin daha gerilediği bir durumu ortayakoymaktadır. Saldırılar karşısında bir bütün olarak davranılamadığındanrefleks oluşturma, geriye püskürtme iradesiyle hareket etmekten fersah

fersah uzaklaşılmıştır. Ve gençlik içindeki özneler birlikte hareket etmeyetisini kaybettiğinden, sermayenin, karşısında paramparça duran birgençliğe dönük saldırıları sürekli artış halindedir.

Bu süreçte anlaşılması zor bir yaklaşım da Eğitim-Sen’den gelmiştir.Kendi payımıza soruşturma-ceza süreçlerinde Eğitim-Sen ile ortakhareket etme noktasında çaba sarf ettik. Bu sene soruşturma ve ceza alanakademisyenlerin de olmasından dolayı, bu sorunla doğrudan da muhatapolan öğretim görevlileriyle ortak bir süreç örme önerimizi sunduk. AmaEğitim-Sen, ortak iş yapma noktasında ısrarla mesafeli durmanın yanısırabu dönem gerçekleşen eyleme desteğe bile katılım göstermedi. Eğitim-Sen ve Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği olarak bu konuya dair kendibaşlarına bir açıklama yapmayı tercih ettiklerini bildirdiler.

Sermaye, bilimsel ve teknolojik gelişme bakımından arka bahçesinedönüştürdüğü üniversitelerden devrimci siyaseti, ilerici görüşleri dışarıiterek, tek bir sesin, sermayenin sesinin yükselmesini istemektedir. Bunukırabilmenin tek yolu, ısrarlı ve iradeli bir şekilde üniversiteleriniçerisinde faaliyete devam etmek ve en geniş birliktelikle yolyürüyebilmektir.

Soruşturma ve ceza terörüne karşı birleşik bir mücadele hattı yakıcı bir ihtiyaçtır!

Burada toplantılarda da ifade ettiğimiz bir noktayı vurgulamakistiyoruz. Bizler gençlik örgütleri olarak, gençlik hareketini ileriyetaşımak, gençliğin gündemleriyle veya toplumsal gündemlerle genişgençlik yığınlarını buluşturmak, gençliği örgütlemek hedefiyle hareketediyorsak bu iddiaya uygun bir şekilde davranmalıyız. Soruşturma veceza terörü bugün gençlik mücadelesinin geriletilmesini ve devrimcifaaliyetin engellenmesini hedeflemektedir. Devrimci-demokrat-yurtseveröğrencileri üniversitelerin dışında bırakarak, öğrenci kitlesiyle kurulanbağın zayıflaması istenmektedir. Bugün bu saldırının hedefi bu kadaraçıkken bu saldırıyı boşa düşürmenin temel bir ihtiyaç olduğu gün gibiortadayken gençlik örgütlerinin yeterince çaba sarf etmemesidüşündürücüdür. Bu saldırının kapsamının, arka planının anlaşılmadığınıgöstermektedir.

“Öncelikli” gündemlerimizin her birini işlemek için öncelikle busaldırı karşısında durabilmek gerekmektedir. Bu sorun sadece birkaçdevrimci öğrencinin YÖK’ten atılması, okuldan uzaklaştırılması değildir.Bu saldırı mücadelenin toplamınadır, gençliğin taleplerinedir, buradandoğru da geniş gençlik kesiminedir. Ve bizler bilmeliyiz ki tüm“öncelikli” gündemlerimizin önüne soruşturma ve cezalar birer setçekmektedir.

Daha önceki yıllarda ortaya çıkan tablo İstanbul cephesinden halaaynıdır. Devletin bu yönlü saldırısı her geçen gün yoğunlaşırkengörülmektedir ki saldırı ya da yarattığı sonuçlar aslında kanıksanmıştır.Bundan dolayı da hareketsiz kalmak olağan gelmektedir. Bu saldırı sadeceİstanbul’u kesen bir sorun da değildir. Türkiye’nin birçok üniversitesindebu saldırı temel bir gündemdir. Bu noktada merkezi bir hat belirlemek acilbir ihtiyaçken sorunun üzerinden atlanmaktadır. Karşımızdaki bu saldırıyakarşı topyekün hareket edilmeli, üniversitelerde yürüyen çalışmalar ilmerkezli bir kampanya ile sürdürülmelidir. Yanısıra İstanbul’da yürüyençalışmanın farklı illerde süren soruşturma-ceza karşıtı çalışmalarla bağkurması da önemli bir ihtiyaç olarak durmaktadır.

Bu birlikteliğin sınırları sadece gençlik örgütlerinin yan yana gelmesiya da öğrenci gençliğin sınırlarında bir muhalefet de değildir. Toplumunbirçok kesimi bu gündem ekseninde taraflaştırılabilmeli, tutumunu ortayakoyması sağlanmalı, yürütülen çalışmanın aktif parçası olarak hareketettirilebilmelidir. Soruşturma-uzaklaştırma saldırısının gençlik hareketinisavurduğu vahim tabloda, işin bu yanı çok daha yaşamsal bir önemkazanmıştır. Buradan bir kez daha gençlik hareketini yükseltme vesermayenin saldırılarını püskürtme iddiası taşıyan gençlik örgütlerinisoruşturma ve ceza terörüne karşı mücadeleyi omuzlamaya çağırıyoruz!

İstanbul Ekim Gençliği

İstanbul’da soruşturma-ceza terörüne karşısürdürülen tartışmalardan yansıyanlar…

Page 8: EG 124. sayı

Bilindiği üzere ilk dönem pek çok üniversitedeazgın bir soruşturma terörü estirildi. KocaeliÜniversitesi de bu terörden nasibini alan okullardanbirisi. Üniversitemizde geçen dönem 68 kişiye 4ayrı eylemden soruşturma açıldı. 6-7 Ekim IMFtoplantılarının olduğu dönemde Sanayi ve TicaretBakanı Nihat Ergün’ün okulumuzu ziyaretisırasında yapılan protesto eyleminden sonra pek çoköğrenciye soruşturma açıldı. Sonrasında yineemperyalizmin bir başka uşağı TOBB Başkanı RıfatHisarcıklıoğlu öğrencilerin protestolarına maruzkaldı ve yine pek çok öğrenciye, bu eylem bahaneedilerek soruşturma aldı. Bunların yanında TEKELişçisine destek amaçlı yapılan eylemden veDiyarbakır’da katledilen Aydın Erdem için yapılanyürüyüşten sonra da soruşturma terörü sürdürüldü.Yani anlayacağınız emperyalizmin yerliişbirlikçilerini protesto etmek, direnen işçileredestek olmak veya katledilen bir arkadaşımızıanmak, KOÜ’de soruşturma almak için yeterlisebepler oldu.

İkinci dönemin başlamasıyla birlikte devrimcive ilerici gençlik örgütlerine Ekim Gençliği olaraksoruşturmaları teşhir eden bir pratik süreç örmeçağrısı yaptık. Ancak yapılan ilk toplantıya EkimGençliği, Gençlik Derneği, SGDF, DGH, EHPGençliği, Kurtuluş Yolunda DEV-GENÇ ve İKPGençliği katıldı. Alandaki diğer çevreleri dekatabilmek için bu sefer ortak bir çağrı dahagerçekleştirildi. Yine aynı kurumların katıldığıikinci toplantıdan bir platform kuraraksoruşturmalara karşı tez elden bir süreç örülmesigerektiği kararı çıktı. Oluşturulan SoruşturmaKarşıtı Platform bir deklarasyon yayınlayarak tekrargençlik gruplarını dahil etmek, muhalefetigenişletmek için bir kez daha gitti. Emek Gençliğibu çağrıya soruşturma alanların çoğunun kendileriolduğu, bu türlü bir çalışmanın kendileri üzerindenyürümesi gerektiği şeklindeki dar grupçuyaklaşımını ortaya koydu. Öğrenci Kollektifleriçağrının değerlendirilip, geri dönüleceğinisöylemesine rağmen son yaklaşımını belirtmedi.DYG-M ise, olumlu yaklaştığını söylemesinerağmen Gençlik Derneği ve Ekim Gençliği olduğutakdirde platformda yer almayacaklarını dile getirdi.

Kurulan Soruşturma Karşıtı Platform, okuluniçerisinde yapılacak olan basın açıklamasıöncesinde, iki gün yoğun bir şekilde soruşturmaterörünü teşhir eden, “Soruşturmalara hayır, özerkdemokratik üniversite istiyoruz!” şiarlı bildirilerindağıtımını yaptı ve eylemin çağrısını yapan afişlerkullandı. Her faaliyette yoğun ajitasyon çalışmasıile öğrencilere soruşturma terörü teşhir edildi.Ayrıca çalışmalar Anıt Park Yerleşkesi’ne de taşındı.Platformun faaliyetini terörize etmeye çalışanÖGB’lerin bu tutumu her defasında boşa düşürüldü.

Yaklaşık 50 kişiden oluşan kitle sloganlarlayürümeye başladı, sayı az olmasına rağmensloganlar ve ajitasyonlar coşkuyla seslendirildi. Bu

arada İktisat Fakültesi’nin önüne gelindiğinde ÖGBdaha fazla ilerleyemeyeceğimizi ve basınaçıklamasını burada yapmamız gerektiğini söyledi.Kuşkusuz sayının azlığı da böyle bir tutumalmalarında etkili oldu. Biz ise rektörlük önüneyürümekte kararlı olduğumuzu belirterek ÖGB’ninkurduğu barikata yüklendik. Böylece barikat yarıldıve kitle hareketinde niteliğin de en az nicelik kadarönemli olduğu bir kere daha kanıtlandı. Sonrasındabasın açıklaması rektörlüğün önünde yapılarakeylem halaylar eşliğinde bitirildi. Eylem sonrasındaplatform bileşenleri bir değerlendirme toplantısıgerçekleştirdi. Toplantıda eylemin ön çalışmasındabirkaç yapı dışında diğer bileşenlerin çalışmalaradahi gelmediği, üstlerine düşen sorumluluklarıyerine getirmediği vb. şeklinde eleştiri-özeleştiriortamı yaratıldı.

Ardından, Kurtuluş Yolunda DEV-GENÇplatform bileşenlerinin daha geniş tutulamaması vesoruşturma teröründen daha yakıcı gündemlerinolduğunu vb. söyleyerek platformdan çekildiğinibildirdi. KOÜ Soruşturma Karşıtı Platformyönetimin anti-demokratik uygulamalarına vesoruşturma terörüne dair çalışmalarını sürdürmesigerekliliğinde bir karar aldı.

Soruşturma terörüne karşı verilecek birleşikmücadele gençlik gruplarının okulun içerisinde deen genel anlamıyla eşit, parasız, bilimsel veanadilde eğitim hakkına sahip çıkmak, mücadelesiniyürütmek anlamına geliyor Ekim Gençliği’ne göre.Eğitim hakkımıza ve siyaset yapabilme hakkımızayapılan saldırı, devrimci ve ilerici örgütleriehlileştirme saldırısıdır. Yazık ki YÖK düzeni busaldırıda epeyce başarı kazanmış bulunuyor.Gençlik içindeki birçok grup herhangi bir çalışmayürütmeyi planladığında, pratiğini soruşturma-uzaklaştırma sopasına göre ayarlıyor. Bir kısmı isebu sopanın korkusuyla kılını dahi kıpırdatamazdurumda bulunuyor. Bizler ise bulunduğumuz heralanda sermaye düzeninin bu ablukasını yarmayı,siyaset yapma yasağını püskürtmeyi sağlayacak birmücadele örgütlemeye çalıştık, çalışıyoruz. Düzeninehlileştirme saldırısına teslim olmayacak, eğitim vesiyaset yapma hakkımızdan hiçbir zamanvazgeçmeyeceğiz.

Kocaeli Ekim Gençliği

Kocaeli Üniversitesi’nde soruşturma karşıtı mücadele...

Soruşturma Karşıtı Platform kuruldu!

Bizler isebulunduğumuz heralanda sermayedüzeninin buablukasını yarmayı,siyaset yapmayasağınıpüskürtmeyisağlayacak birmücadeleörgütlemeye çalıştık,çalışıyoruz. Düzeninehlileştirmesaldırısına teslimolmayacak, eğitim vesiyaset yapmahakkımızdan hiçbirzamanvazgeçmeyeceğiz.

Page 9: EG 124. sayı

Gençliğin kampüslerdeki devrimci faaliyetinive siyasi mücadelesini engellemek için birçoküniversitede devreye sokulan soruşturma terörüEskişehir’de de yeni dönemin başlamasıylabirlikte kapsamlı bir saldırıya dönüştürüldü.Soruşturmaları zaman geçmeden sonuçlandıranOsmangazi Üniversitesi rektörlüğü tarafındansoruşturma açtığı 21 Genç-Senli’ye sözlü uyarıcezası verilirken, 6 Kasım faaliyeti sırasında çıkanolaydan dolayı aralarında iki okurumuzunbulunduğu 3 kişiye bir yıl uzaklaştırma veYÖK’ten atılma cezaları verildi.

Soruşturmasürecinin muhalefetisindirmeyi başardığıOsmangaziÜniversitesi’ndeüniversitedekiöğrenci hareketininmerkezidurumundaki Genç-Sen okulun içerisindeeylem örgütlemek birtarafa örgütleneneylemlere dahikatılmaktan uzak birnoktada duruyor.Öğrenci haberajansında yayınlanandeğerlendirmede her ne kadar “Rektörlüğe geriadım attırdık, yönetmelikte sözlü uyarıolmamasına rağmen rektörlüğün böyle biruygulamaya başvurması büyük bir kazanımdır”denmiş olsa bile Genç-Sen “kazanıma” rağmenokul içerisinde eylem yapmaktan hatta faaliyetyürütmekten dahi kaçınır bir tavırsergilenmektedir.

Osmangazi Üniversitesi’nde Genç-Sençalışmaları ile birlikte cılız da olsa yükselenmuhalefetin soruşturma süreciyle birliktebastırılmış olması, okul içerisinde devrimcifaaliyet yürütülmesinin imkanlarının olmaması,verilen cezalar karşısında rektörlüğe iyi bir cevapverilememesine sebep oldu. OsmangaziÜniversitesi gibi mücadele araçlarının gelişkinolmadığı ve öğrenci gençliğin desteğinden yoksunüniversitelerde anti-demokratik uygulamalara vesoruşturma terörüne karşı birleşik bir mücadeleihtiyacı kendini gösteriyor. Ancak yereldekisiyasetlerin Osmangazi Üniversitesi içinde faaliyetyürütmemeleri, özel bir takım gündemler dışındakampus içerisinde eylem yapılmaması, gençlikfaaliyetinin daha çok Anadolu Üniversitesimerkezli ilerliyor olması siyasetlerin bu durumaduyarsız olmasının ve süreci birleşikgöğüsleyememenin sonuçları arasındadır.

Anadolu Üniversitesi’nde ise son haftalardayaşanan süreç Osmangazi Üniversitesi’ndekindenözü itibariyle çok farklı olmasa da baskı ve

yasaklamalar karşısında birleşik bir cevap verilmişolması ve kazanılmış alanların kaybedilmemesiiçin gösterilen çaba Osmangazi Üniversitesi’negöre farklılık gösteriyor. Yeni döneminbaşlamasıyla birlikte geçtiğimiz yıl 18 Martsürecinde faşistlerle yaşanan çatışma sonrasındagözaltına alınan 50’ye yakın öğrenciye, 1 Mayıs’ta“istiklal marşına saygısızlıktan” yurtseveröğrencilere ve Osmangazi Üniversitesi’nde 6Kasım çalışmaları sırasında yaşanan olaydandolayı 4 öğrenciye soruşturma açan AnadoluÜniversitesi rektörlüğü devrimci yurtsever

faaliyetiengellemekniyetindeolduğunu baskıcıuygulamaları ilede gösteriyor.Aynı dönemdeokulun dört biryanını,“Okuliçerisinde afiş,bildiri, eylemalanı olarakMigros karşısıbelirlenmiştir. Buyer dışında bildiridağıtmak, afişasmak ve okumak

yasaktır” yazılı afişleriyle donatan, planlı vesistemli bir çabayla devrimci mücadeleyi boğmayaçalışan Anadolu Üniversitesi rektörlüğüne isefaaliyetin kampüsün dört bir yanına taşınmasıylanet bir cevap verilmiş oldu. Bundan sonra dayürütülecek sistemli bir politik faaliyet ilekampüsün her alanının bizim olduğu ve hiçbirbaskı ve zor aracının mücadelemiziengelleyemeyeceği dosta düşmana gösterilmişolacak.

Genç komünistler olarak bizler desoruşturmalarla ilgili merkezi bildiri ve afişlerimizile Anadolu Üniversitesi Yunus EmreKampüsü’nde çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Aynızamanda rektörlüğün baskıcı uygulamalarına karşıhazırladığımız bildirilerimizi yaygın bir şekildeöğrencilere ulaştırarak rektörlüğün buuygulamalarını teşhir etmeye devam ediyoruz.Soruşturmalar, gözaltılar ve rektörlüğün yasaklarıkarşısında hiçbir zaman boyun eğmeyeceğiz.Olduğumuz her yere devrimin, sosyalizmin sesinitaşımaya devam edeceğiz. Anadolu ve Osmangazirektörlüklerinin ideolojik uygulamalarına karşı işçisınıfının ideolojisini kampüslere taşımaya vekapsamlı bir şekilde yürütülen saldırılar karşısındakampüsün her noktasını mücadele alanınaçevirerek demokratik ve özerk bir üniversite içinmücadelemizi büyütmeye devam edeceğiz.

Eskişehir Ekim Gençliği

Anadolu ve Osmangazi Üniversiteleri’ndeki

soruşturma terörüne ve baskıcı uygulamalara karşı:

Bedel ödeyerek kazandığımız alanlarımızı bedel ödeterek koruyacağız!

Anadolu veOsmangazi

rektörlüklerininideolojik

uygulamalarına karşıişçi sınıfının

ideolojisinikampüsleretaşımaya ve

kapsamlı bir şekildeyürütülen saldırılar

karşısındakampüsün her

noktasını mücadelealanına çevirerek

demokratik ve özerkbir üniversite için

mücadelemizibüyütmeye devam

edeceğiz.

Page 10: EG 124. sayı

Ekim Gençliği: Son dönemlerde Türkiye'defarklı şekillerde yankı uyandıran toplumsalolaylara dair üniversitemizde devrimci,demokrat, yurtsever öğrenciler olarak bir takımtepkiler ördük. Bunun sonucunda 68 kişiyesoruşturma açıldı. Böyle bir dönemdesoruşturma furyasının birçok üniversitedebaşlaması, üniversitelerin adeta soruşturmayağdırmasının nedeni ne olabilir?

Yücel Demirer: Gençler, içinden geçtiğimizkriz kesitinde yine en yüksek bedeli ödeyenkesimi temsil etmekteler. Bilindiği üzere Türkiyenüfusu genç bir ülke ve bu genç nüfusun aktifkesimleri anlaşılması hiç de zor olmadığı üzerepolitik mücadele içinde yer almaktalar.Toplumun aktif özneleri olarak siyasal baskıyıgöğüslemelerinin yanında, ekonomik ve farklıtürden toplumsal baskıyla da karşı karşıyalar. Bumücadelenin öğrenci gençlik içinde yürütülenbölümüne yönelik şüpheci bakış, farklı kuşaklarboyunca gözlendi ve kimsenin yabancısı değil.Siyasal hak arama faaliyetlerinin gençlerekapatılması anlamına gelen soruşturmalar biryanıyla bu siyasal enerjiyi hareketsiz kılmahedefi taşıyor.

Öte yandan gençlik kesimi dışını da kapsarbir biçimde egemen güçlerin cezai yöntemlerikullanmaya yönelik eğilimlerine de denkdüşmekte. Hak arama mecralarının hep en darboyutuyla kabul gördüğü siyasal alanda, aslolanhak aramayı suç olarak gören ve gösteren birzihniyeti deşifre etmek. Soruşturmabombardımanının birinci nedeni olarak buzihniyet yapısını görüyorum. Özelde, 2009 ve2010 yıllarında gençler arasında artan hak aramafaaliyetlerinin bu furyaya yol açtığınıdüşünüyorum. Gençlerin bu ülkenin enerjikbirikimi olduğunu, bu ülke tarihinde gençsiyasallaşmanın çok önemli bir pozitif mirasıolduğunu göz ardı eden bir zihniyet bu gibimekanizmaları sıkça kullanmakta.

Ekim Gençliği: Soruşturma terörüne,siyaset yapma yasağına, dolayısıyla eğitimhakkının gaspına dair hak alıcı nasıl birmücadele hattı geliştirilmelidir?

Yücel Demirer: Bu türden bir mücadelehattının temel dayanak noktaları, üniversitelerintoplumların düşünce üretme mekanizmalarıolduğu gerçeği, hak arama faaliyetlerininmeşruiyeti ve gençlerin de kendilerine ilişkinkararlarda söz hakkı olduğu bilinci üzerindeyükseltilebilir. Soruşturmalar konusundayalnızca gençlerle sınırlı olmayan, halkın diğerkategorilerini de içerecek bir bilgilendirmeçabası içinde bulunmak, değişik çevrelerle uyum

içinde bulunmak ve toplumsal meşruiyet sınırlarıiçinde kalmak temel hareket noktaları olmalıdır.

Ekim Gençliği: Bilindiği üzere DicleÜniversitesi’nden Aydın Erdem isimli yurtseverbir arkadaşımız katledilmişti. 15 Aralık tarihindede Aydın Erdem’in katledilmesini lanetleyen birgösteri yapılmıştı. Bizce rektörlük bu yürüyüşedair açtığı soruşturmalarla (hele de can ve malkaybına yol açmak, toplumu kutuplaştırmakgerekçelerini kullandığı yerde) adetaarkadaşımızın öldürülmesini sahiplenir tarzdatutum takınmıştır. Tutumu alabildiğince politiktir.Bu konuda siz ne söylemek istersiniz?

Yücel Demirer: Bu sorunun soruluşmantığını sıkıntılı bulduğumu belirtmeliyim.Hayatının baharında bir toplumsal protestosırasında ateşli silahla katledilen matematiköğrencisi Aydın Erdem’in katli vahim bir suç vetrajedidir. Ancak bu trajediyi, Aydın anısınayapılan bir gösterinin soruşturmaya uğramasıüzerinden “suçu sahiplenme” suçlamasıylaherhangi bir merciyle ilişkilendirmek doğru daolmaz, yararlı da olmaz. Burada yapılmasıgereken Aydın’ın henüz 23 yaşında, genç biröğretmen adayı iken kaybettiği yaşamınınönemini vurgulamaktır. Evet, her türden öğrencisoruşturmasında olduğu gibi bu soruşturma dapolitiktir, ancak bunun yanıtı da uzun soluklu birhak arama mücadelesinden ve Aydın’ın istediğigibi bir dünyayı sabırla örmekten geçmektedir.

Ekim Gençliği: Soruşturma karşıtıçalışmaların özellikle akademisyen ayağınıoluşturabilmek, onları da soruşturma karşıtıtepkinin bir parçası haline getirebilmek adınanasıl araçlar kullanılmalı, akademisyenlerlehangi düzlemde temas alanları yaratılmalıdır?

Yücel Demirer: Yukarıda belirttiğim gibihak arama mücadelesi bütünlüklü bir süreçtir vebazen bilgi eksikliği destek ve dayanışmamekanizmalarını zayıflatmaktadır. Her türdendevrimci-demokratik platformda bilgi akışınınsağlanması bu yolda kritik öneme sahiptir.

Ekim Gençliği: Son olarak bildiğiniz gibiKOÜ Soruşturma Karşıtı Platform kuruldu,birtakım çalışmalar yapıldı ve eylemliklerolacak önümüzdeki süreçte. Ama devrimci,demokrat ve yurtsever öğrenciler bunda dahitam bir birliktelik sağlayamadı. Platforma ve bueylemliklere dair neler söylemek istersiniz?

Yücel Demirer: Platformun varlığını sizdenduydum. Yararlı ve önemli buluyorum,faaliyetlerinden haberdar olmak isterim. Girişimien geniş kesimlere ulaşması hiç şüphesizverimliliğini de artıracaktır.

Kocaeli Üniversitesi öğretimgörevlilerinden Yücel Demirer ile

soruşturma terörü üzerine…

“Siyasal hak aramafaaliyetlerin gençlerekapatılması anlamına

gelen soruşturmalar busiyasal enerjiyi hareketsiz

kılma hedefi taşıyor.”

Page 11: EG 124. sayı

İTÜ'de soruşturma terörüGüz döneminde Ekim Gençliği’nin, polis

terörüne ve cinayetlerine karşı üniversitelerdeyürüttüğü çalışmalar, İstanbul TeknikÜniversitesi'nde de öğrencilerle buluşmuştu.Ancak 4 Ocak Pazartesi günü Maçka HazırlıkKampüsü içerisinde, faaliyet, ÖGB saldırısınamaruz kalmış, “Alaattin Karadağ, Aydın Erdem,Ceylan Önkol, Uğur Kaymaz, Baran Tursun,Çağdaş Gemik…-Katleden devlettir!Unutturmayacağız hesap soracagız!” yazılıpankart ÖGB’ler tarafından indirilmek istenmişti.ÖGB ve öğrenciler arasında arbede yaşanmış,pankart ÖGB'nin çeşitli girişimlerine rağmen herdefasında savunulmuştu.

Yeni dönemin açılmasıyla birlikte İTÜyönetimi bu olaya istinaden “izinsiz pankartasma”, “güvenlik görevlilerini tehdit etme vegüvenlik görevlilerine şiddet uygulama”gerekçesiyle Ekim Gençliği okuruna ve bu olayesnasında devrimci faaliyeti savunan ÖğrenciKolektifleri çalışması yürüten iki öğrenciyesoruşturma açtı.

YTÜ'de öğrencilerin eğitimhakkı gaspedildi

Yıldız Teknik Üniversitesi’nde bahar öğrenimdönemi 8 öğrenciye 2 haftadan 1 yıla kadarverilmiş cezalar ile başladı.

Güz döneminde arkadaşlarının eğitimhaklarının gaspedilmesine karşı örgütlenen YTÜÖğrencileri 15 Şubat Pazartesi günü turnikelerdenatlayarak üniversitelerine giriş yaptılar. Polis-idareişbirliğinde dayatmaların kabul edilmemesi üzerineSalı ve Çarşamba günleri turnikelerin dışına çıkanÖGB’ler, benzer tutumun yaygınlaşmasının önünegeçmek için YEK’i kullanmayan öğrenciler içinturnikeleri açıyorlar. Ancak YTÜ Davutpaşakampüsünde öğrenciler giriş kapısında şehir içi

otobüslerden indirilip elektronik turnikelerdengeçirilerek üniversitelerine alınıyorlar.

17 Şubat ve 18 Şubat günleri üniversiteye derskayıtları için öğrencilerin yoğun olarak gelmesi ilebirlikte eğitim hakkı gaspedilmiş YTÜ Öğrencileriiçeride faaliyet yürüten arkadaşlarına kapı önündendestek oldular ve cezaları teşhir ettiler. YTÜÖğrencileri afiş, bildiri ve duvar gazeteleri ile YEKve ceza terörü karşıtı çalışmalarına üniversiteiçerisinde de devam ediyorlar.

YTÜ’de Olimpiyat ateşicezaları yakacak!

YTÜ Öğrencileri 2 Mart sabahı soruşturma veceza terörüne, ticarileşen eğitime karşıüniversitenin orta giriş kapısında afişlerini vepankartlarını asarak, bildiri dağıtımı ile günebaşladı. Üniversite içerisindeki öğrenciler de YEKuygulaması ve soruşturma-ceza karşıtı öğrencileringaspedilen eğitim haklarına dikkat çekecekleriYEK Olimpiyatları’nın hazırlıklarına başladılar.

EMO-Genç (Elektronik Mühendisleri OdasıÖğrenci Komisyonu) masası açtığı için eğitimhakkı 2 hafta boyunca gaspedilen bir öğrenci,polis-idare işbirliğinde verilmiş olan cezasınınbitmesinin ardından üniversitesine olimpiyatmeşalesi ile girerek “YEK Olimpiyatları”nı açtı.Halen okula girişleri yasaklı olan öğrenciler de,cezası biten arkadaşlarını üniversitenin içindenkortejleriyle gelen öğrencilerin karşılaması üzerineuğurladılar. Arkadaşlarını “Hoş geldin” yazılıpankart ile karşılayan YTÜ Öğrencileri’ninpankartında aynı zamanda cezalı diğeröğrencilerin temsili resimleri yer aldı.Üniversiteye girişlerinin yasaklandığı sürelerinyazılı olduğu pankarttan bir öğrenci, karşılamaardından silinmiş oldu.

Üniversitelerden soruşturma-ceza karşıtımücadele haberleri...

Page 12: EG 124. sayı

Eğitim Hakkı İnisiyatifisoruşturma ve cezalara karşı

YTÜ’deydiEğitim Hakkı İnisiyatifi, 3 Mart günü

soruşturma ve ceza terörüne karşı YTÜ ana girişkapısı önünde basın açıklaması yaparak oturmaeylemi gerçekleştirdi.

İTÜ, İstanbul Üniversitesi ve MarmaraÜniversitesi Eğitim Hakkı İnisiyatifi’ndenöğrenciler Barbaros durağında buluşup“Soruşturma ve cezalara karşı TEK-EL olalım! /Eğitim Hakkı İnisiyatifi” yazılı pankartları vesloganları ile YTÜ ana giriş kapısı önüneyürüdüler. Uzaklaştırma cezası sebebi ile okulagirişleri engellenen öğrenciler ve okul içerisinden“Eğitim hakkı engellenemez! / YTÜ Öğrencileri”yazılı pankart ve dövizlerle ana giriş kapısı önünegelen YTÜ Öğrencileri ile buluştular.

Öğrencilerin ana giriş kapısı önündebuluşmaları gerçekleştikten sonra basınaçıklamasına geçildi. Yapılan açıklamadaüniversite öğrencilerin karşı karşıya kaldıklarısoruşturma ve ceza terörü ile ilgili şunlar söylendi:

“Bizler İstanbul’un birçok üniversitesindendüşünen, sorgulayan ve bizi geleceksizliğe mahkumetmek isteyen sömürü düzenine karşı alternatif birdüzenin olduğunu gören öğrencileriz. Ancak bizlersadece düşündüğümüz için değil, düşüncelerimizkapitalist sömürü düzenine karşı olduğu için,gecelerinde aç yatılmayan bir dünya istediğimiz veherkesi o dünyanın mücadelesine davet ettiğimiziçin sermaye maşası YÖK ve onun baskıcı disiplinyönetmeliği ile soruşturuluyoruz,üniversitelerimize girişlerimiz cezalarlaengelleniyor.”

Yapılan açıklamada ayrıca üniversitelerde polis-idare işbirliğine ve üniversite gençliğine yöneltilentüm saldırılarla birlikte dayatılan geleceksizliğe dedeğinildi. Açıklama TEKEL direnişinin yürünmesigereken yolu gösterdiği ve Eğitim Hakkıİnisiyatifi’nin soruşturma ve cezaları geri çektirenekadar mücadelenin sürdürüleceği vurgulandı. Basınaçıklamasına Elektrik Mühendisleri Odası veHarita ve Kadastro Mühendisleri Odası dakonuşmalarıyla destek verdi.

Basın açıklamasının ardından YTÜÖğrencileri’nin “YEK Olimpiyatı’nın ateşi cezalarıyakacak!” şiarıyla başlattığı olimpiyatlara geçildi.Turnikeler üzerinden oynanan voleybol maçının

ardından gerçekleşen oturma eylemi boyuncasoruşturma ve ceza terörü ve buna karşı neyapılabileceği üzerine konuşuldu.

YTÜ’de soruşturma ve cezaterörüne karşı çalışmalar

devam ediyorYıldız Teknik Üniversitesi'nde soruşturma ve

ceza terörü ile eğitim hakkı gaspedilen EkimGençliği okurları üniversite kapısı önündeçalışmalarını sürdürüyorlar.

10 ve 11 Mart’ta “Soruşturma-ceza kamplarıdeğil, özerk demokratik üniversite! / EkimGençliği” şiarlı pankart ve afişleri sabahöğrencilerin yoğun olarak kullandığı orta girişkapısı önüne asan öğrenciler YTÜ öğrencilerinimücadeleye çağırdılar. Bununla beraber İstanbulgenelinde üniversitelerde soruşturma ve cezaterörüne karşı öğrencilerin oluşturduğu EğitimHakkı İnisiyatifi’nin “Soruşturma ve cezalarakarşı TEK-EL olalım!” pankartını da kullandılar.

Çalışma kapsamında, soruşturma ve cezalarakarşı gençliği birleşik mücadeleye çağıran EkimGençliği imzalı bildirilerin dağıtımı sırasında pekçok öğrenci ve öğretim görevlisi ile sohbet etmefırsatı yakalanıyor. Ayrıca kapı önünde EkimGençliği’nin son sayısı da öğrencilere ulaştırılıyor.

Genç-Sen soruşturma veceza terörünü protesto etti

İstanbul Genç-Sen’in Taksim’de cuma günlerigerçekleştirdiği TEKEL’le dayanışma eylemlerinindördüncüsü 5 Mart’ta üniversitelerde artansoruşturma ve ceza terörüne yapılan vurgu ilegerçekleşti. Galatasaray Meydanı’nda toplananGenç-Senliler “Direnen işçiler yol gösteriyor:Soruşturmalar ve cezalar bizi yıldıramaz!”pankartı arkasında sloganlarla Taksim Meydanı’nayürüyüşe geçtiler. Basın açıklamasında Türkiyegenelinde üniversitelerde soruşturma ve cezaterörünün yaşandığı, afiş asmanın, masa açmanın,bildiri dağıtmanın, TEKEL sergisi açmanın suçsayıldığı belirtildi. Soruşturma ve cezalara karşıdirenen işçilerin yol gösterdiği, onların açtığı yoldayürüneceği söylendi. Basın açıklamasına TEKELişçisi ve Emekli-Sen destek verdi.

Page 13: EG 124. sayı

Osmangazi Üniversitesi'ndesoruşturmalar cezaya dönüştü

Güz döneminde Osmangazi Üniversitesi'nde 6Kasım faaliyetleri sırasında, faşist saldırıgerçekleşmiş, bir faşist afişlere saldırmıştı.Devrimci faaliyete dönük bu saldırıya cevapverilmiş ve olayın ardından rektörlük soruşturmaterörüyle saldırıyı devam ettirmişti. İlk dönemöğrenciler, açılan soruşturmalara savunmalarınıverirken, bu süreçte polis sistematik bir şekildesoruşturma komisyonuna “ziyarette bulunmuş” veöğrencilerin okuldan atılması için baskısınıartırmıştı. Sonuç olarak dönem başlar başlamazdevrimci öğrenciler ceza terörüyle karşılaştı. EkimGençliği okurlarının da aralarında bulunduğu 3öğrenci 2 yarıyıl okuldan uzaklaştırma ve YÖK’tençıkarma cezası aldı.

Eskişehir’de, Anadolu ve OsmangaziÜniversitelerinde kapsamlı bir soruşturma saldırısıbaşlatıldı. Osmangazi Üniversitesi’nde Genç-Senfaaliyeti yürüten 21 kişiye soruşturma açıldı.Anadolu Üniversitesi’nde ise 1 Mayıs’ta İstiklalMarşı okumama gerekçesiyle 20’nin üzerindebununla beraber geçen sene gerçekleşen faşistsaldırının ardından yaşanan toplu gözaltındandolayı 50’nin üzerinde devrimci-demokrat öğrencisoruşturma saldırısıyla karşı karşıya.

Osmangazi Üniversitesi’nesoruşturma terörü

teşhir edildiEğitim haklarının gaspedildiğini bir bildiri

hazırlayarak devrimci-ilerici basına, köşeyazarlarına ve günlük gazetelere gönderenOsmangazi Üniversitesi öğrencileri rektörlüğünhukuksuz bir biçimde verdiği cezaları teşhir ettiler.

Ayrıca dava sürecini de başlatabilmek içinsendikalar ve demokratik kitle örgütlerinden maddiyardım ve eylemlere destek isteyen öğrencileryanlarında hiçbir kurumu bulamadılar. SadeceEğitim Sen, Genç-Sen’in yapacağı eylemekatılacağını ve yönetim kurulu kararıyla maddidestek de sunabileceğini söyledi.

Eskişehir’de soruşturmaterörüne tepki

Eskişehir’de soruşturma terörüne ve cezalarakarşı Genç Sen bir eylem örgütledi. 26 ŞubatCuma akşamı saat 17.00’de İl Sağlık Müdürlüğüönünde toplanan Genç-Sen üyeleri Adalar Migrosönüne kadar kısa bir yürüyüş gerçekleştirdi.Yürüyüş boyunca gerçekleştirilen ajitasyonkonuşmalarıyla ESOGÜ’de yaşanan soruşturmasürecinde ise tam bir idare-polis-sivil faşistişbirliği sergilendiği anlatıldı. Soruşturmalara vecezalara karşı tüm üniversite gençliği mücadeleyeçağrıldı.

Adalar Migros önünde okunan basınaçıklamasında üniversite rektörlüğünün kendiyürüttüğü paralı eğitim, baskı ve tehdituygulamalarını ideolojik bulmazken, parasızeğitim, özerk-demokratik üniversite ve bilimseleğitim taleplerini çeşitli YÖK maddelerinedayanarak ideolojik bulduğu ifade edilirkenrektörlüğün bu sayede hangi sınıfın ve ideolojininhizmetinde olduğunu açıkça ortaya koyduğubelirtildi. Eylemde sağlanan devrimcidayanışmanın ve birlikteliğin bundan sonraörülecek süreçlerde de devam etmesi çağrısıylaeylem sona erdirildi.

Eğitim-Sen, DHF, Mücadele Birliği, Odak,Alınteri, EMEP, Halkevleri, ÖğrenciKolektifleri'nin de destek verdiği eyleme yaklaşık120 kişi katıldı.

Eskişehir'de afiş okumayasağı protesto edildi

Öğrencileri soruşturma ve ceza terörüyle baskıaltına almaya çalışan Anadolu ÜniversitesiRektörlüğü yeni ve ilginç bir uygulamaya imzaattı. Rektörlük, tüm okulu “okul içerisinde afiş,bildiri, eylem alanı olarak Migros karşısıbelirlenmiştir. Bu yer dışında bildiri dağıtmak, afişasmak ve okumak yasaktır.” yazılı afişlerle donattı.

Okulun her köşesine asılan rektörlük afişlerinekarşı kazanılmış haklarını savunmak için bir arayagelen Ekim Gençliği, DPG, DGH, ODAK, YDG-M, Gençlik Derneği, SGD’den öğrenciler ise 2Mart günü kampüsün her yerini faaliyet alanınaçevirdiler.

Fakülteleri dolaşarak ortak afiş ve bildiriçalışmalarını yürüten öğrenciler özel güvenlikbirimlerinin engellemelerine rağmen ajitasyonkonuşmalarıyla çalışmalarına devam ettiler. Saat12:30’da yemekhane önünden “Baskılar, yasaklarsökmeyecek, devrimci yurtsever faaliyetengellenemez!” pankartı açarak toplu bir şekilderektörlüğün önüne geçildi. Açıklamada rektörlüğünkampüsün her yerine astığı “uyarı” yazılarıhatırlatıldı. Yıllardır devrimci faaliyetinrektörlüğün izninden bağımsız olarak sürdürüldüğüifade edilerek bu uygulamayla öğrencilerinmuhalefetten yalıtılmaya çalışıldığı ifade edildi.

TEKEL direnişinin öğrenci gençliğe tekalternatifin mücadele etmek olduğunu gösterdiğibelirtilerek, TEKEL direnişinden korkanlarınöğrencilerin mücadelesinden de korktuğu ifadeedidi. Basın açıklaması okunduktan sonrarektörlüğün görüşme talebi üzerine bir görüşme

Page 14: EG 124. sayı

gerçekleştirildi. Görüşme esnasında rektörlükbinası önünde halaylarla, sloganlarla bekleyişsürdü. Bu görüşmenin ardından tekrar sloganlarlayemekhane önüne geçildi.

AÜ Rektörlüğüaileleri kullanıyor

İstihbarat timi gibi çalışan Anadolu Üniversitesirektörlüğü, son olarak aile faktörünü kullanmayıseçti. Rektörlük bir Ekim Gençliği okurunun evinitelefonla arayarak “Çocuğunuz yanlış işlerleuğraşıyor, gelin sizi birkaç gün misafir edelim”ifadelerini kullandı. Aileler ile öğrencileri karşıkarşıya getirmeyi amaçlayan AÜ Rektörlüğü, bunupsikolojik bir silah olarak devrimci öğrencilerekarşı kullanmaya çalışıyor. Ekim Gençliği okuruise bu yıldırma girişimlerine prim verilmeyeceğiniifade ederek, gözaltılar, soruşturmalar ve her türlübaskı girişiminin sökmeyeceğini belirtti.

Anadolu Üniversitesi'ndeyasaklara karşı

çalışmalar sürüyorAnadolu Üniversitesi’nde anti-demokratik

uygulamalara karşı öğrenciler, 3 Mart günü biretkinlik gerçekleştirdi.

Etkinlik sırasında özel güvenlik birimleri, afişasmanın yasak olduğunu, rektörlüğün kesintalimatı olduğunu söylediler. Yaşanan kısa birtartışmanın ardından afişler sahiplenilirken,fakültenin içerisine yaklaşık 40-50 ÖGBkonumlandırıldı.

Bunun ardından devrimci öğrenciler dekanla birgörüşme gerçekleştirdi. Fakülte içerisindeöğrenciler üzerinde asıl rahatsızlığı ÖGB’ninyarattığını, rektörlüğün açık tehdidinden sonra birmüdahale beklendiği ve bu fakültede yaşanacakherhangi bir olaydan dekanın sorumlu olacağısöylendi. Yaklaşık 15 dk. süren görüşmeninardından ÖGB’ler fakülte dışına çıkartıldı.

4 Mart günü ise Ekim Gençliği, Alınteri, DGH,DPG tarafından örgütlenen 8 Mart'ın çağrı afişleriyapılırken başka bir taciz yaşandı. Yemekhaneyeafiş yapan devrimci öğrenciler afiş faaliyetine başlarbaşlamaz bir engelleme girişimiyle karşılaştı.ÖGB’lerin afişlere müdahale etmesine izinverilmezken ufak bir arbede yaşandı. ÖGB’lerinMigros önüne çekilmesiyle devrimci öğrenciler afişve bildiri dağıtımına devam ettiler. Ayrıca 4 Martgünü TKP’li öğrenciler ve Öğrenci Kolektifleri degün içerisinde okulda faaliyet yürüttüler.

Kocaeli Üniversitesi'ndesoruşturma karşıtı eylem

Kocaeli Üniversitesi'nde 2009-2010 eğitimyılının ilk döneminden itibaren farklı eylem veetkinliklere katıldıkları gerekçesiyle 68 öğrencihakkında Kocaeli Üniversitesi Rektörlüğütarafından soruşturma açıldı. Açılan soruşturmalarve antidemokratik uygulamalar KOÜ UmuttepeKampüsü'nde 25 Şubat günü protesto edildi.

Kocaeli Üniversitesi'ndeki bu saldırılara karşı

devrimci demokrat öğrenciler tarafından bir süreönce kurulan “KOÜ Soruşturma Karşıtı Platform”bileşenleri iki gün boyunca Umuttepe ve Anıtparkyerleşkelerinde soruşturma terörünü teşhir edenbildiriler dağıttılar. Gündoğdu marşınınokunmasıyla eylem başladı. Rektörlük önüneyürüyen öğrencilerin önü İktisat Fakültesi önündeÖGB barikatıyla kesildi.

Rektörlüğün önünde basın açıklamasına izinvermeyeceğini söyleyen ÖGB barikatı fiili birşekilde yarıldı. “Baskılar bizi yıldıramaz!”sloganının atıldığı eylemde rektörlüğün önündençekilen ÖGB’lerin yerini jandarma aldı.

Rektörlük önünde okunan açıklamadaüniversiteye gelen Sanayi ve Ticaret Bakanı NihatErgün'ün protesto edilmesi, TOBB başkanı RıfatHisarcıklıoğlu’nun protesto edilmesi, poliskurşunuyla katledilen Aydın Erdem'in anılması veson olarak TEKEL işçilerine sahip çıkanöğrencilerin soruşturmalarla susturulmak istendiğibelirtildi.

Kocaeli Üniversitesi Öğretim üyesi YücelDemirer'in de destek verdiği eyleme yaklaşık 50öğrenci katıldı.

61 öğrenciye 'Hüseyin Çelikmakarnanı al git' davası

24 Nisan 2008 tarihinde Yüzüncü YılÜniversitesi Zeve Kampusu'nda bulunan KrediYurtlar Genel Müdürlüğü'ne bağlı MelikşahÖğrenci Yurdu'nun yapılan açılış törenine döneminMilli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik ve Bayındırlıkve İskan Bakanı Faruk Özak da katılmıştı.

Açılış töreni sırasında toplanan yaklaşık 200kadar öğrenci gösterilerde yaşamını yitiren ZekiErinç, Ramazan Dal ile yaralıların fotoğraflarınıtaşıyarak “Newroz katilleri buradan gidin” sloganıatarak Çelik’i protesto etmişti.

Öğrencilerin protesto gösterileri ardındanHüseyin Çelik'in suç duyurusu üzerine başlatılansoruşturma sonuçlandı. Cumhuriyet Savcısı AladdinDemir tarafından hazırlanan 4 sayfalık iddianame,Sulh Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi.

İddianamede, “Katil Çelik üniversitede defol”,“Çelik makarnanı al git”, “Newroz katilleri hesapverecek”, “Van senden utanıyor”, “Hüseyin Çelikhalka hesap verecek”, “Katil değil bilim adamıistiyoruz”, “Başımıza imam değil, bilim adamıistiyoruz” yazılı döviz ile sloganlar suç delili olaraksayıldı.

Page 15: EG 124. sayı

Geçtiğimiz günlerde Kütahya DumlupınarÜniversitesi’nde TEKEL direnişiyle ilgili bildiridağıtan öğrencilere ÖGB saldırı düzenlemiş,öğrenciler jandarma tarafından gözaltına alınmıştı.Karakol önünde gözaltına alınan arkadaşlarınıbekleyen bir grup devrimci, demokrat ve yurtseveröğrenci faşistlerin sözlü saldırısına uğramış, bununüzerine teşhir edilen faşistler jandarma tarafındanistemeyerek de olsa gözaltına alınmıştı. Faşistlerarkadaşlarının bu durumundan rahatsız olupdevrimci öğrencilerden özür dilemek zorundakalmış ve uzlaşmayagirişmişti. Faşistlerinher türlü talebinireddeden devrimciöğrenciler okuldantoplu çıkış yaparakayrılmıştı.

Bu olaydan sonrada TEKEL direnişiKütahya halkınaanlatılmaya devamedilmişti. AncakTEKEL direnişine vetoplumsal muhalefetekomplolardüzenleyerekyıldırmaya çalışanKütahya Emniyeti,sivil faşist çeteleriniyeniden devreyesoktu. 23 Şubat günü okul içerisinde dolaşan birKürt öğrenci 6-7 kişilik grup tarafından saldırıyauğradı, arbede sonrası saldıranlardan biriyaralanarak hastaneye kaldırıldı.

Bu saldırı sonrası yaralanmayı bahane edenKütahya polisi devrimci öğrencilere karşı adeta birsürek avı başlattı. İlk önce saldırıya uğrayan Kürtöğrenci ve yanında bulunan iki kadın öğrencievlerine yapılan bir baskın sonucu gözaltınaalınmış, Kürt öğrenci “örgüt propagandası” yaptığıiddiasıyla tutuklanmıştır. Saldıranlar, elini kolunusallayarak dolaşırken ve gözaltına dahi alınmazken,okuldaki diğer öğrencilere “Türk bayrağını yereatıp ezdi” gibi yalanlar uydurarak hem saldırılarınımeşrulaştırmaya çalışmakta hem de yeni saldırıhazırlıkları, linç provaları yapmaktadırlar. Nitekimolayın ardından Germiyan Kampüsü’nden ikiöğrenci ülkücü faşistler tarafından “kafanızı kesipkampüse asacağız!” denilerek tehdit edilmiştir.

Saldırılar bununla da kalmamış adliye önündeöğrencinin davası görüldüğü sırada dışarıdaarkadaşlarına destek vermek için gelen 100’e yakınöğrenci sivil polislerin saldırısına uğramış, adliyeönünden evlerine gidildiği sırada onlarcaarkadaşımıza sivil faşistler ve polisler kol kolatakipte bulunmuş, gece yarısı da bir öğrenci daha

evi basılarak gözaltına alınmıştır.

Yeni Edirne “Kütahya” mı olacak?

Polis ve ülkücü faşist çeteler şehir merkezindenöbet tutmaya başlamış, halka ise basın aracılığıylayeni linçlere çağrı yapılmıştır. Birkaç örnekvererek basın-polis-faşist işbirliğiyle bir şehrinnasıl devrimcilere düşman edilmeye çalışıldığınıaçıklayalım.

AKİS gazetesi “TEKEL bildirileri dağıtılırkenterör örgütü propagandası” iddiasıyla hem halkın

TEKEL direnişine olanduyarlılığıköreltilmeyeçalışılmakta hem deTEKEL bildirisidağıtan onlarca öğrenci“örgüt üyesi” olaraklanse edilip yenilinçlere zeminhazırlanmaktadır.KÜTAHYA HABER veGündem Kütahyaisimli gazeteler iseyine aynı içerikte haberyaparak öğrencilerihedef göstermiştir.Zaten son bir haftadırpolis ve sivil faşistlerinsözlü veya fiilisaldırılarına maruz

kalan arkadaşlarımız, faşist saldırılar ve açıkça cangüvenliklerine yönelen bu tehdit yüzünden sokağaçıkamaz, okullarına gidemez hale gelmiştir. İştefaşizm gözlerinizin önünde uygulanmaktadır.Birçok arkadaşımız okulunu bırakarak Kütahya’yıterk etmiştir. Kütahya’da kalan arkadaşlarımızınbaşına bundan sonra gelecek her türlü olaydanKütahya emniyetine bağlı sivil polisler, ülkücü-MHP’li faşistler ve Jandarma sorumludur.

Hiçbir baskı düzenlerini aklamaya yetmeyecek,TEKEL işçilerinin verdikleri hak aramamücadelesiyle toplumsal muhalefeti her anenselerinde hisseden ve önüne gelen her tarafasaldıran düzenin bekçi köpeklerine en iyi cevapKütahya’lı öğrencilerle dayanışmayı büyüterekverilecektir. Bizler devrimci-demokrat Kütahyaöğrencileri olarak başta Kütahya halkı olmak üzereilerici, devrimci, aydın, duyarlı bütün insanları vebasın kuruluşlarını bu saldırılara karşı dikkatliolmaya, sessiz kalmamaya, yalan haber yaparakpolisin sözcülüğünü yapan Kütahya gazetelerineşimdiden mail, telefon, faks vb. birçok yolla tepkigöstermeye davet ediyoruz.

Devrimci Demokrat KütahyaDumlupınar Üniversitesi Öğrencileri

23.02.10

Kütahya’da linç provaları yapılıyor!

Hiçbir baskı düzenleriniaklamaya yetmeyecek,

TEKEL işçilerininverdikleri hak arama

mücadelesiyle toplumsalmuhalefeti her an

enselerinde hisseden veönüne gelen her tarafasaldıran düzenin bekçi

köpeklerine en iyi cevapKütahya’lı öğrencilerle

dayanışmayı büyüterekverilecektir.

Page 16: EG 124. sayı

16

Üniversitelerin sermayenin ihtiyaçları doğrultusundayapılandırıldığının ve bu yapılanmayı sağlamlaştırmakiçin birçok yöntemin kullanıldığının son kanıtı:Yükseköğretim Kurumlarında Danışma KurullarıKurulması Hakkında Yönetmelik Taslağı!

Üniversiteler, toplum adına bilim üreten, insanlığıngelişiminde kaldıraç rolü oynayan kurumlardır. Bilimselüretim baskı ve yönlendirmeler altında gerçekleşemez.Tek bağlı olduğu yasa, bilimin yasalarıdır. Onu eskitiprafa kaldıracak olan, daha ileri bir bilimsel üretimdenbaşkası değildir. Aksi takdirde, üretim sürecinin özgürolmadığı oranda belki bu üretimin bilimsel karakterindenbahsedebiliriz, fakat bu üretim, insanlık tarihininilerleyişini sağlamaktan ziyade ancak özgürlüğünüelinden alan, kendisine tabi kılan olgunun ilerleyişinisağlayacaktır. Bu sebeple de insanlığın tarihsel gelişimiiçerisindeki asıl amacına uygun kullanılmayan, ancakşeklen var olan bir bilimsel üretim çıkar karşımıza.

Bugün, bilimsel üretimin başına gelen de bu değilmidir? Bu olduğu oranda üniversitelerin asıl işleviniyerine getirdiğini iddia edebilir miyiz? Elbette ki hayır!Üniversitelerimize şöyle bir bakalım. AR-GE’ler, TeknoParklarla örülü, çeşitli kuruluşların sponsorluğu altındaçalışmalar yürüten, ürünleri pazarlarda yer bulabilenkurumlar durumunda. Bilimsel üretimin gerçekleştiğideğil, bilimin sermayeye peşkeş çekildiği aracı bir kurumkonumunda. Sermayenin vermiş olduğu siparişlerdoğrultusunda bilim üreten bu kurumların yapılanmalarıda elbette ki bu amaca uygun olmakta. Başka türlüsü aklaaykırı!

Üniversite-sermaye işbirliği ile bilimi kendi çıkarlarıiçin kullananlar, üniversiteleri birer ticarethane kapısı veeğitimi bir meta olarak görmekte, bu sebeple üniversitelerüzerinde çok yönlü politikalar üretmekteler. Buyazımızda bu politikaların sadece bir yönü olanüniversitede söz-yetki-karar hakkının gaspı üzerindedurup, ticarileşen eğitim ve bu kapsamda barınma, yemekve ulaşım sorunlarını, her türlü demokratik hakkullanımına yönelik soruşturmaları, baskılarıhatırlatmakla yetiniyoruz.

Üniversiteler öğretim görevlileri, çalışanları veöğrencileriyle var olur. Bu bileşenlerin üniversitelerinyönetilmesinden işleyişine tüm yapılanmasında özneolmalarıyla beraber üniversiteler, toplumsal yaşamdakirollerini tam olarak oynayabilirler. Yukarıda dadeğindiğimiz gibi üniversitelerin bu rolünün ellerindenalınmasından kaynaklı bu bileşenlerin özne olaraküniversite yaşamında söz sahibi olmalarına da gerekkalmamış oluyor! Sermaye kendi adına bilim üretirken,üniversiteleri birer rant alanı haline getirirken hiç deböylesi bir işleyişe ihtiyaç duymuyor. İhtiyaç duyduğuişleyiş artık bir taslak haline de gelmiş durumda. Bundanönce sermaye-üniversite işbirliği adı altındaüniversitelerde cirit atan sermaye artık resmen yönetimkoltuğuna da oturmaya hevesli!

Yeni taslakta üniversite yönetiminde “dış paydaşlar”ın

da söz sahibi olmaları isteniyor. Kim bu paydaşlar? Oildeki Sanayi ve Ticaret Odası başkanları veyatemsilcileri, o ildeki TMMOB’ye bağlı meslek odalarınınbaşkanları, üniversitenin mezunlar derneğinin başkanı, oildeki Milli Eğitim Müdürü ve diğer kamu kuruluşlarıiçinden valiliğin belirleyeceği diğer iki kurumun müdürü,o yükseköğretim kurumunun bulunduğu ildeki paydaşolan diğer sivil toplum örgütlerinden ikisinin başkanları(senatonun önerisi ile), o ilin belediyesi veya BüyükşehirBelediyesi Başkanı veya temsilcisi.

TMMOB, taslağın sermaye üniversite işbirliği yönünedikkat çekerek böylesi bir danışma kurulunun içinde yeralmayacağını ilan etmiş bulunmakta. Göstermelik olarakTMMOB’nin de taslağa konulması dışında tüm bileşenlerdikkat çekici. Özellikle valiliğin belirlediği iki kurummüdürü! Neden bunlardan biri il emniyet müdürüolmasın ki!

Tüm bu kan emiciler buluşacaklar ve üniversiteyönetimine önerilerde bulunacaklar! Yukarda yaptığımızgiriş işte burada işlev görüyor. Bu önerilerin sermaye-üniversite işbirliğini geliştirmek, üniversiteleri kendi arkabahçeleri olarak değerlendirmek, buraları birer rant alanıhaline getirmek, bilimi kendi çıkarları için peşkeşçekmek için verilmeyeceğini, hele ki taslak metnindedahi Bologna süreci çerçevesinde bu adımların atıldığıitiraf edildiği yerde kim iddia edebilir? Ve bunlarınsadece birer masum öneri olarak kalacağını? Elbetteikiyüzlü kapitalistlerden başkası değil!

Üniversitelerin kapısının sermayeye sonuna kadaraçıldığı, olanaklarının bu sınıfa peşkeş çekildiği birdurumda ve elbette ki, bu amaçlar doğrultusunda hayatbulmuş YÖK’ün öncülüğünde hazırlanan bu taslak metintek başına ele alınamaz. Ekim Gençliği’nin 122.Sayısında Bologna süreci üzerine ortaya konandeğerlendirmede ifade edildiği gibi danışma kurullarısermayenin üniversite yönetimlerinde kurumsallaşmasıdemektir. Bu süreçten ayrı ele alınamaz. Şimdiye dek herşey “bir biçimde” hayata geçiriliyordu. Sermayeüniversiteler üzerinde denetim ve bilim üzerindeyönlendiricilik rolünü başarıyla hayata geçiriyordu.Şimdi buna yalnızca bir kılıf bulunmakta, her şey “hukukdevleti” Türkiye’de yöntemine uygun yapılmaktadır.Değilse eğer, işte bu biçimde yeni bir taslakla sorunçözülmektedir. Bologna süreci de bunun bir yansımasıdeğil midir?

Yapılmak istenen yıllardır YÖK eliyle yavaş yavaşüniversitelere sokulan sermayenin Bologna süreciyleberaber yerlerini sağlamlaştırmaları ve daha fazla nüfuzalanı sağlamalarıdır. Danışma kurulu da bunun bir adımı.Her şey sistematik olarak hayata geçiriliyor. Üniversitelerüzerinde oynanan bu oyunun birçok oyuncusu ve kuralıvar. Bu oyunu bozacak olan ise oyuna alınmayıp“mızıkçı” ilan edilenler olacak! Mızıkçılık yapacak, “söz-yetki-karar hakkı”mızı isteyecek, bu oyunu bozacak vebilimsel üretimin koşullarını yaratacağımız özerk-demokratik üniversite talebini yükselteceğiz.

Tanya

Sermayenin üniversiteyönetimlerinde kurumsallaşması:

Üniversite Danışma Kurulları…

Page 17: EG 124. sayı

17

Liseli gençlik çalışmasına yüklenmek, geleceğiörgütlemektir!

Liseli gençlik çalışmasının sorunları

Genel olarak gençlik hareketindeki durumunaksine, onun kendine özgü bir alanı olan liseliayağında son yıllarda olumlu bir gelişim yaşanıyor.Anlık parlayıp sönen bir gelişme olmadığı, son birkaçyıldır belli bir istikrar taşıdığı oranda, bir çekimmerkezi de oluşturuyor.

...

Baskı ve saldırılara rağmen liselerdekaynaşma ve hareketlilik sürüyor

Elbette her toplumsal mücadele dinamiği gibigençlik hareketi de öncelikle ileri kitlesi üzerindendeğerlendirilebilir. Çünkü hareket bizzat ilerikitlesinin nicel ve nitel tablosu, sosyal siyasaletkinliği, daha özelde bilinç ve örgütlülük düzeyiüzerinden kendini ifade eder.

Bu açıdan, genel gençlik hareketinin ağırlıkmerkezini oluşturan üniversiteli gençlik cephesindekizayıflık ve gerileme tüm ağırlığıyla sürüyor. Devletinüniversitelerdeki soruşturma ve okuldan atmasaldırısının kalıcılaşmasıyla, gençlik hareketindekikırılma ve gerileme her yıl daha da derinleşiyor.Elbette hızlı bir sirkülasyon yaşanması nedeniyle budurumun değişme olasılığı her zaman vardır. AslındaTürkiye gibi çözümsüz, geleceksizlik sorunununderinden yaşandığı ülkelerde, toplumsal-siyasalsüreçlerden bağımsız olarak, gençlik kendi alanındaher an yeni bir canlanmaya kaynaklık edebilecek birpotansiyel taşıyor. 2000’li yılların ikinci yarısınagirmeden önce düzen bu potansiyeli zapturapt altınaalmayı başardı. Bugün gençlik hareketinin taşıyıcısıileri kitle, soruşturma ve okuldan atılma temelengelini aşamadığı müddetçe kırılma ve zayıflamasürecektir. Bu başarılmadan, geniş gençlikyığınlarının içine hapsolduğu cendereyi parçalamakmümkün değildir.

Baskının daha katmerlisinin yaşandığı bir alanolan liselerde ise son yıllarda bir kaynaşma vehareketlilik göze çarpıyor. Elbette bu henüz genişyığınların mücadeleye aktığı bir genel hareketlenmedeğil. Fakat gençliğin doğasına-yapısına yaraşırşekilde ileri kitlesinde bir artış ve aktivite yaşanıyor.Kimi yerlerde sol çevrelerin eylem kitlesinin önemlibir bölümünü liseliler oluşturabiliyor, ki bu son birkaçyıldır süreklilik gösteren bir durum. Bu gelişme, birparça hareketin olduğu tüm kentlere yayılmış olarakyaşanıyor.

İleri kitleye müdahalede gözetilmesigerekenler

Bugün liseli gençlik hareketini geliştiripdevrimcileştirmek, her şeyden önce ileri kitleye doğrumüdahaleler yapmayı gerektiriyor. Zira bu kitle içindevarlık gösteremeden alanın toplamına yönelik isabetlitaktik politikalar da, güncel pratik çalışma hattı daoluşturulamaz. Ve eğer alanın genel görevlerine karşıbir bakışınız ve pratiğiniz varsa, ileri kitleye

müdahale, gerçekte hareketin kendisine müdahaledir.

Yeri geldikçe belirtildiği üzere, bu kitle ancakeldeki olanaklar üzerinden bir politik hatoluşturularak ve ancak mevcut güçler hareketegeçirilip, alana özgü pratik politika yapılarakmücadelenin bir parçası haline getirilebilir. Fakatdevrime sempati besleyen ve politik etkinliksergileyen ileri kitlenin devrimci mücadeleyekazanılmasının güncel plandaki başlıca yolu, onundevrimci duyarlılığına ve ilgisine seslenebilendevrimci ajitasyon-propaganda, devrimci eylem veörgütlenmedir. Çoğu zaman gerçek politik kimlik ilepolitik faaliyetin örtüşmediği, liseli gençlik alanındakibaşlıca siyasal gruplar üzerinden de görülebilir. Liseligençlik içinde güç olan gruplar, bu gücü doğrudandevrimci propaganda üzerinden sağlıyorlar. Silahlımücadeleyle uzaktan yakından ilgisi kalmamış bazıreformist grupların dahi liselilere yönelirkensembolleri üzerinden silahlı savaşımı öne çıkarması,savaşın sürdüğünden söz etmesi, bunun en çarpıcıörneğidir. Özetle bugüne kadarki veriler, ileri liselikitlesini devrimci mücadeleye kazanmada, onundevrimci mirası ve değerleri sahiplenmede sergilediğiduyarlılığın büyük bir önem taşıdığını göstermektedir.

Burada önemli olan, bu doğrultuda bir müdahaleyi,liselilerin ve genel olarak gençliğin güncel yakıcısorunlarına müdahaleden koparmadan yapabilmektir.Dahası, bizzat bu sorunlara yönelik etkili, yaygın vegüçlü bir politik faaliyet örgütleme perspektifiylehareket etmektir. Diğer türlü, belki dönemsel birhareketliliğin ileri çıkardığı öğeler geçici olarakkazanılabilir, fakat alanda kalıcı bir örgütlenme vefaaliyet örülemez. Kendi içinde güncel olarak öneçıkan akademik-demokratik sorunlara gömülmek,bunları devrimci stratejik hedeflerden koparmak vedevrimci propagandayı zayıf yürütmek ne denli geçiciolmaya mahkumsa, genel gençlik hareketinigeliştirmenin ihtiyaçlarını gözetmeyen kendi içinde birkadro faaliyeti de o denli geçici olacaktır.

Buradan kaynaklanabilecek sorunları sağlıklı birşekilde aşmak, gerek faaliyetin içeriğini, gerekse araç,yol ve yöntemlerini alanı kavrayan bir dengedetutturmayı gerektiriyor. Bunun için ilk olarak, ilerikesimin bir yandan toplumsal sorunlara yönelik ilgisi,bir yandan devrimci ajitasyon ve eyleme yakınlığı,fakat öte yandan aynı kitlenin politik düzeyi vebirikimindeki gerilik ile aile-düzen karşısındakizayıflığı hesaba katılmalıdır. İkinci olarak ise, genişyığınların geriliği nedeniyle kitlelerden kopulmamalı,onların verili andaki duyarlılığı gözetilmelidir. Çok dauzun sayılmayacak bir zaman içinde giderek güçlenenbazı yerel çalışmalarımız ve sergiledikleri bir dizietkinlik, yapılması gerekeni somut deneyim olarakortaya koymaktadır.

...

(28.02.10 tarihli EKİM’in 264. sayısından alınmıştır.)

Devletinüniversitelerdeki

soruşturma ve okuldanatma saldırısının

kalıcılaşmasıyla, gençlikhareketindeki kırılma vegerileme her yıl daha daderinleşiyor. Elbette hızlı

bir sirkülasyonyaşanması nedeniyle bu

durumun değişmeolasılığı her zaman

vardır. Aslında Türkiyegibi çözümsüz,

geleceksizlik sorunununderinden yaşandığı

ülkelerde, toplumsal-siyasal süreçlerden

bağımsız olarak, gençlikkendi alanında her an

yeni bir canlanmayakaynaklık edebilecek bir

potansiyel taşıyor.

Page 18: EG 124. sayı

Bahar döneminin yoğunlukları ile ilerlerken, karşımıza çıkan hergündemde, her süreçte gençlik hareketinin parçalı tablosununolumsuz etkisi altında olduğumuzu tekrar tekrar görmekteyiz.Gençlik hareketi içerisindeki öznelerin yaklaşımlarına baktığımızdahareketin parçalı tablosunun nedenleri “anlaşılmaktadır”. Gençliğingündemlerine yabancılaşma, hareketi kavrayabilecek ve ileriyetaşıyabilecek emeğin ortaya konmaması da durumun vahametinikatmerlemektedir.

Gençlik hareketinin durağanlığı, parçalılığı anlaşılır demekteyiz;çünkü hareketin temel unsurlarına baktığımızda birçoğuüniversitelerde iş yapmaktan uzak, gençliğin gündemlerini elealmaktan, ısrarlı ve iradeli birçalışma yürütmekten, gençlikmücadelesinin önündekiengelleri aşma bakışındanyoksundurlar. Gençlikörgütlerinde tartışma kültürüzayıflamıştır. Birçok siyasetinbelli siyasetlerle yan yanagelmeme tutumu var.Kimilerinin nedeni eleştiriyetahammülsüzlük, bununkarşısında saldırganlaşmak veortak iş yapmama kararıalmaktır. Kimilerininki de DEV-GENÇ isminin türevlerinedeniyle siyasetler arasındadönen tartışmalar ve birlikte işyapmama tartışmasıdır.Hareketin ve hareketin geçmişinitemsil eden simgelerinkendilerinden ibaret olduğunu düşünmeleridir.

Tartışma kültürünü yitirmiş parçalar, yan yana gelme, hareketinihtiyaçlarını belirleme, hareketi ileriye taşıma iradesiyle bir bütünoluşturamamaktadırlar. Son yıllardaki birçok eylem sürecindeyaptığımız değerlendirmelerde belirttiğimiz gibi karşımıza en çokçıkan noktalardan biri de politik ayrışmadan ziyade eylemin biçimiveya birlikteliğin ismi nedeniyle süreçlerin parçalanmasıdır. Gençlikhareketinin birleşik bir mücadele zeminine, kitleleri politikleştirecek,militanlaştıracak ve mücadelenin ileriye taşınacağı bir müdahaleyeihtiyacı olduğu açıktır. Her gündemde yeniden başa sarantartışmalarda boğulmamak, gençliğin gündemlerini önüne koyanbirleşik hattı geliştirmek yönlü bir çaba sergilemek gerekmektedir.

Tartışmalar bir kez daha hareketin ihtiyaçlarının

göz ardı edildiğini gösteriyor…

Demokrat Yurtsever Gençlik’in çağrısıyla son bir aydır yan yanagelen kurumların yürüttüğü birleşik mücadele, devrimci-sol güçlerinbirlikteliği tartışmaları ve ilkesizce oluşturulmuş HalklarınKardeşliği için Gençlik Platformu bizim açımızdan belli tartışmalarımasaya yatırma ihtiyacını doğurmuştur. Bu ilkesiz yaklaşım sadecebu gündem eksenli yürüyen toplantılar açısından değil, yakınzamanda birçok tartışmada karşımıza çıkmaktadır ve gençlikörgütlerinin bir kısmı sessiz-itirazsız parçası olmuştur/olmaya da

devam etmektedir.

Demokratik Yurtsever Gençlik, gençlik hareketinin

ihtiyaçlarını, gündemlerini tartışmak, sol güçlerin devrimci birliğinioluşturmak hedefiyle bir çağrıda bulunmuştur. Bir süredir bukapsamda toplantılar yürütülmektedir. Toplantıları takip etmeyeçalışmış olmamıza rağmen toplantının yer ve saatlerine dairsorduğumuz sorular cevapsız bırakılmıştır. Tartışmalar sürerken biryandan da TEKEL direnişine dair bir eylem gerçekleştirilmiştir.TEKEL eyleminin gerçekleştiği gün toplantıların yer ve saatinoktasında neden net bir habere ulaşamadığımızı anlamış olduk.Eyleme katılacağımızın öğrenilmesi üzerine DYG tarafından eylemekatılamayacağımız, Ekim Gençliği ve Gençlik Federasyonu ilebirlikte iş yapmalarının sorun yarattığı ifade edilmiştir. Tüm kitleyeçağrısı yapılmış bir eylem olduğunu ve katılacağımızı ifade edip

eyleme katıldık. Burada açılantartışma ile birlikte DYG’ninbizle ve Gençlik Federasyonuile iş yapmama noktasındakitutumlarının başından beriortada olduğunu öğrenmişolduk. Bu sadece bu toplantılarsüreci ile sınırlı değil, İstanbulÜniversitesi’nde 8 Marttoplantılarında da, KocaeliÜniversitesi’nde soruşturma veceza terörü üzerinden yapılançağrıda da ifade edilmiştir.Yapılan birçok toplantısürecinde benzer ifadelerkullanılmaktadır ve artıktoplantıların-sürecin içinde olanunsurlar da bu tutumunparçasına dönüşmüşlerdir. Bu

yaklaşımın bilinmesine rağmen bir tartışma açarak bu yaklaşımmahkum edilmeye, eleştirerek yol yürümeye dahi çalışılmamıştır.

Tekrardan DYG’nin bu yaklaşımının nedenini belirtmekgerekirse, bilindiği üzere Kızıl Bayrak gazetesinde çıkan yazılarüzerinden hareketimize dönük birçok alanda saldırı süreciyaşanmıştır. Birçok yerde faaliyetimize saldırılmış, yoldaşlarımızyaralanmıştır. (Halk Cephesi’nin birçok kurumuna dönük saldırılar dahemen hemen aynı süreçlerde gerçekleşmiştir.) Saldırı fiziki birşekilde devam etmese de bugün de bulundukları platformlara almamatutumlarını dayatarak devam etmektedir. Dün sözümüzü söylediğimizgazetemize saldırılırken bugün de sözümüzü söyleyeceğimiz alankapatılmaya çalışılmaktadır. Ve ne yazıktır ki bu toplantılar sürecininparçası olan diğer gençlik örgütleri de bu noktada bağımsızdüşüncelerini ifade etmemektedirler. Ortadaki tutum farklı birdüşünceye, eleştiriye tahammülsüzlüktür. Bu tutumun parçası olarakyan yana gelmek de ilkelerden yoksun bir platformdan öte bir şeyoluşturmaz/oluşturamaz.

Bu yaklaşımı öğrenmemizle birlikte gençlik örgütleriyle ilk yanyana geldiğimiz 16 Mart toplantısında bu tartışmayı açtık veyürütülen diğer toplantının tarihini öğrenerek oraya da katıldık vetartışmamızı yürüttük. Diğer toplantılarda bu tutumun birer parçasıolan bileşenlerden yaklaşımlarını ortaya koymalarını istedik. EHPGençliği’nin haricinde toplantıyı kaplayan kocaman sessizlik aslındayeterince cevap vermiş oldu. EHP Gençliği, ortadaki ilkesiz tutumu,“Sizinle zaten bu konuda anlaşamayacağımızı düşündük. Ondançağırmadık” şeklinde örtmeye çalışsa da, bilinmelidir ki bu baştan bir

Geleceksizliğe, soruşturma-ceza terörüne, baskı veimhaya karşı

Gençliğin birleşik ve militan mücadelesiniyükseltelim!

18

Page 19: EG 124. sayı

siyasetin düşüncesini, politik yaklaşımını ifade etmesinin önününkesilmesidir, politik bir tartışma düzleminden sol değerlerinçiğnenerek yalıtılmasıdır.

Herhangi bir gündem açısından da açıktır ki tüm gençlik örgütleriaynı politik yaklaşımı paylaşmamaktadırlar. Süreçler farklıdeğerlendirilmektedir. Ama yan yana gelip politik yaklaşımlarınortaya konup ortak bir eksen bulma çabasıyla hareket etmek, bugünhareketi ve olanaklarını ileri taşıma yönlü temel adımlardan birisiolacaktır. İlki üzerine söylenecek çok şey olması ile birlikte buradanen azından şunu söylemek yerinde olur: Dünyayı durağan bir biçimdevarsayamayacağımız gibi, politik bir konumu da mutlaklaştırmakçabası esasında Marksizmi-Leninizmi veya öne sürülebilecek birbaşka yolu hayatın her anında üretebilmekteki acizlikten ilerigelmektedir. Mücadele tarihinin birikimi ile yüzleşmekten öteçekince açıktır ki tartışma ortamlarını kapatmak, kafayı kumagömmek ile su yüzüne çıkmaktadır. Bugün ne Kürt ulusal mücadelesi,ne de toplumsal muhalefetin bir eğilimi birilerinin tekelindedir.Politikaları tartışmaktan böylesi kaçışlar, bununla birliktebirlikteliklerin üstünün cambazlıklar ile örtülmesi esasında bugünhayat içinde sınanmaktan duyulan çekincedir.

Günü kurtarma kaygısı değil,

gençlik hareketinin ihtiyaçları esastır!

Bu tartışmada kendi adımızaaçmak istediğimiz nokta birleşikmücadele tartışmasıdır. Gençlikhareketinin gündemlerini elealmak, birleşik bir mücadelehattı oluşturmak, bir platformkurmak iddiasıyla yola çıkılıpgelinen aşama aslında birleşikmücadelenin kavranamamışolduğunu gösteriyor.

Bugüne kadar GençKomünistler olarak, gençlikhareketinin birleşik mücadeleihtiyacı üzerinde sıklıkla vegereken hassasiyeti göstererekdurduk. Yayınlarımızda yerbulmuş değerlendirme vemetinler, bu konuda herhangi birtartışmaya yer bırakmayacak denli açıktır. Keza birleşik mücadeleyibüyütmek yönlü adımlar atmak, birleşik bir gençlik örgütlenmesiyaratabilmek için tartışmalar yürütme noktasında en çok emekharcayan örgüt olduğumuzu gönül rahatlığıyla ifade edebiliriz. Bizleriçin gençlik hareketinin ihtiyacı önceliklidir. Kendi kaygılarımız dahiçbir zaman gençlik hareketinin ihtiyaçlarının önüne geçmemiştir.Gençliğin karşısında duran herhangi bir gündemde birleşik birmücadele hattı ile hareket etmenin önemine vurgu yapmış bu yönlüçabamızı ortaya koymuşuzdur.

Gençlik hareketinin birleşik mücadelesi ve örgütü, örgütselkaygılar ve ihtiyaçlarla yan yana geliş değildir. Baştan gençlikhareketinin içerisinde bulunan ve emek harcayan iki öznenintartışmanın dışında bırakılması, yalnızca, bunu dayatan veya ortakolan her anlayışın, önüne koyduğu iddianın altının boş vesamimiyetsiz olduğunun dolaylı bir itirafıdır. Bir siyaseti çağırmamanedenlerini kamuoyu karşısında ortaya koyamamaktadırlar, çünkükimsenin arkasında durabileceği bir yaklaşım değildir bu. Eleştiriyetahammülleri yoktur ve farklı görüşlerin karşılıklı tartışılmasınoktasında cesaret gösterilememektedir.

Burada parantez açarak ortak bir zeminde tartışmayı engelleyenve karşımıza sıkça çıkan diğer bir örneğe de değinmedengeçemeyeceğiz. Örgütlerin kullandıkları isimden kaynaklı yan yanagelmediklerini yazının başında söylemiştik. Geleceğe yürüyen herkesgeçmişin mirasını sahiplenir. Bu noktasıyla DEV-GENÇ tarihihepimizin tarihidir. '71 yılıyla birlikte DEV-GENÇ gençliğinözörgütlülüğü olmaktan çıkmıştır. Gençlik çalışmalarını bu vebenzeri isimlerle devam ettiren örgütler olmuştur. Bugün de

baktığımızda bu isim ve türevleri üzerinden kendini tanımlayangençlik örgütleri mevcut. İsimi kullanıp kullanmama üzerindenşiddete varan tartışmalar da yaşadık. İsim tartışmasının şiddetboyutuna varması veya yine bu tartışma nedeniyle yan yana gelmeyi“tercih” etmemek bizim adımıza kabul edilebilir bir yerdedurmamaktadır.

“Birleşik bir mücadele için öncelikli ve ertelenemez görev,gençlik içerisindeki siyasal öznelerin ve ilerici güçlerin birliktehareket etmesinin olanaklarını oluşturmaya çalışmaktır. Siyasalgüçlerin birleşik mücadelesi kendi içinde bir amaç değil, fakatbirleşik bir devrimci gençlik hareketi oluşturma çabasının biraracıdır yalnızca. Dolayısıyla buna hizmet ettiği ölçüde bir anlam veönem taşır. Ancak küçük-burjuva gençlik gruplarının yaşadığıbelirgin kavrayışsızlık ve politikadan yoksunluk durumu, bunlaraeşlik eden politik ilgisizlik ve kaba sorumsuzluk, bu olanağın birleşikbir devrimci gençlik hareketi oluşturma hedefi doğrultusunda etkinbir politik müdahale manivelasına dönüşmesini engellemektedir. Buise gençlik hareketini kısır bir döngüye sokan çelişkinin kendisidir.Yani sorunun çözümü birleşik bir mücadeleyi zorunlu kılıyor; ancakgeleneksel harekete mensup siyasal gençlik güçleri, bu ihtiyacıgördükleri yerde bile bu soruna çözüm oluşturabilecek devrimcisorumluluğu ve politik iradeyi ortaya koymak güç ve isteğindenyoksunlar.”

Değerlendirmede debelirtildiği gibi iradi bir çabave ısrar isteyen bu yaklaşımdanuzak olmak bizleri bu noktayagetirmiştir. Diğer bir yanıylason yaşadığımız örnek içinvurgulanması gereken bir yandaha olduğunu düşünüyoruz.Evet, birleşik mücadeleninönemi ve ihtiyacının altınıkalınca çizerek vurguluyoruz.Fakat birleşik mücadele demekilkelerden vazgeçip yan yanagelmek değildir. Sırf yan yanagelmek, birlikte iş yapmakadına çizgiden, devrimciahlakın sorumluluklarındanvazgeçiliyorsa bilinmelidir kiyine baştan çarpık bir algıyla

adım atılmaya başlanmıştır. Bu bakışla yürünecek yolun nereyegideceği belli değildir.

Gençlik hareketinin gündemlerini ele almak, gençlik hareketininihtiyacı olan birleşik bir mücadele hattını oluşturmak, halklarınkardeşliği için mücadeleyi büyütmek gibi bir iddia varsa buna uygundavranılmalıdır. Bilinmelidir ki ortada kendinden menkul bir iş değil,harekete duyulması gereken koca bir sorumluluk vardır. Günükurtarmak ya da saflara kazanılabilecek 3-5 kişinin hesabını yapmakpolitik bir süreçle asla bağdaşmaz. Siz isteseniz dahi böyle çarpık birpratik ile o istediğinizi de elde edemezsiniz. Kapılarını gençlikörgütlerine kapatan bir platform değil, gençlik hareketi içerisindekitüm örgütleri-geniş gençlik kesimini kucaklayabilme bakışıylahareket eden bir birliktelik yaratma kaygısı güdülmelidir. Bundanbaşkası soluksuz kalmaya mahkumdur.

Gerçekten bu iddianın ve çabanın samimi bir yanı varsa gericiuzlaşma zemininden sıyrılıp, tartışmaların herkese açık haledönüştürülmesi gerekmektedir. İçinden geçtiğimiz bahar dönemitarihsel gündemler bakımından yoğun, bunun yanı sıra gençliğinkarşısında eğitimin ticarileştirilmesinden, soruşturma-ceza teröründengeleceksizliğe birçok gündem duruyor. Sınıf kitlelerindekihareketlilik, eylemlilik toplumun birçok kesimini olduğu gibigençliği de etkilediği, geçlik mücadelesinin sınıf mücadelesi ilebağının kurulması gerektiği bir dönemdeyiz. Gençliğin karşısında bukadar sorun varken, topluma dönük baskı ve terör artıyorken, Kürthalkının üzerine bombalar atılıyorken, bu platform busorumluluk ile yol yürüyebilen, bu gündemleri önünekoyan bir hat belirlemelidir. 19

Page 20: EG 124. sayı

Gençliğin taleplerine yanıt verecek bir mücadele ancak devrimve sosyalizm mücadelesidir. Bu mücadelenin öznesi de işçisınıfıdır. Bu yüzdendir ki, sınıf hareketiyle gençlik hareketidolaysız olarak birbirine bağlıdır. Dahası biz gençkomünistler işçi sınıfının devrimci gücü ile gençliğindevrimci dinamizmini birleştirmekle yükümlüyüz. Diğergençlik gruplarından ve siyasal öznelerden belirginfarkımızı buradan koymalıyız. Bu fark politikada veörgütlenmede doğalında temelli sonuçlaryaratacaktır.

“TKİP, devrimin öncü sınıfı olan işçi sınıfınadayanmayı, öteki emekçi sınıf ve katmanlarındevrimci sınıf mücadelesine ve devrimebaşarıyla kazanılmasının da güvencesiolarak ele alır. Öteki ezilen ve sömürülenemekçi kitleleri işçi sınıfı önderliğindedevrim mücadelesine kazanmayıdevrimin zaferinin temel koşulu olarakgörür.” (TKİP programı) Bu nedenlegençlik sorunu ve gençliğinkurtuluşu, işçi sınıfının kurutuluşumücadelesinden ayrıdüşünülemez. Toplumdaki tümsorunların olduğu gibi busorununun da çözümü emek-sermaye çelişkisi ana ekseniüzerinden yürütülecekmücadeleden geçmektedir.

Gençlik, üretim süreçlerinin içerisinde olmamasından kaynaklı, kendibaşına bir sınıf değildir. Kendi içinde toplumdaki farklı sınıf katmanlarının

yansımalarından oluşmaktadır. Üretim süreciyle ilişkisi, sosyal davranış biçimive karakter olarak küçük-burjuva özellikler taşıyabilen gençlik, küçük-burjuva bir

sınıfsal katman değil, heterojen bir toplumsal bileşimdir.

Sınıflı toplumların tarihi boyunca gençlik her zaman geleceği temsil etmiş vekurulu düzen tarafından geleceksizliğe mahkûm edilmiştir. Oysa üretim sürecinde yer

almayışı, geleceğe dair büyük bir belirsizlik doğurmaktadır. Gençliğin dinamizmini,öfkesini oluşturan da bu geleceksizliktir. Elbette ki kapitalist toplum burjuvazi ve onun

gençliği için bir gelecek sunmaktadır. Bu yüzden burjuva çocuklarının, gençliğin bukesiminin bilinen siyasal anlamıyla bir gelecek kaygısından söz etmek mümkün değildir.

Bu yüzden gençlik sorunu dediğimizde ağırlıklı olarak işçi-emekçi çocuklarınınoluşturduğu bir kesimden, bu sınıfa mensup olan gençlikten bahsetmekteyiz. Bu sınıfsal

bakışın dışında bir gençlik sorunundan bahsetmek bizi hayatın gerçekliğinin ve Marksizmindışına iter. Gençliğin kurtuluş mücadelesi işçi sınıfının devrimci programının dışında

yürütülemez.

“Devrimci gençliğin sonu gelmez bir ısrarla sürdürdüğü tutarlı bir dünya görüşüarayışını ancak proletaryanın dünya görüşü, Marksizm-Leninizm karşılayabilir. Devrimci

gençliği tutarlı bir dünya görüşüyle ancak proletaryanın komünist sınıf partisi eğitipdonatabilir.” (Devrimci Gençlik Hareketi, Eksen Yayıncılık)

Gençliğin taleplerine yanıt verecek bir mücadele ancak devrim ve sosyalizm mücadelesidir.Bu mücadelenin öznesi de işçi sınıfıdır. Bu yüzdendir ki, sınıf hareketiyle gençlik hareketi dolaysız

olarak birbirine bağlıdır. Dahası biz genç komünistler işçi sınıfının devrimci gücü ile gençliğindevrimci dinamizmini birleştirmekle yükümlüyüz. Diğer gençlik gruplarından ve siyasal öznelerden

belirgin farkımızı buradan koymalıyız. Bu fark politikada ve örgütlenmede doğalında temelli sonuçlaryaratacaktır.

“TKİP, devrimin öncü sınıfı olan işçi sınıfına dayanmayı, öteki emekçi sınıf ve katmanların devrimcisınıf mücadelesine ve devrime başarıyla kazanılmasının da güvencesi olarak ele alır. Öteki ezilen ve

sömürülen emekçi kitleleri işçi sınıfı önderliğinde devrim mücadelesine kazanmayı devrimin zaferinin temelkoşulu olarak görür.” (TKİP programı) Bu nedenle gençlik sorunu ve gençliğin kurtuluşu, işçi sınıfının

kurutuluşu mücadelesinden ayrı düşünülemez. Toplumdaki tüm sorunların olduğu gibi bu sorununun daçözümü emek-sermaye çelişkisi ana ekseni üzerinden yürütülecek mücadeleden geçmektedir.

Bu yüzdendir ki gençlik içerisinde sosyalist bir propaganda yapabilmenin temel koşulu gençlik hareketinisınıf hareketinin ayrılmaz bir parçası olarak geliştirebilmektir. “Sosyalizmi olanaklı kılacak maddi temeli, bunu

gerçekleştirecek toplumsal gücü, somutta işçi sınıfını, bizzat kapitalist toplumun içinden bulup çıkarmak; sosyalizmi,modern toplumdaki temel üretici sınıfa, proleter sınıf eksenine dayandırabilmek. Dolayısıyla, bu basit bir genel gerçek

değil, bir bakıma her şeyin temelidir. Bu gerçeği unuttunuz mu, sosyalizmi olduğu gibi unutmuşsunuz demektir. Sonuçolarak; sosyalizmi sınıf özünden koparamazsınız. Sosyalizmi proleter sınıf özü ve ekseninden kopardınız mı, gerçekte

sosyalizmle her türlü bağınızı da kestiniz demektir.”(Partimizin tüzüğü üzerine/2 - Parti tüzüğümüzün ilkesel bölümü,www.tkip.org )

Sınıf hareketi gençliği sosyalist mücadeleye katacak ve arkasından sürükleyecek tek güçtür!

Gençliğin devrimci yükselişinin 1960’lara denk gelmesi hiç de tesadüf değildir. II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ardındanyükselen sınıf hareketliliği ‘60’larda doruk noktasına ulaşmıştır.

Gençlik hareketleri dünyanın her yerinde işçi sınıfının mücadeleleri üzerinden gelişmiş ve yükselmiştir. ‘68 dönemi Avrupa’sınabaktığımızda ise Türkiye’dekinin de ilerisinde bir işçi sınıfı mücadelesi görürüz. Fransa’da Mayıs ‘68’de işçi sınıfı tarihinin o ana kadargördüğü en büyük genel grev düzenlendi. 20 günden fazla süren bu grevde 10 milyona yakın sayıda işçi hayatı durdurdu. Fransız burjuvazisiiç savaş tehdidinde bulundu. ABD’de Wall Street 3 gün işgal edildi. Tüm bunlar ‘68’in özünü vermektedir.

Esasında yaşanan, proletarya ile burjuvazi arasındaki sınıf savaşımıdır. Burjuva liberaller ‘68’i bir özgürlük hareketi, gençlik hareketiolarak masumlaştırmaya çalışsa da ‘68 katıksız bir sınıf savaşımları dönemidir. Bu yüzden ‘68’de olduğu gibi o günden bugüne sahneye ilkçıkan işçi sınıfı olmuştur. Onun değiştirici ve dönüştürücü gücü ile gençlik başta olmak üzere tüm toplum hareketlenmiştir. Tüm Avrupa’daüniversite, amfi işgalleri, gençliğin militan devrimci yükselişi sınıf hareketinin itilimiyle ve öncü etkisiyle gerçekleştirmiştir.

‘68’de tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de gençlik mücadelesi kitleselleşmiş, okul işgalleri yaşamış, militanlaşmıştır. Düzenden20

Gençlik içinde sınıf devrimciliği

Page 21: EG 124. sayı

devrimci bir kopuşun sağlanabilmesi de ancak bu şekilde mümkünolmuştur.

Avrupa’yla aynı dönemde Türkiye’de yükselen ve grevlerle, işgallerle,militan eylemlerle mücadele sahnesine çıkan bir işçi sınıfındanbahsedebiliriz. ‘68 devrimci gençlik hareketi de tüm dünyada olduğu gibisınıf mücadelesinden etkilenmiştir.

Bu yüzden ‘68 salt bir gençlik hareketi değildir. ‘68’e giden yolda sınıfbirçok imtihandan geçmiştir. Bu imtihanlar gençliği de derindenetkilemiştir. ‘68 hareketini Fikir Kulüpleri’nden başlayarak, sadece FKF veDev-Genç tarihi olarak görmek bizi yanılgıya düşürür. Aynı dönemdeyükselen sınıf hareketi ile bağı üzerinden görmek gerekir.

31 Aralık 1961’de büyük Saraçhane mitingi gerçekleşmiştir. 6 koldanbinlerce işçi Saraçhane’ye akın etmiştir. Kendi sınıfsal talepleri ile alanlaraçıkan işçi sınıfı gücünü göstermiştir. Bu alana çıkış hemen ardından hareketbirçok fabrikada grevlerle devam etmiştir. 28 Ocak 1963’te Kavel Kablodirenişi, işçi sınıfının başkaldırdığında yasaları değiştirecek bir gücü ortayakoyduğunu göstermiştir ve grev silahı belli sınırlılıklarla da olsa yasalaragirmiştir.

Ardından Singer’de, Goodyear’da, Bereç’te, Sungurlar’da, MersinAtaş Rafinerisi’nde, İstanbul Bozkurt Mensucat’ta, Batman Rafinerisi’nde,Zonguldak Kozlu’da kömür ocaklarında ve doruk noktasına ulaşan 31 Ocak1966 Paşabahçe grevinde işçi sınıfı defalarca grev silahına sarılmış, bir sınıfolarak mücadele sahnesine çıktığını göstermiştir. Paşabahçe direnişi işçisınıfının farklı toplumsal katmanları peşinden sürükleyebileceğine en büyükkanıtlardan birisidir. Tıpkı günümüzde TEKEL direnişinde olduğu üzeregelişen sınıf hareketi ile birlikte sınıf dayanışması da büyümüştür. Bütün bumücadeleler, grevler ve direnişler toplumu derinden etkilemiş, devrim vesosyalizm düşüncelerinin yaygınlaşmasına, işçi sınıfı kavramının ve onundevrimci gücünün kavranmasında eşsiz örnekler oluşturmuştur. Sosyalizmdüşüncesi kitaplardan çıkmış, onu var edebilecek sınıfın militan eylemlerinesahne olan bir süreç yaşanmıştır. Aynı dönem gençliğin kitlesel olarakdevrimcileştiği dönemdir.

13 Şubat 1967’de yükselen sınıf mücadelesi devlet güdümündeki Türk-İş’in sendikal çerçevesini aşarak kendi örgütünü yaratmış ve DİSKkurulmuştur. Mücadeleci, militan sınıf sendikacılığı bu dönemdeyaratılmıştır. Sınıf hareketi daha da militanlaşmış, 1969 yılı birçok fabrikaişgaline tanıklık etmiştir. Derby Lastik Fabrikası, Singer, Demirdöküm,Gamak ve Sungurlar işgalleri, İzmir Menemen’de Çamaltı Tuzla İşletmeleriişgali işçi sınıfının kendiliğinden ama devrimci bir özde, burjuvazinin özelmülkiyetine karşı yükselttiği çağrı oldular.

Bütün bu deneyimler başta gençlik olmak üzere tüm toplumuhareketlendirdi. ’69 Şubat’ında öğrenci gençlik ile birlikte 6. Filoprotestolarına katılan işçi sınıfı, artık “evde çocuk ekmek bekliyor” gibisözleri bir tarafa bırakarak politik şiarlar altında da mücadele etmeyebaşlamıştı.

15–16 Haziran 1970’de DİSK’in kapatılmasına karşı işçilerayaklanmış, İstanbul ve İzmit’te hayatı durdurarak alanlara çıkmıştır. 150bine yakın işçi kent merkezlerine doğru hareket etmiş, ordu ve polistarafından tanklar ve zırhlı birliklerle durdurulmaya çalışılmış, fakat işçiler3 şehit vererek çatışa çatışa barikatları aşmışlardır. Türk Demir Döküm,Sungurlar, Derby, Elektrometal, Rabak, Auer, Çelik Endüstri, Otosan,Arçelik, Vita gibi büyük işletmelerde iş yavaşlatan işçilerin karşısına DİSKyönetiminin ihaneti çıkmıştır. Üç ay içerisinde yaklaşık 5 bin işçinin iştençıkarılmasına ve onlarca işçinin tutuklanmasına rağmen direniş başarı ile

sonuçlanmıştır. Sonuçta yeni sendika yasası uygulamaya sokulamadan iptaledilmiştir.

Tüm bu süreç boyunca gençlik hareketi devrimcileşerek, düzendendevrimci bir kopuşu sağlayacak düzeyde örgütlenmelerin kurulmasının önüaçılmıştır. Dev-Genç başta olmak üzere gençliğin bütün örgütlenmelerisınıfla bağlar kurmaya çalışmış, işçi sınıfının mücadelesi içerisindegelişmişlerdir. İşçi sınıfının burjuva diktatörlüğüne son verecek yegâne güçolması, bu konuda en tutarlı devrimci güç olması, onun öncülüğündeyürütülecek mücadelenin sonuca ulaşacağının dolaysız kanıtıdır. Sosyalizmdüşüncesi işçi sınıfıyla buluştuğu vakit ete kemiğe bürünecektir.

Gençliğin bir kesim olarak heterojen olması ve ancak ve ancakdevrimci proletarya ile mücadelesini birleştirdiğinde sonuç alıcı bir hattagireceği açıktır. Sınıf hareketiyle bağ kurulduğu oranda gençlik hareketitaleplerine karşılık bulacaktır. “İşçi sınıfı toplumumuzun en diri, endevrimci, en tutarlı sınıfıdır. Burjuvaziye karşı muzaffer bir devrimin başınıçekebilecek, önünü tutabilecek nitelikte ve yetenekte olan biricik sınıf odur.İşçi sınıfı kendi ideolojik ve örgütsel sınıf kimliğine kavuşabildiği ölçüde,devrimci gençlik hareketi de bugüne kadarki birçok temel zaafındankurtulma olanağına kavuşacaktır.”

“…Gençliğin temel devrimci özlemlerine ve istemlerine ancak sosyalistproletarya cevap verebilir. Gençliğin devrimci eylemini doğru bir çizgidebaşarıyla ancak sosyalist proletarya yönetip yönlendirebilir.” (DevrimciGençlik Hareketi, 2. baskı, s.58)

Üniversitelerde sınıfsal ayrımları açığa çıkaracak bir mücadele yürütmeliyiz!

Bizler sınıf devrimcileriyiz. Bizleri sınıf devrimcisi yapan, işçiolmamız değil, işçi sınıfının kurutuluş mücadelesinde sınıfı örgütlemekbakışı ve onun öncülüğünde bu düzeni devirecek ve sosyalist bir iktidarıkuracak olan proleter devrimci bakışımızdır. Bu yüzdendir ki sınıfdevrimciliği sadece fabrikalarda değil, hayatın ve mücadelenin her alanındaortaya konacak olan bir duruştur. Teorisiyle, pratiğiyle, örgütlenmesi ile buayrımı ortaya koymak bizlerin görevidir.

Bizler üniversitelerde çalışma yürüten sınıf devrimcileriyiz. Bunauygun olarak üniversitelerde sınıfsal ayrımları açığa çıkaracak bir mücadelehattı ortaya koymalıyız. Gençliğin sınıf mücadelesiyle bağını kurabilecekve mücadelelerini sınıfın öncülüğünde birleştirecek bir hattı örmek içinenerjimizi harcamalıyız.

“Komünist gençliğin mücadelenin bütün dönemlerini ve alanlarınıkesen en öncelikli görevi, gençlik içinde proletarya sosyalizminin/işçi sınıfıdevrimciliğinin bayrağını yükseltmek, ideolojide, politikada, değerlersisteminde ve nihayet belirleyici bir alan olarak pratik mücadelede bunulayıkıyla temsil etmeyi başarabilmektir. Bu başarılamadığı sürece, komünistgençliğin gençlik hareketi içindeki özel konum ve misyonundan söz etmeninherhangi bir anlamı kalmaz ve bu durumda sözünü ettiğimiz önderlikmisyonu zaten yerine getirilemez.” (Gençlik Hareketi ve KomünistGençliğin Görevleri, Ekim, sayı: 240, başyazı)

“Komünistler ve sınıf bilinçli işçiler, proletarya sosyalizminin gerçeksınıf bayrağını yükseltebildikleri ölçüde, gençliğin ön saflarından bubayrağın altına akacak önemli güçler bulacaklardır.” (Devrimci GençlikHareketi, 2. baskı, s.58)

Bu doğrultudaki çaba, üniversitelerde yürütüleceksınıf devrimciliği faaliyetinin esasını oluşturmaktadır. 21

Gençlik içinde sınıf devrimciliği

Page 22: EG 124. sayı

TEKEL işçilerinin 78 günlük Ankara direnişi sınıf hareketinin hementüm temel sorunlarına ayna tutuyor. Direniş yıllardır yükselmesi beklenensınıf hareketine şimdilik ilkbaharını yaşattı. TEKEL direnişi ve hareketegeçirdiği diğer sınıf bölükleri sayesinde, sınıf hareketinin yıllardır sürensuskunluluğun da etkisiyle sendikal alanda derinleşen bozulma vestatükoları bir bir günyüzüne çıkardı. Yıllardır bilinen gerçekler TEKELdirenişi vesilesiyle daha açık hale geldi.

Güçlü bir sınıf hareketinin ilk görünümü sayılabilecek bugünkümücadele düzeyi bile bu alanlarda yaşanan sorunları ve mevcut gerçekliğioldukça berrak bir biçimde orta koymuştur. Kurulduğu günden bu yanadevletçi kimliği ve sermaye uşağı rolüyle bilinen Türk-İş bugün deçıbanın başıdır. Üçüncü ayına yaklaşan TEKEL direnişine karşı Türk-İş’inaldığı tutum geçmiş kimliğinden bir şey kaybetmediğini göstermiştir. Kısasürede toplumun temel bir gündemi haline gelmiş ve önemli bir desteğietrafına toplamış TEKEL direnişi karşısında esasta kılını kıpırdatmamıştır.Üstelik Türk-İş kendi çizgisine DİSK ve KESK gibi sözde mücadelecisendikaları da yedeklemiştir. Böylece, direniş karşısında gösterdiğiteslimiyetçi, işbirlikçi ve ihanetçi tutumları için başka suç ortaklarıbulmuştur.

Konfederasyonlarla birlikte tek tek sendikalar ve sendika şubelerininbüyük bir çoğunluğunun direniş karşısındaki tutumlarında esasta birfarklılık yoktur. Direniş belli bir evreden itibaren toplumu sarsmışken,giderek uluslararası dayanışma büyürken, deyim yerindeyse direnişinburnunun dibindekilerden doğru dürüst ses çıkmamıştır. Bu özellikleTürk-İş sendikaları için geçerlidir. Kitlesel TEKEL eylemlerinde ve 4Şubat iş bırakma gününde sendikalar üzerlerine düşen sorumluluğungereklerini yerine getirmemiştir. DİSK de altına imza attığı kararlarıyaşama geçirmek için şubelerde ve işyerleri düzeyinde etkin hiçbirçalışma yapmamıştır. Tek istisna 4 Şubat dayanışma eyleminde İzmir’deortaya çıkan tablodur. Onun da CHP belediyelerinin AKP karşıtıtutumundan ileri geldiğini biliyoruz. KESK ise toplam süreçte en sıkıkonuşmaları yapan, en kararlı görünümü sergileyen sendika olmasınakarşın, süreçteki varlığı tabanında barındırdığı ilerici öğelerin ötesinegeçmemiştir.

Sendika konfederasyonlarının bir süredir devam eden ortaklıkları,tarafların kendi tabanlarına karşı ellerini rahatlatmalarına da yaradı. İkisigöstermelik eylem kararlarına göstermelik yanıtlar verirken, diğeri buişbirliği sayesinden direniş için iyi bir şey yapıyormuş görüntüsüoluşturdu. Biri alması gereken daha güçlü eylem ve genel grev kararlarınaTEKEL direnişiyle dayanışmanın ve sahiplenmenin zayıflığını gerekçegösterirken, diğerleri sürecin asıl muhataplarının alacağı kararlarauyacaklarını bildirdiler. Konfederasyon ağaları kitlelerin gözünün ünündeadeta bir orta oyunu sergilediler. Emekçilerin gözünün içine baka bakaonlarla, en çok da TEKEL işçileriyle alay ettiler. Bu orta oyunukendilerine bağlı sendikaların elini de rahatlattı. Aldığı güdük ve etkisizeylem kararları, kendi isteksizlikleriyle de birleşince, ara kademe sendikabürokratlarının da kararları ortada bırakılmalarını sağladı. Ne de olsadenetleyen ya da hesap soran yoktu. Üstelik bir şeye yaramayacağı dahabaştan belli olan bir eylem için patronlarla ya da işyeri yöneticileriylesorun çıkarmaya değmezdi. Eylem kararları ortada bırakılarak sorun daçıkarılmamış oldu.

Sınıf hareketinin yıllardır yaşadığı suskunluk sendika bürokratlarınıiyiden iyiye çürütmüştür. Direnişe karşı ilgisizlik ve vurdum duymazlıkbununla bağlantılıdır. TEKEL direnişi aynasından bakıldığında, bir elin

parmağını geçmeyen sendika şubeleri ve kimi mücadelecisendikacılar sayılmazsa, boydan boya tüm sendikal cephebu çürümüşlüğün içindedir. Hiçbir biçimde bir sınıf aidiyeti

taşımamaktadırlar. Kimi süreçlerde bu sendikalar şu ya da bu düzeyde birmücadelenin içine girebiliyorlarsa eğer, o da varlık zeminlerini kaybetmetehlikesindendir. Sendikal cephede Türk-İş ile benzerleri devlet vehükümet yanlısı sendikacılık çizgisini temsil ederlerken, DİSK ve KESKsol-demokrat maskeli çizgiyi temsil etmektedir. Bir kısmı devlet vehükümet tarafından beslenip uysallaştırılmışken bir kısmı da bizzatsermayenin kendisi tarafından beslenip uysallaştırılmıştır. Sendikaların bukimlikleri direniş süreci boyunca aldıkları tutumlarda da kendini ifadeetmiştir. İster konfederasyonlar düzeyinde olsun isterse ara kademedeolsun, birbirlerinden tek farkları vardır. O da tabanlarını ve hala dahaonlardan bir beklentisi olan işçi ve emekçileri aldatmakta kullandıklarıdildir. İkiyüzlülük, sınıfa ihanet ve mücadele kaçkınlığı bunların ortakpaydasıdır. Yaşam tarzları, alışkanlıkları ve sendikacılık anlayışları birdir.Böylece tutum ve kimlikleri aynılaşanların yan yana gelmeleri dekolaylaşmaktadır.

TEKEL direnişi süreci göstermiştir ki, ister devletçi olsun ister sol-demokrat maskeli olsun, mevcut sendikal anlayışlar bitmiş durumdadır.Bunların sınıf mücadelesinin şu ya da bu ihtiyacını karşılayacak niyetleride takatleri de yoktur. Kuşkusuz bu yeni görülen bir gerçek değildir. İşçive emekçilerin yıllardır düşük ücret, ağır çalışma koşulları ve zamfuryaları altında inletilmesine rağmen yaprak kıpırdamamasının birincielden sorumluları bunlardır. Her hak arama mücadelesini, her ileri çıkışı,koltuğunu kaybetmemek ve patron, devlet ya da hükümetle karşı karşıyagelmemek kaygısıyla geriye çeken ve bastıran bu sendikacılardır. Onlarınuzlaşmacı ve işbirlikçi anlayışlarıdır.

Sınıfa yabancılaşma ve çürüme öyle bir noktaya gelmiştir ki, patronlarda hükümet de işçi ve emekçilerin karşısına sendikaların icraatlarıylaçıkıyorlar. Sendikacıların çalıp çırpmalarını, karşı koyuyorgöründüklerinin altına hükümetle birlikte imza atmalarını emekçilere delilolarak sunuyorlar. Üstelik ortaya sürülen bu iddialar yalan da çıkmıyor. İşyasası için bilim kurullarında, sendikal yasalar için üçlü danışmakurullarında, asgari ücret tespit komisyonlarında ve özelleştirmeoperasyonlarında, 4/C uygulamasında, sermaye hükümetine suç ortaklığıedenler mevcut sendikalardır. Adına çalışma yasası denen 4857 sayılıkölelik yasası, sendikaları iyiden iyiye devletin avucunun içine almayıamaçlayan sendikal yasalar, ancak bir evin kirası, bir simit ve bir çayparasına denk gelen asgari ücret... TEKEL işçilerine dayatılan isegüvencesiz ve geleceksiz bir yaşamdır. Sendikaların içinde yer aldıklarıkurullardan ve komisyonlardan çıkanlar bunlardır. Bu süreçlerde hükümettarafından dikkate alınmayanlar ya da taban tepkisinden çekinereksüreçlerin dışında kalmak zorunda olanlar da göstermelik olarakmuhalefet sahnesinde yer almaktadırlar. 22

TEKEL direnişi ve sendikalar

Page 23: EG 124. sayı

Dışarıdan bakıldığında bunlar görülürken, bir de içeride yaşananlarvardır. Sendika kasalarının boşaltılması sıradanlaşmış, işçi aidatlarıylakontrgerilla finanse edilmiş, delege pazarlıklarında verilen rüşvetler,yapılan eğlence masrafları büyük ölçüde kanıksanmıştır. Araba, daire veşişirilen cüzdanlar karşılığında toplusözleşmelerin satılması, patronlarlayapılan pazarlıklarda mücadeleci işçilerin işten attırılması, kafa kolittifakları ve kirli koltuk pazarlıkları… Bunlar da çürümenin bir başkayüzüdür. Fakat yaşananların bunlarla sınırlı kalmayacağı da açıktır.

Bugünkü sendikalar gerçeği, burjuva politikasının da sosyalreformizmin de çürümüşlüğünü gözler önüne sermektedir. İstisnalardışında mevcut sendikacılar, dincisinden sosyal demokratına, faşistindenreformistine kadar düzen siyasetinin eklentisi durumundadırlar. Militan birsınıf hareketinin ve bunun yaratacağı devrimci taraflaşmanın yokluğu,sınıf kitlelerini şu ya da bu düzen politikasının yediğine almaktadır.Sendikal bürokrasi sendikaları sınıf kimlikleriyle değil uzantısı olduklarıdüzen politikası ekseninde yönetmektedirler. Bugün için sendikalarda enetkin olan düzen politikasıdır. Bu en bariz biçimiyle konfederasyonseçimlerinde görülmektedir. Türk-İş seçimlerinde görüldüğü gibi, dincigericilik seçimlere cumhurbaşkanı eliyle müdahale etmekte, sendikayönetimlerini denetimi altına almaktadır. Aynı şey sosyal demokrat CHPve faşist MHP için de geçerlidir. Sendika şubeleri seçimlerinde düzenpartilerinin müdahalesi daha da belirgin ve alenidir. Yapılan müdahalelerdüzen partilerinin sendika ve işyeriyönetimleriyle kurduğu politik bağlarsayesinde gerçekleşmektedir. Her renktenburjuva gericiliğinin sınıf kitleleri üzerindekigenel etkisini de hesaba kattığımızda işleridaha da kolaylaşmaktadır. İşçi ve emekçilerinen basit bir sorununu dahi gündeminealmayan, parlamento kürsülerini bir kez bileemekçilerin sorunlarını dile getirmek içinkullanma zahmetine girmeyen faşist parti bilesınıf mücadelesi açısında en kritik yerde duransendikaların tepesini tutabilmektedir.

Henüz burjuva partiler kadar güçlenmemişolan reformistler de başka yollarla aynı sonuçlara ulaşmaktadırlar. Güçlüoldukları yerde kimseyi dikkate almadan yekvücut davranmakta, değilseilkesiz ve karşılıklı çıkarlara dayalı ittifaklarla işlerini bağlamaktadırlar.Bunlar öylesine ilkesizleşmişlerdir ki, gericilerle ortak listeler çıkarmakta,her zeminde devrimcileri kapı dışarı etmeye çalışmaktadırlar.

Sermayenin sınıfa yönelik kesintisiz saldırıları, yılların kazanımlarınınbir çırpıda ortadan kaldırılması, özelleştirmenin yarattığı işsizlik, sendikalhakların engellenmesi ve kullandırılmaması onların umurunda değildir.Onlar açısından esas olan, yıllarca oturacakları bir koltuktur. Özünde birsınıf örgütü olan sendikaların bu misyona uygun davranması için gerekliolan mücadele programları, tabanın bilinçlendirilip örgütlülüğününgüçlendirilmesi onlar için kulakta vızıltıdan öte değildir. Onlara görebunları dile getirip duranlar da en yumuşak söylemle “marjinal”dirler.“Günün gerçeklerini anlayamayan ve sendikaların durumundan bihaber”olanlardır. Sınıf mücadelesinin her zemininde mevcut durumu değiştiripileriye taşımaya çalışanlar “dışarıdan gelenler”dir. TEKEL direnişinemüdahale çabası içinde olan ilerici-devrimci güçlere karşı kullanılanargümanlar da aynıdır.

İşbirlikçiliği tescilli sarı sendikacılık bir yana, sosyal reformizmin deişçi sınıfına ve emekçilere verebileceği hiçbir şey yoktur. Sınıf hareketininyılları bulan suskunluğuna rağmen Türkiye’de sınıf mücadelesialabildiğine serttir. Düzen, sınıfın talep ve beklentilerini karşılayabilmeolanaklarından yoksundur. Her kafa uzatanın kafasının ezilmesi, her hakarayanın başında copun patlaması bunu göstermektedir. Bir hakkıkullanmak, korumak ya da geliştirmek istiyorsanız, bedel ödemeyi gözealmak zorundasınız. TEKEL örneğinde görüldüğü gibi, düzensınırlarındaki anlayışlar, bırakalım bedel ödemeyi göstermelik birkararlılıktan bile uzak kalmaktadır. Hem yaşam biçimleri hem de politikbiçimlenişleriyle sınıfa yabancılaşan bürokratik kasttan, ortayakoyduklarından daha fazlası da beklenmemelidir.

Sendikaların bu tablosu TEKEL direnişine karşı takındıkları tavrı birbaşka cepheden de açıklamaktadır. Direniş kendi sınırlarını aşmış ve ilkelden mücadeleci kesimleri etrafına toplamışken, en başta konfederasyon

yönetimleri grev kırıcı rolü üstlenmişlerdir. Direnişin mücadelede sıçramayaratacağı her eşikte dalgakıran gibi hareketin önünü kesmişlerdir. Şimdiise çadırları kaldırarak direnişin ateşini söndürmek için varlarını yoklarınıortaya koymaktadırlar.

Fakat mevcut sendikal anlayışlar açısından, burjuva politikasınınpayandası olarak göstermelik de olsa sınıf adına iş yapmanın sınırlarıgelinen aşamada bir hayli daralmış bulunmaktadır. TEKEL direnişinindüzen sendikacılığı ve düzen sınırlarındaki mücadele anlayışı için adetaturnusol işlevi gördüğü şu son günler artık hiçbir şeyin eskisi gibiyürüyemeyeceğini göstermektedir. TEKEL direnişi nasıl biterse bitsin busonuç değişmeyecektir. İhanetçi işbirlikçi sendikacılığın bugünkütemsilcileri çok kötü bir sınav vermişlerdir. İşçiler sendikacılarına rağmenkendi iradeleriyle Ankara’ya gelmiş, direniş çadırını kurmuşlardır.Yıllardır işçi ve emekçilere kapatılan miting kürsüleri ve sendika binalarıişgal edilmiştir. Bürokratların kolları kanatları kırılmamış ve ağacatırmanmak zorunda kalmamışlarsa eğer, bu onların saygınlıklarındandeğil, işçilerin henüz bu bilinç düzeyine ulaşamamış olmalarındandır.

Sendikal bürokrasi açısından kötü olan, istediklerini yapamamak değilartık yaptıklarını gizleyememektir. Attıkları her adımın izlenmesi,aldıkları her kararın tartışmaya ve karşı koyuşa konu olması, onlarışimdiye kadar olmadık bir biçimde teşhir etmiştir. Öyle ki, aldıkları gerieylem kararları, başka kaygılarla da olsa burjuva basın tarafından bile

eleştiri konusu yapılabilmektedir.

Bürokratlaşmış sendikal kast Türkiye’de sınıfı,dolayısıyla da toplumu denetim altına almanın enönemli güvencelerindendir. Sınıf mücadelesiningeriliği koşullarında sendikal bürokrasi tabankarşısında oldukça önemli mevziler kazanmıştır.Sınıfın mücadele dönemlerinde işlevselleştirdiğisendikal demokrasi, tabanın söz ve karar hakkıortadan kaldırılmıştır. Devlet yanlısı, işbirlikçi veuzlaşmacı sendikacılık meşrulaşmış, kurumlaşmışve sendikalarda kök salmıştır. Gelenler gidenleriaratmamış, hep aynı çizgi izlenmiştir. Taban

basıncı ve denetiminin yokluğu sermayeyle içiçe geçmişlikle birleşmiştir.Sendikal kast yıllardır sınıf mücadelesinin gelişmesinin önünde büyük veyıkılması zorunlu bir engel olarak durmaktadır.

Kuşkusuz bu çürümüş sendikal kast yıkılmaz değildir. Sendikalbürokrasinin panzehiri sınıf mücadelesidir. Mücadelede ne düzeyde ileriçıkarılır ve kapsamı ne kadar genişletilirse, bürokrasi de o ölçüdegeriletilebilecektir. TEKEL direnişinin deneyimleri bir kez dahagöstermiştir ki, sınıf mücadelesi adına ileri atılan her adım mutlak birbiçimde bürokrasiyi de hedef tahtasına çakmak durumundadır. Buyapılamadığında, ileriye atılan her adım bürokrasinin çarklarındaöğütülmeye mahkûmdur. TEKEL direnişinde görüldüğü gibi, sendikacılargüçlü tepkilerin hedefi oldukları durumlarda bile çizgileri ve ayrıcalıklarısorgulanmamaktadır. Sendikal süreçlerde alınan her karar tabanınyaşamını ve geleceğini belirliyor olmasına karşın taban karar süreçlerinedahil edilmemekte ya da ölümle korkutulup sıtmaya razı edilmektedir. Sonhaftalarda TEKEL direnişinde yaşanan da budur.

Sendikaların teşhir olduğu şu günlerde onların ikiyüzlü ve teslimiyetçitutumlarını mahkum etmek ayrı bir önem kazanmıştır. TEKEL direnişi,bürokratların güçten düşürme çabalarına karşın dinamizmini ve sınıfüzerindeki etkisini hala sürdürmektedir. Sendikalar, özelliklekonfederasyonlar ise meşruiyetlerini yitirmektedirler. Safını sınıfmücadelesinin çıkarlarından yana belirlemiş olanlar, sendikal bürokrasiyekarşı oluşan bu öfke ve tepkiyi en iyi bir biçimde değerlendirmeli, somutçabaların konusu haline getirebilmelidirler. Zira görülmüştür ki, direnişkararlılığına ve direniş sürecinde aldığı mesafeye rağmen, TEKELişçilerinin bilinci de henüz ihanetçi ve teslimiyetçi sendikal çizgiyisorgulayacak düzeyde değildir. TEKEL işçilerinin bu gerçekliği aynızamanda kendiliğinden hareketin sınırlarını da işaretlemektedir. Açıktır ki,sınıfın bu bilinci kazanması etkin bir devrimci bir müdahaleyigerektirmektedir. TEKEL direnişinin kazanması, sendikal ihanetşebekesinin yıkılması ve sınıf hareketinin sıçraması için yakıcı ihtiyaçbudur.

(Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak, Sayı: 2010/10, 5 Mart2010) 23

Page 24: EG 124. sayı

24

Geçtiğimiz son üç aylık süreç dünyada bellikırılmaları yaratabilecek işçi eylemlilikleri iledoluydu. Türkiye’de ve özellikle Avrupa’nınçeşitli ileri kapitalist ülkelerinde işçi veemekçiler grevler, işgaller, direnişler,sansasyonel eylemler ile karşımızdaydı. Tümbunlar sınıfın farklı tarzda tepkilere bürünmesiile bir öfke patlamasına dönüştü. Elbette ulusalboyutta TEKEL direnişi bu patlamada özel biryer tutmaktadır. TEKEL direnişinin vesile olduğuşeyler ya da en azından anımsattıkları bir hayliönemli. Kapitalist krizin derinleşmesi,sermayenin neo-liberal yüzünün görülmesinikolaylaştırdı. İşçi sınıfının artık sosyal yıkımpolitikalarına karşı bir refleks gösterme eğilimigiderek güçleniyor. İşte tam da bundan kaynaklıproletarya, sınırlı ya da henüz yetersiz olsa dayeni bir sürecin, işçi sınıfının hak arama/alma,bağımsız militan tavrını ortaya koyabilmesürecinin başlama sinyallerini veriyor.

Dünya ölçeğinde derinleşen kapitalist kriznedeni ile sermaye düzeni, kendisini finanseetmek için neo-liberalizmin her alandaki tümyıkıcılığını devreye sokuyor. Batmak üzere olanbankaları emekçilerin parası ile kurtarmayaçalışan kapitalizm, bir yandan ise zor aygıtları ileyükselen emekçi hareketini dizginlemekderdinde. Hal böyleyken, yakılan ufak bir ateşinbüyük yangınlar çıkartabilecek dinamikleriyaratması daha da olası hale gelmektedir.

Türkiye’nin gündemini bir andadeğiştirebilmesi üzerinden sürekli TEKEL örneğiverilse de, Çemen Tekstil, Esenyurt Belediyesiişçileri, Akkardan ya da Muğla Yatağan’dakienerji işçilerinin ördükleri süreç ve karşı çıkışlarda direnişteki tüm emekçilere adeta manevi birdayanışma, kucaklaşma olanağı yarattı. Uzunyıllardan sonra, TEKEL işçileri vesilesi ile sınıfbirçok ilke tekrardan imza attı. Ankara’nıngöbeğinde iki ayı aşkın bir süre özlük hakları içindirenen TEKEL işçileri dayandıkları fiili meşruzemin sayesinde toplumun oldukça geniş birkesimini maddi-manevi anlamda arkasına alarakdirenişlerini sürdürdüler. Hükümetin karalamakampanyasına ve tehditlerine karşı mücadeleninyanı sıra sendikal bürokrasiye karşı mücadeleedilmesinin gerekliliği de bugün bir kez dahaTEKEL direnişi şahsında açığı çıkmış durumda.Yatağan’da da işletmelerinin özelleştirilmesinekarşı çıkan bine yakın enerji ve maden işçisisendika bürokratlarının edebiyatı ilesusturulmuştu.

Eylem gerçekten öğreticidir. Direnen TEKEL,Marmaray ve belediye işçileri direniş okulundançok şey öğrendi. 17 Ocak mitinginde kürsüyüişgal eden, “Genel grev genel direniş” şiarıylahareket eden işçiler direnişlerinin ideolojik

olduğunu söylemeye başladılar. TEKEL işçisiöğrendi ve öğretti. Bu süreç adeta işçi sınıfını“yeniden keşfettirdi”. Sınıfla bırakın pratikte,söylem olarak bile birlikteliği olmayan yapılarbirden “sınıf devrimcisi” oluverdiler. Direnişalanından ayrılmaz oldular. İşçi sınıfınınmücadele sahnesine çıkması gelenekseldevrimci-demokrat hareketlerin suratına adeta birşamar indirdi. İşçi sınıfı işte bağımsız eylemi vekendi yöntemleri ile bir kez daha buradayımdiyerek toplumu sarsmıştır. Her yerdedirenişlerle ilgili sohbetler kendiliğindenaçılmakta, insanların değişime olan inançlarıartmaktadır. Bunu son dönemde dünya veTürkiye işçi sınıfı başarmıştır.

Dünya ve Türkiye ölçeğinde grevler, işgaller,direnişler ve sonuçları bugün bizlere sınıfdevrimcilerinin üzerinde önemle durduğu birörgütlenme tarzını, taban örgütlülüklerininönemini gözler önüne serdi. TEKEL’de, MuğlaYatağan’da, kamu çalışanları arasında ilmekilmek örülen sektörel bazda ayrışan tabanörgütlülüklerin, fabrika komitelerinin olması,sendikal ihanete uğramanın önünü de keser,direnişin kaderini işçilerin eline almasınısağlardı. İşçi sınıfı bu süreç sayesinde hak aramabilincini işgaller, nöbetler, blokajlarlaradikalleştirirken, biz sınıf devrimcilerine düşenişçi sınıfı hareketini salt ekonomik muhtevadançıkarıp politik bir mecraya taşımaktır. Bu görevibize işçi sınıfı, onun gelişmekte olan hareketivermiştir. Önümüzdeki bahar gündemleri ile işçisınıfının militan mücadelesini birleştirmek,devrimci bir bahar dönemi örgütlemek şimdikihedefimizdir.

Biz genç komünistler de üniversitelerimizde,liselerimizde işçi sınıfının sesi, soluğu olmanınsorumluluğuyla daha etkin müdahaleleryapmanın olanaklarını yaratmalıyız. Türkiye vedünyada ortaya çıkan hareketlilikleri gençliğingündemine taşımalı ve gençliğin deüniversitelerden ve liselerden doğru militanlaşaneylemlerle yanıtlar üretmesini sağlamalıyız.

Türkiye’de ve dünyada direnişler yol gösteriyor!

Biz genç komünistler deüniversitelerimizde,liselerimizde işçi sınıfınınsesi, soluğu olmanınsorumluluğuyla dahaetkin müdahaleleryapmanın olanaklarınıyaratmalıyız. Türkiye vedünyada ortaya çıkanhareketlilikleri gençliğingündemine taşımalı vegençliğin deüniversitelerden veliselerden doğrumilitanlaşan eylemlerleyanıtlar üretmesinisağlamalıyız.

Page 25: EG 124. sayı

2525

Ekim Gençliği: Genç bir kadın işçi olarak“Krizin bedeli patronlara!” diyerek 14 Mayıs 2009tarihinde fabrika önünde tek başına direnişegeçtin. Direnişi seçme sebebini ve direniş sürecinideğerlendirir misin?

Entes direnişçisi Gülistan Kobatan: Entes’inde içinde bulunduğu Dudullu Organize Sanayibölgesi’nde peş peşe işçiler atılmaktaydı. Birçokişçi rahatça kabullenip, ben başka iş bulurum diyesessizce çekip gidiyordu. Bu gidişata bir dur demekgerekiyordu. İşten atmalara, krizin faturasının bizişçi ve emekçilere kesilmesine karşı örgütlü, sınıfbilinçli bir işçi olarak “Krizin faturası patronlara!”diyerek direnişe başladım. Direnişin amacı krizinfaturasının işçi ve emekçilere ödetilmeyeçalışılmasına karşı izlenmesi gereken yolu ortayakoymaktı. Bu anlamda direniş kararlılıklasürdürüldü. Kamuoyu yaratılmaya çalışıldı. Sınıfdayanışması sürekli olarak ön plana çıkartıldı.Bakıldığında bir iki direniş dışında aynı sürezarfında başka direnişler yoktu. Böylesi bir süreçtebaşlayan Entes direnişi burjuva yasalarına göre dehukuksal kazanımı elde ettikten sonra 280. gündesonlandırıldı.

Ekim Gençliği: Bugün başta TEKEL direnişiolmak üzere parça parça birçok direniş var.Direniş sürecin boyunca gerçekleşen grev vedirenişlerin yanında oldun. Sınıf hareketindeki buhareketliliği nasıl değerlendiriyorsun?

Gülistan Kobatan: İşçiler uyandı artık.Emeğimizin karşılığını alamadığımız yetmiyormuşgibi kölece çalıştırılıyoruz demeye başladılar.İtfaiye, Belediye ve Tekel işçileri ile başlayanhareketlilikle birlikte işçiler yalnız olmadıklarını dagördüler. Sınıf dayanışmasının gücünedayandıklarını ifade etti Tekel işçileri. Bizi ayaktatutan dayanışma için gelenlerdir dediler. Aslındabirliğin, beraberliğin ve sınıfın gücünü gördüler.Özellikle Tekel işçileri ile yaptığımız sohbetlerüzerinden söyleyebilirim; sendikaların geritutumlarını da gördüler. Sendikamıza kalsaydı budireniş başlamazdı bile diyenler vardı. İşçilerbirçok şeyin farkında ama neyi, nasılyapacaklarının bilincinde değiller. Eğer ki işçileripleri sendikanın elinden alıp kendileri kararalmaya ve bu kararları hayata geçirmeyebaşlarlarsa işte o zaman kazanacaklardır diyedüşünüyorum.

Ekim Gençliği: Son süreçte karşımıza çıkandirenişlerde kadın işçilerin sayıca fazla ve önplanda olduklarını görüyoruz. Desa’da EmineArslan’dan sonra sen de Entes’te tek başına birkadın işçi olarak mücadeleyi yükselttin. Kadınlarınmücadeledeki konumları ile ilgili nelerdüşünüyorsun?

Gülistan Kobatan: Biz işçi kadınlar sermayeye

daha öfkeliyiz. Hem evde hem de fabrikalardasömürülüyoruz. Hele bir de Kürt kökenliysek 3 katsömürülüyoruz. Bundandır bizim daha sıkısarılmamız kavgaya. Bundandır daha direngenoluşumuz. Bu yüzden en ön safta göğüslerizmücadeleyi. Biliriz ki mücadele özgürleştirir bizi.Biliriz ki işçi sınıfının kurtuluş yolu gibi bizim dekurtuluş yolumuz burjuvaziyle mücadele etmektengeçer. Buradan 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlargününün kutlanışının 100. yılında tüm ezilen,sömürülen kadınlarımızı kavga alanlarınaçağırıyorum.

Ekim Gençliği: İşçi ve emekçiler işten atmalar,sendikalaşmaya dönük saldırı vb. saldırılarla karşıkarşıya. Bunlara boyun eğmeyenler de türlübaskılarla yıldırılmaya çalışılıyor. Üniversitelerdede hakkını arayan, sözünü söyleyen herkessoruşturma ve ceza terörüne maruz kalıyor.Sindirme, yıldırma çabalarının karşısında ısrarlamücadele eden bir işçi olarak üniversiteöğrencilerine neler söylemek istersiniz?

Gülistan Kobatan: Bizler nasılfabrikalarımızda patronlar tarafındansömürülüyorsak sizler de üniversitelerinizde yineişçi ve emekçilerin çocukları olarak sermayenin birayığı olan YÖK tarafından sömürülüyorsunuz.Parasız eğitim hakkınız elinizden alınıyor. Ulaşımsorunu deseniz ayrı bir dert. Öncelikle şunugörmek gerekiyor, bu düzen sermayenin çıkarlarınagöre işlemekte. Sermaye de kâra dayalı bir sistemolduğu için biz işçi ve emekçiler açısından açlık,sefalet ve ölüm demektir. Sadeceüniversitelerimizde yaşadığımız sorunlar üzerindenbakmayalım. Bugün biz ezilen sınıf, yani işçi sınıfıolarak okulda, üniversitede, sokakta, fabrikadabirçok saldırıyla yüz yüzeyiz. Demek ki sermayekendini ayakta tutabilmek için bir bütün halindesaldırıyor. Öyleyse bize düşen görev de bir bütünolarak sermayeyi karşımıza almaktır. Bugünişçilerin yaşadığı sorunlar bizden bağımsızdememektir. Örneğin Tekel direnişine sahipçıkmalıyız. Bu kavga bizim geleceğimiz içindirdeyip yine işçiler içerisinde sınıf çalışmasıyürütmek gerekmektedir.

Entes direnişçisi Gülistan Kobatan ile

konuştuk…

Bugün biz ezilen sınıf,yani işçi sınıfı olarakokulda, üniversitede,

sokakta, fabrikada birçoksaldırıyla yüz yüzeyiz.

Demek ki sermayekendini ayakta

tutabilmek için bir bütünhalinde saldırıyor.

Öyleyse bize düşen görevde bir bütün olarak

sermayeyi karşımızaalmaktır. Bugün işçilerinyaşadığı sorunlar bizden

bağımsız dememektir.Örneğin Tekel direnişine

sahip çıkmalıyız. Bukavga bizim geleceğimiziçindir deyip yine işçiler

içerisinde sınıf çalışmasıyürütmek gerekmektedir.

Page 26: EG 124. sayı

26

Elazığ'da 8 Martsabahı meydana gelendeprem, rant ve karüzerine inşa edilmişsermaye iktidarınıngerçek yüzünü bir kezdaha gösterdi.

BoğaziçiÜniversitesi KandilliRasathanesi veDeprem AraştırmaEnstitüsü'ne göre, saat04.32'de, merkez üssüElazığ'ın Karakoçanİlçesi’ne bağlıBaşyurt beldesinde,

6,0 büyüklüğünde, 5 kilometre derinlikte bir depremmeydana geldi. Deprem Elazığ'a 21 km uzaklıktagerçekleşti. Depremde şu ana kadar 51 kişi yaşamınıyitirdi, yüze yakın kişi de yaralandı.

Tayyip Erdoğan ölümleri

kerpiç evlere bağladı…

Sermaye hükümetinin başbakanı Recep TayyipErdoğan, depreme ilişkin yaptığı açıklamada bölgeyegerekli yardımların götürüldüğünü ifade etti. ElazığValisi Muammer Erol ise, depremden etkilenip deulaşılamayan köy bulunmadığını açıkladı. ElazığValiliği Kriz Merkezi, depremde 51 kişinin öldüğünübelirtti.

Kentsel dönüşüm projeleriyle Türkiye’nin dörtbir yanını büyük şirketlere pazarlayan, geliştirdiğirant projeleriyle sermayeye yeni alanlar açan AKPhükümeti bir kez daha kendini aklama telaşına düştü.Depreme ilişkin açıklama yapan Erdoğan ölümlerinnedenini kerpiç evlere bağlayarak şöyle konuştu: “Şuana kadar kaybettiklerimizin nedeni bu bölgeninyerel mimari anlayışı yani kerpiç yapılanmasınedeniyledir. Bu yapılanmanın bedeli ne yazık kiağır olmuştur.”

Eskiden, başbakanından başbakan yardımcılarına,bakanlardan cumhurbaşkanına ve genelkurmayakadar birçok devlet yetkilisi, “ulusal yas”larla, ölüsayısında artış olmaması için bol bol “inşallah”lıdualar edip dileklerde bulunurken, yine Türkdevletinin “büyüklüğü”nden, “güçlülüğü”nden,depremin hakkından gelebileceğinden demvururlardı. Son 8 yılın başbakanı ise, depreminsorumlusu olarak kerpiç evlerde oturan emekçileriişaret ederek arsızlıkta sınır tanımadı.

İşçi ve emekçileri açlık ve yoksulluk koşullarındayaşamaya mahkum eden bu düzende yeterli önlemalınmadığı için işçi ve emekçiler bir kez daha ölümeyollandı.

Deprem “geliyorum” dedi

Sermaye devleti Türkiye’nin bir depremcoğrafyası olduğu gerçeğine uygun olarak depremehazırlıklı olmak ve depremin vereceği zararlarıasgariye indirmek için ciddi hiçbir önlem almadı.Genel olarak Türkiye çapındaki bu gerçek, Elazığdepremi somutunda bir kez daha gözler önüneserildi. Yine, “deprem değil, binalar öldürür” tespitipratikte kanıtlandı!

Son verilere göre 51 kişinin öldüğü, yüze yakınkişinin yaralandığı ve yüzlerce evin kullanılamazhale geldiği, Elazığ Karakoçan merkezli depremolasılığına, Afet İşleri Genel Müdürlüğü’ne bağlıbazı uzmanlar yayınladıkları bir raporda dikkatçekmişti. Yine İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ)Maden Fakültesi tarafından yapılan açıklamaya göre15 Aralık 2001 tarihinden beri ciddi bir sismikhareketlilik gözleniyordu. Yani Elazığ’da, özelliklede deprem fayı üzerinde bulunan ilçelerde depreminolacağı belliydi. Belli olmayan sadece ne zaman vehangi şiddette olacağıydı. İTÜ’nün açıklamasınagöre bu deprem bölgesi, her 5-10 yılda bir 5-6şiddeti büyüklüğünde bir deprem üretmepotansiyeline sahipti.

Deprem geliyorum, geldim işaretlerini veripbinaların temeline dayandığı halde, depremi kerpiçevlere bağlayan Tayyip Erdoğan’ın da aralarındabulunduğu devlet yetkilileri depreme karşı kelimeningerçek anlamında hiçbir önlem almadı. Kapsam veşiddet olarak daha küçük olsa da 17 Ağustos 1999 ve12 Kasım 1999 tarihli depremlerde yaşananlarbenzer biçimde yeniden yaşandı.

Önlem alınmıyor

Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE) 2000yılında yaptığı bir araştırmanın sonuçlarına göreTürkiye çapında, 129 bin 627’si harap ve yıkılmasıgereken, 570 bin 101’i ise esaslı tamirat ve tadilatgerektiren bina tespit edildi. Yani yaklaşık 700 binbinada oturulmaması gerekiyor… Ama oturuluyor!İstanbul’da yakın zamanda yaşandığı gibi, böylesibinaların çökmesi için depreme de gerek yok!

Her depremden sonra devlet yetkilileri, sürecisermayeye kaynak akıtma anlayışı ile yönetti. Devletyetkilileri bir yandan devletin vatandaşını ne kadar“sevdiğini” göstermek için vergi ödentilerininertelendiği yönünde kararlar alıp açıklama yaparken;diğer yandan deprem sonrasında yıkılan birçok binave evin sigortalı olmadığını da öne sürerek zorunludeprem sigortasını TBMM’de kanunlaştırdı.

Dönemin sermaye hükümeti 17 Ağustos ve 12Kasım 1999 depremleri sonrasında gelen yardımlarael koyup, deprem vergisi uygulamasından sonra,emekçileri soymanın bir başka yolu olarak depremsigortasını seçti. Hükümet depreme karşı alınacaktedbirleri alabilmesi için de bu kanuna gerekduyduğunu, bunu emekçileri düşündüğü içinyaptığını da büyük bir pişkinlikle savunabildi.

Elazığ depremi sermaye iktidarının gerçek yüzüdür!

Güvenli ve insanca yaşanabilecekkonut hakkı için

mücadeleyi yükseltelim!

Sağlıklı, depremedayanıklı konutsorununu ancak işçisınıfı çözebilir. Çünkü,işçi sınıfı barınmahakkının gaspını en ağıryaşayan kesimlerinbaşında geldiği gibi,depremlerde de enfazla ölen kesimi deoluşturmaktadır. Diğeryandan, konutsorununun çözümü,daha pek çok sorununçözümü konusundaolduğu gibi, işçi sınıfınıntopluma verdiği başlıcasözlerden biridir. Zirasosyalizm, adı üzerine,toplumcu bir düzendir.Tüm çözüm yollarınıtoplumsal ölçekte elealır.

Page 27: EG 124. sayı

2727

Sermaye devleti Türkiye’nin deprem gerçekliğinitüm açıklığı ile bilmektedir. Depreme ilişkin tümbilimsel çalışmaların bilgisine sahiptir. Çalışmalaronun bilgisi ve denetimi çerçevesinde yapılmakta,haritalar önünde durmaktadır. Buna rağmen hiçbirönlem alınmadığı için onbinlerce emekçidepremlerde ölmekte, milyonlarla hesaplanan maddikayıplar da emekçilerin sırtına kambur olarakyüklenmektedir.

Depreme karşı neden tedbir alınmıyor? Çünküsermaye devleti toplumun, toplumsal ihtiyaçlarınötesinde, emekçilerin yaşam hakkını da aslaönemsemiyor. Devletin de sahibi bulunan kapitalistsınıf ve onu oluşturan bireyler, depreme dayanıklılüks malikânelerde yaşadıkları için deprem onları hiçetkilemiyor. Üstelik, deprem sayesinde önemli birkazanç elde ediyorl

İnsanca bir yaşam için

mücadeleyi yükseltelim!

Depremde zarar gören emekçilerin zararlarınıkarşılama, kalıcı konut sunma görevi devletindir.Türkiye’de gerçekleşen ise, hem emekçilerinparasına el koyma hem de kalıcı konut vermemektir.Tüm konutlarını kaybeden ya da konutları bir dahakidepremde daha kolay yıkılacak biçimde zarar görendepremzedeler, devletten karşılıksız insancayaşanabilir kalitede olan kalıcı konut talep etmeli,

bunun için mücadele birliğini sağlamayaçalışmalıdırlar.

Depremi gerçek anlamda bir felakêt halinegetiren, hırsızlığı, yağmayı gerçekleştiren;depremzedeleri çadırlara, prefabrik evlere mahkûmeden ve depremzâdeler yaratan bu soygun, sömürüdüzenidir. Bu düzenden hesap sorulmalıdır!

Asgari ücreti açlık sınırının altında tutan birdevletten söz ediyorsak eğer, açlık-tokluğuylailgilenmediği insanların konut gibi bir sorunuylailgilenmesini elbette ve hiç beklememek gerekiyor.İlk depremde mezarımız olacak konutlardankurtulmanın, sağlıklı ve ihtiyaca uygun konutlarakavuşmanın bir tek yolu vardır. İşçi sınıfınınsosyalist iktidarını kurmaktır.

Sağlıklı, depreme dayanıklı konut sorununuancak işçi sınıfı çözebilir. Çünkü, işçi sınıfı barınmahakkının gaspını en ağır yaşayan kesimlerin başındageldiği gibi, depremlerde de en fazla ölen kesimi deoluşturmaktadır. Diğer yandan, konut sorunununçözümü, daha pek çok sorunun çözümü konusundaolduğu gibi, işçi sınıfının topluma verdiği başlıcasözlerden biridir. Zira sosyalizm, adı üzerine,toplumcu bir düzendir. Tüm çözüm yollarınıtoplumsal ölçekte ele alır.

(www.kizilbayrak.net sitesinden alınmıştır)

Kapitalizm ölüm saçıyor. Her gün yüzlerceişçi, sermayenin daha fazla kâr hırsının kurbanıoluyor. Geçtiğimiz günlerde Balıkesir’de birmadende, grizu patlaması sonucu 13 işçi yaşamkavgasında hayatını kaybetti. Balıkesir’inardından Zonguldak’ta da bir işçi göçüğünaltında kaldı.

İşçiler fabrikalarda, tersanelerde, madenlerdeişte böyle bölük bölük ölüme sürülüyorlar.Kapitalizm var olduğundan bu yana tarih buörnekleri yazıyor. 1857’de 40 bin dokuma işçisigreve çıktığında bulundukları fabrikanın kapılarıkilitlendi ve çıkan yangında 129 işçi yanarak canverdi. Hafızalarımızda taptaze duran ve hiçsilinmeyecek olan tersanedeki filika cinayetisermayenin pazardan daha büyük pay almakuğruna işçileri kan pazarına sürüklemesinin ençarpıcı ispatıdır. Gemilerdeki filikaların sağlamolup olmadığını kontrol etmek amacıyla kumtorbası kullanmak yerine, işçilerin filikalarakonularak aşağı atılmalarıyla çok sayıda işçiinsanlık dışı bir şekilde katledildi.

Madenler… Kapitalizmin karanlığının günyüzüne çıktığı ve en ağır sömürü koşullarınındayatıldığı ocaklar, yine kapitalizminpervasızlığıyla işçilere mezar olmaya devamediyor. Bu patlamalar ve enkazlar, yine iş kazasıolarak değerlendiriliyor. Oysa bunun iş kazası

değil, iş cinayeti olduğunu sermaye sınıfı da işçisınıfı da biliyor. Bu cinayeti biri yaşatıyor, diğeriyaşıyor.

Balıkesir’deki maden ocağında ölen işçiler neilk oldular ne de son olacaklar. Daha birkaç ayönce Bursa’da bir madenin çökmesiyle onlarcaişçi hayatını yitirmişti. Burjuvazi varlığınısürdürebilmek için azami düzeyde sömürmekzorundadır. Bu yüzden de sermaye düzenikrizleriyle boğuşurken, daha fazla çalıştıracakdaha az ücret verecek, gerektiğinde işçinin cangüvenliğini sağlayacak olan bir maske ya da bireldiveni dahi çok görecek, işçilik haklarınıellerinden alacak. Kısacası daha fazla katliamyapacak.

İşçi sınıfının yapması gereken, TEKELişçilerinin yaptığı gibi, kölece çalışmakoşullarına ve hak gasplarına karşı mücadelebayrağını yükseltmektir. Bugün madende gözgöre göre katledilen 13 işçinin yasını tutmaktanöteye gidemeyip insanca yaşamın mücadelesinivermemek, yarın fabrikalarda, tersanelerde,madenlerde ve diğer üretim alanlarında bulunannice proleteri, sefil sermayedarların kanlı ellerineteslim etmekle, yani teslim olmakla eşdeğerdir.

Katil devletten hesap sormak için işçi sınıfınınsafında sosyalizm mücadelesi vermek zamanıdır!

İzmir’den bir Ekim Gençliği okuru

Kapitalizm maden ocaklarındakatletmeye devam ediyor…

Page 28: EG 124. sayı

Ergenekon soruşturması ile bir süredir toplumun geniş kesimlerisermaye medyasına yansıyanların oluşturduğu tablo üzerindendevletin çeteleşmiş yüzünü izliyor. Toplumun bir kısmı kendisinesunulanın ışığında bu tabloyu sorguluyor. Bir yanda darbe planları, biryanda terör örgütü kurmak iddiası ile gözaltına alınan subaylar,yazarlar üzerinden bugün düzen içi kamplar oluşturulmuş durumda.Soruşturma sürecinin uzunluğu ile birlikte bu kamplar arasındakihararet dönem dönem azalsa da, mevzunun kapsamından ötürü sondönemin en belirgin siyasal süreci sık sık yeni operasyonlar veiddianameler ile birlikte kamplar sürekli bir hareketlilik içerisinde.Balyoz Planı ile yeni bir hareketlilik yaşanıyor.

Uzun bir dönemdir gündemde tutulmasından dagörüldüğü üzere, sermaye iktidarının güncelyürütmesi AKP hükümetinin işine geldikçekullandığı siyasal icraatlarının başında ErgenekonOperasyonu geliyor. Operasyon üzerinden öne çıkaniki düzen içi kampı irdelediğimizde, sırtınıkaçınılmaz olarak orduya dayamış olan ulusalcıkanadı ve onun karşısında demokrasi çığırtkanlığıyapan liberalleri görüyoruz. Özünde ise neo-liberalpolitikaların iki yüzüdür görünen. Doğalında düzeniçi kliklerin zenginliği ile birlikte bu kamplar genişbir çeşitlilik ile fazlaca kanadı topluyorlar. Öne çıkanyönlerine bakıldığında bu iki ana kamp tamanlamıyla belirginleşiyor olsa da, esasen düzeninderinleşen çatlakları içerisinde temel kırılmaların datemsilcisi durumundalar. Ulusalcı kampın içindedarbe karşıtlarından tutalım da, liberal kanat içindeaskeri faşist 12 Eylül cuntasının sorumluları ile hesaplaşmayıakıllarından geçirenlere kadar… Ancak açıkça görmek gerekir ki, ikikamp da tamamen düzenin çıkarları doğrultusunda bir bütün olarakdavranmaktadır.

İçinden geçmekte olduğumuz dönemde komünistlerin yaptığıdeğerlendirmeleri de kısaca hatırlayacak olursak, sermaye devletinineskimiş-deşifre olmuş yüzlerini ve emperyalist uşaklığın yeniboyutunda ABD’nin Kürt sorunu, Kıbrıs, Ermeni meselesi gibi bazıkonulardaki politikalarıyla uyuşmazlıkları ile artık pürüz haline gelmişolan çevrelerini hedef alan bir “temizlik operasyonu” ile karşıkarşıyayız. Elbette ki devletin derinleri ile bir hesaplaşmadanbahsetmek, düzenin çizdiği eksen göz önüne alındığında abesle iştigalolur. Aksine ortaya konan kararlılık, neo-liberal politikaların hizmetinekoşulacak, AKP çizgisindeki yeni kadroların görevlerine atanmasıiçindir! Söz konusu olan, sermayenin belli bir kesiminin (buradatoplumsal yaşamda, sömürüde ve yönetimde dini gericiliği temelalanların), ekonomik ve siyasal alandaki payını, daha kestirmedeniktidar alanını büyütme çabasıdır.

Bu genel çerçevede ele alındığında Balyoz Planı ile ortaya atılmışolan darbe planları ve iddianemelerle etki alanları ellerinden alınançete devletinin elemanları, bugün yerleri boşaltılan kadrolar olarak öneçıkıyorlar. Zira iddianamelerde yer alan “ülke bütünlüğünü korumak,milli birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeşkavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmekve laik demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri, bir dahahortlamamak üzere ebediyen ortadan kaldırmak…” gibi maksatlarınortaya konduğu planlar, sermaye devletinin MGK gibi organları

aracılığı ile zaten yıllardır her raporun, kararın vb. birköşesine elden geçirilerek eklenmektedir. Ötesinde ise söz

konusu maksat doğrultusunda ortaya konulacak silahlı eylemler dezaman zaman çeşitli vesileler ile teşhir olanlar gibi yıllardır resmiorganlarca hayata geçirilmektedir. Daha önceden Şemdinli de olanlar,emekli subayların “sahte çatışma” icraatları, devletin derinliklerindeiddianameye geçenlerin zaten bir devlet politikası olduğunu açıkçagözler önüne seriyor.

Kontrgerilla; katliamcı sermaye düzeninin kirli yüzü…

Peki ortadaki tablo düzenin çizdiği haliyle bize neyi söylüyor?Yaşananlar bir yandan kadro yenileme olmakla beraber, ortaya çıkışbiçimi ile de bir düzen içi çıkar çatışmasına işaret ediyor. Zirayaşananlar tam anlamıyla bir siyasal kriz boyutundadır. Düzen klikleri

düzenin farklı organları ile olduğu gibi, doğrudanaynı organları içerisinde de tüm soruşturma boyuncakarşı karşıya gelmektedir. Bunun en son somutörneği ise Erzincan-Erzurum-Ankara üzerindenyaşanmış olan yargı krizidir. 2007 yılında ErzincanCumhuriyet Başsavcısı’nın dini gericiliğin birörgütlenmesini kapsamına alacak biçimde açtığısoruşturma ardından kendisi Erzurum’da Özel YetkiliCumhuriyet Başsavcısı tarafından yürütülen‘Ergenekon’ soruşturmasında terör örgütüne üyeolduğu şüphesiyle tutuklanıyor. Ardından iseolağanüstü toplanan Hâkimler ve Savcılar YüksekKurulu (HSYK), Erzurum Özel Yetkili Savcılarınınyetkilerini kaldırıp, suç duyurusunda bulunuyor.

Rejim krizi, AKP hükümeti ile emperyalistefendilerin ihtiyaç duyduğu uşaklık için gerekenlerin

büyük bir hızla hayata geçirilmesiyle yol alıyor. Emekçiler açısındanekonomik saldırıların kapsamlı bir biçimde hayata geçiriliyor oluşu,bir yanda siyasi iktidarın icraatlarının bir yüzünü oluştururken, diğeryanında da sermaye düzeninin mecbur olduğu baskı araçlarınınyeniden konumlandırılması gerçekleşmektedir. Cunta günlerindekibaskı koşullarının tekrardan yaşanıyor oluşu bunun açık birgöstergesidir. Ne var ki, bu koşulların hayat bulabilmesi siyasaliktidarın hamleleri ile güncel kontrgerilla yapılanmalarının, devletininderininin tüm çeteleşmelerinin yenilemesini ve haleflerin selefleri ilehesaplaşmalarını gerektiriyor.

Yaşananlar, tüm düzen güçlerinin efendisi ABD’nin önde gelenborazanı New York Times’ta şöyle yorumlanıyor: “…Laik SilahlıKuvvetler'e karşı bugüne kadar girişilen operasyonların enbüyüklerinden biri olan son operasyon, hükümetle yargı arasındakiçatışmadan dolayı tırmanan siyasi bir kriz endişelerini daha daartırdı. AB üyesi olmayı bekleyen NATO üyesi Türkiye, kökeni siyasiİslam'a uzanan AK Parti ile ordu ve yargı içinde kümelenenmuhafazakar, ulusalcı laikler arasında uzun zamandır yaşanan iktidarmücadelesine kilitlenip kaldı…” Emperyalist efendilerin de açıkçaifade ettiği çatışma, düzen içinde kliklerin yeni konumlanışına işaretetmektedir. Bu gerçekliğin ardında demokrasi arayışı ise sadecebudalalıktır. Aynı açıklık ile şunu da görebilmek önemlidir ki, halefleraçıkça emperyalizmin yeni ihtiyaçlarının vahşeti göz önünealındığında emekçiler açısından daha büyük bir karanlığın hazırlığıdır.

Düzenin gericiliklerinden gericilik beğenmiyoruz!

Bugün biz genç komünistlere düşen görev devrimci sınıfmücadelesini büyütmek, gelecek kaygısı büyüyen gençlik kesimleriniteşhir olmuş çeteleşen sermaye devletine ve sermaye iktidarına karşıkonumlanmaya çağırmaktır!28

Düzen içi çatışmalar karşısında gelecek

sınıf mücadelesini büyütmekten geçiyor!

Derinlik, sermaye devletinin gerçeğidir…

Page 29: EG 124. sayı

29

Sermaye devleti adına AKP’nin başlattığı “açılımsüreci” çoktandır çökmüş durumda. DTP’nin kapatılmasıve Öcalan’ın cezaevi koşullarının ağırlaştırılmasıkarşısında Kürt halkının ortaya koyduğu militan tepkiler,sahte açılım yalanlarının çöktüğünün ilanıydı bir bakıma.Bu süreçte devletin ikiyüzlülüğü de olanca çıplaklığıylaortaya saçıldı bir kez daha. Bir yandan Tayyip Erdoğan“açılım”ın devam edeceğini söylerken, diğer yandanhemen aynı günlerde DTP’li birçok belediye başkanı veyöneticinin gözaltına alındığı operasyonlar yapıldı.Polise taş atan çocukların tutuklanmasına devam edildi.Yine bir taraftan “açılım”ın Kürt sorununa çözüm amaçlıolduğu söylenirken, diğer taraftan hükümet sözcüleriamacın PKK’nin tasfiyesi olduğunu söylemektenkendilerini alamadılar. Nitekim buna uygun olarak yenisaldırı politikaları da sürekli bir şekilde canlı tutuldu.

Açılımın asıl amacı olarak silahlı Kürt hareketinintasfiye edilmesi ve ABD’nin Ortadoğu’da ihtiyaçduyduğu uşaklığı yapmak için direnişin tamamenbitirilmesi gerekiyordu. Direnişi bitirmek için çok iyibildiği silahı, toplumsal muhalefetin yükseldiğizamanlarda olduğu gibi baskı ve terörü devreye soktu.Ama bu da Kürt halkını yıllardır verdiği mücadeledenalıkoyamadı. Kürt işçi ve emekçileri ile gençleri devletinimha ve inkâr politikalarına eylemlerle, sokaklardakidirenişleriyle yanıt verdiler.

Faşist sermaye iktidarı Abdullah Öcalan’ınemperyalist komployla Türkiye’ye teslim edilişininyıldönümünden hemen önce Kürt halkı üzerindekiterörünü arttırarak emekçileri ve gençliği sindirmeyeçalıştı. Fakat Kürt emekçileri ve gençliği Türkiye,Kürdistan ve Avrupa’da ortaya koyduğu militan direnişle,tuttukları ulusal oruçla, BDP binalarına siyah bez asarakyaptıkları oturma eylemleriyle sermaye devletininsaldırılarına cevap vererek saldırıları boşa düşürdü. Biryandan açılım yalanıyla Kürt emekçileri ve gençliğikandırılıp uyutulmaya çalışılırken, diğer yandan da 15Şubat öncesi yapılan operasyonlarla yurtsever gençlik evbaskınlarıyla gözaltına alındı, tutuklandı. Örneğin15Şubat öncesi Çukurova Üniversitesi’nde 18 öğrenci evbaskınlarıyla gözaltına alınmış 9 öğrenci tutuklanmıştı.Yine bu dönemde yaşı küçük birçok çocuk taş attıklarıgerekçesiyle on yıllara varan sürelerde hapis cezalarıaldı. Bir yandan azgınca saldırırken, bir yandan da kendicephesinden açılımının devam ettiği söylemleriyle Kürtemekçilerini ve gençliğini kandırmaya çalışan AKPhükümetine en iyi yanıtı, başta Kürt gençliği olmak üzeresokaklara dökülenler verdi. Kürt halkı söylenen yalanlarainanmadığını sokaklardaki protesto gösterilerindeyansıtmış oldu.

Görüldüğü üzere ne açılım yalanları mücadeleyiengellemeye yetiyor, ne de imha ve inkâr politikaları...Protesto gösterilerinde “Gençlik dağa çıkacak” gibisloganların öne çıkması Kürt gençliğinin mücadeledinamizmini ortaya koyuyor ve açılım oyununu tam dabaşladığı yerde bozuyor.

Özellikle gençliğin devrimci enerjisi bu noktadaönemli bir yerde duruyor. DTP’nin kapatılmasınınardından yapılan protesto gösterilerinde, Öcalan’ıncezaevi koşulları kötüleştirildikten sonra ve 15 Şubat’ta

yapılan eylemlerde Kürt gençliğinin militan bir şekildeçatışarak ön saflarda yer alması, bunun bir göstergesiydi.Kürt gençliği yapılan her eylemde ön saflarda sermayedevletinin imha ve inkâr politikalarına karşı ulusalözlemlerinin ifadesi sloganlarını öfkeyle haykırdı.Gençlik, açılımla beraber sermaye düzeninin arttırdığısaldırılara karşı sokakları birer savaş alanına çevirdi.Sokak sokak çatışarak sokakları devletin kolluk güçlerinedar etti.

Sermaye devleti Kürt emekçilerinin ve gençliğininöfkesini Kürt mahallerinde yaptığı sokak kontrolleri,sokaklara saldığı faşist güruhlarla, 15 Şubat öncesibaşlattığı gözaltı furyasıyla ve arttırdığı terörle herkoldan çembere alarak bastırmaya çalıştı. Ama Kürt işçi,emekçi ve gençliği son olarak bu saldırıları 15 Şubat’taortaya koyduğu iradeyle boşa düşürdü. Kürt halkı yapılanoturma eylemleri, açlık grevleri ve kolluk güçlerine karşıçatışmalarla devletin baskısına boyun eğmeyeceğinigösterdi. 15 Şubat ile beraber oluşan atmosferle bir kezdaha görüldü ki Kürt halkının talepleri uğruna ortayakoyduğu enerji kolayca bastırılamaz.

“Açılım” safsatasının sonrasında bu coğrafyadakarşımıza çıkan tablo Avrupa’ya yansıdı. Belçika’da 25tane kurum basıldı. ROJ TV’nin binasına girilerek talanedildi. Bu süreçte Kürt siyasetçiler Remzi Kartal,Zübeyir Aydar ve 15 kişi gözaltında alındı. Gözaltınaalınanların bir kısmı tutuklandı. Bu saldırı süreciylebirlikte Newroz’a hazırlanan Kürt halkı şimdiden birçokilde Newroz ateşlerini yakarak mücadele kararlılığınıortaya koymaya devam ediyor.

Yaşananlar komünistleri ve konu ile ilgili benzerdüşüncedeki sol akımları haklı çıkarmış, açılımın PKK’yitasfiye etmek ve Kürt halkının direnişini bitirmek içinortaya atıldığı teyit olmuştur. Açılım aldatmasını boşadüşürmenin, bu saldırıları bitirmenin yolu tüm uluslardanişçilerin mücadele birliğini yaratıp sermayeye karşısavaşmasından geçmektedir. Dönem boyunca sürenTEKEL direnişi, bunu en sade ve çarpıcı şekildegöstermiştir. Devletin ve sermaye medyasının linçkışkırtmalarına, faşist sürülerin kudurmuş hallerinerağmen, egemenlerin istediği olmamıştır. Salt işçilerinkendiliğinden bir direnişi dahi, tutulacak yolugöstermeye yetmiştir.

Kürt halkı özlemlerine de ancak Kürt, Türk ve diğermilliyetlerden işçi sınıfı önderliğinde gerçekleşecek birtoplumsal devrimle kavuşacaktır. Bunun için Kürthalkının mücadelesini, Türkiye’deki tüm işçi veemekçilerle birleştirmesi en yakıcı ihtiyaçlardan biridir.

Sermayenin artan saldırılarına karşıKürt halkı

devrimci mücadeleyi büyütmelidir!

Kürt halkıözlemlerine de ancak

Kürt, Türk ve diğermilliyetlerden işçi sınıfı

önderliğindegerçekleşecek bir

toplumsal devrimlekavuşacaktır. Bunun

için Kürt halkınınmücadelesini,

Türkiye’deki tüm işçive emekçilerle

birleştirmesi en yakıcıihtiyaçlardan biridir.

Page 30: EG 124. sayı

30

Baran Tursun 25 Kasım 2007’de polisin durihtarına uymadığı gerekçesiyle başından vurulduve ağır komaya girdi. Bir süre yaşam destekünitesine bağlı kaldıktan sonra hayatını kaybetti.Daha önce de alkollü araç kullanırken yakalananTursun tekrar yakalanmak istemediği için kaçmıştıpolisten.

Baran’ı vuran polis, ifadesinde “7 dakika takipedildi, sonra yola barikat kurduk, araba barikatınüstüne sürülünce kaçarken ayağım kayınca silahyanlışlıkla ateş aldı” dedi. Ancak telsizkayıtlarında sadece 2 dakika20 saniye takip kaydı vardı.Tursun’un olay sırasındaorda bulunan arkadaşlarınınifadesine göre de barikatkurulmamıştı. Ekip arabasıyolu kesmişti ve Tursunarabanın yanından geçmeyeçalışmıştı. Tam bu sıradabaşından vurulunca aracınkontrolünü kaybetmişti.Sonra da ağaca ve direğeçarparak kaza yapmıştı.

Tursun hastaneyekaldırıldığında polislerolayın trafik kazasıolduğunu söylediler. Yaniolayın üstünü örtme çabalarıve söyledikleri yalanlarsilsilesi en başta başladı.Olayın kaza olmadığıTursun’un başındaki kurşun tespit edilince ortayaçıktı. Olay yeri inceleme ekipleri de olayı kazaolarak gösterdi, aracı gerekli incelemeleriyapmadan olay yerinden çekti. Ayrıca delil olarakkullanılan fotoğraflarla, basın mensuplarınınçektiği fotoğraflar arasında da farklılıklar vardı.

Baran’ı öldüren polis memuru gözaltınaalındıktan sonra çıkartıldığı ilk duruşmadatutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.Ayrıca bazı delillerin yok edildiği (polisinhikâyesine uymayan fazla mermi kovanları gibi)gerekçesiyle de 10 polis memuru yargılanmayabaşlandı. Davalarda ifade veren şahitlerin çoğu isepolisti.

Aslında bu olay ne ilk ne de tek. Türkiye’depolis kurşunuyla ölen insanlar gün geçtikçe artıyor.Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’nun getirdiğirahatlıkla artık infazlarını kişi ayırt etmeden sokakortasında gerçekleştirmeye başlayan polisincinayetlerini, kendi katillerini korumaya çalışanyargı da aklıyor. Bu karanlık sistemin iki bekçisibirbirini kolluyor, koruyor. Suçlarını örtbas ediyor,haklı gösteriyor. Baran Tursun alkollü olduğu içinölmeyi hak etmişti onların gözünde. Kapitalistsistem bir yerlerde birilerinin cipleriyle alkollü

gezmelerini doğru bulmuş o da bunu yapmıştı.Kapitalist sistem polisin önüne geleni vurmasınıdoğru bulmuş o da vurulmuştu. Kapitalist sistemvuranların haklı görülmesini istemişti ve yargıaklamıştı.

Baran Tursun’un ailesi oğullarının polistarafından katledildiğini kanıtlamak için birçokbasın açıklaması düzenliyor ve yargı polisişbirliğini gözler önüne sererek yargıyagüvenmediklerini her yerde haykırıyorlar şimdi.Ancak katilleri aklayan yargı bununla da kalmayıp

Tursun ailesine davaüstüne dava açıyor. Ölenoğullarının cinayetekurban gittiğinianlatabilmek ve artancinayetlerin önünükesmek için uğraşanaileye fırsat vermekistemiyor yargı.Korkuyor, çünkü birilerigerçeğe, bu sefer onlaradeğil de doğru olanainanır diye. Ailehakkında TCK’nin 301.maddesi uyarınca “Yargıgörevini yapanı etkileme,tehdit, hakaret, TChükümetini, yargıorganlarını, askeri veemniyet teşkilatınıalenen aşağılama”

suçundan dava açıldı. Ayrıca 277. ve 106.maddelerden de davalar açıldı. Yargı katillerikollamakla aslında sistemin bekasını koruyor. Enküçük bir ses çıkarana, ölen oğullarının cinayetlekatledildiği delillerle bu kadar açıkken bunukanıtlamaya çalışan bir aileye bile, tahammüledemiyor. Sistemin yargısı katilleri değil, hakkınıarayanları yargılıyor.

Kapitalist sistemin varlığını sürdürdüğü herkarış toprakta bugüne kadar milyonlarca insan işcinayetlerinde, işkencelerde, polis kurşunuyla,asker mermisiyle, açlıktan, soğuktan, yoksulluktanhakkını aradığı için, kâr hırsıyla yapılmış binalardadepremlerle yaşamını yitirdi. Yine birçoğu dahagüzel yarınlar istediği için, düşündüğü, sorguladığıiçin, Kürtçe konuştuğu için, ekmek çaldığı için…yargılandı, yargılanıyor! Üstelik asıl hırsızlar vekatiller yatlarında, katlarında keyif çatarken…Suçsuzlar suçlu ilan ediliyor, katiller kahramanoluyor. Adalet adının arkasında terazinin bir kefesiparayla doluyor. Bu çirkin ilişkileri kırmanın tekçözümü ise onu yaratan karanlığı kırmaktangeçiyor.

Katil polis hesap verecek!

Kahrolsun kapitalizm, yaşasın sosyalizm!

Polis katlediyor, yargı aklıyor…

Polis-yargı işbirliğine son!

Yargı katillerikollamakla aslındasistemin bekasınıkoruyor. En küçük birses çıkarana, ölenoğullarının cinayetlekatledildiği delillerlebu kadar açıkkenbunu kanıtlamayaçalışan bir aileye bile,tahammül edemiyor.Sistemin yargısıkatilleri değil, hakkınıarayanları yargılıyor.

Page 31: EG 124. sayı

“Çağın çarkına okuyan çarklar” dünyanın dört bir yanında tekliyor.Kapitalist ekonominin kendi yarattığı yapısal krizi ile dünyanın dört biryanında sömürü düzeni giderek sıkışıyor ve sermaye iktidarlarınıntemelleri giderek bir belirsizliğin içine batıyor. Öyle ki derinleşençatlaklar en son olarak küresel ölçekte bir mali kriz ile kapitalistlertarafından da itiraf edilmiş olundu. Bu elbette ki yeni bir şey değildi.Hatta aslına bakacak olursak, kapitalizmin doğal ve sosyal bir yıkımınyanısıra ekonomik bir açmaz anlamına geldiği de insanlık tarihinde ikiyüzyıl önce ortaya konmuştu. İçinden geçtiğimiz süreç o bağlamdaolayların doğal seyrinde evirildiği son durumdan ibaretti sadece.

Krizin itirafının hemen öncesine bakacak olursak, ortada birtakımistikrar ve önlem paketlerinden konuşulduğunu ancak kesin olarak birgeleceksizlikten bahsedilmediğini görebiliriz. Ne var ki bugün, küreseltekellerin iflası, işsizliğin dünya ölçeğinde patlaması ve neredeyse tümülkelerde “kemer sıkma” uygulamalarının hayata geçirilmesi ile bir avuçbudalayı bir kenara bırakırsak artık durumun aksini kimse iddiaetmemektedir.

TEKEL işçilerinin direnişi ile birlikte toplumun ileri kesimleritarafından “Genel grev, genel direniş” hedefinin işaret edildiği bircoğrafyanın yanı başında Yunanistan bugün son derece önemli biryerdedir. Yunanistan’ı güncel tablosu ile birlikte ele alırken de önceliklekapitalist sömürü zincirinin gerilmiş bu halkasının yakın geçmişinekısaca bakmak yerinde olacaktır. AB üyeliği 1981’e uzanan ülkede,özellikle son 10 yıl içerisinde AB ekonomi politikaları yoğun birbiçimde uygulamaya konmuştur. Esasen bu dönem her şeyin olup bittiğibir 10 yıl değil de, toplam neo-liberal politikaların geldiği son noktadır.Bu dönemde, kendi coğrafyamızda da AB’ye uyum kapsamında çeşitliisimler altında yaşadığımız birçok dönüşümün bir benzeri deYunanistan’da yaşandı. Kamu alanı hızla sermayenin talanına açılarak,kazanılmış sosyal haklar-güvenceler birer birer geri alındı.

Ekonomik kriz ile birlikte Yunanistan’da tablo daha da derinleşti.Dünya genelinde olduğu gibi krizin faturası ek vergiler, kısılanödenekler, geri alınan sosyal güvenceler ve dondurulan maaşlar ileemekçilere yüklendi. Yunanistan emek cephesi ise tarihinden gelenbirikimi ve güncel dinamikleri ile bu saldırıyı güçlü bir biçimde aylardırgrevler, direnişler ve işgaller ile karşılamakta. Sendikaların yaygınörgütlenmelerinden ve solun olanaklarından faydalanan emekçiler sonaylarda etkili grevler gerçekleştirdiler ve hayatı kilitlediler. En son 5Mart’ta emekçiler “ekonomik önlem paketi” parlamentoda oylanırkenpolis barikatını aşarak parlamento bahçesini işgal ettiler. Şehirlerin anameydanlarında toplanan emekçiler iş bırakarak hayatı saatlercedurdurdular ve kamu binalarını işgal ederek tüm emekçileri yıkımpolitikaları karşısında sokağa, eyleme çağırdılar.

Öncesine bakacak olursak, Şubat ayının sonunda ve Mart’ın başındabirçok grev ve işgal gerçekleşti. Maliye bakanlığı dahil olmak üzerekamu kuruluşları, üniversiteler ve kitlesel işten çıkarma ve hak gaspıyapan özel işletmeler işgal edildi. Alanlar krizin faturasını ödemeyireddeden yüz binler ile doldu. Otobanlar dahil olmak üzere ana yollarsaatlerce trafiğe kapatıldı. Grevlere kamu, özel sektör, belediye, valilik,tüm toplu taşıma çalışanları yanısıra liman işçileri, doktorlar,öğretmenler, gazeteciler gümrük ve vergi memurları da katıldılar.Milyonlarca emekçinin katılımıyla gerçekleşen genel grevlerde hayatdefalarca durduruldu.

Sınıf hareketinin sıcak cephelerinden biri olan Yunanistan’da geçenyıl 16 yaşındaki Alex katledildikten sonra sokakları ısıtan yüz binlerin ogün de ifade ettiği gibi, Alex sadece bardağı taşıran damla olmuştu.

Kapitalist sömürü çarklarının doğal işleyişi ile birlikte dünyanın tümcoğrafyalarında bugün tablo benzerdir. Ancak belli ki Yunanistan mevcutdinamikleri ile birlikte o taşma noktasındadır. Zengin direniş geleneğinebakacak olursak Yunanistan’da işçi ve emekçiler, sermaye karşısındacuntayla hesaplaşarak bugüne gelmiştir.

TEKEL direnişinin gündeme gelişi ile Türkiye’de farklıyaklaşımlarla da olsa dillendirilen “genel grev” tartışmasıyla esasen işçisınıfının güncel imkanları somutlanmıştır. Emek cephesinin temel birsilahı olan genel grev, öncelikle sendikalar tarafından işçilerin öfkesinibir belirsizlik ekseninde sönümlemenin aracı haline getirilmiştir. Solgüçlerin de yükselttiği bu hedef, diğer bir yanı ile sınıf içindekizafiyetlerin bir göstergesi olmuştur. Ortaya ise bir türlü somutlanamayanbir eylem ve siyasetler açısından da sınıfa dışarıdan götürülen bir öneriçıkmıştır. Yunanistan’da ise solun sınıf içinde organik bağlarınınoluşumunun ve sendikaların düzenin ehlileştirme araçları olmaktançıkarılıp emek cephesinin örgütlenme alanları olarakdeğerlendirilmesinin somut olanakları bu grevler ile defalarca gözlerönüne serilmiştir.

Bu tablonun elbette ki, Türkiye’deki sendika yönetimlerine bir şeylergöstermesi beklenemez. Zira sarı sendikacılar TEKEL sürecinin ve sondönemdeki tüm grev ve direnişlerinin içinde mücadeleci emekçilerinkararlılığını ve militan eğilimlerini eritmek yönlü çaba sarf edereksınıflar mücadelesindeki konumlarını ortaya koymuşlardır. Bu yeni birşey değildir. Tablo sendika yönetimlerinin asalak burjuvazinin ve onunişbirlikçilerinden kurtarıldığında etkin bir silaha dönüştüklerini, hattabunun bir zorunluluk olduğunu göstermektedir. Bu bile iki sürecingözlemlenmesi ardından Türkiye’de emekçilere ve sol güçlere fazlasıylaşey göstermektedir. Elbette komünistler de bu süreçte yıllardır ortayakoydukları özeleştirilerinin yakıcılığını bir kez daha göreceklerdir.

Türkiye’de birçok sendika ve liberal sol çevre için AB hazırlıksüreçleri çeşitli yorumlar ile bir umut olarak görülmek istenmiştir.Güncel tablo ise bunun tam aksidir. Sendikaların her bağlamda düzen içiumutlarının boşluğu bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Bugün yıllık13., hatta 14. maaşları kesilmek üzere olan Yunanistanlı emekçiler bunusendikalarını kitlesel militan eylemlere sürükleyerek göğüslerken,TEKEL işçileri Ankara sokaklarında hareketsiz kılınmayaçalışılmışlardır. Türkiye işçi ve emekçileri de bir yılı aşkın süredirsendikacıların ayak oyunları ve adi yalanları ile oyalanmaktadırlar.Adeta giderek ısınan suyun içinde yavaş yavaş ölüme terkedilmişlerdir. Gerekli olan, sınıfın bağımsız siyasal eksendebirleşik ve kitlesel mücadelesinin örgütlenmesidir.

Zincirleri parçalayalım!

Yunanistan’da yükselen sınıfın öfkesiözgür yarınlara olan özlemimizdir!

31

Page 32: EG 124. sayı

32

Onu okuduğunuz üniversitelerde “karnını şüphelişekilde tutarak medikoya gitmek”, “yiyebileceğindenfazla ekmekle okula girmek”, “afiş okumak” gibigerekçelerle açılan soruşturma komisyonlarında, eşitve parasız bir eğitim talebini gündeme getirenöğrencilere verilen cezalarda görebilirsiniz; ya dakariyer günlerinde… Yıldız Teknik’te turnikelerin,İÜ’de özelleştirilen kantinlerin yazarkasaları başındada rastlayabilirsiniz ona... Buraya kadar her şeyüniversiteye dair, peki ya sonrası? Hatta onugeçtiğimiz yıllarda kanser hastalığındankaybettiğimiz Kazım Koyuncu’nun ölümünde degörebiliriz desek kim olduğunutahmin etmek kolaylaşır mı?

“Eğitim cehaleti alır, eşeklikkalıcıdır” diye bir söz vardır. Busözü “Eğitim cehaleti alır,hırsızlık, aç gözlülük iştahı dahada kabartır” şeklindeuyarlamamız mümkün bahsigeçen pek ‘değerli’ prof için!..Evet, geçtiğimiz günlerdedünyaya kazık çakma çabasısonuçsuz kalarak göç eyleyenİhsan Doğramacı’dır bu yazınınkonusu… Hacettepe ve Bilkentüniversitelerinin kurucusu,babadan zengin, KerkükTürkmeni, pediatri uzmanı… Birdevlet üniversitesinin yanısıra, bir de özel üniversitekurarak farklı bir portre çizmektedir İhsanDoğramacı. Aynı zamanda ilk özel üniversite olanBilkent’te burslu okuyanlar onu rahmetleanacaklarsa da her yıl üniversiteye girebilmek içinter döken milyonlar ve bilimsel eğitime hasretüniversiteye geldim derken holdinge geldiğiizlenimine kapılan, har(a)cı düzenli bir biçimdezamlanan yüz binlerce üniversite öğrencisi isemerhumu nasıl bilirdiniz sorusuna öfkeyle yanıtvermeli bugün: Darbeci bilirdik, tüccar bilirdik,emek hırsızı, bilim hırsızı bilirdik! Çernobil santralikazası sonrasında Karadeniz bölgesinde yetişençaylarda radyasyon arayan üniversiteleri engelleyenbir bilim düşmanı olarak bilirdik! Üniversitelerparalı olmalı, sadece zengin çocukları okumalı diyenYÖK zihniyetinin mimarı bilirdik! 12 Eylülpostalıyla üniversite koridorlarını kirleten birAmerikancı bilirdik!

Bugün üniversite gençliğinin büyük birçoğunluğu darbeci Kenan Evren’i ressamzannediyorsa işte bu Doğramacı sayesindedir.Düşünmeyen, sormayan, araştırmayan, üretmeyenbir üniversiteli tipolojisi yarattığı, kendisinin demensup olduğu burjuvaziye nimet sayılabilecekkuşaklar yetiştirdiği için kendisine ne kadar‘teşekkür’ edilse azdır! Elbette minnet duygularınıokullara kariyer günleri adı altında gelen ‘yavrumsen sıra arkadaşını başlat işe’ türünden nasihatler

veren ‘insan (sömürü) kaynakları’ ifade edecektir.

Meteksan ve Tepe Holding’in patronuDoğramacı’nın yıldızı Hacettepe Üniversitesi’nikurduğunda parlamıştır. Bu rektörlüğü ise faşist 12Eylül darbesinin üniversiteler üzerindeki baskı vesindirme aygıtı YÖK (Yüksek Öğretim Kurumu)’ünkurucu başkanlığı ile taçlandırmıştır. YÖK’üntarihsel misyonu eğitimi ticarileştirmek,üniversitelerin toplumla olan bağını koparmak vebilimselliği asgari düzeye çekmektir. Göreve gelirgelmez ilk işi değerli bilim insanlarınıüniversitelerden uzaklaştırmak, binlerce öğrencinin

eğitim hakkını elinden almakolan Doğramacı ilk özelüniversitenin kurulmasının dayollarını açmıştır.

Faşist darbe toplumsalmuhalefete ve işçi sınıfınınörgütlü gücüne saldırırken ABDemperyalizminingerçekleştirdiği Körfez işgaliniMicheal Jackson dinleyipçekirdek çitleyerek seyredenüniversiteli bireylerinyetiştirilmesi görevini YÖKüstlendi. Bireycilik, bencillik vetüketim sevdası, derdi tasasıüreten öğretim üyeleri İhsanDoğramacı’nın kadrosundan

üniversite kürsülerini işgal etti. Öyle ki bu ‘adamkayırma’ durumu dönemin kabarelerinden MetinAkpınar’ın oynadığı ‘Yasaklar’a da konu oldu.Orada geçen sözleri aktaralım: "Senin amcan İhsanDoğramacı mı? Kız söyle bana da bir profluk versin,nasıl olsa önüne gelene dağıtıyor." Esasında önünegelene dağıtmıyordu İhsan Doğramacı, işine gelenedağıtıyordu proflukları…

Doğramacı’nın vukuatları bunlarla sınırlı değildi,olamazdı; çünkü eğitim ve bilim dünyasınınFrankestaın’ıydı. Onu kapitalizm yaratmıştı fakathikayenin aslında da olduğu gibi yaratıcısına değilhalka saldırdı. Saldırılardan kuşkusuz bilim dünyasıda fazlasıyla nasibini aldı. Ünlü doktor BenjaminSpok’un ‘Çocuk ve Sağlık’ eserini ‘copy paste’yöntemiyle ‘bilimsel dehasına’ sunan Doğramacıneyse ki kitabın adını değiştirme zahmetindebulundu. Yine de kitabına ‘Annenin Kitabı’ yerine‘Hırsızın Kitabı’ adını verseydi daha yerinde olurdu!

Uzun sözün kısası Doğramacı’yı her 6 Kasım’da“sağlığını düşündüğü biricik yavrusu” YÖK’üprotesto ederken, parasız eğitim talebimizihaykırırken ‘anacağız’. Düzene yasladığı sırtınıhatırlayarak yapacağız bu işi ve bir gün butopraklarda eşit, özgür, insanca yaşanası bir düzenkurduğumuzda, YÖK’ünü kapatıp kapitalistkurumları çöplüğüne göndereceğiz!

Zengine ‘İhsan’ üniversiteliye ‘Doğramacı’

Bugün üniversitegençliğinin büyük birçoğunluğu darbeci KenanEvren’i ressamzannediyorsa işte buDoğramacı sayesindedir.Düşünmeyen, sormayan,araştırmayan, üretmeyenbir üniversiteli tipolojisiyarattığı, kendisinin demensup olduğuburjuvaziye nimetsayılabilecek kuşaklaryetiştirdiği için kendisinene kadar ‘teşekkür’ edilseazdır!

Page 33: EG 124. sayı

33

Katliam kelimesi sermaye düzeniyle en iyiözdeşleşmiş kelimelerden biridir. Düzen her krizegirdiğinde bir yerlere saldırmış, birilerinikatletmiş veya toplu imha yönteminebaşvurmuştur. Bu yolla topluma korku yayarak,toplumun artan öfkesini sindirebileceğini,susturabileceğini, yaratmış olduğu krizdençıkabileceğini düşünür. Yıllardır bu topraklardaburjuvazi kendi sisteminin bekasını sağlamak içinbirçok kere bu yolu tercih etmiş, kendisi içintehlike olarak gördüğü her türlü somut durumukanla bastırararak yok etmeye, ezmeye çalışmıştır.Onun için tek yegane durum olan tiranlığınıkorumak için akla gelebilecek her türlü baskıaygıtını, yolunu ve yöntemini kullanmaktan geridurmamıştır. Bu durum sınıflı toplumlarınoluşumunda itibaren böyledir. Yaşadığımız bucoğrafyada ise bu katliamların sayısıazımsanmayacak kadar fazladır. MusatafaSuphi’lerden Dersim’e, Çorum’dan Maraş’a,Kızıldere’den Beyazıt Katliamı’na, 1977 1Mayısı’ndan Ulucanlar’a kadar sayabileceğimizonlarca katliam gerçekleştirmiştir. Her birkatliamda da burjuvaziye yiğitçe bir direnişleyanıt verilmiştir.

İşte Gazi direnişi de bunlardan bir tanesidir.Bir akşam vaktidir ve insanlar günlük yaşamınıniçerisindeyken birden Gazi’ye bir taksi girer.Dostlar, Cihan, Yavuz, Kardeşler ve Doğukahvehaneleriyle, Sarıcıoğlu pastanesinde silahsesleri duyulur. Devletin katliamcı kimliği bir kezdaha ortadadır. Bu saldırıda ilk olarak Halil Kayavurularak öldürülmüştür. Saldırıyı ve ölümüduyan Gazi halkı onlar, yüzler, binler olmuş veGazi Karakolu’na doğru yürüyüşe geçmişlerdir.Yürüyüşteki kitlenin üzerine polisin ateş açmasısonucu Mehmet Gündüz de vurularak öldürülür.Gazi halkının öfkesi bir kat daha artar bu ölümlebirlikte. Artık sokaklara barikatlar kurulur, Gazisokaklarında düzen ve devrim karşı karşıya gelir.Kavga zamanı gelip çatmıştır. İnsanlarıngözlerinden anlaşılır düzene karşı duydukları kinve öfke. Ellerinde tuttukları taşları bir birfırlatırlar hedefine hiç ulaşmayacağını bilseler de.

Ertesi gün polisin, sayısı yaklaşık 6000 olankitleye cenazeleri vermek istememesi üzerinekarakola doğru tekrardan yürüyüş başlar.Sokaklarda ve barikatlarda çatışmalar vardır.İstanbul’un birçok emekçi mahallesinden insanlarGazi’ye akmaya başlamış, direnişe güç katmayagelmişlerdir. Dört gün süren çatışmalarda GaziMahallesi’nin 18 şehidi olmuştur.

Bununla birlikte direniş sadece Gazi’yle sınırlıkalmamış, Gazi’deki kıvılcım başka emekçimahallelerine sıçramıştır. Birçok yerde protestogösterileri gerçekleştirilmiştir. 1 MayısMahallesi’nde yaşanan çatışmalarda da 5 kişi

polis kurşunlarıyla katledilmiş 20 kişi deyaralanmıştır. Sonunda ise “Asker ve polisçekilecek, sokağa çıkma yasağı kaldırılacak,gözaltındakiler serbest bırakılacak, cenazeler GaziMezarlığı’na defnedilmek üzere halka teslimedilecek, dışarıdan gelen halk engellenmeyecek”taleplerinin kabul edilmesiyle birlikte cenazelermahalleye getirilir. 20 binden fazla insanşehitlerini ağıtlarıyla, zılgıtlarlrıyla uğurlar.

İlk süreçte Gazi davası İstanbul EyüpCumhuriyet Başsavcılığı’nca Eyüp Ağır CezaMahkemesi’nde açılır sonrasında ise davagüvenlik gerekçesiyle Trabzon’da görülmeyebaşlanır. Mahkeme dönemin Başbakanı TansuÇiller, İçişleri Bakanı Nahit Menteşe, EmniyetGenel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı HanefiAvcı’nın tanık olarak dinlenmesini ister. Döneminİstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir ileİstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu’nunyargılanması yönündeki talepleri de reddeder. 9kişinin ölümü ve 5 kişinin de yaralanmasınaneden olmaktan dava açılan 20 polisten 18’iberaat eder. Diğer iki polisten Adem Albayrak 4kişiyi öldürmek suçundan 6 yıl 8 ay ağır hapiscezası ve 4,5 ay kamu hizmetlerinden geçicimahrumiyet alır. Mehmet Gündoğan ise 2 kişiyiöldürmekten 3 yıl 9 ay hapis ve 2 ay 15 günsüreyle kamu hizmetlerinden geçici süreylemahkumiyetine karar verilir. Yargıtay iseAlbayrak ve Gündoğdu hakkında verilen kararı“Haklarında adam öldürme ile ilgili net biraçıklığın olmadığı” gerekçesiyle bozar. Davaüçüncü celsede karara bağlanır ve Albayrak ileGündoğdu’ya 4 yıl 32 ay hapis cezası verilir. Polismemurlarına verilen hapis cezaları af kapsamınaalınarak ertelenir.

Bununla birlikte Gazi katliamının arkasındakidevlet gerçekliğine hiçbir zaman dokunulmaz. Odönemde Susurluk sanığı Ayhan Çarkın, Susurlukkazasında ölen İstanbul eski Emniyet MüdürYardımcısı Hüseyin Kocadağ, Oğuz Yorulmaz,Hanefi Avcı, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım gibidevletin birçok eli kanlı isimi Gazi olayları ileanılır olmuş, ancak katledenlerinden yargılamayapanlarına kadar düzen tüm katliamlarda olduğugibi bir bütün olarak hareket etmiştir.

Sermaye sınıfı dün olduğu gibi bugün dekatliamlarına devam ediyor, yarın da bu katliamlarsürecektir. Burjuvazi kendi düzenini işçi veemekçiler cephesinden gelebilecek her türlütehlikeden korumak için zora başvuracaktır. Sondönemde artan polis cinayetleri, sokak ortasındainfazlar, Kürt halkına dönük saldırılar bununsomut yansımalarıdır. Bizler bu saldırılara karşıdevrim ve sosyalizm mücadelesini yükseltmeli vebu katliamların hesabını sormalıyız.

12 Mart Gazi direnişi ve katliamı

Sermaye sınıfı dünolduğu gibi bugün dekatliamlarına devam

ediyor, yarın da bukatliamlar sürecektir.

Burjuvazi kendi düzeniniişçi ve emekçiler

cephesinden gelebilecekher türlü tehlikeden

korumak için zorabaşvuracaktır. Son

dönemde artan poliscinayetleri, sokak

ortasında infazlar, Kürthalkına dönük saldırılar

bunun somutyansımalarıdır. Bizler bu

saldırılara karşı devrim vesosyalizm mücadelesini

yükseltmeli ve bukatliamların hesabını

sormalıyız.

Page 34: EG 124. sayı

34

Tarih: 16 Mart 1978

Yer: İstanbul Üniversitesi

Olay: TNT tipi bomba patlaması

Bilanço: 7 ölü 41 yaralı

Dört satırlık yer tutuyor topu topu o vahşetianlatmak. Birkaç kelimeden oluşuyor sadece.Bu kadar basit ve mekanik olamaz ölen 7öğrenciyi, ateş düşen 7 ananın yüreğinianlatmak. Bu kadar kalpsiz miyiz, bu kadarruhsuz muyuz gerçekten? Bir de yakındanbakalım ölüm nasıl almış 7 fidanı pençesine.Ülkücülerin ele gerçirdiği İstanbulÜniversitesi’ne solcu öğrenciler giremiyor ilkbaşta. Bir karar alıyorlar kendi aralarında. Artıkokula toplu gidilip gelinecek. Alınan kararuygulanıyor ve 150 kişi hep beraber gidipgeliyor okula. Polis eşliğinde arka kapıdanalınıyorlar içeri. Ülkücüler uzun sürekatlanamıyor bu duruma ve saldırı kararıalınıyor.

7 Mart’ta emniyet müdürlüğüne bir uyarıyazısı yollanıyor. Solcu gençlerin okula gidipgelmesi durumunda saldırı olacağı belirtiliyor.Bu yazı dikkate alınmadığı gibi ancak yıllarsonra günyüze çıkabiliyor ve 9 gün sonrakızılca kıyamet kopuyor... ABD tarafındanTSK’ya hibe edilen TNT tipi bombakullanılıyor saldırıda. Önce dönemin ülkücübaşkanlarında biri olan Abdullah Çatlı’nın elinegeliyor bomba. Daha sonra saldırı için Kars’tançağrılan birçok eyleme katılmış ülkücü birayakkabıya geliyor.

16 Mart 1978... Her şey olağan görünse desessizlik ürkütüyor öğrencileri. Öğle vakti

çıkışın önünde toplanıyor solcu öğrenciler.Fakat bu sefer ön kapıdan çıkarılıyorlar. Üstelikpolisin sayısı azalmış ve eşlik etmiyorlar onlara.Dışarı çıkan öğrenciler ülkücü bir grubunsloganlarıyla karşılaşıyorlar. “KomünistlerMoskova’ya”, “Beyazıt Meydanı komünistleremezar olacak” sesleri yükseliyor. Müthiş birpanik ve korku sarıyor etrafı. Ve açık hedefhalinde yürüyen öğrenciler “Bomba!” diye birses duyuyor. Ardından kulakları sağır eden birpatlama sesi. Bir anda kan gölüne dönüyorortalık. Yaralıların bağırışları sarıyor bir andaetrafı. Yaralanmayanlar kalkıp kaçmak istiyorfakat nereden geldiği belli olmayan bir yaylımateşine tutuluyorlar.. Polisler koşuyor hemenbombanın atıldığı tarafa fakat arkadan bir sesemrediyor; “Geri dön!”. 5 öğrenci olay yerindecan veriyor. İkisi hastanede yapılanmüdahalelere cevap vermiyor. 7 öğrenci böylevahşice, böyle uluorta, böyle acımasızcakatlediliyor. 41 kişi yaralı. Bedenleriniparçalamış şarapnel parçaları. Derindenyaralamış yüreklerini. Sonra yazılan raporlardaortaya çıkıyor silahların amatör olmadığını,uzun namlulu silahlar kullanıldığını.Açıklamalar geliyor devlet adamlarından.Herkes kınıyor bu vahşeti. Alpaslan Türkeşçıkıyor ve çok üzgün olduğunu belirtiyor.Devletin bombasıyla katlediliyor kardeşlerimizve üzgün olduklarını bildiriyor devlet adamları.Acaba içimizi mi soğutuyor bu açıklama yoksayangına körükle mi gidiliyor?

Tam 32 yıl sonra açıklığa kavuşturulmamışbir katliamın çocukları, ilk satırlardaki kadarmekanik ve ruhsuz olabilir miyiz acaba?

Isparta SDÜ’den bir Ekim Gençliği okuru

16 Mart’tan bugüne katliamlar devam ederken

Suskun mu kalacağız?

Page 35: EG 124. sayı

Kendini dünyanın jandarması olarak görenemperyalist savaş makinesi ABD kendi için nerdebir “tehdit” görse bu tehdidi ortadan kaldırmak içinharekete geçer. Hatırlanacağı gibi Irak’ta kitle imhasilahları bulunduğunu söyleyerek yapacağısaldırıya uluslararası kamuoyunda zeminhazırlamış ve Irak’ı işgal etmişti. 19 Mart 2003tarihinde Irak’a girerek hızla ilerleyen İngiltere veABD askerleri 9 Nisan’da Irak’ın başkentiBağdat’ı ele geçirmiş, bu atağıyla birlikte SaddamHüseyin rejiminin resmen devrildiğini ilan etmişti.11 Nisan’da Musul ve Kerkük ele geçirilmiş veMayıs ayının başında ABD sözcüleri tarafındanesas savaşın bittiği; fakat küçük çatışmalarındevam ettiği ifade edilmişti.

Irak’ın işgal edilişinin üzerinden tam 7 yılgeçti; ama Irak halkı emperyalist işgalin yarattığıtahribatı tam olarak onarabilmiş değil ve bugünemperyalist ABD dünya halklarına hala kankusturmaya devam ediyor.

11 Eylül’de ikiz kulelere yapılan saldırınınarkasında El-Kaide’nin olduğunu söyleyen ABD,El-Kaide’nin sığınma yeri olarak Afganistan’ıgöstermiş ve saldırı okunu Ortadoğu’ya çevirdiğinibelli etmişti. Girdikleri her ülkeyi talan edenemperyalist haydutlar Afganistan’ı da kanabulamak için işgal etmişlerdi. Fakat Afganistan’dagelinen nokta, yapılan hesapların tutmadığını,haydutların tam bir bataklığa saplandıklarınıgöstermektedir. İleri teknoloji savaş araçlarıylakuşatılmış binlerce askerinin olmasına rağmen,emperyalist haydutlar kontrolü sağlayamamaktadır.Atılan bombalar ve açılan ateşler sonucu katledilensivil sayısı ise her geçen gün artmaktadır.

Başka bir tarafta yıllardır toprakları işgal edilen

ve sayısız katliamın ve işkencenin yapıldığı Filistintopraklarında da emperyalist ve siyonist katillertarafından benzer bir saldırı gerçekleştirilmektedir.Kurulduğundan beri Filistin halkını en barbaryöntemlerle yok etmeye çalışan İsrail devleti, gençyaşlı demeden Filistinliler’i katletmiş, fakat yaptığıtüm katliam ve işkencelere rağmen Filistin halkınabaş eğdirememiştir.

Altmış yılı aşkın bir süredir Ortadoğu’daİsrail’in Filistin halkına yaptığı zulmün yanına,Afganistan ve Irak işgallerinin eklenmesi, kirlisavaşın körüklenerek büyütülmesi, bölgehalklarında büyük bir tahribata yol açmıştır.Emperyalist ve siyonist işgalciler açtıkları derinyaralara rağmen ezilen halkların tüm nefretiniüzerinde toplamaktan ve direnişle karşılaşmaktankurtulamıyorlar. ABD Ortadoğu’da, siyonist İsraildevletiyle el ele giriştiği kanlı katliamlar veemperyalist talana karşı gencinden yaşlısına tümyapılanların hesabını sormak için mücadele edenöfkeli bir halk yığınını karşısında buluyor.

Bugün Ortadoğu’da savaş, sömürü, işkence enağır şekillerde hala devam ediyor. Kapitalistsistemin jandarmalarının bitmek bilmeyen talanı vekirli politikaları hala onlarca insanın ölümüneneden oluyor. ABD, İsrail, AB, NATO gibiemperyalist ülkeler ve birliklerin gözünde birFilistinli’nin, Afganistanlı’nın, Iraklı’nın hiçbirönemi yok. Onlar için kendi çıkarlarından başkahiçbir şeyin önemi yok.

Dünyayı kana bulayan bu emperyalisthaydutlara karşı yapılaması gereken bölgedeki hertürden gericiliğe karşı bir araya gelip, anti-emperyalist mücadeleyi büyüterek, emperyalisthaydutları döktükleri kanda boğmaktır.

Ortadoğu’da işgaller sürüyor…

Anti-emperyalist mücadeleyi yükseltelim!

Irak’ın işgal edilişininüzerinden tam 7 yıl geçti;

ama Irak halkıemperyalist işgalin

yarattığı tahribatı tamolarak onarabilmiş değil

ve bugün emperyalistABD dünya halklarınahala kan kusturmaya

devam ediyor.

35

Page 36: EG 124. sayı

Bahar geliyor yurdumuza... Çiçekler açacakkırmızı, sarı, yeşil. Dağlar alevleniyor, ateş kuşatıyorsokakların her bir köşesini. Yıkılıp giden eskiler, artıkyeniyi doğuruyor bağrında. Ateşin etrafında govendedurmuş ezilenler, zalimin zulmüne karşı. Dağlarinliyor, yollar inliyor, ovalar coşkuyla haykırıyor:SERHILDAN!

21 Mart serhildan günü. Demirci Kawa’nın,zalim Dehak’a karşı isyan bayrağını açtığı gün.Kürt halkı Kawa’nın önderliğinde Dehak’ınsaltanatını yıkıp, aslında tüm ezilen halklara yolgösterecek aydınlık bir miras bıraktı. MÖ VI.yüzyılda, omuzlarında büyüyen yılanlarla

hükümdar Dehak, her gün iki gencin beyniniyiyerek beslenir. Sıra Demirci Kawa’nın oğlunagelince, Kawa balyozunu Dehak’ın başına sallar. İşteNewroz, Kawa’nın balyozuyla Dehak zulmüne sonverdiği gündür. Dehak’ın ölümüyle zaliminzulmünden kurtulan Kürt gençleri dağlara çıkar veözgürlük ateşini yakarlar.

Sömürgeci rejim tarafından yıllarca yasaklandıNewroz; hiçe sayıldı, kutlanmasına izin verilmedi.Newroz’un N’sinden (ya da W’sinden)bahsedenler, faşist sermaye düzeninin copuna,biber gazına, işkencesine, cezalandırmasınamaruz kaldılar. Newroz ateşini hiçbir şekildesöndüremeyeceğini anlayan sermaye iktidarı,

çareyi Newroz’u “Nevruz”laştırarak kutlamakta buldu.Giderek devlet tarafından kutlamalar yapılarak,okullarda yarışmalar düzenlenerek, Ergenekon’dançıkışın yıldönümü diye sunularak sulandırılmayaçalışıldı. Devletin, Newroz ateşiyle yıllardır birikendevrimci birikimin içini boşaltmaya çalışmasınarağmen, Kürt halkı her yıl alanlara çıkarak buoyunu bozdu. Bugünün tüm halkların direnişiolması gerektiğini ve zulmün Newroz ateşiyleyenilebileceğini her fırsatta haykırmasını bildi.

Sermaye devleti ise bir yandan serhildangünü olan Newroz’un içini boşaltmayaçalışırken, bir yandan da köylerde, kentlerde,sokaklarda, üniversitelerde, mahkemelerde,cezaevlerinde Kürt halkına dönük inkar ve

asimilasyon politikasını sürdürüyor.“Kürt açılımı” adı altında yapılan tasfiye sürecini

gerçekleştirmeye çalışan sermaye devleti, ayrıcaGüney Kürdistan’daki hesaplarını düzeçıkaramayınca, Kürt halkını Kuzey Kürdistan’dazindanlara hapsetmeye yönelik gözaltı vetutuklamalar gerçekleştirdi. Aslında açılım diye boşhayallerden başka herhangi bir şey sunmayacağınıortaya sermiş oldu. 2009 Newroz’undan beridirKCK operasyonları adı altında binlerce Kürtyurtseveri gözaltına alınmış, bine yakını datutuklanmıştır. Kürt çocukları polise taş attıkları,zafer işareti yaptıkları gerekçesiyle onyıllaravaran cezalara çarptırılmakta, gelecekleriellerinden alınmaya çalışılmaktadır. En küçük

bir uyanışa bile tahammül edemeyen sermaye devleti,Kürt halkının mücadele azmini bitirip düzeneyedeklemeye çalışmaktadır. Kırıntı denilebilecek

hakları dahi Kürt halkına vermemekte ısrar edensermaye devleti ve AKP hükümeti “Kürt açılımı”,“demokratik açılım”, “milli birlik projesi” diyeeveleyip geveleyerek, aslında Kürt halkına duyduğukin ve nefretten bir nebze olsun tavizgöstermeyeceğini en iyi şekilde ortaya koydu.

Öte yandan son bir kaç aydır yeniden burjuvamedyanın özel çabasıyla kışkırtılan ve sıcak birgündem haline getirilen linç girişimleri de devletin,ikiyüzlü politikasını kirli emelleriyle allayıp pullayıphalkları birbirine düşürmekten ve onların kanınıemmekten çekinmediğini gösterdi. Son örneklerindenbiri de Romanlar üzerinden sergilendi. Yerlerindenyurtlarından ayrılmak zorunda bırakılan, yıllarcasosyal-şoven partilere alet edilmeye çalışılan Romanvatandaşların üzerine faşist gruplar saldırtılarak kardeşiki halk düşmanmış gibi gösterilmeye çalışıldı. Alevi,Roman vb. açılımlarının da iflasını gösteren bu durum,kurtuluşun işçilerin birliği, halkların kardeşliğitemelinde sermayeye karşı yükseltilecek savaştangeçtiğini bir kez daha göstermiş oldu.

Newroz devrimci mücadele dönemi boyunca Kürthalkının ulusal kurtuluş çerçevesinde kenetlenipemperyalizme-faşizme-sömürgeciliğe karşı topyekünmücadelesinin simgesi olmuştu. Kürt hareketinin veönderliğinin ’99’da, Çağdaş Kawa MazlumDoğanların direnişi de dahil geçmiş devrimci Kürtözgürlük mücadelesini olumsuzlaması ve devletehizmet etmek isteğini ilan etmesinden itibaren,Newroz’un salt bayrama dönüştürülmesi içinuğraşıldı. İmralı’da şekillendirilen burjuva ulusalreformcu çizgiden şaşmayan bugünkü silahlı Kürthareketi tarafından hala da emekçi Kürt halkının kendiulusal burjuvazisine ve düzene yedeklendiği bir günedönüştürülmeye çalışılıyor. Parlamenterist hayallerdende güç alarak ilerleyen Newroz’u ehlileştirme çabası,Kürt halkının özgürlük tutkusu ve mücadeledinamizmi karşısında boşa çıkmak akıbetindenkurtulamadı. Newroz özellikle Kürt halkının inkara veasimilasyona, tasfiyeciliğe ve teslimiyete inat alanlaraaktığı 2005 Newroz’undan bu yana ise Kürt halkınınözgürlük tutkusunun ve mücadele isteğinin sürekli birgöstergesi olageldi.

Bugün dünya işçi sınıfını ve emekçileri yoksullukiçinde bırakan, halklar arasında kin ve düşmanlıktohumları atan modern Dehaklar’a karşı ortakmücadeleyi büyütmenin, kızıl bayrağı gökleredikmenin, dağlarda özgürlük ateşi yakmanın tekkurtuluş yolu işçi sınıfının devrimci yoludur. TEKELişçilerinin de dediği üzere açılımı sermaye devletiveya partileri değil, işçi sınıfı yapabilir. Gençlik deTEKEL işçilerinin parolasına uyarak bu onurludirenişte “İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği!” şiarıaltında örgütlü mücadeleyi yükseltmelidir.

Newroz’da Kürt halkına özgürlük, eşitlik, Türk veKürt haklarının gönüllü birliği için devrimcimücadeleyi alanlara taşıyalım.

Newroz pîroz be!

YTÜ’den bir EG okuru

Düzenin saldırılarına karşı:

Yaşasın işçilerin birliği, hakların kardeşliği!

36

Page 37: EG 124. sayı

37

Tarih: 30 Mart 1972

Mücadelenin yükseldiği yıllardı. Tüm emekdostları, işçiler, öğrenciler alanlardaydı. Düzenköşeye sıkışmıştı, her taraftan sesler yükseliyordu.İnsanlar, “düzenin kulu kölesi olanlar” başkaldırıyor, hesap soruyorlardı. Öğrenmemelerigereken pek çok şey biliyordu bu insanlar. Devletbir şey yapmalıydı ve kendisine en çok yakışanıbuldu; “hunharca katletmek”.

Dün de, bugün de, yarın da yargısız infazlar,sokak ortasında işlenen cinayetler, faili meçhuller,işkenceler, tacizler, tecavüzler korkunçmeyveleriydi korkunun, “yok edilme korkusunun”.

10 yiğitdevrimci 30 Mart1972’de ölümlekucaklaştı haykırdıgelecek güzelgünlere olaninancıyla celladınyüzüne; “Bizburaya teslimolmaya değilölmeye geldik”.

10 yiğitdevrimci idamlainfazlarına kararverilen yoldaşlarınıkurtarmak için, devrime bir adım daha yaklaşmakiçin ölümü göze aldılar. Sinop NATO üssündegörevli İngiliz askerlerini kaçırarak Tokat’ınNiksar ilçesine bağlı Kızıldere köyüne getirdiler.Köyün muhtarı tarafından cellatların elinesıkıştırıldı ihbar mektubu. Pusuya düşürüldüdevrimciler...

Dönemin bir gazetesinde olay “Üç masumİngilizi öldüren şakiler ÖLÜ ELEGEÇİRİLDİLER” diyerek anlatılmaktadır. Oysa,3 İngiliz’in katili de havan topları ve saatler sürenkurşun yağmurları sonrasında ele geçirdikleriyaralı devrimcileri oracıkta katleden devletgüçleridir. Demek oluyor ki devlet için yapılan

haber, her zaman muhtaç oldukları bir karalamakampanyasıdır. Düzen yine bulmuştur kendine biraklanma yolu...

10 yiğit devrimci, genceciktiler, kimisiöğrenci, kimisi işçiydi. KATLEDİLDİLER. Suçlarıneydi? Neden “bölücü”, neden “terörist”tiler?Neden hep “dış mihraklar tarafındanyönlendiriliyorlar”dı? Onların böyledamgalanmasının sebebi neydi?

ÇÜNKÜ, haklıydılar. Çünkü çözümügörmüşlerdi, milyonlarca insan ölümle yaşamarasında çizgide dolaşıp dururken, birileri sırçaköşkünde sefa süremezdi; bu kader değildi,

şanssızlık değildi,içerisindeyaşadığımızsistemin takendisiydi.Sömürüydü, işçi veemekçilerin kanıylabeslenen bir sömürüdüzeniydi. Herbaşkaldırı düzeniçin tehdit, korkudemekti, çünkügerçek güçüretenlerinellerindeydi.

Onların elleri kurtuluşa yöneldi mi kim durabilirkarşısında bu gücün, kim durdurabilir bu gücü?

Onlar bu ülkede teslim olmamanın, sınıfsızsömürüsüz bir dünya için ölümü kucaklamanıntemsilcisi oldular. Onların yarattığı devrimcideğerleri kuşanarak yarınlara yürüyenler, devrimcimirasımıza sahip çıkma ve bu katliamların hesabınısorma bilinciyle ilerliyorlar. Ve Alaattinler gibiyürüyorlar ölümün üstüne bir akşam vakti.

Dere böyle durulmazGence kurşun sıkılmazSanma, faşist olandanBirgün hesap sorulmaz!

YTÜ’den bir EG okuru

Kızıldere katliamından Alaattin Karadağ cinayetine

Kanlı tarih sayfalarında destansı direnişler

Page 38: EG 124. sayı

38

“İşçi gibi işçi olmak güçtür” diyordu CezmiBaba. Fransa’da Enternasyonal’in İşçiMektebi’nden İstanbul’da tramvayişletmesine, kendi deyimiyle çağı değiştirenher olayı iliklerine kadar yaşayıp, bu amaçlayola çıkanların hemen hemen hepsinitanıdığını, kimine talebelik, kimine yoldaşlıkettiğini söyleyen Cezmi Baba I. Meşrutiyet’inardından sürgündür, II. Meşrutiyet’in ardındanise tutsak... Cumhuriyet’ten sonra da CezmiBaba düzenin kendisini tutsak edişleriarasında İstanbul’da sınıf kardeşleriylemücadelede onbinlerle omuz omuza, onlarayol gösteriyor. Romanda da hayat kavgasınatek başına atılmış, genç bir işçi olanHüseyin’le beraber onun tuttuğu yoldagözbağımız açılıyor. İşçi gibi işçi olmayıCezmi Baba’nın elini tuttuğu Hüseyin’ingözleriyle izliyoruz.

Neydi içimizden birini işçi gibi işçi yapan?Hayat kavgası belli ki bir yanıyla bu bedeniertesi gün işe koşabilecek kadar midemizibesinle doldurmak ve onu ayakta tutabilecekkadar uyuyabilmekti. Ama bu sanki kavganıniçinde küçücük bir yer tutuyordu. Ya daaslında onun tamamıydı ama yanında birşeyler eksik olduğunda aslında tümü anlamınıyitiriveriyordu. Hüseyin erken yaşta atıldığıhayat kavgasının bir gününde Şişli’de tramvayişletmesinde greve çıkar. Ustası Cezmi Babave Halil Bey ile birlikte grevde gözaltınaalınan genç işçi, sohbetlerinde hücrede tanışırhayatında ilk defa kendisi ile. Karnınıdoyururken, döşeğini atacağı bir odayıbulurken, onu sömüren düzenin nasıl işlediğinikavrayan ve zincirde bir bakla olarak emeğinesahip olmanın ne demek olduğunun farkındaolan işçilerin karşısında hayata ilk kez gözlerikamaşarak bakıyordu. Sanki bir karanlık ilkdefa aralanır gibi oluyordu önünde. Hepsigrevle birlikte oluvermişti sanki. Ve ardındanise arada bir önünde belirir gibi olan bir takımgörüntüler ama yoğun bir karanlık....

İşçi sınıfının kendiliğinden ve kendi için birsınıf oluşuna okuyucu romanda Hüseyin’in ilkgrevinde de olduğu gibi diğer karakterler ilebirlikte kavganın içinde tanıklık ediyor.İnsanın hayata dair bir içgüdüsü kadaranlaşılabilir ve dolaysız, Hüseyin’in etrafındada dostlarının, ustalığında yetiştirdiği işçilerinbirer ikişer el yordamı ile tarih sahnesindeyerlerini alışları izleniyor. Adeta karakterlertam da ifade edemedikleri ama apaçık birbiçimde her adımlarını belirleyen bir zaruretleromanda olayların bir parçası oluyorlar, sınıfınsiyasal evriminde isimsiz milyonlarcakahramandan biri olarak insanlık tarihinin engerçek, en onurlu kavgasına tanıklık ediyorlar.

Kitabın ta en başında o zarureti hissedenHüseyin ise, ilk grevinin ardından bir şeylerhatırlar gibi olsa da etrafında herkes hararetleişçi sınıfının gelecek mücadelesini tartışırkeno, işin özünü tam olarak kestirememeningetirdiği çekingenlik ile bir kenardan izliyortüm olanları. Zaman zaman da geri dönüpCezmi Baba ile yaptığı tartışmaları hatırlıyorve çözmek istiyor bir işçi olarak kendiniböylesi bir kavganın içinde bulunuşunu.

Roman aynı zamanda Hüseyin’inhayatından kesitler ile birlikte Türkiye’desiyasi tarihe ve işçi sınıfının yönelimlerine deayna tutuyor. Hüseyin’in anlamaya çalıştığı iseesasında bu sırada siyasi tarih oluyor. Biryanda Demokrat Parti ile birlikte siyasal birtercih yapmakla karşı karşıya gelen işçisınıfının giderek sendikalara yönelimini,ardından da bir partinin gerekliliği ile işçisınıfının siyasal temsilcisine doğru açılanufkunu, Hüseyin’in çekingenlik ile birucundan dinlediği sohbetlerde, toplantılardatakip ediyoruz.

Ve gözbağımız...

Fabrikanın etrafında ve emekçimahallelerinde geçen romanda okuyucu olarakemek ve sermaye arasındaki çelişkileriizliyoruz. Hüseyin ilk grev deneyimininardından ise diğerleriyle arasına uzunca birsüre hep bir mesafe koyuyor. Hep kafasınıntam olarak almadığı bir şeyleri öne sürerekkendi işine bakan kendi yolunu tutan birioluyor. Ta ki bir gün gelip de işverenin veonun uşaklığına soyunan müdürlerin sömürühırsı, Hüseyin’in evladı bildiği iki işçiyealenen zorbalığa dönene kadar. Bir andahatıraları yoğunlaşan ve Paris Komünü’ndenBolşevikler’e hikayeleri ile ona işçiliği anlatanCezmi Baba’nın ve Halit Bey’in anlattıklarıyeniden gözlerinde canlanıyor ve ardından daHüseyin’in ikinci grevi...

Bu sefer artık emekliliği bekleyen Hüseyinile bizlerin de gözbağı açılıyor ve roman artıkişçi gibi bir işçinin gözlerinin önündengeçenler ile sonlanıyor. Patronun, müdürlerinve yalaka ustabaşıların kirli oyunları, polisinve ordunun zulümü ve işçi sınıfının siyasalgüçleri bir bir o gözler ile bir kez dahagörünüyor bizlere. Roman bu yönü ile de birişçinin hayatı üzerinden Türkiye’de sınıfınsiyasal evrimine tanıklık ediyor. HüseyinGözbağı’nın sonunda da kendine ve okurlara“Kendim için hiçbir şey, sınıfım için her şey!”diyerek özetliyor hayatı, ardından da ekliyorgözbağını açanlara tuttuğu yolda son sözünü:Sayenizde!

P. Mete

“Kendim için hiçbir şey, sınıfım için herşey!” diyebilmenin yolculuğu…

Gözbağı

“Ama, biz işçiyiz oğul...Kafamız kalındır azbiraz.Ne kolay girer bişeykafamıza, ne de bir yolgirdi mi, bir daha çıkar...O yüzden gün gelipgözbağımız açıldı mı birkez, her bir şeyinanhasını minhasınıçözüveririz. Çünkügörürüz sömürünün anadamarını. Bizimyüreğimizden kan çaldığıiçin. Ve söküp atarızvantuzunu yüreğimizinortasından.”

Page 39: EG 124. sayı
Page 40: EG 124. sayı