eg 131. sayı

40

Upload: ekim-gencligi

Post on 28-Mar-2016

223 views

Category:

Documents


0 download

DESCRIPTION

Ekim Gençliği 131. sayı / Nisan 2011

TRANSCRIPT

Page 1: EG 131. sayı
Page 2: EG 131. sayı
Page 3: EG 131. sayı

İsyanlar gençliği

başkaldırmaya çağırıyor!

Kış döneminde üniversitelerde amaçlanandönüşüm planları için harekete geçen düzensözcüleri, ardı ardına yaptıkları müdahalelerdegençliği karşılarında buldular. Dolmabahçe, ODTÜve Erzurum derken güz dönemi hareketli birbiçimde sonlandı. Bahar dönemine ise yoğunsaldırılar altında girdik. Düzen gençlik hareketinisoruşturma ve tutuklama terörüyle ezmeyeçalışıyordu. Bu saldırılar gençlik hareketini bir süreiçin durdurmuş görünse de, toplumsal-siyasalatmosferde mücadele havası var. Çünkü hememperyalistler ve kapitalistler saldırılarınışiddetlendiriyorlar, hem de dünyada ve ülkemizdemücadele belirgin biçimde gelişiyor. Özellikle halkisyanlarının dalgası, emperyalistlerin dengesinisarsarken emekçilerin umudunu büyüttü. Şu anLibya operasyonuyla emperyalistler yeniden ipleriellerine almak istiyorlarsa da, orta vadede bundabaşarı kazanmaları mümkün değildir. Mücadelegençliği de içerisine alacak biçimde ivmekazanmaya devam edecektir. Bu bahar isyanın,barikatın ve özgürlüğün büyüdüğü bir dönemolacaktır.

Geleceksizlik saldırısının karşısına

baharın devrimci coşkusu ile çıkalım!

Baharın ilk dönemi geride kaldı bile. Torba yasaile hız kesmeyen saldırılar bugün emperyalisttaşeronluk ile sürüyor. Bu tablodan gençliğe çıkanise ücretli kölelik ve emperyalist bekçiliktir. Bugündünya ölçeğinde yürütülen talan ile gençliğinkampüslerinde karşı karşıya kaldığı saldırılararasındaki bağ kurulabilmelidir. Geridebıraktığımız ayda önce kadınlar 8 Mart'ta,arkalarından gençlik 16 Mart'ta ve son olarak daKürt halkı 21 Mart'ta alanlara çıktı. Bu tarihselgündemlerin yerinde ele alınabilmesi ancak sürensorunların güncel mücadele başlıklarındacevaplanabilmesi ile mümkün olacaktır. 16 Martkatliamının karşısına dikilmek, 12 Mart şehitlerinianmak ve 30 Mart'ın mücadele kararlılığınıkuşanmak bugün bize gençliğin güncel sorunlarıkarşısında hareketi büyütmek ve önündekiengelleri aşmak sorumluluğunu yüklemektedir.Devrimci gençlik hareketinin anti-emperyalistgeleneği bugün karşımıza yeniden çıkanemperyalist saldırganlık gerçeği karşısında gençliğidüzen karşısında konumlandırma ihtiyacınınyakıcılığını bize yeniden hatırlatıyor. Baharınmücadele gündemleri ile ısınan havanın bir rüzgaradönüşmesi için önümüzde uzanan Nisan ayını iyideğerlendirmeli, 1 Mayıs'ta gençliği işçi sınıfınınsaflarında alanlara çıkarabilmeliyiz.

Öğrenci kurultaylarına...

Dolmabahçe eylemleri ve ÖTK sürecinden önce

ortaya koyduğumuz biçimi ile illerde öğrencikurultayları gerçekleştirmek için uzunca bir süredirçaba sarf ediyoruz. Gençliğin tartıştığı, taleplerürettiği ve harekete geçtiği bir süreci amaçlayarakbaşlattığımız tartışmalarımız sınırlı sayıda birleşentarafından karşılık buldu. Kimi yerlerde çeşitliplatformlar ve birliktelikler kimi yerlerde isekurultaylar oluştu-oluşturuluyor. Belirtmek gerekirki, çeşitli iller göz önüne alındığında belli bir iddiaortaya koyarak böylesi bir süreç öreceklerini ifadeedenler içinden kopuşlar olması olumsuz bir roloynamıştır. Tartışmalarımız bir eylem birlikteliğineindirgenmiş ya da günlük bir öneri olarakalgılanmıştır. Sonuç olarak ise oluşan birlikteliklerzayıflamaktadır.

Başından beri ortaya koyduğumuz kaygılar sonderece açıktır. Ancak tartışmamızı takip edenözneler şahsında da ortada bir ilgisizlik veciddiyetsizlik vardır. Başlangıçta önerimiziolumlayan ve birlikte şekil vermek istedikleriniifade edenlerin bugün yanımızda olmayışlarına dairbir açıklamaları yoktur. Ne var ki önümüzde, sürecitakip eden özneler ile örülecek bir hazırlık sürecivardır. Bu süreçte yerel dinamikleri ve çeşitli genelgündemleri bir bütünlük içinde ele alabilmeli,süreci doğru tahlil edebilmeli, ihtiyaçları yerindesaptayarak etkin bir müdahale ile ön hazırlıklarıtamamlamalıyız.

Gençliği kazanmak için

kararlı bir kitle faaliyeti!

Bahar döneminin başlamasıyla kampüslerdeDYG ve TKP’li Öğrenciler arasında çıkangerilimin çatışmaya dönüşmesi yürütülen faaliyetinkesintiye uğramasına yol açtı. Emperyalistsaldırganlığın dizginlerinden boşandığı,

Geleceğimizi ve özgürlüğümüzü alacağız, başka yolu yok!

Baharın mücadele ateşini

kampüslere taşıyalım!

3

Devrimci gençlik

hareketinin anti-

emperyalist geleneği

bugün karşımıza yeniden

çıkan emperyalist

saldırganlık gerçeği

karşısında gençliği düzen

karşısında

konumlandırma

ihtiyacının yakıcılığını

bize yeniden hatırlatıyor.

Baharın mücadele

gündemleri ile ısınan

havanın bir rüzgara

dönüşmesi için

önümüzde uzanan Nisan

ayını iyi değerlendirmeli,

1 Mayıs'ta gençliği işçi

sınıfının saflarında

alanlara çıkarabilmeliyiz.

Page 4: EG 131. sayı

kapitalistlerin vahşice çalışma rejimini ücretliköleliğe dönüştürdüğü bir dönemde dayanışmasınıfın ve gençliğin mücadele anahtarıdır. Karşısındayaşanacak her türden sorun sorumluların ideolojik-politik kavrayışsızlığının sonucudur. Bunun yanındaüniversiteye dönük saldırıların yönetim alanındayoğunlaştığı bir dönemde gençlik özel bir ilgi ilemücadelesini ÖTK, YÖK gibi başlıklarla sınırlıtutmamalı gençliğin yıllardır uğrunda bedel ödediğiparasız ve anadilde eğitim talebini kuşanmalı, siyasethakkını savunarak kampüslerden sermayeyi vebekçilerini defetmek hedefiyle hareket etmelidir.

Bugün kampüslerde yerel sorunlar üzerindengençliği mücadeleye kazanmak büyük önemtaşımaktadır. Her geçen gün mücadele geleneğizayıflarken ve siyaset yapma hakkı çok yönlüuygulamalarla daraltılırken kararlı bir kitlefaaliyetinin önemiartmaktadır.Gençlik güçleritartışmayan,sorgulamayanve üretmeyenyığınlaradevşirilirken busiyasal gençlikörgütlerini tehditetmektedir.Gençliğindinamizmi buşeklide yokedilirken baharıkucaklayacakbirleşik zeminlerinihtiyacı ortadadır. Neyazık ki, hareket adına kaygı duymayan bir dizisiyasal özne ise bu sorunu besleyecek bir tutumiçindedir. Geçtiğimiz dönemin sonunda örgütlenen‘Üniversite Konferansı’ ardından platformbirleşenleri arasında bir bağ kalmamıştır. Genç-SenGenel Kurulu’nda saatlerce birleşik mücadeleninzararları konuşulmuştur. Çeşitli illerde birleşikmücadele adına başlattığımız tartışmalar büyük birilgisizlikle karşılanmış, muhataplar kendi görüşlerinibile ortaya koymayacak kadar sorumsuzcadavranmışlardır. Vurguladığımız noktalarakatıldıklarını söyleyenlerin ise benzer bir ilgisizlikile süreçten kopmaları uzun sürmemiştir. Bununkarşısında üzerimize düşen hangi çapta olursa olsunelimizdeki imkanları zorlayarak kampüslerdegençliği mücadeleye kazanmaktır.

Gençliğin bir mücadele öznesi haline gelebileceğiher imkan zorlanmalıdır. Açıktır ki hayatta boşluğayer yoktur. Bu bağlamda devrimci güçlerin boşbıraktığı her yer eşyanın tabiatı gereği düzentarafından doldurulmakta, işsizlik, emperyalist işgal,çevre sorunları, kadın sorunu vb. geleceksizliğibesleyen her sorun konusunda gençliğin zihnidüzenin argümanlarınca bulandırılmakta mücadelebilinci esir alınmaktadır. Bunun karşısında çok yönlübir biçimde aktif tartışma platformları üretilmeli vegençlik ürettiği talepler ardından hareketegeçirilebilmelidir. Aksi taktirde düzenin yarattığıabluka her gün giderek ağırlaşmakta ve geleceksizlikkapanını parçalamayı zorlaştırmaktadır.

Kürt gençliğinin öfkesini

düzeni yıkmak için kazanalım!

Düzenin Kürt açılımı daha başından Kürt halkınıoyalamanın ve icazet sınırlarına hapsetmenin bir

aracı olarak ortaya atıldı. Geldiğimiz yerde isebırakın birtakım hak kırıntılarını vermeyi şovenrejimi bir milim bile esnetmeyeceği ortaya çıktı.Kürt halkının ise bu aldatmaca karşısında sabrıgiderek tükeniyor.

Kürt gençliği ise tüm ulusal hak ve özgürlükistemlerini, en içten ve en güçlü biçimdeduymaktadır. Gençliğin içinde eşitlik ve özgürlükçok kez devrimci bir coşkuya dönüşmekte düzeniparçalama isteği uyandırmaktadır. Tüm siyasihandikaplarına rağmen özellikle Kürt gençliği düzenile uzlaşmaktan her geçen gün uzaklaşmaktadır. Kürtgençliğinin öfkesi bugün yıkılmayı bekleyen köhnedüzen karşısında önemli bir dinamiktir. Gençliğiniçindeki devrimci coşkunun akacağı kanallarıyaratmak, bugün son derece yakıcıdır. Kampüslerde

Kürt gençlerini devrimcimücadeleye kazanmak, bununlaberaber Kürt gençliğinintaleplerini kampüslere taşımakönümüzdeki dönemdehareketin imkanlarınıngenişlemesini sağlayacaktır.G-20 zirvesi emperyalist

hegemonya için

İstanbul'da toplanıyor

Milyarlarca dünyalınıngeleceğini çalan bir diziçevre felaketinden sorumluolan ve işgallerlemilyonlarca insanı

katledenler bu talanın devamedebilmesi için bu yıl İstanbul’da G-20 zirvesinitopluyorlar. Zirvenin isyan coğrafyasının yanıbaşında ABD emperyalizminin bölge hamisiTürkiye'de toplanması bir rastlantı değildir.Emperyalizmin TC’ye biçtiği rolü ve beklentilerinigösteren bu durum bölge halklarına karşı görevlerigüncelleyecektir. Bunun yanı sıra ise küresel sömürüdolaysız olarak Türkiye işçi sınıfına ve gençliğe deyansıyacaktır. Türkiye’de çalışma rejiminigüvencesizleştiren, çalışanları köleleştirendüzenlemelerin yenileri için Türkiye burjuvazisiningüven tazeleyeceği ve emperyalist karar üssününtalimatlarını seve seve yerine getireceği açıktır.

Gelecek ve özgürlük için

1 Mayıs’ta alanlara!

İşçi sınıfının birlik ve mücadele günü bu yılTaksim kazanımı ardından geliyor. Ancak bu süreçtesermaye cephesinden saldırıların hız kesmemişolması, ötesinde sınıf mücadelesinin güncel seyriiçinde direnişlerin, grevlerin hatta sendikalaşmafaaliyetinin öncü işçileri, düzen ve onun yasaları,kollukları, yalanları ve satılmış uşakları ile karşıkarşıya getirdiği bir dönemin üzerine gelmektedir.Kısacası sınıfın öfkesi birikmektedir, grevlerde vedirenişlerde militan tutumlar gözlenmektedir. Seçimöncesine gelen ve işçilerin sefalet, devlet terörü vesarı sendikalar arasına sıkıştırılmak istendiği birdönemde 1 Mayıs alanlarına çıkılacak olması sınıfdevrimcilerinin omuzlarına ek sorumluluklaryüklemektedir. Gençlik açısından da sınıfın yanındasaf tutma ihtiyacı her gün yakıcılığını arttırmaktadır.

Küresel sermayenin gözü

gençliğin üzerinde...

Uluslararası Yükseköğretim Kongresi 27-29Mayıs tarihlerinde İstanbul’da toplanıyor. Tüm4

Seçim öncesine gelen

ve işçilerin sefalet,

devlet terörü ve sarı

sendikalar arasına

sıkıştırılmak istendiği

bir dönemde 1 Mayıs

alanlarına çıkılacak

olması sınıf

devrimcilerinin

omuzlarına ek

sorumluluklar

yüklemektedir.

Gençlik açısından da

sınıfın yanında saf

tutma ihtiyacı her gün

yakıcılığını

arttırmaktadır.

Page 5: EG 131. sayı

dünyayı sömüren küresel sermayenin gençliğe dönüközel bir ilgi beslemesi son derece doğaldır.Geleceğin toplum biçimi, ideolojisi ve çalışmarejimlerini bugünden gençliğe işleyen kapitalistlerinöğrenim üzerindeki son kapsamlı projeleri BolognaSüreci üzerinden Türkiye’ye yansımaktadır. AKPhükumeti ile ivme kazanan neo-liberal saldırılarınöğretim alanına yoğunlaştığı bir dönemde bir yandaneğitimin ticarileştirilmesi artarken diğer yandan daçeşitli özgürlük aldatmacaları altında gençlik itaatezorlanmaktadır.

Uluslararası Yükseköğretim Kongresi sermayeningençlik üzerindeki planlarını anlayabilmek veTürkiye’ye yüklenen özel anlamı da kavrayabilmekiçin önemli bir yerde durmaktadır. Önümüzdekidönemin dönüşüm politikalarının duyurulacağı veemperyalist aktörler arasındaki en genç nüfustanbeklentiler görücüye çıkarılacak. İsyan ateşinin yanıbaşında geleceksizliğin en az ayaklanancoğrafyalardaki kadar derin olduğu bir coğrafyadasömürü politikalarının tartışılması düzenin kendineolan güveninin gözler önüne sermektedir. Diplomalıişsizlik, güvencesiz çalışma, staj sömürüsü, harçzammı denebilecek olan bu konferans gençliğinmücadele soluğunu 1 Mayıs’ın ardına da saklamasıgerektiğini göstermektedir.

Gelecek seçim sandığında değil

mücadele alanlarında!

Emperyalist talan, Kürt halkını oyalama planlarıve artan sefalet çıplak bir geleceksizlik tablosuçizmektedir. Bugün on milyonlarca insan için yarınumut barındırmamakta, insanca bir yaşam imkanıgiderek uzaklaşmaktadır. Böylesi bir atmosfere denkgelen genel seçimler düzen için yeni bir yol haritasıolacaktır. Karşısında etkin bir direnç ilekarşılaşmayan kapitalistler, isyan ateşinin yanıbaşında tehlikenin bilincindedirler. 15-16 Haziran’ıhafızasına kazımış olan sermaye sınıfı bugünemperyalizmin ipleri halen Afrika ve Ortadoğu’dasıkı sıkı tuttuğunu görseler de ayaklanan milyonlarınyıkıcı gücünün bilincindedir. 2011 genel seçimleri busınıfın muazzam enerjisinin sönümlendirilmesisorunu kapsamında düzenin ‘ince ayarı’ olacaktır.

Gençlik toplumun ve çevrenin sürüklendiğifelaketle en ağır biçimiyle yüzleşmek durumundadır.Bu sebeple düzenin toplam stratejisi ve onundönemsel bir dönemeci olan genel seçimde sahtetaraflaşmalarla oyalanmamalıdır. İsyanın yanıbaşında biriken öfke zararsızca sönümlendirilmekistenecektir. Bugünden başlayarak gençliğin seçimaldatmacası karşısında uyarılması yakıcıdır.

Parlamentarizm her dönem olduğu gibi budönemde de kapitalist sömürü karşısında sandığaişaret edecektir. Düzen kurumlarının teşhir edilmesikitlelerin bilincinde en ufak bir yanılsamaya dahi yolaçacak bir hataya düşülmemesi bu dönemde deturnusol görevi görecektir.

Oy sandığının bu çürümüş burjuva düzende biraldatmaca olduğunu göstermek, Çel-Mer, Ontex,Konak Belediyesi ve PTT gibi direnişlerle kuşanılanmücadele kararlılığını sahiplenmek, Newroz ruhu ileçakılan ateşleri büyütme çağrısını gençliğetaşımaktır. Geleceğin tayin edileceği yerlerinmücadele alanları, yönteminin ise militan mücadeleolduğu seçim aldatmacası yaklaşırken daha gürhaykırılmalıdır.

Baharın devrimci ruhunu

gençlik içine taşıyalım!

Önümüzde uzanan yoğun süreçte gençlikgündemleri ile toplam siyasal gündemler iç içegeçmiştir. Mücadelenin sertleşeceği bu dönemdegençlik güçlerini sınıfın saflarında alanlaraçıkarabilmek ve aktifleşen özneleri mücadeleyekazanabilmek yakıcıdır. Bu süreçte güçlerimizinmücadele azminin bilenmesi, bilinç düzeylerininsüreci göğüsleyebilecek bir seviyeyeyükseltilebilmesi de ayrı bir önemdedir. Alanlardanbir dizi baskı ve terör uygulaması ile silinmekistenen mücadeleci geleneğinin korunması vemücadeleci kimliğin gençlik içindeyaygınlaştırılması için genç komünistler büyükdikkat harcamalı ve günün getirdiği olanaklarıdeğerlendirebilmelidirler.

Gençliğin dinamizmini kararlı bir kitle faaliyetiile büyütelim, devrimci gençlik hareketinibüyütelim.

5

Önümüzde uzanan

yoğun süreçte gençlik

gündemleri ile toplam

siyasal gündemler iç içe

geçmiştir. Mücadelenin

sertleşeceği bu

dönemde gençlik

güçlerini sınıfın

saflarında alanlara

çıkarabilmek ve

aktifleşen özneleri

mücadeleye

kazanabilmek yakıcıdır.

Bu süreçte güçlerimizin

mücadele azminin

bilenmesi, bilinç

düzeylerinin süreci

göğüsleyebilecek bir

seviyeye

yükseltilebilmesi de ayrı

bir önemdedir.

Page 6: EG 131. sayı

'78 Beyazıt ve'88 Halepçekatliamları bu yılda devrimci,demokratöğrenciler ve ilericigüçler tarafındanlanetlendi. Hesapsorma kararlılığı ilegençlik Edirne’de,İstanbul’da,Kocaeli’de,Eskişehir’de,Isparta’da veAnkara’da alanlaraçıktı. 16 Mart'ın

unutturulmayacağı bu yıl tüm bu illerde birleşik birbiçimde haykırıldı. Bu yılın 16 Martı’nın üzerindedurulması gereken en belirgin özelliği de budur.

Gençliğin tablosu içinde parçalılık derinleşen birsorundur. Bu sorun kimi zaman ilkeler öne sürülerek,kimi zaman ise bir dizi özne şahsında "Şunuçağırmaya gerek yok", "O gelirse biz gelmeyiz" vs.gibi bir basitliklikle ortaya çıkmaktadır. Sorunun birbaşka biçimi ise dar grupçu zihniyetin kendisinieylem biçimleri üzerinden dayatması ileyaşanmaktadır. Her iki durumda da, politik birayrışmadan bağımsız olarak süreç parçalanmaktadır.Sürecin içeriğini, hareketin dönemsel ihtiyaçlarınıtartışmanın önüne geçen bu durum, eylemliliklerikabaca nicelik birliğine sokmaktadır.

Bu yıl tüm illerde 16 Mart alana çıkılan her ildegençliğin birleşik eylemi ile karşılanmıştır. Bunuelbette öznelerin benzeşmesi ya da farklılıklarınsilikleşmesi olarak görmemek gerekir. Zira hemenhiçbir alanda birleşik eylemden kopuşlarteorik/politik ayrımlardan çıkmamıştır. Tarihsel birgündemde bu bağlamda birleşiklik görece dahakolaydır. Yine de süreç bir bütün olarak elealındığında içerik ve ön hazırlık süreci başlı başınaayırtedici bir yer tutmaktadır. İstanbul diğer illerdenayrılarak, ön hazırlık sürecini bir adım olsunilerletmiş ve en geniş birlikteliği yakalamıştır. Birkaçunsuru dışında tutarsak bu ilde tek eylemgerçekleşmiş ve Beyazıt’ta arkadaşlarınıkaybedenlerin ve meslek örgütlerinin de katılımı ilegençliğin eylemi bir odak olabilmiştir.

İstanbul'da birleşmenin zemini

ihtiyaçlar olamamıştır

16 Mart değerlendirmemizde İstanbul ayrı biryerde duruyor. Öncelikle belirtmek gerekir ki,tartışmalar bu ilde sınırlı bir birleşenle -DevrimciHareket, DGH, DÖB, Ekim Gençliği, GençlikCephesi, Kaldıraç, Talebe Gazetesi ve TÜM-İGD-oldukça uzun bir süre önce başladı. Sürecin ilkadımının 1 aydan uzun bir süre önce atılması ilebirlikte zengin bir ön hazırlık süreci tarafımızdan

önerildi. Bu eksen, tarihsel gündemin güncelsorumluluklarla bağı kurulmadan tam anlamınakavuşamayacağı gerçeği üzerinden gerekçelendirildi.'78'de ortaya konan kararlılığın anti-emperyalist birruh taşıdığı, öğrencilerin akademik-demokratiktalepleri üzerinde yeşerdiği gibi noktalaradeğinilerek bunların güncel mücadele içindeki yeriüzerine bir öğrenci forumu önerildi. Fakat çeşitlietkinliklerle alana çıkılması karşısında iddiasızlıklabirlikte bunun örgütlenemeyeceği öne sürüldü.

İlk toplantı ardından DGH destekçi olacağınıbelirtirken, haftalardır yapılan çağrılara yanıtvermeyen Gençlik Federasyonu ise sonradanbirleşene dahil oldu. Tartışmaların şekillenmesiesnasında Gençlik Muhalefeti '78'liler Derneği’ndenbir grubun eylem çağrısını birleşene taşıyaraktartışmayı genişletmiş oldu. Kısa süre içinde GençlikMuhalefeti, Öğrenci Kolektifleri ve SGD detartışmalara dahil oldu.

16 Mart'a giderken 'Öğrenci Forumu' zayıf birkatılım ile gerçekleştirildi. Gençlik Federasyonugençliğin eyleme katılımının örgütlenmesinin acilolduğunu belirtirken, kitlelerin günün anlamını vemirasın bizlere yüklediği sorumlulukların tartışacağıbu forumu gereksiz bularak etkinliğe katılmadı.Foruma Devrimci Hareket, DÖB, Ekim Gençliği,Kaldıraç katıldı. Forumda açılan tartışmalarlabirlikte bugün İstanbul'da bir öğrenci kurultayıhazırlığı başlamış bulunuyor.

Eylemin basın metni ve çağrı bildirisi üzerineuzun tartışmalar yürütülmezken, eylem biçimi veimzası üzerine saatlerce süren tartışmalar ancakbirkaç gün sonunda netleşebildi. Birleşik bir eylemyapılıyor olmasının yanında alana getirilecek flamasayısı vb. üzerine tartışılırken, eyleme katılım dabüyük oranda buradan ele alındı. Eylem günü“Devrimci Arkadaşları” imzası ile alanda bulunacak'78'liler Derneği'nden bir grubun katılımı üzerindenise Gençlik Muhalefeti ve Öğrenci Kolektifleri kesinolarak onların bulunacağı eylemde yer alacaklarınıifade ettiler. Katılımın güncel ile ilişkisininkurulması yönünde bir kaygı gütmeksizin, bu grupile yan yana durmak üzerinden yaklaşan bu ikilikarşısında Gençlik Federasyon'u ise iki ayrı eylemolması gerektiği yönünde görüş belirtti.

Karşılıklı dayatmacı tutum Gazi anması ardındaneylem alanında kararlaştırılmış, herkese haberverilmemiş ve çağrılmadığımız için bulunmadığımızbir toplantıda cereyan etmiştir. Gençlik Muhalefetive Öğrenci Kolektifleri eylemden önce alınan sontoplantıda -bu toplantıya da Gençlik Federasyonugelmemiştir- önce Gençlik Federasyonu'nunsözkonusu katılıma şerh koyduğunu ardından ise bututumları kesin olarak teyit edilmek istendiğindeyeniden değerlendireceklerini belirtmiştir. Eylemgünü geldiğinde ise Gençlik Federasyonu “Onlarınolduğu eylemde bulunmayız” diyerek kesin olarak6

Birleşik bir

16 Mart ardından...

Gençliğin tablosu

içinde parçalılık

derinleşen bir

sorundur. Bu sorun

kimi zaman ilkeler öne

sürülerek, kimi zaman

ise bir dizi özne

şahsında "Şunu

çağırmaya gerek yok",

"O gelirse biz

gelmeyiz" vs. gibi bir

basitliklikle ortaya

çıkmaktadır. Sorunun

bir başka biçimi ise

dar grupçu zihniyetin

kendisini eylem

biçimleri üzerinden

dayatması ile

yaşanmaktadır.

Page 7: EG 131. sayı

7

eyleme katılmayacaklarını belirtmişlerdir. GençlikMuhalefeti ve Öğrenci Kolektifleri’nin ifadeleribaşta olmak üzere, bulunamadığımız toplantınınaktarımında bir sorun olduğu açıktır. GençlikFederasyonu'nun şerh koyduğu bu iki gruptarafından öne sürülmüştür. Buraya bir açıklıkgetirilmesine fırsat dahi verilmeden GençlikFederasyonu ise eylem sabahı birlikteliktençekilmiştir. Kendini dayatmayı tercih eden GençlikFederasyonu'nu hazırlığını üzerine aldığı ortakpankartı birlikteliğe vermemeyi seçerek ortakimzanın üzerini kendi imzaları ile kapatarak alanaçıkmıştır. Toplantıda tutumları ne denli yanlışaktarılsa da son gün yaptıklarının haklı bir tarafıyoktur ve birlikte iş yapma ahlakına uygundüşmemiştir. Kendi görüşleri ne olursa olsunüstlerine aldıkları sorumluluğu tanımamış, dahasınihayetinde birlikteliğin materyaline elkoymuşlardır.Birleşik mücadelenin engeli dayatmacı

tutum ve apolitizmdir

Sürecin son toplantısında direnişçi işçilerin dekatılımı tarafımızdan birleşene önerilmiştir.Katılım üzerinden tartışmanın açıldığı nokta ise 16Mart ile işçilerin ilişkisi olmuştur. ÖzellikleÖğrenci Kolektifleri katılımın karşısında dursa da,tartışmayı açtıkları yer öne sürecekleri ek hiçbirgörüşe gerek bırakmamıştır. “Katılmamalarıgerekir” dememekle birlikte, “ama...” ile başlayanbir dizi gerekçelendirmede “eylemin anlaşılmasınıngüçleşeceği”, “zaten onların söyleyeceklerininalanda birçok kişi tarafından söyleneceği” ortayasürülmüş, hatta 16 Mart'ın üniversite kimliğinin birsorunu olduğu ifade edilmiştir. Belirttiğimiz gibi,bu gerekçeler üzerinde özel olarak durulmasınagerek yok, zira sorun işçilerin öğrenci eylemindesöz alıp alamamalarıdır.

Toplumsal yaşamda düzen karşısında taraflaşan,çıkarlarını sol dünya görüşüne göre ortaya koyanherkes gibi direnişçi işçilerin de böylesi bireylemde bulunmaları doğaldır. Onlara sözverilmesi ise kendilerine biçilen özel bir önemdendolayıdır. Çeşitli sendika ağalarına, liberalmücadele kaçkınlarına söz verilirken, gerçektenkonuşması gerekenler mücadeleyi onurla sürdüren,sendikal hesaplara takılmayan işçilerdir. Bunlartartışılmadan “Bizce de şu ya da bu olabilir ancakolmasa daha iyi” vs. gibi tartışmalar apolitizmörnekleridir. Sol gençlik grupları arasındasavunulamayan ya da tartışılamayan görüşlerin buihtiyacı beslemektedir.

Gençlik hareketinin hedefi

kör tartışmalar değil,

mücadelenin ihtiyaçları olmalıdır

Yinelemek gerekir ki, bunları aksini düşünenvar ise, tartışmak için forumu kullanmayan, içerikyerine biçimsel bir dizi şeyi saatlerce tartışan biralgı birleşmenin önünde durmaktadır. Onca saatişçilerin söz alıp alamayacağını tartışmak yerineişçilerin gündem ile ilişkilerinin daha etkin nasılkurulacağını tartışmak anlamlı olurdu.

Diğer taraftan 16 Mart’taki birleşikliğin siyasalöznelerin bilincinin sonucu olmadığı açıktır. Eylembirlikteliğine indirgenen durumun altında sayıcageniş bir eylem yapma isteği yatmakta, bununbedeli olarak da kabaca “ilkeler”den ödünverilmektedir. Eylemin hazırlık süreci dahi

önemsenmemekte, eylem kurgusunun bir parçasıolan etkinliklere katılınmamaktadır. Genç-Sen busüreci sessizce takip etmiş son toplantı dakatılacağını belirtmiş, süreci örgütleyemeyeceğiniortaya koymuştur. Emek Gençliği ise ön hazırlığınadahil olmadığı bu sürecin eylem günündeörgütleyiciler arasında isimlerinin atlandığınısöyleyerek 1 aylık bir sürecin içinde varlıklarınınereden kurduklarını gözler önüne sermiştir.

Gençlik hareketinin önünde birleşiklik esaslı birsorun olarak durmaktadır. Sorunun temellendiğizemin ise ne yazık ki, gençlik örgütlerininmücadeleye olan yaklaşımları ve iddialarıdır. Yanisorun oldukça derindedir. Bunun karşısında isebirleşikliği mücadelenin ihtiyaçlarını ortayakoyarak ve ilkeleri öne çıkararak öne sürmekgerekmektedir. Genç komünistler bununubilincinde hareket etmeli ve ensonu birlikteliğinçapına takılmadan birlikteliğin imkanlarını doğrudeğerlendirerek böylesi süreçleri karşılamalıdırlar.Önemli olan sürecin geniş bir biçimde tartışılması,alanlarda bunu yansıtan bir birleşenle çalışmayakonu edilmesi, gençlik kitlelerinin karşısınaderinleşen bir biçimde çıkılmasıdır. Bununlabirlikte gençlik canlı ve çok yönlü bir çalışma ilesürece dahil edilmelidir. Yerel çalışma ve merkezietkinlikler arasında bütünleyici bir bağkurulmalıdır. 16 Mart'ın hazırlık sürecindegerçekleşen 'Öğrenci Forumu' bu bağlamda süreçkapsamında hareketin tartışılması ve ihtiyaçlarınsaptanması yönünde değerli bir deneyim ortayakoymuştur.

Eylem süreçlerine dönük genel bir eleştirinoktası, sürecin sonrasına bir şey bırakamamasıbiçimindedir. Bu bağlamda Öğrenci Forumu ilçapında bir 'Öğrenci Kurultayı' kararınadönüşecek bir tartışmanın zemini olmuştur. 16Mart ardından kurultay kapsamında yerelçalışmalar başlatılmış gençlik gündemlerine birmüdahale dar da olsa ortak bir zemininde hayatageçirilmeye başlanmıştır.

Gençlik güçlerinin ilgisizliğine

takılmadan ilkeli ve ihtiyaçlara yönelik bir

birliği esas almalıyız

2011 16 Mart'ı önceki yıllara kıyasla birleşikeylem süreçleri ile bir nebze öne çıkmıştır. Genelanlamıyla değindiğimiz ve İstanbul özelinde ayrıbir düzlemde ele aldığımız bu süreç esas olarak isehazırlık sürecinin kapsadığı forum ve sonrasındaçıkardığı kurultay kararı ile ayrı bir eksen ortayakoymuştur. Bu süreçte tartışmalar en genişbirleşene yapılmış ancak, ilgisizlik karşısında vakitkaybetmeden harekete geçilmiştir. Hareketin birdizi sorun ile yüz yüze olduğu bir dönemde 201116 Mart'ında olumlanabilecek yönler de öneçıkmıştır: İstanbul'daki ön çalışması yapılarakçıkılan tek birleşik eylem olmuştur. Burada çokyönlü bir ön hazırlık süreci örmek için çabalanmışve süreç sonrasına bir hat çıkarıalbilmiştir.

Birleşik mücadele gençlik güçleri için birihtiyaç olduğu kadar, çözülmeyi bekleyen bir dizisorun anlamına da gelmektedir. Genç komünistlersözü edilen ihtiyacın farkında oldukları sürece,koşulları dikkatle değerlendirmeli, etkili birmüdahale planı oluşturabilmeli ve birleşeninilgisizliğine takılmadan hedefledikleri hattıörmelidirler.

Ekim Gençliği / İstanbul

Gençliğin tablosu içinde

parçalılık derinleşen bir

sorundur. Bu sorun

kimi zaman ilkeler öne

sürülerek, kimi zaman

ise bir dizi özne

şahsında "Şunu

çağırmaya gerek yok",

"O gelirse biz gelmeyiz"

vs. gibi bir basitliklikle

ortaya çıkmaktadır.

Sorunun bir başka

biçimi ise dar grupçu

zihniyetin kendisini

eylem biçimleri

üzerinden dayatması

ile yaşanmaktadır.

Page 8: EG 131. sayı

8

Öğrenci GençlikSendikası’nın 4. OlağanGenel Kurulu 19 Mart günüAnkara’da toplandı. 25şehirden gelen 900’ü aşkınGenç Sen üyesinin katıldığıgenel kurula gençlikhareketinin ve bunun birparçası olarak Genç Sen’inpolitik durumu veihtiyaçları yerine tüzüktartışmaları damgasınıvurdu.

Ön hazırlıklardan

yoksun bir genel kurul

Genel kurulun kendisinegeçmeden önce genel kurulu önceleyen sürecedeğinmekte yarar var. Buradaki sorununvahametini anlayabilmek için de genel kurulunönemi konusunda asgari bir açıklığa sahip olmakgerekir.

Genel kurullar ya da kongreler ne türden olursaolsun parti, sendika, dernek gibi örgütlenmelerin enüst platformu olma özelliğini taşırlar. Sözkonusuörgütlenmenin bir sonraki genel kurul ya dakongreye kadar olan zamanki yönelimleri,hedefleri ve kararları bu platformda belirlenir.Buradan bakıldığında bu platformun örgütlerinsiyasal yaşamındaki belirleyici yeri daha netanlaşılabilir. Üstelik adı geçen örgütlenme emektenyana bir mücadele örgütü ise tüm bunlara örgütseldemokrasi de eklenir ki bu da bir mücadele örgütüiçin hayati bir öneme sahiptir.

Tam da bu önemlerinden dolayı genel kurullarya da kongreler buna uygun bir ciddiyetle ele alınırve özel bir çalışmaya konu edilir, edilmelidir. Buözel çalışma yalnızca biçimsel bir takımgerekliliklerin yerine getirilmesi değil,örgütlenmenin tüm bileşenlerinin iradesininyansıtılabildiği bir platformun toplanabilmesi içinde gereklidir.

Genç Sen 4. Olağan Genel Kurulu en başta buaçıdan kaybedilmiştir. Genel kurul öncesindeyapılması gereken şube kurullarının toplanmamış,genel kurul gündemlerinin ve önergelerinyerellerde tartışılmamış olması genel kurulubiçimsel bir etkinliğe dönüşmekle yüz yüzebırakmıştır. Sendikanın işleyişi açısından oldukçaönemli olan önergelerin bile önden tartışılmadangenel kurula sunulması ve meselenin basit biroylamaya dönüştürülmesi bunun en açık örneğidir.Üzerine hoyratça zaman harcanan tüzüktartışmalarının dışında kalan ama politik olarakönemli bir yerde duran önergelere gerekli zamanınayrılmayışı ve böylelikle de yeterince tartışılmamışolması ya da bir kısmının aynı zaman darlığı

nedeniyle Temsilciler Meclisi’ne ertelenmiş olmasıyine bu ön hazırlık eksikliğinden kaynaklanmıştır.

Tüzük tartışmaları ve “itiraflar”

Olağan bir prosedürün yerine getirlmesindenibaret konuşmalarla başlayan genel kuruladamgasını vuran tüzük tartışmaları oldu. En uzunzaman da MYK seçimleri üzerinde değişiklikyapılmasına dair sunulan önergeye ayrıldı. “Nisbiseçim sistemi” olarak ifade edilen bu yeni seçimtarzının uygulanıp uygulanmaması, uygulanacaksabile buna ne zaman başlanması gerektiğitartışmaları genel kurulun uzunca bir bölümünükapladı. Buna ek olarak lehte ve aleyhte verilenoyların tekrar tekrar sayılması da zaman açısındanönemli bir kayıp oldu.

Politik açıdan asıl kayıp ise Genç Sen’inbugünkü durumu karşısında üzerine en çoktartışılan meselenin MYK’nın seçilmesiyönteminin olmasıydı. Şube toplantılarınıyapmayan, il meclislerini düzenli olaraktoplamayan ve bunun doğal bir sonucu olaraktaban iradesini örgüte hakim kılmayan birsendikanın demokrasi sorununun çözümünüMYK’da ve onun seçilme yönteminde aramasıgençlik mücadelesinin gerçekliğinden veihtiyaçlarından uzaklığın göstergesiydi.

Diğer yandan, Genç Sen adına tartışılmayıbekleyen bir dizi politik ve örgütsel sorun varkenMYK seçimine dair yapılacak tüzük değişikliğiniher şeyin başına koymak, Genç Sen içindekiliberal-reformist anlayışın yapısal hastalığının yenibir tezahürüydü. Zira bu anlayış için aslolan,gençlik hareketinin veya daha da ötesinde devrimcimücadelenin ihtiyaçları, Genç Sen’in buihtiyaçlardan hareketle tartışılması değil,kendilerinin Genç Sen içindeki konumlarıdır.

MYK seçimlerinin yöntemine dair yapılantartışmalardan yansıyan başka bir şey daha vardı. Oda daha önce yapılan seçimlerdeki kirli

Genç-Sen 4. Olağan Genel Kurulu toplandı

Mücadelenin ihtiyaçlarından

uzak bir genel kurul!

En uzun zaman da MYK

seçimleri üzerinde

değişiklik yapılmasına

dair sunulan önergeye

ayrıldı. “Nisbi seçim

sistemi” olarak ifade

edilen bu yeni seçim

tarzının uygulanıp

uygulanmaması,

uygulanacaksa bile buna

ne zaman başlanması

gerektiği tartışmaları

genel kurulun uzunca bir

bölümünü kapladı. Buna

ek olarak lehte ve aleyhte

verilen oyların tekrar

tekrar sayılması da

zaman açısından önemli

bir kayıp oldu.

Page 9: EG 131. sayı

9

pazarlıkların açıktan itiraf edilmesiydi. Öyle kiönergeyi sunanlar ve bu önergenin hararetlesavunuculuğunu yapanlar yeni önerilen bu seçimyönteminin daha demokratik olduğunu ve bugünekadar yapılan pazarlıkların önünü keseceğinisöylemiş oldular. Bu da daha önceki seçimlerdegizli kapılar ardında yapıldığının itirafıdır. Ancakbu itiraflar, gelecek dönemlerde aynı şeylerinyapılmayacağının garantisi değildir. Zira sorunseçim yönteminin ya da en genel ifade ile tüzüğünbu tür pazarlıkların yapılmasına açık olupolmaması değil, bu gibi pazarlıkların mücadeleyeyazdığı eksilerin kavranamaması sorunudur. Ayrıcabu seçim yöntemine ısrarla karşı çıkanlar da GençSen’deki daha acil sorunlara çubuk bükmek yerine“demokrasi savunuculuğu” adına bu biçimseltartışmaların parçası oldular.

Genel kuruldaki önemli noktalardan biri de birsonraki genel kurulun toplanma yöntemine dairyapılan tartışmalar oldu. Tüm üyelerin katıldığıgenel kurulların toplanmasının zor olduğu ve genelkurulun da katılımcı sayısındaki fazlalık nedeniyleverimsizleştiği iddiası ile bundan sonraki genelkurulların delegasyon sistemi ile toplanmasıüzerine sunulan önerge, üzerine herhangi bir şeytartıştırılmadan, oldubittiye getirilerek geçirilmeyeçalışıldı. Ancak yapılan müdahaleler sonucumesele tartışmaya açılabildi fakat yine de yeterincetartışılmadı.

Tabanın inisiyatifine dayanma noktasında ciddibir zafiyet taşıyan Genç Sen’in bundan sonrakigenel kurullarının delegasyon yöntemi iletoplanması demek, iç demokrasinin tümdenkötürümleştirilmesi demektir. Bugündenbakıldığında bir sonraki genel kurul için yapılacakdelege seçimlerinin biçimselleşeceğini, dahası buseçimlerin de pazarlıkların yeni alanı olacağınısöylemek pek abartılı bir değerlendirme olmaz.Zira Genç Sen’in bugüne kadarki pratiği bu konudayeterince açık ve net fikirler vermektedir.

Politik tartışmalar ve

dar grupçu yaklaşımlar

Genel kurulun zaman olarak dar ve verimsiz bir

kısmında da olsa politik olarak önemli önergeler detartışılmış oldu. Dediğimiz gibi, bu önergelerintartışıldığı zamanda MYK seçimlerinin de başlamışolması tartışmaların salonun toplamı açısındanverimsizleşmesinde önemli bir etken oldu.Önergeler üzerine yeterli tartışmalarınyapılamamasının yanı sıra konuşulanların dadinlenmemesi, salonun ezici bir çoğunluğunungenel kurul havasından çıkmış olması ve az sayıdakalan ilgililerin de MYK seçimlerine kilitlenmişolması tüm bu politik tartışmaları işlevsizleştirenbir rol oynamış oldu.

Diğer yandan, genel kurulun en gergin anlarınınbu önergelerin tartışmaları ve oylamaları üzerindeyaşandığını da belirtmek gerekir. Aslında bu birgenel kurul için olağan bir durumdur. Fakat buradaözellikle üzerinde durmamızın nedeni tartışmalarınhareketin ihtiyaçlarından koparılarak dar grupçuyaklaşımlar eksen alınarak sürdürülmüş olmasıdır.Tam da bu nedenle Genç Sen’in politik yönelimleribir kez daha hareketin ihtiyaçları ile örtüşmeyen,dar grup hesaplar belirlemektedir.

Genç komünistlerin

müdahalesindeki zayıflık

Genç Sen içerisinde politik açıdan devrimci bireksen yaratma görevini yüklenen genç komünistlerolarak genel kurula ve önceleyen sürece yaptığımızmüdahalenin zayıf kaldığını belirtmemiz gerekiyor.Ancak sorun politik perspektiften yoksun olmameselesi değil, Genç Sen’e yönelik devrimcipolitik tutumların bugüne kadar somutlanamamışve maddi bir güce dönüştürülememiş olmasındankaynaklanmaktadır. Bu durum Genç Seniçerisindeki gelecek görevlere ve sorumlulukalanlarına da işaret etmiş oluyor.

Sonuç olarak Genç Sen, bir kez daha, devrimcigençlik mücadelesi açısından kaybedilmiş bir genelkurula imza atmış oldu. Mücadeleninihtiyaçlarından uzak, tüzük tartışmalarına sıkışanve biçimselleşen, politik açıdan zayıf bir genelkuruldur söz konusu olan. Bu haliyle genel kurulGenç Sen’in toplam tablosunun bir yansımasıolmuş, tersinden de bu tabloyu besleyen biretkinlik olmuştur.

Sonuç olarak Genç Sen,

bir kez daha, devrimci

gençlik mücadelesi

açısından kaybedilmiş bir

genel kurula imza atmış

oldu. Mücadelenin

ihtiyaçlarından uzak,

tüzük tartışmalarına

sıkışan ve biçimselleşen,

politik açıdan zayıf bir

genel kuruldur söz

konusu olan. Bu haliyle

genel kurul Genç Sen’in

toplam tablosunun bir

yansıması olmuş,

tersinden de bu tabloyu

besleyen bir etkinlik

olmuştur.

Page 10: EG 131. sayı

10

Gençlik tüm baskılara rağmen başını kaldırmayaçalışmaktadır. Ancak ne var ki, gençlik bu durumuyılların biriktirdiği ve derinleşmekte olan sorunlar altındayaşıyor. Birleşik mücadele kültüründen tutun da, sol içitartışma kültürünün ve toplamda direngen mücadeleruhunun yozlaştığı bir dönemde saldırıların gençlikcephesince göğüslenmesi imkansızdır. Yakıcı olan ise butablonun masaya yatırılıp değiştirilmesi için kollarınsıvanmasıdır.

Son yıllarda bir dizi birleşik mücadele süreci haftalarayayılan kör tartışmalar altında boğulmuş, daha da beteriise günlerce tartışılan birliktelikler birkaç dakika içinde,“bu imza olursa, biz olmayız”, “şu siyaset gelirse bizgideriz”, “bizim kendi yoğunluklarımız var” vs.denilerek heba edilmiştir. Bu bir iddiasızlıktır.Muhataplar düzenin karşısına cüretle çıkmak yerine,kendi gündemlerini ileri sürerek kendi köşelerineçekilerek var olmaya çalışmaktadırlar. Böylesi bir süreçtebu tablo karşısında ilkeli birlikteliğin ve mücadeleiddiasının taşıyıcısı olabilmek gençlik adına sorumlulukduyan her öznenin omuzlarındadır.

“Öğrenci Kurultayları” tarafımızdan 2010 güzündebu tabloya birlikte müdahale etmek, mücadeleyisistematik ve planlı bir biçimde göğüslemek adına çeşitliillerde tartışmaya açıldı. Geçen süre içinde DGH, DÖB,Kaldıraç, Gençlik Cephesi, Kızıl Hareket, YDG dışındatam anlamıyla bir ilgisizlik ile karşılandı. Sonuç olarakise sınırlı bir birleşen ile yola çıkmış olduk. Ortayakoyduğumuz ihtiyaçlar bağlamında gençliğin sorunları vegündemleri temelinde örgütlendiği, taban inisiyatifinedayalı bir süreç örülmesiydi. Hedefimiz bu süreci de birkurultayla taçlandırmakta. Ancak başlangıçta ihtiyaçkonusunda bizimle hemfikir olanlar, zaman içerisindekendi köşelerine çekilmeyi tercih ettiler.

Öncelikle biz önümüze koyduğumuz süreci ciddiyetleele alıyoruz ve bunun için çaba sarf etmeye hazırız.Ancak tartışma platformlarımızı ileri taşımak,eksikliklerini kapatmak yerine “kendi gündemlerimizvar” denmesini bir ciddiyetsizlik olarak ele alıyoruz.Kimsenin özgün faaliyetinin nasıl sürmesi gerektiğinisöyleyecek değiliz, ancak bir yandan birlikte iş yapmaktartışılırken diğer yandan sanki bunlar masa başındafarazi meselelermiş gibi bir anda kopulabiliyorsa bunuciddiyetsiz buluyoruz. Örmeye çalıştığımız sürecinherkesi kendi köşesine çekilmeye iten işlevsizliği ya daverimsizliği de ne ise muhataplarımızdan duymakistiyoruz. Zira gençlik hareketi için sorumluluk duyanherkesin böylesi değerlendirmelerini kendileri gibisamimi diğer öznelerle paylaşması önemlidir. Bizaylardır emek harcadığımız süreçten bir andakopanlardan bu önemi gözetmelerini bekliyoruz.

Merkezi düzlemde yürüttüğümüz tartışmalardailgisizlik veya iddiasızlık karşımıza çıkan görüntüydü.Kaldıraç, İstanbul tartışmalarının kendileri için yeterliolduğunu ifade edip ayrılmışlardır. TÜM-İGD ortakhareket etme noktasında Genç-Sen’i merkez aldığınıbelirterek süreçten ayrılmıştır. DGH, bu tartışmalarda

gençlik hareketine devrimci müdahale noktasında birnetlikle tartışmasına rağmen devamlılık sağlamanoktasında ısrar göstermemişlerdir. YDG kendisi de ortaktartışma talebinde bulunmasına rağmen süreci düzenlitakip etmemiş, tartışmalara dair bir tutum da ortayakoymamıştır.

Yerel ölçekli tartışmaların şekillenmeye ilk başladığıAnkara’da oluşturulan platform güz dönemininhareketliliği üzerinden dinamik bir başlangıç yapsa da aratatilin ardından kendisini üretmekte zorlanmaktadır.Platform genel bir eylem birliği olarak ya da nicel birbirleşim olarak kavranmamalı, gençliğin mücadelesindedönemsel bir müdahale zemini olarak işlev görmelidir.Bu bağlamda tek tek öznelerin kendi gündemlerinin biralternatifi değil ancak aynı zamanda bu gündemleri deiçerecek biçimde kurulmalıdır. Örgütlü mücadeleye,parasız eğitime vs. çubuk bükülecek bir dönemin altıçiziliyorsa, ortaya koyduğumuz mücadele hattı da esasolarak bunları içermektedir.

Eskişehir’e gelecek olursak, burada da bir araya gelengüçler “Gelecek ve Özgürlük için MücadelePlatformu”nu oluşturmuşlardır. Bu platform için debenzer bir durum söz konusudur. Burada da platformumyaşayabilmesi için sürükleyici bir inisiyatif göstermekşarttır. Yerel gündemleri yakından müdahale edebilmekbunda belirleyici olacaktır.

İstanbul’da güz döneminin sonundan beritartıştırmaya çalıştığımız kurultay anlamlı bulunmasına,ihtiyaç ortaya bir netlikle konmuş olmasına rağmentartışmaya katılan hemen hemen tüm unsurlar “ÖğrenciKurultayı” çalışmasının dışında kalmıştır. DGH gibitartışmalarımızı güz döneminden beri takip eden Kaldıraçise şimdiye kadar “devrimci bir odak oluşturma”,“öğrencilerin tartışma ve eylem zeminlerini oluşturma”vb. noktalarda hemfikir olmuş ancak kurultay kararınınalınmasının ardından, “örgütleyici değil destekçiolabileceklerini” ifade ederek ayrılmışlardır. Bu haliyleortada bir ciddiyetsizlik kendisini göstermektedir.

Gençlik içinde mücadele iddiasının zayıfladığı birdönemde harekete geçen birlikteliklerin ihtiyaçlarıkarşılayacak biçimde değerlendirilmesi önemlidir.Bulunduğumuz yerellerin ihtiyaçları ve imkanlarıgözetilerek ve doğru hedefler saptanarak oluşanbirliktelikleri birer tartışma ve kitle çalışması zemininedönüştürülmelidir. Gençlik hareketinin sorunlarınıtartışmak, sermayenin saldırılarına karşı birleşik birmücadele ekseni oluşturmak tüm aciliyetiyledurmaktadır. Gençlik hareketini ileriye taşıma iddiasıortaya koyan herkes bu sorumlulukla yaklaşmasıgerektiğini hatırlamalıdır. Genç komünistler, kurultaytartışmalarında, hareketin ihtiyaçları noktasında bir netlikortaya koymuşlardır. Ortaya çıkan ilgisizlik bir kırılmayaratmamalıdır. Aksine tek başına yol yürümek zorundakalındığı durumlar üzerimize düşen yükümlülükleriartırmaktadır. Daha fazla enerji ile üniversitelereyönelmeli, öğrencileri tartışma sürecine katabilecekaraçlar geliştirmeliyiz.

Birleşik mücadele ciddiyet gerektirir...

Gençlik içinde

mücadele iddiasının

zayıfladığı bir dönemde

harekete geçen

birlikteliklerin

ihtiyaçları karşılayacak

biçimde

değerlendirilmesi

önemlidir.

Bulunduğumuz

yerellerin ihtiyaçları ve

imkanları gözetilerek

ve doğru hedefler

saptanarak oluşan

birliktelikleri öğrenci

kurultaylarına

örgütlemeli ve 1

Mayıs'a giderken kitle

çalışmasında

yoğunlaşmalıyız.

Page 11: EG 131. sayı

11

“Uluslararası Yüksek Öğretim Kongresi:Yeni Yönelişler ve Sorunlar Kongresi” TCCumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “himayesinde”27-29 Mayıs 2011 tarihleri arasında İstanbulSwissotel’de gerçekleşecek.

Kongre çağrısında,“Antik Yunan, Roma veOsmanlı İmparatorluğu’ndan günümüz TürkiyeCumhuriyeti’ne uzanan farklı kültür vemedeniyetlerle birlikte iki eski kıtayı birleştirenve bu sayede barışın kenti olarak tarihte herzaman önemli bir yere sahip olan” ve “2010yılının Avrupa Kültür başkenti” İstanbul’unyükseköğretim alanına dair “bilimsel”tartışmalara ev sahipliği yapacağı belirtiliyor.

Kongre ile ilgili hazırlanan internet sitesindekongrenin amacı şöyle anlatılmakta: “Kongreninamacı Türkiye ve dünyada yükseköğretim ileilgili yöneliş ve öngörülerin tartışılacağı bilimselbir forum oluşturmaktır. Yükseköğretim ile ilgilitemel sorunların tartışılması ve bu sorunlarayönelik çözüm önerilerinin geliştirilmesihedeflenmektedir. Kongre sonucunda Türkyükseköğretimi ile ilgili uygulanabilir, inovatif vestratejik yaklaşımların ortaya konulmasıamaçlanmaktadır.”

Kongrenin tartışma başlıkları ise şöylesıralanmaktadır: “Yükseköğretim felsefesi”,“Küreselleşme ve uluslararasılaşma”,“Girişimci üniversite, inovasyon ve Ar-Gestratejileri”, “Yükseköğretimde kalite güvencesistemi”, “Yükseköğretim finansmanı”,“Üniversite, toplum, endüstri, iş dünyasıilişkileri”, “Üniversitelerin yapılandırılması”,“Ortaöğretimden yükseköğretime geçiş”, “Vakıfve özel üniversiteler”, “Yükseköğretim veöğrenci”.

Gerekçelendirmede bu tartışma başlıklarının,“değişen dünyada” üniversitelerin “değişmeyen”,“günü yakalamayan” yanlarını dönüşüme tabitutmak hedefiyle oluşturulduğu ifadeedilmektedir. Yani aslında Bologna Süreci ilepolitik çerçevesi oluşturulan özelleştirmeprogramı bu kongrenin temel gündemidir. Herşey üniversiteleri şirketlerin arka

bahçesi yapmak için...

Kongre ile ilgili yapılan gerekçelendirmede,sıksık kullanılan üniversitenin toplumlabütünleşmesi kavramı gerçekte şirketlerinüniversite ile bütünleşmesini anlatmaktadır. “…Sanayicilerin üniversitelerden, üniversitelerin desanayiciden beklentilerinin ortaya konulması, bukapsamda yasal düzenlemeleringerçekleştirilmesi” ifadeleri bu gerçeği başka biryerde yalın biçimde ortaya koymaktadır. Başkabir yerde de“teknoloji transferi ofisleri ileüretilen teknolojilerin sadece akademik olarak

kalmaması ve ticarileştirilmesi yönünde yeniolanakların değerlendirilmesi” sözleri ile noktayıkoymaktadırlar.

Herbir tartışma başlığı da bu çerçevede biranlam kazanmaktadır. Örneğin“Yükseköğretimde kalite güvence sistemi”başlığı altında, akreditasyon, meslekiyeterlilik/yetkinlik, meslek içi eğitim vb konulartartışılacak. Bu başlıkta kullanılan,“Yükseköğretim kurumlarında ortak kalitedüzeyini yakalamak, mezun edilen öğrencilerinaynı mesleki yetkinlik düzeyine sahip olması,yükseköğretim kurumlarının bu kapsamda kendiyetkinliklerinin belgelendirilmesi, ilgilideğerlendirme kriterlerinin belirlenmesi,üniversitelerin bu kapsamda sıralanması”biçimindeki ifadelerle, üniversitelerin ticari birişletme getirilmesi hedefi ortaya konulmaktadır.

Sermayenin ağzından düşürmediği maliözerklik de “Yükseköğretim finansmanı”başlığıyla tartışmalarda yer alıyor.Yükseköğretim kurumlarının devlet bütçesindenaldığı payla ülke kaynaklarını tükettiğindenyakınılarak bu sorunun çözümü içinüniversitelerin eğitim ve pembe gelecek satarakkendi finansmanlarını sağlamalarıbeklenmektedir. İşte sermaye ve hükümetininüniversite özerkliğinden anladığı da budur.Kongrede bu çerçevede yapılacaklarplanlanacaktır.

Gençlik haklarının çalınmasına

izin vermemeli!

Kongrenin tartışma başlıkları sermaye veuşaklarının eğitimi hangi “yönelişler”ledüzenlemek istediklerini olduğu gibi ortayakoymaktadır. Açıktır ki sözkonusu olan gençliğineğitim hakkı ve geleceğidir. Çünkü bu kongregençliğin hak ve geleceğinin para babalarınınönüne sürüleceği bir toplantı olacaktır.

Bu nedenle de gençlik eğitim hakkına vegeleceğine sahip çıkmak için bu Kongre'ye karşısözünü söylemeli, müdahalesini yapmalıdır.Bunun için hayatına ve geleceğine kastedenlerinbuluşmasına izin vermemeli, eylemli birmücadeleyle karşılarına çıkmalıdır.

Bunun içinse şimdiden hazırlıklarınagirişmeli, sözünü ve eylemini tok biçimdesöyleyeceği bir mücadele programı çıkararakişbaşına koyulmalıdır. Bu çerçevde Kongre günüsokaklarda gençliğin birleşik ve kitlesel yanıtınıvermek yanında “nasıl bir eğitim, nasıl birüniversite?” sorusunun yanıtını arayacağı gerçekbir tartışma-mücadele kürsüsünü de kurmalıdır.

Ekim Gençliği

Gençliğin eğitim hakkını gasbetmek ve geleceğini karartmak için toplanıyorlar...

Haklarımıza göz koyanlara

İstanbul'u dar edelim!

Bu nedenle de gençlik

eğitim hakkına ve

geleceğine sahip çıkmak

için bu Kongre'ye karşı

sözünü söylemeli,

müdahalesini yapmalıdır.

Bunun için hayatına ve

geleceğine kastedenlerin

buluşmasına izin

vermemeli, eylemli bir

mücadeleyle karşılarına

çıkmalıdır.

Page 12: EG 131. sayı

12

Hareketli geçen bir güz döneminin ardından üniversitelerde yenidönemde karşımıza yine “soruşturma duvarı” çıktı. İstanbulÜniversitesi'nde OHAL'e geçit vermeyen, Erzurum'da veDolmabahçe'de sözünü alanlara taşıyan, ODTÜ'de başkaldıranöğrencilerin her sözü, İstanbul Ünivrsitesi'nden Harran Üniversitesi'neidarenin soruşturma saldırısına hedef oldu. Mücadele eden düzeninistediği kafaları reddeden öğrencilerin hiç de yabancı olmadığısoruşturma terörü yüzlerce arkadaşımızı hedef aldı.

Bahar döneminin başlangıcındaki soruşturma tablosu şu şekilde:Birçok üniversitede hem öğrenciler hem de akademisyenlersoruşturma terörüne maruz kaldı. Sadece İÜ'de yüzleri bulan sayıdasoruşturma açıldı. Geçtiğimizdönem açılan soruşturmalarınbüyük bir kısmı da cezayadönüştü. MersinÜniversitesi’ne gelenAbdullah Gül’ü protesto edenöğrenciler gözaltına alındı.Dergi masası açmak vbfaaliyetlere ÖGB saldırdı.Başbakan R. T. Erdoğan’ınsözde öğrenci temsilcileriÖTK’lar ile Erzurum’dagerçekleştirdiği toplantıyıprotesto eden öğrencilertutuklama istemiyleyargılanmaya başlandı. Yenidönemin soruşturma vecezalarla, anti-demokratikuygulamalarla başlaması, budönemin de saldırılarlageçeceğinin göstergesidir.

YÖK'ün vazgeçemediği silah:

Soruşturma-ceza

Sermaye için gençlik sadece ticarethanelere dönüştürülenüniversitelerde birer müşteri olarak görülmektedir. Bununla birlikte isegençlikten sermayenin ucuz ve nitelikli işgücü ihtiyacını karşılamasıbeklenmektedir. Sermaye düzeni tarafından çizilen bu çizginin dışınaçıkıldığı zaman öğrenci gençliğe yönelik pervasızca baskı ve teröruygulanmaktadır. Gençliğin kendi taleplerini ifade etmesine dahitahammül edemeyen YÖK ve üniversite yönetimleri ellerindeki busilahı pervasızca kullanmaya devam etmektedirler.

Son süreçte üniversitelerde yaşanan protesto eylemlerindenkaynaklı birçok üniversitede en demokratik haklar bile engellenmeyeçalışıldı. Stant açmak, bildiri dağıtmak, sergi açmak, basın açıklamasıve eylem yapmak, üniversiteye gelen düzen ve sermaye sözcüleriniprotesto etmek gibi birçok gençlik eylemine karşı soruşturmalaraçılıyor. Düşünceyi ifade etme, siyaset yapma hakkı gençliğin elindenalınmak isteniyor.

Üniversitelerde sermayenin saldırılarının önünü açabilmenin temelbir ayağını ticarileştirme uygulamalarına ve dönüşümlere karşıgelişebilecek öğrenci muhalefetini baskı ve terör ile engellemektir.Saldırılara karşı gençliği mücadeleye çağıran ilerici, demokrat vedevrimci öğrencilere yönelik soruşturma-ceza terörü YÖK ve YÖKdüzeninin vazgeçemediği bir araçtır.

Sermayeye özgür, öğrenciye yasaklı!

YÖK’ün daha önce de gündeme getirdiği “özgür ve güvenliüniversiteler(!)” öğrencilerin özgürlüğünü ve güvenliğini değilsermayenin üniversiteler üzerinde hayata geçirmeyi düşündüğüplanları korumak içindir. YÖK başkanı Yusuf Ziya Özcan basına“üniversitelerde fikirlerin özgür olması gerektiğini, bunun ortamınözgür olmasıyla sağlanabileceğini” açıklarken bir yandan da basınaçıklaması yapan öğrencilere soruşturma-ceza terörü uygulanmıştır.Bir üniversitede bildiri dağıtırken ÖGB tarafından saldırıya uğrayanve kafasında sandalye kırılan öğrenciye soruşturma açılıp uzaklaştırmacezası verilmesi YÖK ve üniversite yönetimlerinin ikiyüzlülüğünün en

açık ve tartışmasız örneğidir. Düzen güçleri açısından

gençliğin üniversitelerdeyaşanan sorunlara karşıkitleselleşerek devrimci birruhla mücadeleye katılmasıkorkularını büyütmektedir. Bunedenle her fırsatta gençlikörgütlerinin taleplerini vesöylemlerini görmezdengelerek marjinal olarakgöstermeye, karalamaya, özelgüvenlikleri ve polisleriylebirlikte saldırarakengellemeye çalışmaktadır.Bu saldırıların sonrasındasoruşturma terörü ve cezalaruygulamaya sokulmaktadır.

Gençliğin parçalı tablosundan ve zayıflığından da güç alınaraküniversitelerde baskı ve yasaklarla birlikte sermayenin saldırıları daartmaktadır. Bir kez daha vurgulamak gerekir ki gençliğe yöneliksaldırıları püskürtebilmenin yolu birleşik, kitlesel ve devrimci birgençlik hareketi yaratabilmekten geçmektedir. Bu ve gençliğin tümgündemleri konusunda öğrencilerin kendilerini ifade edebilmeleri içinde soruşturma-ceza terörü püskürtülmelidir. Bu yapılamadığı sürecekampüslerde düzenin çizdiği sınırların zorlanması, gençliğin hareketegeçirilmesi mümkün olmayacaktır.

Soruşturma-ceza terörünü

direnişle karşılayalım!

Soruşturma-ceza terörünün karşısına kararlılıkla çıkılmalı, militaneylemler, kapı önü direnişleri, yaygın kitle çalışması ile konukamuoyuna en geniş biçimde duyurulmalıdır. Saldırı gençliğin kendibaşına durdurabileceği bir boyutu aşmıştır. Son dönemde tekilkazanımlar elde edilse de gençliğin siyaset yapma özgürlüklerigasbedilmiştir. Bunun için saldırı dalgasını püskürtmek için toplumunduyarlı kesimlerinin desteği kazanılmalıdır. İşçi sınıfının başlattığıdirenişler ve büyüttükleri grev kararlılığı ile bağların kurulmasıgençliğin toplumsal mücadele sahnesinde gelişen bilincinden ötürüsoruşturulduğunun kitlelere daha açık gösterilmesinde faydalıolacaktır. Yeni dönemde soruşturma-ceza terörü kampüslerde direnişiörgütleyecek komitelerle karşılanmalı, saldırı karşısında militan veetkili bir süreç örülmelidir. Soruşturma-ceza terörünü püskürmek içinmücadeleyi büyütmek kampüslerde varolma iddiası taşıyan her unsuriçin yakıcıdır.

Gençliğin düşünce ve ifade özgürlüğü teslim alınamaz!

Bu “soruşturma duvarı”

aşılacak!

Page 13: EG 131. sayı

13

Günün en karanlık anı şafak sökmeden öncekiandır derler.

Ve insanlar karanlık günler geçip giderkenumutlarını bu sözdeki anlama bağlayıp, güneşindoğmasını beklerler.

Öyle karanlık bir ülke düşünün ki, tarihindebinlerce gözaltında kaybedilmiş mezarsız ölüsü,onbinlerce faili meçhul cinayeti var. Katillerininellerinde hala kurumamış kanları adressizkurşunlarla öldürülmüş, sorgusuz asılmış gençlerivar. Birileri modaya uygun kotgiysin diye 25 yaşınagelmeden öleceğini bile bileçalışan, birileri üç beşkuruşluk önlemleri alamayacakkadar canlarını hiçe saydığıiçin iş cinayetine kurban gidenişçileri var. Atanamadığı, işbulamadığı için intihar edeninsanları, sokak ortasındakocaları tarafından infaz edilenkadınları var.

Öyle karanlık bir hayatdüşünün ki; evleri sel yüzündenhasar gördüğü için barakadayaşayan bir aile var. Yol parasıbulamadığı için ablasının düğününegidememiş bir kardeş, yoksulluk yüzündenpaylaşılamamış mutluluklar var bu ailede. Harçparasını biriktirmek için elinde daha fazla para kalsındiye inşatta yatan bir genç var.

Sonu aynı biten bir başka hayat düşünün ki, ohayatta da, 20 yıl önce baba ölünce ekonomikzorluklar yüzünden Diyarbakır’dan İzmir’e göçetmiş bir aile var. Maddi sıkıntılar yüzündenüniversite eğitimini yarıda bırakmış bir ağabey, yineparasızlıktan yarıda bıraktığı üniversitesinden sonraokuma azmini yitirmeyip ikinci bir üniversitekazanan bir kardeş var. Harç parasını yatıramadığıiçin ikinci üniversitesini de dondurarak, inşaatlardaçalışıp para biriktiren bir genç var bu hayatta.

Ömer Çetin ve Nesih Taşkın’dır gün yüzügörülmemiş bu hayatların sahipleri ve bu yazınınözneleri. Ömer Çetin, Muğla Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Edebiyatı ikincisınıf öğrencisi, 20 yaşında bir gençti. Ailesine maddiaçıdan yardım edebilmek için yazları çeşitli işlerdeçalışıyordu. Geçtiğimiz yaz da İstanbulAtaşehir’deki Rotary Lisesi’nin inşaatında çalışarakharç parasını çıkarmaya çalışıyordu. Ağrı’da yaşayanailesinin yanına dönmeden 5–6 gün önce, inşaattaçalışırken dengesini kaybederek 4. kattan düşerekhayatını kaybetti.

Nesih Taşkın ise Iğdır Üniversitesi’nde okurkenharç parasını ödeyemediği için eğitimini yarıdabırakmıştı. Daha sonra tekrar sınava girerek Amasya

Üniversitesi Meslek Yüksekokulu ElektrikElektronik bölümünü kazandı. Ancak burada da harçparasını karşılayamayınca kaydını dondurarakailesinin yanına döndü. Para biriktirip okulunadevam edebilmek için İzmir Büyükşehir Belediyesibinasının dış cephe boyama işlerini alan bir taşeronfirmada işe girdi. Nesih Taşkın iş arkadaşı MehmetToprak ile birlikte çalışırken üzerinde bulunduklarıiskele yan yattı, buna rağmen çalışmaya devam edenişçiler iskelenin çelik halattan kurtulması sonucu 7.

kattan aşağı düştüler. Ardından iskelede üzerlerine düştü. Kaldırıldıklarıhastanede iki işçi de hayatını kaybetti.Aynı inşaatta birkaç gün önce benzerbir kaza meydana gelmiş bunarağmen gerekli önlemler alınmamıştı.

Aslında bu insanların ve onlargibi gecesi gündüzü belirsizvardiyalarda emekleriyle kanlarınıda satan birçoklarının en aydınlıkgülümsemeleriyle umutlarınıyeşerttiklerine eminim. Heradımda karartılmaya çalışılmışhayatlarına rağmen. Ne var kiartık onlar bir belediye binasınınve bir lisenin harcına karıldılar,önünden geçenlerin yüzlerini

kaldırıp bakamayacakları utanç dolu, duvarından kandamlayan iki binanın. Şimdi asla onlar gibigülemeyecek insanların resimleri İzmir’inbilboardlarında boy gösteriyor. “Taşerona hayır”sloganıyla seçim çalışmaları yapıyorlar. Hala birileribütün okullar özelleştirilsin diye demeçler veriyor.Ve hala birileri kampüslerinin güvenli yollarındayürürken, zaten parasız okuyoruz, harçlar olmasaeğitim masrafları nasıl karşılanır diyebiliyor. Ölenleöldürenin, katille kurbanın karşılıklı ilişkisinde,onlar da bu hikâyenin diğer özneleri aslında.

Bizler hala haberlerde, arkası insanın yüreğinisızlatan duygusal melodilerle bezenmiş şekilde bugençlerin annelerinin gözyaşlarına bakıp üzülüyor,lanet edip bu düzene, hemen ardından bir diziyiizlemeye başlayıp unutuyorsak bu gençleri, karanlıkdaha sürecek demektir. Öyle bir gece ki bu aklımızınhayalimizin alamayacağı kadar kara... Kararacakdaha. Tam da şimdi en zifiri deminde gecenin, artıkgüneşin altına elimizi koymanın zamanıdır belki de.Onu sırtlamanın hep birlikte ve yanıp, doğacakşafağın aydınlığında bir ışık olmanın.

Nazım Ustaya saygıyla....Sen yanmasan, Ben yanmasam,Biz yanmasak,Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa…

İzmir’den bir Ekim Gençliği okuru

Karartılmış hayatlar

ve kanlı eller üzerine…

Bizler hala

haberlerde, arkası

insanın yüreğini

sızlatan duygusal

melodilerle bezenmiş

şekilde bu gençlerin

annelerinin

gözyaşlarına bakıp

üzülüyor, lanet edip bu

düzene, hemen

ardından bir diziyi

izlemeye başlayıp

unutuyorsak bu

gençleri, karanlık daha

sürecek demektir. Öyle

bir gece ki bu aklımızın

hayalimizin

alamayacağı kadar

kara... Kararacak daha.

Page 14: EG 131. sayı

14

6 Ocak: Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ÖğrenciKonseyi başkanları ile Çankaya Köşkü'ndebuluştu.

19 Ocak: YÖK Başkanı Yusuf Ziya ÖzcanÖğrenci Konseyi Başkanları ile Ankara'da buluştu.

24 Ocak: Ana muhalefet lideri KemalKılıçdaroğlu Öğrenci Konseyi Başkanları ile CHPgenel merkezinde buluştu.

27 Ocak: Başbakan Tayyip Erdoğan ÖğrenciKonseyi Başkanları ile Erzurum'da buluştu.

Sermaye devletinin temsilcilerinin öğrencilereve ÖTK'larayönelen ilgisikamuoyunda genişyankı buldu. Sözdeöğrencitemsilcileriyleyapılan bubuluşmalara sokaklardanyanıt veren veüniversitelilerin gerçektaleplerini dile getirenöğrenciler ise oynanan ortaoyununu teşhir ettiler.Üniversitelerde öğrenci temsiliyeti butoplantılar sebebiyle gündeme gelirken,öğrenci temsiliyeti ve ÖTK'ların güncel durumunutartışmak bir ihtiyaç olmuştur. Bu kapsamdaöncelikle üniversitelerin son dönemde yaşadığıdeğişim ve dönüşümleri incelemek faydalıolacaktır.

Bologna Süreci ve üniversitelerdeki

dönüşümler

1999 yılında 29 Avrupa ülkesinin BolognaBildirisi'ni imzalamasıyla başlayan BolognaSüreci'ne Türkiye de 2001 yılında dahil olmuştur.Bologna Süreci, sermaye düzeninin son temsilcisiolan ve emperyalistlere uşaklıkta kusur etmeyenAKP iktidarının üniversiteler üzerindekipolitikalarının temel eksenini oluşturmaktadır.Üniversitelerin neo-liberal politikalardoğrultusunda dönüşmesinin ve eğitimin piyasayaaçılmasının önünü açan Bologna Süreci'ne uyumkapsamında YÖK eliyle üniversitelerde bir dizideğişiklik yapılmaktadır. Öyle ki başbakanErdoğan Türkiye'nin Bologna Süreci'ne katılanülkeler arasında hedeflere en iyi uyumsağlayanlardan biri olması ile övünmektedir.

Bologna Süreci kapsamında üniversitelersermayenin ihtiyaçları ve taleplerine göreşekillenirken bu dönüşümler “özerklik”, “çoğulcutemsiliyet”, “kalite” ve “verimlilik” gibikavramlarla beslenmektedir. Başbakan'ın 4Aralık'ta rektörlerle gerçekleştirdiği toplantınınardından yaptığı “Özgürlükçü üniversite inşa

etmenin mücadelesini veriyoruz” açıklaması da bukapsamda değerlendirilmelidir. Başbakanla birliktesermaye düzeninin diğer temsilcileri özgürlük vedemokrasi söylemleri ile birlikte üniversitelerdeilerici ve devrimci öğrencilerin yıllardır sahipçıktığı “özerlik” gibi kavramların içiniboşaltılmakta ve sermayenin ihtiyaçlarınıkarşılayacak şekilde yeniden kurmaktadırlar.

Bologna Süreci üniversitelerin şirketler gibidoğrudan sermaye sahiplerince yönetilmesiniönermektedir. YÖK ise bu talebe son yayınladığıraporlarında sıkça yer alan “özerklik” kavramı ileyanıt vermeye çalışıyor. Böylece üniversitelerinbağımsız hareket etmesi ve özerkleşmesi yolunda

bir adım olarak “mali özerklik”vurgulanmaktadır. “Mali

özerklik”ten kastedilenüniversitelerin kendibütçelerini yaratan birer

şirkete dönüşmesidir.Danışma kurulları,

mütevelli heyeti gibiönerilerle iseüniversitelerin engeniş kesimlerintemsiliyeti ileyönetilmesi

gerektiğibelirtilmektedir.

Böylelikle yerel yönetim, merkezi yönetimtemsilcileri ile birlikte iş adamlarının, sanayi veticaret odası başkanlarının yönetime katılmasıhedeflenmektedir. Demokrasi adına göz boyayacakşekilde bu bileşenlerin içine sendika, meslek odasıve demokratik kitle örgütü temsilcileri dekatılmaktadır.

YÖK'ün ÖTK'ları

Bologna Süreci'nde öğrenci temsiliyeti üzerindede özellikle durulmaktadır. Bologna Sürecikapsamında 2001 yılında gerçekleşen ikincitoplantıda üç temel hedef belirlenmiştir. Bunlardanikisi “Yaşam boyu öğrenimin teşvik edilmesi” ve“Avrupa Yükseköğretim Alanı’nın cazip halegetirilmesi” olurken üçüncü hedef de“Öğrencilerin ve yükseköğretim kurumlarınınsürece aktif katılımının sağlanması”dır. 2003yılında yayınlanan “Avrupa Yükseköğretim AlanıYolunda İlerlemeler Raporu”nda “BolognaSürecinde Öğrencilerin Rolü” başlığı açılmış veöğrenci temsiliyetinin önemi şöyle açıklanmıştır:

“Senato/Konsey veya fakülte/bölüm seviyesindekatılım yoluyla Bologna taraf ülkeleriüniversitelerinin %63’ünde öğrenciler BolognaSüreci'ne resmi olarak dahil edilmiştir. Aynı eğilimGüneydoğu Avrupa’da Bologna Süreci'ne tarafolmayan ülkelerde de geçerlidir. ...Öğrencitemsilcileri bir taraftan Bologna reformları

Üniversitelerde öğrenci temsiliyeti ve

ÖTK'ların güncel durumu

Başbakanla birlikte

sermaye düzeninin diğer

temsilcileri özgürlük ve

demokrasi söylemleri ile

birlikte üniversitelerde

ilerici ve devrimci

öğrencilerin yıllardır

sahip çıktığı “özerlik” gibi

kavramların içini

boşaltılmakta ve

sermayenin ihtiyaçlarını

karşılayacak şekilde

yeniden kurmaktadırlar.

Page 15: EG 131. sayı

ilkelerine dair büyük umutlar taşırken, diğertaraftan uygulama hakkında sert eleştirileryapmaktadır. Öğrencilerin Bologna reformları ileilgili müzakerelere katılımı özellikleyükseköğretimin sosyal boyutu ve yükseköğretiminbir kamu malı olarak vurgulanması konularındagüçlüdür. Öğrenciler aynı zamanda öğrenci-merkezli öğrenim, esnek öğrenim yolları ve erişimkonuları üzerinde durmaktadır.”

Bologna Süreci'nin gereği olaraküniversitelerde öğrenci temsiliyetini gerçekleştirmegörevini yerine getirmek için sermaye iktidarı 2002tarihli “Üniversiteler Öğrenci KonseyiYönetmeliği”ni iptal ederek 2005 yılında“Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Konseyleri VeYükseköğretim Kurumları Ulusal Öğrenci KonseyiYönetmeliği”ni yayınlamıştır. Yeni yönetmelikleöğrenci temsilcilerinde aranan kriterler arasındadisiplin cezası almamış olması şartı korunurken,gençliğe politik bir tutumla “apolitik” olmayıpompalayan düzene uygun olarak “Siyasi partiorganlarında üye veya görevli olmaması” şartıeklenmiştir. Ayrıca temsilcilerin üniversiteyönetimine dair hiçbir organda oy hakkınınolmaması ile ilgili maddeler Bologna Süreci'ninhedefleri ile çeliştiği için kaldırılmıştır. Bununyerine “öğrencilerle yönetim organları arasındailetişimi geliştirmek”, “öğrencilerle ilgili konularıngörüşülmesi sırasında akademik toplantılarakatılmak” gibi daha yuvarlak tanımlamalargetirilmiştir.

“Yükseköğretim Kurumları Öğrenci KonseyleriVe Yükseköğretim Kurumları Ulusal ÖğrenciKonseyi Yönetmeliği”nin gerçek hayattakikarşılığı, YÖK düzenine ters düşmeyecek, öğrencitemsilciliğini kariyer planlamasında artı bir puanolarak hesaplayan, çoğu zaman göstermelikseçimlerle belirlenen ve bu sebeplerleüniversite öğrencileri açısından hiçbirtemsiliyeti olmayan “öğrencitemsilcileri” olmaktadır. Böylece sermayedüzeninin temsilcileri bu zararsıztemsilcilerle toplantılardüzenlemektençekinmemekte, BolognaSüreci'nin de gerektirdiğigibi rahatça (!) öğrencilerintaleplerini dinlemektedir.

Başta dabelirtildiği gibiüniversitelileringerçektaleplerinidile getirenöğrencileroynananbu

ortaoyununu bozarken üniversitelerde “söz, yetki,karar hakkı” talebini yükseltmişlerdir. “Söz, yetki,karar hakkı” talebinin gerçek karşılığı ise ODTÜÖTK deneyiminde görülmektedir.Gerçek öğrenci temsiliyetinin örneği:

ODTÜ ÖTK deneyimi

Gerçek bir özörgütlülük deneyimi olan ODTÜÖTK deneyimi Ocak 1976’dan 12 Eylül 1980’ekadar sürmüştür. ODTÜ-Der tarafından örgütlenenaltı aylık boykotun kazanımlarından biri öğrencitemsiliyeti olmuş ve böylece ODTÜ-Der, ÖTK'yadönüşmüştür. ODTÜ ÖTK deneyiminin bugünküÖTK'lardan farkı ve temel mantığı şöyleaçıklanabilir:

“ODTÜ ÖTK'yı ODTÜ öğrencilerinin birözörgütü haline getiren onun yasal yapısı değildi.ÖTK, her sınıftan bir kişinin seçilmesiyleoluşturulan temsilciliklere ve bunlar arasındanseçilen 9 kişilik bir yönetime dayanmaktadır. Fakatona asıl gücünü veren, birimlere dayanması vebirimlerin kitlesel katılımına dayalı karar almasürecidir. Birimlere dayalı işleyiş ODTÜ ÖTK'ninsonrasında yaşayacağı saldırılara karşı da temelbir dayanak olmuştur. ÖTK'nın yöneticilerintutuklanmasına ve ÖTK’nın yasadışı ilanedilmesine karşın kitleyle kurduğu güçlü bağ ve bubağın oluşturduğu temsiliyet ÖTK'nın işleyişininsürekliliğini sağlamıştır.” (Gençlik HareketininSorunları, Ekim, Sayı: 239, Ekim 2004, Başyazı)

ODTÜ ÖTK deneyiminin de gösterdiği gibi“öğrenci temsilciliği” üniversite öğrencilerininörgütlü mücadelesinin bir kazanımı olmadıkçaanlam ifade etmeyecektir. Bugün Bologna

Süreci'nin gereği olarak öğrencitemsiliyetinin öne çıkarılması

ve içinin boşaltılması iseüniversitelerde gerçek

öğrenci temsiliyeti içinverilecek mücadeleyidaha da acil

kılmaktadır. Bu noktadaüniversitelerimizde “söz,

yetki, karar hakkı” ile öğrencitemsiliyeti için mücadele

ederken ODTÜ ÖTKdeneyiminin de gösterdiği

gibi üniversiteöğrencilerininözörgütlülüğünüoluşturmanınolanaklarınızorlamalıyız.

Üniversitelerde gerçeköğrenci temsiliyeti ancak

bu doğrultudagerçekleşecek meşru-militan mücadele ile

kazanılacaktır.

15

ODTÜ ÖTK'yı ODTÜ

öğrencilerinin bir

özörgütü haline getiren

onun yasal yapısı değildi.

ÖTK, her sınıftan bir

kişinin seçilmesiyle

oluşturulan temsilciliklere

ve bunlar arasından

seçilen 9 kişilik bir

yönetime

dayanmaktadır. Fakat

ona asıl gücünü veren,

birimlere dayanması ve

birimlerin kitlesel

katılımına dayalı karar

alma

Page 16: EG 131. sayı

16

Üniversiteler uzunca bir dönemdir büyük birdeğişim sürecinden geçmektedir. Bu sürecinbaşlangıcı ‘70’lerde kapitalizmin girmiş olduğukrize dayanmaktadır. Krizden çıkabilmek içinkapitalistler uyguladıkları neo-liberal politikalarlabüyük bir rant alanı olarak gördükleri eğitimiticarileştirmenin önünü açmış, bundan üniversitelerde nasibini almıştır.

Bu dönüşüm sadece mevcut eğitimin daha daparalı hale getirilmesiyle sınırlı kalmamıştır. Birsüredir üniversitenin yönetimine ilişkin tartışmalarda artmıştır. Medyanın da yakından takip ettiği butartışmalarda başı, çeşitli siyasetçilerdensermayedarlara kadar egemenler ve onlarınsözcüleri çekmektedir. Bu tartışmalar yürütülürkenbir taraftan da, kimi zaman YÖK kimi zaman DBve TUSİAD eliyle Bologna Süreci kapsamındayayınlanan metinler aracılığıyla dünyadaki çeşitliörnekler referans gösterilmekte, üniversiteyönetimine dair taslaklar, kararnameler, önerilersunulmaktadır.

Üniversitelere tepeden dayatılan bu“yönetişim” modellerinin, hangi ihtiyacın ürünüolduğu, arkalarında ne yönde bir değişimarzusunun olduğu, üniversiteleri kimlerin yönettiğive gelecekte kimlerin yöneteceği vb. sorularınıncevaplarını bugünden görmek, gençlik için elzemkonulardan biridir. Türkiye’de üniversiteleresunulan, özellikle Bologna Süreci kapsamındadaha da netleşmeye başlayan ve YÖK’ün 28 Eylül2009 tarihinde bir taslak olarak da sunduğu vebirçok üniversitede hayata geçirmeye başladığı“Yüksek Eğitim Kurumlarında Danışma KurullarıKurulması Hakkında Yönetmelik Taslağı”ndaaslında üniversitelere dair yakın gelecekte nasıl bir“yönetişim modeli” öngörüldüğügözlemlenebilmektedir

Sermayenin üniversite reçetesi:

Bologna Bildirgesi

Bologna Süreci, üniversitelere dönük saldırınınbugün için en kapsamlı olanıdır. Tarihine kısacabakacak olursak 1998’de Fransa, Almanya, İtalyave İngiltere gibi ülkelerin oluşturdukları SorbonneDeklarasyonu'yla temelleri atılmıştır. Süreç olarakise 19 Haziran 1999’da Bologna Bildirgesi'ylebaşlamıştır. Hedefinde eğitimi yenidenyapılandırma ve sermayenin geleceğini garantialtına alma, yaratılacak ortak müfredat, sağlanacaköğrenci ve akademisyen hareketliliğiyle birlikteucuz işgücü yaratma ve üniversiteleri birerticarethaneye çevirmek vardır.

Bu kapsamla birlikte Bologna Süreci’ninTürkiye’de üniversitelere dönük saldırılarının enönemli ayaklarından bir tanesi de üniversitelerikimin veya kimlerin yöneteceğine dair çizilenyoldur. Süreç kapsamında getirilen eleştirilerin

başını özerklik ve bununla birlikte yönetişimsorunu çekiyor. Evet, bugün için Türkiye’dekiüniversitelerde özerklikten bahsedemeyiz. Kaldı kiYÖK Strateji Belgesi’ne de yansıyan da buolmuştur: “Daha önce değinilen OECD kurumsalözerklik ölçütlerine göre Türkiye’dekiüniversitelerin özerklik düzeyi çok düşüktür.Meksika ve Hollanda’da üniversiteler sekizölçütten yedisi bakımından özerktir. OECD buölçüte göre ülkelerin aldığı puanı Danimarka’da 6,Norveç’te 5, Avusturya‘da 4,5, Kore’de 2,5,Japonya’da 1 olarak hesaplamıştır. Türkiye 1.5puanla en düşük puanlı ülkeler arasında yeralmaktadır.”( YÖK Strateji Belgesi, s. 47)

Ancak burada özerklik derecelendirilirkenkaçırılmaması gereken özerkliğin kriterleridir.OECD’nin özerklik kıstaslarının bir kaçına şöylebir baktığımızda karşımıza mali ve idari özerklikçıkar. Özerklik tarifinde gayrimenkul ve diğerdonanımların mülkiyetine sahip olabilmek,borçlanarak fon yaratabilmek, yaratılan kaynaklarıkendi amaçları doğrultusunda bağımsızharcayabilmek, öğrenci harçlarını belirleyebilmekvb. maddeler bulunmaktadır. Buradan görüleceğiüzere OECD kıstasları özerkliği kabaca maliözerklik olarak tarifleyerek, üniversitelerdenekonomik anlamda devletten bağımsız, kendikendisini döndürebilmesi istenmektedir. Bunun datemel koşulu elbette ki sermayeye bağlanmaktır.Üniversitenin sermayeye açılan kapısı:

Danışma Kurulları

YÖK’ün kurulmasının ardından sermayeninüniversite üzerinde artan tahakkümü gelinenaşamada bir hayli ilerlemiş, hatta üniversitelerbirer ticarethaneye dönüşmüştür. Ancak bugünsermaye bununla yetinmemektedir. Üniversitelerinyönetimine dolaysız olarak talip olmak, böylecebilimi ve bilimsel araştırmayı tam anlamıyla kendiçıkarlarına göre kullanmak istemektedir. YÖK’ünbugün için sunduğu “Danışma Kurulları Taslağı”da bunun sadece ilk adımıdır. Ortaya atılan butaslakta, YÖK bu taslağın Bologna Sürecikapsamında olduğunu beyan edip, “gerekakademik, gerek idari faaliyetler açısından yüksekve sürdürülebilir kalitede hizmet için” olduğunuaçıklamaktadır.

Üniversite yönetimine dair tariflenen model ise“yüksek öğretim kurumlarının dışındakipaydaşların da katılacağı “Danışma Kurulları”nınoluşturulması ve bunların ortak çalışma ilkesinibelirlemek” olacaktır.

Buraya kadar kullanılan cümleler kulağa hoşgelmektedir. Ancak kimlerdir bu paydaşlar? Canalıcı sorunun cevabı hemen taslağın devamındadır.Taslağın 6. maddesinde paydaşlar sıralanmaktadırve en başında ise “o ildeki Sanayi ve Ticaret Odası

Bologna süreci ve Yüksek Öğretimin

yönetimine dair gerici planlar

YÖK’ün kurulmasının

ardından sermayenin

üniversite üzerinde artan

tahakkümü gelinen

aşamada bir hayli

ilerlemiş, hatta

üniversiteler birer

ticarethaneye

dönüşmüştür. Ancak

bugün sermaye bununla

yetinmemektedir.

Üniversitelerin

yönetimine dolaysız

olarak talip olmak,

böylece bilimi ve bilimsel

araştırmayı tam

anlamıyla kendi

çıkarlarına göre

kullanmak istemektedir.

Page 17: EG 131. sayı

17

başkanları veya temsilcileri” vardır. Diğerleri iseMilli Eğitim Müdürü, Valiliğin belirleyeceği ikikurum müdürü, Emniyet de dahil, ilin belediyebaşkanı, sivil toplum örgütleri ve TMMOB’ye bağlımeslek odalarıdır.

Görüleceği üzere sermaye eğitimi herkademesiyle paralılaştırmayla yetinmiyor,üniversitelerde yönetime de doğrudan talip olarakbilimi ve teknolojiyi doğrudan kendi tahakkümüaltına almak istiyor. Danışma kurulları bununsadece ilk adımıdır. Amaçlanan üniversite modeliise mütevelli heyetleri ve şirket üniversiteleridir.

Mütevelli Heyetleri ve sermayenin

üniversiteleri

Mütevelli heyetleri özellikle ABD’de “işyönetim” mantığıyla uygulanmaktadır: “ 'İşYönetimi Modeli' (ABD, Kanada) tümüyleüniversite dışından atanan üyelerden oluşabilir'Yönetim Kurulu/ Mütevelli Heyeti' (Board ofTrustees), bu kurul tarafından üniversite içindenveya dışından atanan, tam yetkili bir başkan(President) ve Yönetim Kurulu’nun onayı ilebaşkan tarafından üniversite içinden veya dışındanatanan diğer yardımcılar ile akademik birimyöneticilerinden (dekan, bölüm başkanı vb.) oluşangüçlü dikey bir yönlendirici çekirdeği (strongsteering core) bulunan bir modeldir. Bu modelde,akademik kurulların karar yetkileri oldukça sınırlıkalmaktadır. (Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisi,s.25)

Buradan da görüleceği üzere istenenüniversiteleri tüm imkanları ile tamamensermayenin eline teslim etmektir.

Ülkemizde vakıf üniversitelerinde hemen hemenbu modele yakın bir “yönetişim” modeliuygulanmaktadır. Bu sayede üniversiteler tamamenbir şirket mantığıyla – ki zaten birçoğu şirketüniversitesidir- ve doğası gereği maksimum karamacı güdülerek yönetilmektedir. Özellikleülkemizdeki Sabancı Üniversitesi, Koç Üniversitesi,Kadir Has Üniversitesi, dünyada ise CharlesSchwab Universitesi, McDonald’s HamburgerUniversitesi, Disneyland Üniversitesi, OracleÜniversitesi, University of Toyota ve GeneralElectric’s Crotonville hem şirket üniversitesi vehem de yönetim olarak da mütevelli heyetleriyleyönetilmesi bakımından örnek teşkil etmektedir.

Gelinen aşamada coğrafyamızda hedeflenen,üniversitelerin birer şirket mantığıyla, doğrudandüzenin sahiplerinden oluşan mütevelli heyetlerivasıtasıyla yönetilmesidir. Son süreçte gerekbaşbakan-rektörler buluşmasının, gerek YÖK’ünadının ve ambleminin değiştirilmesi tartışmalarınınardında sermaye temsilcilerinden oluşacakyönetimlerin bir takım aracılara ihtiyaç duymadanüniversiteleri diledikleri gibi işletebilmeleridurmaktadır. Sermayenin sözcüsü AKP kadroları,açılışlarına gittikleri vakıf üniversitelerindekafalarındaki üniversiteleri anlatmakta, vakıfüniversitelerine methiyeler düzmektedirler. Diğerbir taraftan ise YÖK başkanı Özcan yeni yapılacakanayasayla birlikte üniversite yönetim modeliolarak mütevelli heyeti tercihine yakın olduklarınıbelirtmiştir ve üniversiteleri illa akademisyenyönetecek diye bir kaide olamayacağını söylemiştir:“Türkiye'de rektörler illa profesör olacak diye birşey var. Bu inanç yıkılmıyor. Akademi dışından birinsanın rektör olacağına kimse inanmıyor. Sanılıyor

ki akademisyen gelirse bir hikmet var. İşletmeözellikleri olan bir insan gelse daha iyi idareedebilir. ABD'de birçok dünya ülkesinde bu iş böyleyürüyor. Her okulun başında profesyonelişletmeciler var. En önemli işimiz şimdi bu.Rektörlük konusunu değiştiriyoruz. Yakın zamandatamamlanacak çalışma ile artık seçim olmayacak.Bakın vakıf üniversitelerinde kavga çıkıyor mu?Mütevelli heyetinin istediği isim rektör oluyor.YÖK'ten sadece onay alınıyor.

Biz de devlet üniversitelerinde seçici bir kurulolsun istiyoruz. Bunu da yaratacağız. Adına seçicikurul denir, mütevelli heyeti denir. Ne dersenizdeyin. Üniversite bu seçici kurulu kendisiyaratacak. İsterse sanayi odasından biri alınsın,isterse belediye başkanı veya sivil toplumdanisimler. Bu heyet rektörü belirlesin. Rektör adayı ilegörüşecek, mülakata çağıracak. Adayın yönetimpotansiyelini değerlendirecek. Üniversiteyekatacaklarını şehre olan katkılarınıdeğerlendirecek. Daha sonra da isim belirleyipbizden onay alacak… Rahmetli İhsan Doğramacıseçim sistemi geldi diye istifa etmişti, çok haklıymış.Acilen seçim sistemi kaldırılacak.”

Açıktır ki, her an ve doğrudan şirketlerinihtiyaçlarına göre hareket eden bir üniversitemodeline bugün burjuvazi hiç olmadığı kadaryakındır. Günümüze değin eğitim paralılaştırılaraktüm yük öğrencilerin ve ailelerin omuzlarınayüklenmiş, ders müfredatları, çeşitli işbirlikleri veeğitim programları ile eğitim içeriği şirketlerinihtiyacına göre şekillenmiştir, diplomalardançıkarılan unvanlar ve toplam mesleki yeterlilikdüzenlemeleri ile üniversite mezunlarının çalışmakoşulları güvencesizleştirilmiştir. Bunlar bugünekadar sermayenin sözcülüğünü üstlenen YÖK verektörlükler aracılığıyla hayata geçirilirken, bugünartık burjuvazi doğrudan bulunacağı mütevelliheyetleri ile bu aracıları gereksiz hale getirmekistemektedir. Böylece tıpkı bir şirkette olduğu gibi,yasaların geçmesini beklemeden, dekanları iknaetmeden, üniversiteyi çeşitli işbirliklerine bağımlıhale getirmeden aldığı kararları bu kurullardandoğrudan hayata geçirecek üniversiteler ile arasındahiçbir aracı bırakmayacaktır. Bu haliyleüniversiteleri sermayenin AR-GE büroları halinegetirmek için dev bir adım atmış olacaktır.

Saldırıları birleşik ve militan bir

mücadeleyle karşılayalım!

Gelinen aşamada YÖK'ün, sermaye cephesi veonun temsilcisi AKP hükümetinin üniversitelerinkaderine dair planları nettir. Bu noktadan sonragençlik bu kapsamlı saldırı dalgasınıpüskürtebilmek için ne yapması gerektiğinibelirlemelidir. Önceliğimiz elbette ki birleşik vemilitan bir mücadele hattı olmalıdır. Herhangi birsiyasal özne tek başına bu saldırıyı ne durdurabilirne de geriletebilir. Hatta görünen o ki toplumun tümkesimlerinin desteğini almadan bile bununbaşarılması güçtür.

Diğer bir yandan ise gençlik nasıl bir üniversiteistediğini bugünden açık bir şekilde dilegetirebilmeli, söz-yetki-karar hakkını daha genelanlamda ise “özerk-demokratik üniversite” talebietrafında kitleleri toparlayabilmelidir. Bu kapsamdaatılacak her adım, yürünecek her yol gençliğingelecek ve özgürlük mücadelesinin sesi soluğuolacaktır.

Gelinen aşamada

YÖK'ün, sermaye cephesi

ve onun temsilcisi AKP

hükümetinin

üniversitelerin kaderine

dair planları nettir. Bu

noktadan sonra gençlik

bu kapsamlı saldırı

dalgasını püskürtebilmek

için ne yapması

gerektiğini belirlemelidir.

Önceliğimiz elbette ki

birleşik ve militan bir

mücadele hattı olmalıdır.

Page 18: EG 131. sayı

18

Geçtiğimiz dönem gençlik hareketi açısındanhareketli bir süreç yaşandı. Bu süreçte tartışılantalep “özerk-demokratik üniversite” idi. Burada butalep üzerine yapılan tartışmalara ilişkin cevapüretmeye çalışacağız.

Üniversitenin özerkliğinin ve demokratlığınınne olduğuna geçmeden kısaca üniversite nedir diyebaşlayalım. Üniversite kavramının ortaya çıkışı nezamana denk gelmiştir? Ortaçağ döneminde,kilisenin denetiminde dönemin ihtiyaçlarına uygunideoloji üretmek, ortaçağdaki düşünsel yaklaşımınve toplumsal yaşamın meşrulaşmasını veyaygınlaşmasını sağlamak için üniversitelerkurulmuştur. Dün olduğu gibi bugün deüniversiteler egemen sınıfın hakimiyetinde,egemen sınıfın ihtiyaçlarını giderme hedefiylevarlıklarını sürdürmektedirler. İçindebulunduğumuz kapitalist sistemde üniversitelerburjuva sınıfın hizmetindedir. Sermayenintahakkümündeki üniversiteler, sermayeninihtiyaçları doğrultusunda insan yetiştiren, “bilim”ve teknoloji üreten alanlardır.

Üniversiteler, sermayenin tahakkümüaltındayken özerklik nasıl sağlanabilir? İddiaedildiği gibi kapitalizm koşullarında özerklikimkansız mıdır? Son süreçteki sermayenin “maliözerklik” tartışması bizlerin bu talebiyükseltmesinin önünde engel midir? Sermayediktatörlüğü altında, 12 Eylül’ün mirası YÖK’üngölgesinde üniversiteleri demokratikleşme şansıvar mıdır? “Özerk-demokratik üniversite” talebineilişkin dar yaklaşımlarmücadele perspektifinede yansıyor.

“‘Özerk-demokratiküniversite’ istemi,burjuva demokratik birsiyasal reform istemidir.Siyasal reformistemlerini de elbettedevrimci bir tarzda elealmak ve devrimmücadelesine bağlamakgerekir. Burası açık.Fakat bu bize buistemin, “özerk-demokratik üniversite”isteminin, ancak veyalnızca devrim öncesiiçin bir anlam taşıdığınıbir an bileunutturmamalıdır. Buistemin kendi doğası,burjuvazininegemenliğinivarsaymaktadır.“Özerklik” istemi

burjuvaziye karşı, onun kaba, keyfi müdahalelerinekarşı bir anlam taşır. Burjuva egemenliğidevrildiği andan itibaren, bu istem bütün tarihsel-toplumsal anlamını yitirir. “Özerk-demokratiküniversite” yerini, özgür ve sosyalist üniversiteyebırakır ki, bu ikincisi birincisinden nitelik olarakbütünüyle farklıdır. Birincisi özerk-demokratiküniversite, sermaye egemenliği koşullarında,üniversitenin burjuva anlamda olabileceği en idealdemokratik biçim iken, ikincisi proletaryanıniktidarını ve sosyalist bir düzeni önkoşar.”(Devrim Gençlik Hareketi, II-Yeni dönemgençlik hareketi, Eksen Yayıncılık, 2. Basım, syf52-53)

Siyasal gençlik örgütleri ideolojik-programatikçizgileri, reform-devrim ilişkisine bakışlarını dabelirliyor. Bu ölçüde “Özerk-demokratiküniversite” talebine yaklaşımlarında da farklılıklaroluşuyor.

“…demokratik haklar mücadelesineküçümseyici yaklaşım nereden kaynaklanıyor? Budoğrudan demokrasi/sosyalizm, reform/devrimilişkisinin doğru ele alınamayışı ile ilgilidir. Küçükburjuva demokratizmine tepkinin de bir ürünüolarak, demokrasi ile sosyalizm sorunu karşıkarşıya konulabilmektedir. Açıktır ki, küçükburjuva demokrasisinin ufku “siyasaldemokrasi”yi elde etmekle sınırlıdır. Bu temeldeonun “özerk-demokratik üniversite” istemini temelbir şiar haline getirmesinde ve bunu gençlikyığınlarının önüne temel bir mücadele platformu

olarak koymasındaanlaşılamayacak bir şeyyoktur. Onların temelyanılgıları kendiperspektifleri ile ilgilidirve bizim eleştirimiz detam da bu noktadadır.Fakat bu perspektifieleştirmek hiçbir biçimde“özerk-demokratiküniversite” isteminiküçümsemeyi, ondanuzak durmayıgetirmemelidir. Butersinden vahim vebudalaca bir hatanınifadesi olur. Tüm sorunbu mücadeleyi dahageniş bir perspektifeoturtabilmek, yanidevrimci bir tarzdaformüle edebilmektedir.”(Devrimci GençlikHareketi, Demokrasimücadelesi ve “özerk-demokratik üniversite”şiarı, Eksen Yayıncılık,

“Özerk-demokratik üniversite” talebi

üzerine düşünceler

Z.İnanç

Komünistler, “özerk-demokratik üniversite”talebini demokrasi

sorununa ilişkin ilkesel

yaklaşımları temelinde

kavrarlar. Bu ölçüde de

“Özerk-demokratiküniversite” talebini kendiiçerisinde

amaçlaştırmazlar,

amaçlaştırmadıkları gibi

küçümsemezler de.

Çünkü sorun ekonomik,

akademik, demokratik

taleplerin kapitalizm

koşullarında gerçekleşme

imkanı değil, bu temel

talep doğrultusunda

gençlik yığınlarını

mücadeleye kazanmak ve

devrimcileştirmektir. Bu

ölçüde de “özerk-

demokratik üniversite”

devrimci mücdelenin yan

ürünü olur.

Page 19: EG 131. sayı

2. Basım, syf 160-161)Komünistler, “özerk-demokratik üniversite”

talebini demokrasi sorununa ilişkin ilkeselyaklaşımları temelinde kavrarlar. Bu ölçüde de“Özerk-demokratik üniversite” talebini kendiiçerisinde amaçlaştırmazlar, amaçlaştırmadıklarıgibi küçümsemezler de. Çünkü sorun ekonomik,akademik, demokratik taleplerin kapitalizmkoşullarında gerçekleşme imkanı değil, bu temeltalep doğrultusunda gençlik yığınlarını mücadeleyekazanmak ve devrimcileştirmektir. Bu ölçüde de“özerk-demokratik üniversite” devrimcimücdelenin yan ürünü olur.

Özerk üniversite üzerine…

Sermaye sözcüleri üniversiteleriözerkleştirmeye çalıştıkları iddiasındalar. Busöylemi gerekçe gösteren bazı siyasal gençlikörgütleri de, “Özerk-üniversite” talebinindeğiştirilmesi gerektiğini savunuyorlar. Ancak busavunuda unutulan bir nokta var: Sermayenin özerküniversitesi gençliğin özerk üniversite talebindeniçerik ve biçim olarak apayrı bir gerçeği ifadeediyor. Sermaye birçok durumda olduğu gibi butalepte de kavram kargaşası yaratıyor. Bu durumdayapılması gereken talepten vazgeçmek değil, ikiayrı talep arasındaki ayrımları anlatabilmektir.

Sermayenin bahsettiği “özerklik” maliözerkliktir. Üniversiteler, “mali özerklik” yoluyladöner sermayelerini oluşturup ihtiyaçlarınıkarşılamak zorunda bırakılacaktır. Sermayeninkaygısı üniversitelerin veya bilimsel araştırmalarınözerkleştirilmesi değil, eğitimi tümdenözelleştirmektir.

Üniversitelerin döner sermayelerini oluşturmakzorunda kalması ne demektir? Kapitalizmkoşullarında paralı eğitimin boyutlanması,üniversite-sermaye işbirliğinin güçlenmek zorundakalmasıdır. Üniversitelerin sermayenin kucağınaoturmak zorunda kalmasıdır. Zaten teknopark,teknokent, KOSGEB, Ar-Ge adı altındaüniversiteler şimdiden sermayenin hizmetindedir.Üniversitelerde, sütten savaş sanayine kadar birçokalanda araştırmalar yapılıyor ve böylelikle temelgiderlerin büyük bölümü karşılanıyor. Ancaksermaye ve hükümet daha da ileri giderek,kurulmuş bu ilişkiyi kurumsallaştırmakistemektedir. Nasıl ki eğitim kişinin kendi kişiselsorumluluğu olarak görülüyorsa, üniversiteler de“kaderlerine” terk edilmektedir.

Gençlik açısından ise özerklik, sermayesınıfının her türlü tahakkümünden bağımsız olaraküniversitelerin gençliğin ve emekçilerin yönetiminebırakılmasıdır. Doğal olarak da böyle birüniversite, sermayeyi üniversitelerden dışlamayıgerektirir. Bununla birlikte ise tüm eğitimgiderlerinin kamu kaynaklarından karşılanmasınıbir kural haline getirir. Dolayısıyla sermayenin“mali özerklik” adı altında üniversiteleriözelleştirme planı karşısında, gençlik üniversiteeğitiminin kamu fonlarıyla finanse edildiği, parasızbir kamu hizmeti olarak verildiği bir üniversiteister. Bu da tarafların özerkliğe birbirine zıtanlamlar yüklediği anlamına gelir.

Düzenin “demokratik üniversite”leri

Sermayenin sözde özerk ve demokratiküniversite projeleri içerisinde kafa karıştıran birbaşka hamle ise YÖK’ün kaldırılmasıdır. Plana

göre YÖK kaldırılacak ve yerine de mütevelliheyetleri işbaşına gelecektir. Bu bir düzenbazlıkörneğidir. Çünkü YÖK böylelikle bir temelmisyonunu gerçekleştirmiş olmaktadır. ÇünküYÖK, 12 Eylül darbesinin ardısıra baskıcı, faşistuygulamaları ile karşımıza çıkmış olsa da onundiğer bir misyonu da, sermayenin ekonomikihtiyaçları doğrultusunda üniversiteleri ve eğitimiyapılandırmaktır. YÖK'ün mütevelli heyetleriyleyer değiştirmesi, sermayenin üniversitelerüzerindeki denetimini artıracak en iyi biçiminhayata geçirilmesidir.

Diğer taraftan üniversitelerde anti-demokratikuygulamalar yoğunlaşarak devam ediyor. Polisinyetkisi arttırılıyor, üniversitelerde karakollarkuruluyor. Siyasal faaliyet yasaklanıyor, saldırılarauğruyor. Hakkını arayan, sözünü söyleyenöğrenciler soruşturmalara maruz kalıyor,üniversitelerden uzaklaştırılıyor, eğitim haklarıgasp ediliyor. Geçtiğimiz dönem yaşananhareketlilik sürecinde uygulanan polis terörü,İstanbul Üniversitesi’nde uygulanan OHAL, açılanyüzlerce soruşturma, öğrencilerin tutuklanması ileöğrenci gençliğin örgütlenme ve hak aramamücadelesi sindirilmeye, yok edilmeye çalışılıyor.

Akademisyenler de üniversitelerde söz hakkınasahip olmaktan mahrumlardır. YÖK’ününiversitelerdeki eli rektörlerin seçimine akademikkadronun küçük bir kısmı katılabilmektedir. Kaldıki bu da düzmece bir seçimdir. Son söz YÖKtarafından söylenmektedir. Düşüncelerini ifadeeden, hakkını arayan öğretim üyelerinin atamalarıdurduruluyor, soruşturmalarla, cezalarla karşıkarşıya kalıyorlar. Üniversite emekçileri bugöstermelik haklardan dahi yoksundurlar.Örgütlenme haklarına parvasızca saldırılıyor.

Komünistler, üniversitenin demokratik olmasınıtüm üniversite bileşenlerinin yani öğrencilerin,öğretim üyelerinin ve üniversite emekçilerininüniversite yönetiminde söz sahibi olması olaraktanımlarlar. Üniversitelerin demokratikleşmesi içinise YÖK’e ve YÖK düzenine karşı bir mücadelehattı oluşturmalıyız. Sermaye sözcülerinin,şirketlerin üniversite yönetimlerinde söz hakkınasahip olacakları düzenlemeleri çöpe atmalıyız.Üniversitelerin asli bileşenleri söz, eylem veörgütlenme hakkı bilinciyle, birlikte hareketettiklerinde üniversiteler özgürleştirilebilir. 19

Komünistler,

üniversitenin demokratik

olmasını tüm üniversite

bileşenlerinin yani

öğrencilerin, öğretim

üyelerinin ve üniversite

emekçilerinin üniversite

yönetiminde söz sahibi

olması olarak

tanımlarlar.

Üniversitelerin

demokratikleşmesi için

ise YÖK’e ve YÖK

düzenine karşı bir

mücadele hattı

oluşturmalıyız. Sermaye

sözcülerinin, şirketlerin

üniversite yönetimlerinde

söz hakkına sahip

olacakları düzenlemeleri

çöpe atmalıyız.

Üniversitelerin asli

bileşenleri söz, eylem ve

örgütlenme hakkı

bilinciyle, birlikte hareket

ettiklerinde üniversiteler

özgürleştirilebilir.

Page 20: EG 131. sayı

Kitle çalışmasında asgari bir başarı sağlanmasında

dinamizm ve tempo sorunu belirleyici bir yerde

duruyor. Belli özel durumlar veya dönemler

dışında, alanda politik bir rüzgâr estirilebilmesi

çalışmanın temposuyla doğru orantılı oluyor

çoğu zaman. Kitleleri kuşatan, onları

politik ablukaya alan ve organik

temasların kurulabileceği kanallar

açan bir çalışmanın temposu ne

kadar yüksek olursa etkileme gücü

de o kadar yüksek olacaktır. Zira

kitlelerin yaşadığı güven

sorununun aşılması ancak bu

sayede mümkün olacaktır.

Kaldı ki bu, çalışmanın ortaya

koyacağı iddia ile de dolaysız

olarak bağlantılıdır. Özcesi,

tempolu bir çalışma, doğal

bir sonuç olarak iddianızın

büyüklüğünü de göze

batıracak, bu da

kitlelere güven

vermede ve onların

güvenini kazanmada

önemli bir etken

olacaktır.

Genç komünistler olarak varlığımızı gösterdiğimiz tüm alanlarda şuveya bu düzeyde bir kitle çalışması yürütüyoruz/yürütmeye çalışıyoruz.

Toplamında henüz istediğimiz düzeyi, daha doğru bir ifadeyle, çeşitlivesilelerle ortaya koyduğumuz ihtiyaçlara yanıt verebilen bir düzeyi

yakalayamayan kitle çalışmamız, her alanda kendine özgü sorunlarlakarşımıza çıkıyor. Ne yazık ki, ne tek tek alanlarımızın ne de çalışmamızın

toplamının yaşadığı sorunlara çare olabilecek hazır reçeteler var elimizde.Zira öznel ve nesnel koşullara bağlı olarak değişebilen sorunların çözümü de

aynı koşulların etkisi altında şekilleniyor.Buna rağmen kitle çalışmamızın sorunlarını tartışmak, çözüm önerileri

sunmak ve tabi ki bunları pratikte sınamak önemli. Komünist hareketinyazınında konunun çeşitli yönleriyle birçok kez işlenmesine, gençlik yayınında

ise tartışmanın özel olarak alan özgülünde sahip olduğu öneme defalarca vurguyapılmış olmasına rağmen burada tekrar gündemleştiriliyor olması, sözkonusu

sorunun hala karşımızda duruyor olduğuna bir işaret sayılabilir. Kitle çalışmasındayaşadığımız sorunlara asgari bir çözüm üretemediğimiz koşullarda, tekrara düşmek

pahasına da olsa, bu sorunların tariflenmesini ve çözüm yolu tartışmalarını özel birbaşlık olarak gündemimizde tutmaya devam edeceğiz.

Konumuzun kendisini tartışmaya açmadan önce bir noktayı belirtmek gerekiyor. Buyazı, çalışmamızın sorunlarını genel planda ele alacak, yer yer tekil ve tali görülebilen

noktalara değinmeye çalışacak olsa da “üstten bir yazı” olma akıbetindenkurtulamayacaktır. Bundan ötürü de bir takım detayların aydınlatılmasında veya

genelleştirilemeyen bazı özgün sorunların çözülebilmesinde yeterli olmayabilir. Buyetersizliğinin giderilebileceği tek koşul da çalışmayı omuzlayan güçlerin konunun hem

genel hatları hem de kendi deneyimleri üzerinden irdelenmesi yönünde bir çaba içerisinegirmeleri, mümkün olduğu koşullarda bu çabanın sonuçlarını derleyerek bir yazı haline

getirmeleri ve bunu da yayın üzerinden paylaşıma açmaları olabilir. Böyle olduğu takdirde konuyaşanmışlıkların ve somut deneyimlerin üzerinden bizzat muhatapları tarafından tartışılmış olur ve

muhataplarından gelecek tüm paylaşımlar birleştiğinde eksiklikler kapatılabilir, konunun yarımkalan yanları tamamlanabilir. Tartışmaların yazılı biçimler ile sürmesi gelecekte de bir olanağa

dönüşecek, ileride konu ile ilgili yapılacak tartışmalar için anlamlı bir kaynak olacaktır. Bir kez daha kitle çalışmamızın sorunlarının tartışılmasının aciliyetine, sorunun kolektif bir tartışma

sürecine konu edilebilmesinin önemine, tüm güçlerimizin tartışmanın bir parçası olabilmesininyakıcılığına ve eldeki yazının bu açıdan içereceği olası eksikliklere değindikten sonra konuyu tartışmaya

açabiliriz.Kitle çalışması ve politika sorunu

Yarattığı etki ve sonuçları bakımından verimli sayılabilecek bir kitle çalışması yürütebilmenin ön koşulu alanahakim olmaktan geçmektedir. Bu yalnızca alanın fiziki yapısıyla da sınırlı değildir. Alana politik olarak hakim olmak

demek, fiziki bilgilerin yanısıra alanın politik anlamı ve atmosferi, mücadelede, özel olarak da gençlik hareketindetuttuğu yer, alan çalışmasının politik kapsamı, genel ve dönemsel hedefler gibi konularda da bir açıklığa sahip olmak

demektir. Tüm bunlar olmaksızın yürütülecek çalışmanın bir ayağı havada kalacaktır.Konuyla ilgili olarak herhangi bir taşra üniversitesi ile ODTÜ gibi bir üniversite örnek alınabilir. Herhangi bir taşra

üniversitesinden yükseltilecek mücadele anlamlı ve önemli olsa da hareket içerisinde ODTÜ gibi merkez bir roloynayamayacağı açıktır. Taşra üniversitelerinin tüm önemine karşın ODTÜ gibi bir üniversitede yaşanacak her gelişmegençlik hareketinde daha büyük bir etki yaratacak, deyim yerindeyse hareketin rengini belirleyecektir. İşte alanlar arasındakibu politik ayrım, çalışmaların güncel hedeflerini, bunun pratik karşılığı olacak yol ve yöntemleri de farklılaştırmaktadır.

Alana yönelik olarak ifade ettiğimiz hakimiyet sorunu çalışmasının kendisi için de büyük bir öneme sahiptir. Alana dairedinilen bilgilere yaslanarak özgün politika belirleyebilmek politik açıdan olmazsa olmaz bir yerde duruyor. “Güç olmadan20

Gençlik içinde

kitle çalışması üzerine

Page 21: EG 131. sayı

21

politika yapılamaz” karşı önermesinin tümbasıncına karşın, politika yapmadan güçolunamayacağı açıkça ortadadır. Gençlikçalışmamızın yakın dönemki seyri bir kez dahabu duruma işaret etmektedir. Zira biz kitlesellikölçütlerinden çok, politik niteliğimiz vesilesiylegençlik hareketi içerisinde yer tutmuş oluyoruz.Bizim için güç olmak, bir anlamda, politikayapabilme kapasitesi ile eşdeğerdir. Kitleçalışmamıza da bu gerçeğin aynasındanbakabilmek gerekiyor. Bu aynadan yansıyansaverimli, güç ve olanakların sonuçsuz kalacak birpratik koşturmaca içerisinde heba edilmediği birkitle çalışması için güncel ve gerçekliğe uygunpolitika belirlenmesi ile bunu belirleyebilmeninzorunlu koşulu olarak alan üzerindeki politikhakimiyetin önemi oluyor. İlk elden politikasorunun çözüldüğü koşullarda geriye, bupolitikalara uygun araç ve yöntemlerin(materyal, etkinlik vb.) belirlenmesi ve bunlarınpratikleştirilmesine kalıyor. Tempolu bir çalışma tarzı ve propaganda

çalışmasıKitle çalışmasında asgari bir başarı

sağlanmasında dinamizm ve tempo sorunubelirleyici bir yerde duruyor. Belli özel durumlarveya dönemler dışında, alanda politik bir rüzgârestirilebilmesi çalışmanın temposuyla doğruorantılı oluyor çoğu zaman. Kitleleri kuşatan,onları politik ablukaya alan ve organiktemasların kurulabileceği kanallar açan birçalışmanın temposu ne kadar yüksek olursaetkileme gücü de o kadar yüksek olacaktır. Zirakitlelerin yaşadığı güven sorununun aşılmasıancak bu sayede mümkün olacaktır. Kaldı ki bu,çalışmanın ortaya koyacağı iddia ile de dolaysızolarak bağlantılıdır. Özcesi, tempolu bir çalışma,doğal bir sonuç olarak iddianızın büyüklüğünüde göze batıracak, bu da kitlelere güven vermedeve onların güvenini kazanmada önemli bir etkenolacaktır.

Tam da burada ajitasyon-propagandafaaliyetinin önemini vurgulamak gerekiyor.Kitlelerin etrafına politikalarınızla yükselen birçeper örebilmeniz ajitasyon ve propagandafaaliyetinizin düzeyi ve sürekliliği ile ilgilidir.Bir öğrencinin kafasını her çevirdiği yerde sizedair bir şeyler görmesi ya da duyması veyaüniversite içinde zaman tükettiği hemen her

alanda sizi ısrarlabir şeyleranlatırkengörmesi, kişininhafızasındakiyerinizi süreklitazelemenizdemek olacaktır.Bu sayede, bugünolmasa bile kendigeleceği veözgürlüğü için birşeyler yapmayadoğru yöneldiğiilk anda üzerindeciddi bir etki sahibi olmuş olacaksınız. Bu,sermaye diktatörlüğü altında ezilen gençlikkesimleri harekete geçtiği zaman daha yakıcıolarak hissedilecek önderlik misyonunun hayatageçirilmesinde önemli bir avantaj olacaktır.

Elbette ki propaganda çalışmasının işlevibununla sınırlı değildir. Propaganda yalnızcageleceğe yatırım için yapılamaz. Gelecekyatırımı işin yalnızca bir yönü ve uzun vadedekarşılık bulacak kurgusudur. Propagandaçalışmasının güncel içeriği alanın politizeedilmesi olarak tariflenebilir. Alanda, itiş gücükitlelerin harekete geçirilmesi için kullanılacakpolitik bir rüzgar estirebilmek, yaygın vesüreklileştirilmiş bir ajitasyon-propagandafaaliyeti ile mümkün olmaktadır. Böylesi birpropaganda çalışması, kimi zaman, alana politikolarak ağırlık koyabilmenin ve etkiyaratabilmenin vesilesi olabilmektedir.

Burada ajitasyon-propaganda çalışmasıylailgili birkaç noktaya değinmekte fayda var.Bunlardan ilki, ajitasyon-propaganda faaliyetininkitle çalışmasının yalnızca alt bir başlığıolduğunu unutmamaktır. Tersi durumda, yaniçalışmanın ajitasyon-propaganda kısmınagerektiğinden fazla bir anlam ve misyonyüklendiği durumda, tüm çalışmanın ölçütü bualt başlığın yaratacağı sonuçlar üzerindenhesaplanmaktadır. Böyle olacağı ön kabulü ile deburaya özel bir ilgi duyulmakta ve olağandanfazla enerji harcanmaktadır. Bunun kaçınılmazsonucu da “materyal kullanımına sıkışançalışma” türünden değerlendirme ve şikayetlerinsıkça duyulur olmasıdır.

Oysa propaganda çalışması ve bu çalışmada

Gençlik içinde

kitle çalışması üzerine

Kitle çalışmasında

asgari bir başarı

sağlanmasında

dinamizm ve tempo

sorunu belirleyici bir

yerde duruyor. Belli özel

durumlar veya dönemler

dışında, alanda politik bir

rüzgâr estirilebilmesi

çalışmanın temposuyla

doğru orantılı oluyor

çoğu zaman. Kitleleri

kuşatan, onları politik

ablukaya alan ve organik

temasların kurulabileceği

kanallar açan bir

çalışmanın temposu ne

kadar yüksek olursa

etkileme gücü de o kadar

yüksek olacaktır.

Page 22: EG 131. sayı

22

kullanılacakmateryallerin durumuçalışmanın toplamkurgusu ve hedefleri ilebir bütünlüğe sahipolabilmelidir. Örneğinaraçlarından biri anketolan bir çalışmadakitlelerle temasnoktaları özelyüklenme alanlarıolacaksa veburalarda birebir

ilişki kurulması ve ilişkilerin güçlendirilmesihedefleniyorsa araç olarak tanımlanan o anketlerde bu hedefe uygun bir biçimde kullanılmalıdır.Böylesi bir kurguyla yürütülen çalışmadayapılan anketin sayısından çok birlikte çay içilipsohbet edilen, yani doğrudan ilişki kurulan insansayısına çubuk bükülebilir. Tersinden,propagandayı esas alan bir çalışma kurgusundada kullanılan afiş ve bildiri sayısı büyük birönem taşımaktadır. Kısacası, ajitasyon-propaganda çalışması belli bir kalıbadökülmemeli, alanın durumuna, güçlerimizintablosuna ve çalışmanın hedeflerine uygunolarak planlanmış bir alt başlık olarak elealınmalıdır.

Diğer bir önemli nokta ise, propagandaçalışmasının yeni ilişkilerin hareketegeçirilmesinde önemli bir olanak olduğudur. Birbiçimde ilişki kurulan ve mücadeleye katılmalarısağlanmaya çalışılan taze güçlerinkalıcılaşmasında bu faaliyetin önemli bir işleviolabilir. Kişinin durumunu gözeten, fakat onuhep ileri çekmeye çalışan bir çaba ile ajitasyon-propaganda çalışmasına katabilmek aradakiilişki düzeyini iki taraf için de güçlendiren birişlev görecektir. Kişinin emek harcadığı birçalışmayı daha çok sahiplenecek olması gibi bukonuda alacağı ileri ya da geri tutumlar durumunbizim cephemizden de netleşmesine ve tanımındaha sağlıklı yapılabilmesine yarayacaktır.Kitle çalışması ve örgütlenme sorunuÖrgütlenme ayağı kitle çalışmamızın en

sorunlu yanı durumunda bugün. Kitleçalışmasına dair buraya kadar söylediklerimizdeküçümsenmeyecek bir düzey yakalayabilmişolsak da iş örgütlenmeye gelince istediğimizsonuçları alamıyoruz. Bunun bizi aşan yanları davar kuşkusuz. Yine de sorunun bizdenkaynaklanan kısmını tartışabilmek ve çözülmesiyönünde daha hızlı adımlar atabilmek büyük birönem teşkil ediyor. Bir çalışma faaliyetinin enson ve en önemli ayağı, sonucu değerlendirmenoktasında en belirleyici noktası örgütlenmedir.Çünkü yapılan propaganda ve kitle çalışmasınınsonucunda örgütlenme noktasında alınan mesafebaşarının düzeyini gösterir. Diğer türlü başarılıolduğumuz diğer iki ayağı ne kadar iyi yapmayadevam edersek edelim yaptığımız işler, ortayakoyduğumuz çaba sonuçsuz kalmaktadır.

Bu sorunun çözümü de kalıplaşmış bir takımformüllerle olmuyor maalesef. Yine alana, hattakişiye özgü durumları gözden kaçırmamakgerekiyor. Çözüm de sorunla yüz yüze kalangüçlerin ve bu güçlerin kolektif iradesini

yansıtan ilgili örgütlerin elinde oluyor doğalolarak. Kişinin ya da kitlelerin ilgi veyeteneklerini belirlemek ve buna göre bir ilişkikurmak tümüyle kişinin/örgütün tespit veyönelimlerine kalıyor. Buradan ifade edeceğimizşeyler ise daha çok sorunu genel planda kesenbirkaç nokta olacaktır.

Örgütlenmenin ilk ayağı politik tutum vefaaliyetten geçiyor. Alandaki güçlü politikvarlığınız, hareketliliği ile göze batançalışmanız, çalışmayı yürüten güçlerin bunauygun bir tutum içerisinde olmaları kitlelerinilgisini üzerinize çekecektir. Bu bugün için dahadar bir kesimle, sola ya da sosyalizme sempatiduyan kesim üzerinde yaratılacak etki ilesınırlanabilir. Bugün için bunun anlaşılır yanlarıolacaktır. Ancak unutmamak gerekir ki bu da,örgütlenme sorununa gündelik çözümlergetirmenin yanında, yarının kitlesel gençlikhareketinin önderliğinde de önemli bir roloynayacaktır.

Örgütlenme sorunu üzerinden bir başkanoktaya daha vurgu yapmak gerekiyor. Açık kibugün gençlik kitleleri politik yönelimlerdenveya politik etkilenmeden doğru hareketegeçmiyor. Harekete geçen kitle üzerinde bununönemli bir payı vardır kuşkusuz ancak bugüniçin asıl belirleyici nokta sosyal ya da siyasalolarak doğrudan kurulan ilişkiler oluyor. Gençlikhareketinin yüzünü yükselişe döndüğü yönündeyaptığımız değerlendirmelerin çıkış noktası olanson dönemin gençlik eylemleri bunu tüm açıklığıile gösteriyor. Bu da her şeyden önce kitlelerlebirebir ilişki kurulabilecek kanalların açılmasıgerektiğine işaret ediyor. Propagandaçalışmasında bu noktaya dikkat edilmesigerektiğini belirtmiştik. Bundan ayrı olarakkişinin kendini ifade edebileceği, tartışabileceğive cevap alabileceği zeminler yaratmakgerekiyor. Bunun bir okur toplantısı mı, belli birgündem üzerinden örgütlenmiş bir forum mu yada başka biçimlerde kurgulanan herhangi biretkinlik mi olacağı alana göre değişkenlikgösterebilir. Ancak önemli nokta böyle birzeminin tüm alanlarda yaratılabilmesi oluyor.

Birebir ilişkilerin diğer biçimi sosyal olarakkurulan ilişkiler oluyor. Her şeyden önce sosyalilişkinin sıradan ilişki ile aynı şey olmadığısöylemek gerekiyor. Sıradan ilişkiler daha çokdevrimcilik öncesi yaşamdan kalan arkadaşlıkilişkileri veya aile bağları olurken sosyalilişkiler, tüm esnekliğine rağmen, politikyaşamda bir vesile ile kurulmuş ilişkilerdir.Tanımlardaki bu basit ayrımı en başta yapmakkişiler üzerinde harcanacak zaman ve emeğinsonucunda etkili olmasından dolayı önemli biryerde duruyor. Sıradan ilişkilere devrimcimücadelenin ihtiyaçlarının giderilmesinde birolanak olmalarından politik olarak daha genişanlamlar yüklemek, zamanın bu ilişkilerüzerinde heba edilmesi ve harcanan emektenbeklenen verimin alınamamasınınyorgunluğunun yüklenilmesi sonucunudoğuracaktır.

Politik faaliyetin aracılığı ile kurulan sosyalilişkilerle var olan bağı güçlendirmek ise dahaönemli bir yerde durmaktadır. Bu bağlar

Örgütlenme sorunu

üzerinden bir başka

noktaya daha vurgu

yapmak gerekiyor. Açık ki

bugün gençlik kitleleri

politik yönelimlerden

veya politik etkilenmeden

doğru harekete

geçmiyor. Harekete

geçen kitle üzerinde

bunun önemli bir payı

vardır kuşkusuz ancak

bugün için asıl belirleyici

nokta sosyal ya da

siyasal olarak doğrudan

kurulan ilişkiler oluyor.

Page 23: EG 131. sayı

gelişime de daha açık olmaktadır. Zira sizinledirekt olarak politik kimliğiniz vesilesi iletanışmış oluyorlar ve yaşamlarında politik olarakbir yere koyuyorlar. İlişkinin ileri çekilemediği,örgütlenilemediği olası durumlarda bile başka birdizi imkan sunabiliyorlar.

Sosyal ilişkileri örgütleme aşaması hayli zorbir süreçtir. Harekete geçmeleri için yalnızcapolitik faaliyet yetmiyor. Sosyal ilişkilerinizihayatın her alanında sarmanız ve her alandanmücadeleye çağırmanız gerekiyor. Bu da birlikteçay içmeniz, yer yer ev ortamını paylaşabilmenizve başka bir takım sosyal aktivitelerdebulunabilmeniz demek oluyor. Devrimciyaşamın yoğunluğu ve başka bazı zorunluluklarbunun önünde engel olabiliyor. Ancak yine de bualanı zorlamak, mümkün olduğunca ilişkilerlevakit geçirebilmek ve devrimcileşmelerineyönelik emek harcamak gerekiyor. Sosyalilişkilere gerekli ilgiyi gösterebilmek örgütlenmesorununun çözümünde olduğu gibi devrimciyaşamın darlaşmasının engellenmesinde de etkenoluyor.

Sosyal ilişkilerle hayatın her alanında bağkurabilmeyi vurguladığımız zaman dersleri debundan ayrı tutmuyoruz elbette. Derslere girmekbir yandan yeni ilişkiler kurabilmenin veya çevreçeper edinebilmenin olanağı olurken diğeryandan var olan ilişkilerin ya da daha genişanlamda kitlelerin kafasına düzen tarafındanyerleştirilen “bütün dertleri olay çıkarmak olanöğrenciler” imajının yıkılmasında önemli biryerde duruyor. Elbette bunu yaparken düzendenbir beklenti içerisine girmemek ya da böyle birbeklentinin hayallerini yaymamaya dikkat etmekgerekiyor. Burada derse girme tartışmasınıaslında öğrenci gençlik kitlesi ile bağ kurma,yaşamlarının dışında değil bizzat içinde olabilmeihtiyacı olarak görmek gerekir.

Bir başka önemli nokta davranış ve yaşambiçimlerimizdir. Sözkonusu sosyal ilişkilerimizlebirlikte iken, kaba bir tabirle, “rol yapmaktan”özenle kaçınmak gerekiyor. Kurulacak her türlüyapmacık ilişki, onların devrimci yaşamınsamimiyetine ve dürüstlüğüne olan inancınızedeleyecektir. Bu nedenle, sadece sözlerdedeğil davranış biçimlerinde de açık olabilmek,bunu devrimci yaşamın kendisine bağlayabilmekgerekiyor. Elbette ki bu, kişinin kendi devrimcikimliğiyle ilgili bir durum. Ancak genç komünistolmak bu konuda asgari bir düzeye de sahipolunduğu anlamına da gelmektedir.Yerel örgütlerin güçlendirilmesi sorunu

Kitle çalışmasının ilk ayağının politik tabloyayaslandığını söyledik. Bunun da politikhakimiyet ve politika yapabilmek anlamınageldiğini, kitle çalışmasının buradanyönlendirilmesi gerektiğini ve kitle çalışmasınınbelli biçimlerinin işlevlerini ve sorunlarınıtanımlamaya, çözüm önerileri sunmaya çalıştık.Bunların yanına yerel örgütlere vurgu yapmamakciddi bir eksiklik yaratır.

Yerel örgütlerin kitle çalışmasında önemli biryeri olduğunu belirtmeliyiz. Ancak bu önem tektaraflı değildir. Kitle çalışması ve yerel örgütlerarasında karşılıklı bir ilişki bulunmaktadır.Asgari bir çalışma düzeyi gösterebilen yerel

örgütler kitle çalışmasının seyrini veverimliliğini belirleyecek, kitle çalışmasınınsonuçları da yerel örgütlerin akıbetinibelirleyecektir. Yerel örgütlerin kitleçalışmasında tuttukları yer ve ikisi arasındakiilişki böylesi diyalektik bir bağ üzerindenanlaşılabilmelidir.

Yerel örgütler kitle çalışmasında önemli biryerde duruyor. Zira alana politik olarak hakimolabilmek, alana dair politika üretebilmek,çalışmanın hedeflerini, yönelimlerini, yol veyöntemlerini tanımlayabilmek yerel örgütlerinniteliği ile doğru orantılıdır. Bu saydıklarımızında kitle çalışmasındaki önemi göz önündealındığında yerel örgütlerin belirleyici yeri dahanet bir biçimde ortaya çıkıyor.

Tersinden kitle çalışmasında alınacak hermesafe yerel örgüte nicel güç katacağı gibi,deneyim, birikim vb. açılardan politik bir nitelikde katacaktır. Kitle çalışmasının yerel örgütleraçısından taşıdığı önem de kısaca böyletariflenebilir.

Kampanya dönemi

ve kitleselleşme sorunuBir süre önce duyurusunu yaptığımız

kampanya sürecimizde ilk adımları geridebırakmış bulunuyoruz. Geride kalan bu ilkadımların deneyimlerine yaslanarak kampanyave kitle çalışması birlikte tartışılabilmeli, heralan için somut hedefler konulabilmelidir.

Kampanya süreci, kitle çalışmamızınsorunlarının çözümünde belli mesafelerin katedilmesinde ve kitleselleşme sorunumuzunçözümünde önemli bir olanak anlamını taşıyor.Politik olarak en temel halkadan, gelecek veözgürlük sorunundan yakaladığımız hareket,geniş gençlik kesimlerini kesen, gençlikkitlelerinin doğal gündemlerinde yer alan birnitelik taşıyor. Tabanın iradesine ve enerjisinedayanan kurultayların örgütlenmesi hedefi debuna bir parça daha olanak katıyor.

Kitleselleşme sorunu yaşadığımız şudönemde tüm bu olanaklardan en iyi biçimdeyararlanabilmek, bizim için ciddi bir ihtiyacaçubuk bükmek demek oluyor. İlk olarak tümyönleriyle kitle çalışmasında belirli bir düzeyyakalayabilmek ve bunun kitleselleşme anlamınagelecek olan meyvelerini toplayabilmek,bununla bağlantılı olarak da yerel örgütlerigüçlendirmek, olmayan yerlerdeoluşturulmalarını gündeme almak önümüzdekidönemin içe dönükhedefleri olabilmeli.

Genç komünistlergençlik hareketinidevrimcileştirmenin veönderlik edebilmenin yanısıra içe dönük bu hedefleringerçekleştirilmesinde deazami bir çaba içerisinegirmelidir. Zira gençkomünistlerin toplamtablosunda gerçekleştirilecekileriye dönük her türlü gelişim,gençlik hareketinindevrimcileştirilmesi açısındanda önemli bir yerde durmaktadır.

Kampanya süreci, kitle

çalışmamızın

sorunlarının çözümünde

belli mesafelerin kat

edilmesinde ve

kitleselleşme

sorunumuzun

çözümünde önemli bir

olanak anlamını taşıyor.

Politik olarak en temel

halkadan, gelecek ve

özgürlük sorunundan

yakaladığımız hareket,

geniş gençlik kesimlerini

kesen, gençlik kitlelerinin

doğal gündemlerinde yer

alan bir nitelik taşıyor.

Tabanın iradesine ve

enerjisine dayanan

kurultayların

örgütlenmesi hedefi de

buna bir parça daha

olanak katıyor.

23

Page 24: EG 131. sayı

Tüm dünyada olduğu gibi bu topraklardada devrimci hareketin pek çok alanda olumlubir birikimi ve geleneği var. Ancak aynıgeleneğin uzaklaşmamız, aşmamız gerekenbirtakım yanları da var. Belki bunların enbeteri de sol içi şiddettir.

Şubat ayı sonu ve Mart ayında bir diziüniversite, Demokratik Yurtsever Gençlik ileTKP’li Öğrenciler arasındaki gerginliğe veçatışmalara sahne oldu. Bu yazı bu serihalindeki olaylar üzerine, yaklaşımımızı birkez daha ortaya koymak amacıyla kalemealındı. Kısaca özetleyecek olursak süreç şöylegelişti:

28 Şubat Pazartesi günü TKP’nin seçimbildirisindeki bir maddenin hakaret içerdiğigerekçesiyle, DYG bu bildirininkullanılmamasını talep etmiş, aksihalde müdahale edeceğinisöylemiştir. TKP’liÖğrenciler’in çalışmasınısürdürmesi üzerine DYG’liler TKPafişlerini indirmeye başlamış, buna maniolmak isteyen TKP’li Öğrenciler’e de şiddetkullanmışlardır. Ankara Üniversitesi CebeciKampüsü’nde gerçekleşen bu saldırıda 3TKP’li ağır yaralanmış, yaralanan gençlerdenbiri hayati tehlike geçirmiştir.

Daha sonra çeşitliüniversitelerde benzeri durumlaryaşanmış ancak bu kez tektaraflı bir saldırı değilkarşılıklı bir sol içi şiddet veçatışma halini almıştır.

Sol içi şiddet; daha önce de belirttiğimizgibi harekete dönük zerre kadar sorumlulukhisseden bir yapınınbaşvurmaması vekarşısında durmasıgereken, yanlış biryöntem.Devrimcimücadeleye pek

çok açıdan zararveriyor:

* İki sol grubun birbirine düşmesinin,sola/sosyalizme yakınlık duyan gençlerde, nebüyük bir güven sorunu ve hayal kırıklığıyaratacağını bir düşünelim. Üstelik alandakisol içerikli siyasal çalışmaların tümüne dezarar verecektir.

* Polise, idareye ve devlete eşi bulunmazbir provokasyon fırsatı verecektir. Bir yandanda üniversitede polisi kurumsallaştırmayaçalışanların ekmeğine yağ sürecektir.

Solun epeyce bir kısmının yaşanılanlarıuzaktan izlemesi ya da “biz taraf değiliz”demesinin anlaşılabilir bir yanı yoktur. Buaçıkça “bize de dönebilir, o yüzden iki solörgütün birbirlerini öldüresiye saldırmalarınaseyirci kalacağız” anlamına gelmektedir. Oysagörülmesi gereken şudur ki siyaset yasakçılığı,sol içi şiddet yaşandığı durumda tutumalmamak bir gün böyle bir saldırganlıkla karşıkarşıya kalma riskini büyütmektedir. Siyasetyasakçılığına tutum almak dayatmacı algıyıkırmak açısından temel bir sorumluluktur.Alanda siyasal varlık iddiasında bulunan vegençlik hareketine karşı sorumluluk hissedentüm siyasal özneler ortaya çıkan durumataraftır. Bilinmelidir ki bu algı ile hareketetmek tarafsız kalmak değil, sol içi şiddetibesleyen bir taraf olmaktır.

Tüm ilerici/devrimci güçlerin sol içişiddete ve siyaset yasağına karşı açıktan tavır

alması, yaşanılan olumsuzlukların önünegeçmeye çabalaması gerekmektedir.

Çatışmaların yarattığı fizikseltahribatın ötesinde harekete

zarar vermemesi içinuğraşmalıyız. Ve evet

gerektiğinde kendinibedenimizi siper ederekbirbirine saldıran iki solgrubun arasına girmelisol içi şiddete kesinlikleizin vermemeliyiz.Devrimci değerlereolan bağlılık tümgençlik örgütlerinin, soliçindeki sorunlarda

diyalog zemini içinçabalamasını gerektirir.

DYG ideolojik-siyasaldüzlemdeki bir yazının

hakaret içerdiğinidahi düşünse,buna yineideolojik-teorik

dilde yanıtvermelidir. Ötekitürlüsü eleştiriye olan tahammülsüzlüğü vedemokratik olmayan bir kültürün ortayaçıkmasına yol açar.

Siyaset yasağı, alan ve isim tekelciliği gibiyasaklar sol hareketin olumsuzalışkanlıklarındandır. Sol hareket bu olumsuzalışkanlığı ile yüzleşmeli ve daha kötüsonuçlara yol açmadan bunu artık tamamenaşmalıdır.

Ayhan Z. Tozkoparan24

Sol içi şiddet:

Yüzleşmeli ve aşmalıyız

Tüm ilerici/devrimci güçlerin

sol içi şiddete ve siyaset

yasağına karşı açıktan tavır

alması, yaşanılan

olumsuzlukların önüne

geçmeye çabalaması

gerekmektedir.

Çatışmaların yarattığı

fiziksel tahribatın ötesinde

harekete zarar vermemesi

için uğraşmalıyız. Ve evet

gerektiğinde kendini

bedenimizi siper ederek

birbirine saldıran iki sol

grubun arasına girmeli sol

içi şiddete kesinlikle izin

vermemeliyiz. Devrimci

değerlere olan bağlılık tüm

gençlik örgütlerinin, sol

içindeki sorunlarda diyalog

zemini için çabalamasını

gerektirir.

Page 25: EG 131. sayı

2525

“Seçimler dönemi

burjuva düzen partileri

için, hoşnutsuzluğu

büyümüş ve sorunlarına

çözüm arayışları

peşindeki kitleleri sahte

vaatler ve çözümlerle

aldatmanın, onları kendi

bağımsız güçleriyle siyasi

yaşama katılmaktan

alıkoymanın, parlamento

dışı sınıf mücadelesinin

önünü kesmenin bir

olanağıdır. Tersinden

devrimci sınıf partisi

içinse, parlamenter

hayalleri darbeleyerek

devrimci sınıf bilincini ve

mücadelesini

geliştirmenin temel

önemde bir fırsatıdır.”

Genel seçim tarihi 12 Haziran olarakbelirlenmiş durumda. Türkiye'de önemli bir oranasahip genç nüfus ve özelinde üniversite gençliğiise önemli bir oy potansiyeli olarak görülmekte vebu potansiyeli kazanmak için düzen partileriyarışmakta, türlü düzenbazlıklarabaşvurmaktadırlar. Bu genel seçimlerde de örneğinCHP'nin seçim programında yer alan çok sayıdasosyal reform vaadi arasında öğrenciye yurt, bursve öğrenim yardımı görülmektedir. Bu kapsamdaCHP yöneticileri düzenli bir şekilde öğrencilerlebuluşma toplantıları organize etmektedir. Bunakarşılık reformist sol da seçimlerde gençliğe“alternatif bir yol olma” iddiasıyla bilinçbulandırarak parlementonun yolunugöstermektedir.

Bu güçler içerisinde en dikkate değer çalışmayıyapan TKP'li Öğrenciler ise, “2 milyonüniversitelinin oyu tehlikede!” başlığıyla birkampanya yürütüyor. Kampanyada üniversiteöğrencilerinin sınav dönemi olması sebebiyle oykullanma sıkıntısı çekecekleri vurgulanarakokudukları üniversitelerde öğrenci kimlik kartlarıile oy kullanabilmeleri talebini öne sürüyorlar. Butaleple de YSK’ya başvuruda bulundular.

TKP’li Öğrenciler yaptıkları açıklamada“Türkiye genç bir ülkedir. Nüfusumuzun 3’te biriniöğrenciler oluşturmaktadır, bu toplamın yaklaşık 2milyonu üniversite öğrencisidir. Seçmen sayısınabakılacak olursa üniversite öğrencilerinin oyununtoplamı %5’lik bir oy oranını temsil etmektedir. Buoran siyasi dengeleri değiştirmekte önemli bir rolüolan gençliğin seçimlerde de önemli bir etkisiolacağı anlamına gelmektedir.” demektedir.AKP'nin seçimleri özellikle üniversitelerin açıkolduğu döneme denk getirdiği söylenmektedir.Ayrıca “Öğrenci kardeşlerimizi,‘boşvermemeye’,seçim takvimini takip etmeyeve anayasal bir hak

olan oy kullanma hakkını savunmayaçağırıyoruz” denilerek üniversite gençliği sandığaçağrılmaktadır.

TKP'li Öğrenciler'in de belirttiği gibi gençlik“siyasi dengeleri değiştirmekte önemli bir role”sahiptir. Ama bu rol, devrimci mücadeleyleolmuştur, yoksa seçimlerdeki oy sayılarıyla değil.Bu rol, Mahirler'in, İbolar'ın, Denizler'in burjuvasosyalizminden devrimci bir çıkışla kopuşunda,darağaçlarında canverişlerinde, düzenin tüm baskıve aldatmacaları karşında mücadeledegörülmektedir. Bunun için gençliği gücünüburjuva parlamenter denklemlere sığıdırmayaçalışanlar büyük bir yanılgı içerisindedirler. Tambir parlamenter bönlükle davranmaktadırlar.

Gençliğin “siyasi dengeleri değiştirmekteönemli rolü”nün seçim dönemlerinde açığaçıkması ancak onun bağımsız devrimci sınıfçizgisinde hareket etmesi ve seçim dönemlerini bubakış açısı ile değerlendirmesi ile olacaktır.

Devrimci sınıf çizgisinin tutumu ise şöyledir:“Seçimler dönemi burjuva düzen partileri için,

hoşnutsuzluğu büyümüş ve sorunlarına çözümarayışları peşindeki kitleleri sahte vaatler veçözümlerle aldatmanın, onları kendi bağımsızgüçleriyle siyasi yaşama katılmaktan alıkoymanın,parlamento dışı sınıf mücadelesinin önünükesmenin bir olanağıdır. Tersinden devrimci sınıfpartisi içinse, parlamenter hayalleri darbeleyerekdevrimci sınıf bilincini ve mücadelesinigeliştirmenin temel önemde bir fırsatıdır. Buçerçevede komünistler için seçim çalışmalarıtümüyle devrimci sınıf mücadelesine ilişkin genelhedef ve görevlere tabidir; onlar seçimatmosferinden, kitleleri devrimci hedeflerekazanmanın, onların birliğini, örgütlenmesini vemücadelesini bu doğrultuda geliştirmenin birolanağı olarak yararlanmaya bakarlar. Buçerçevede onlar kitlelerin karşısına düzeninyasallık cenderesine ve seçimlere uyarlanmışgüdük seçim platformları ve bildirgeleriyle değil,kendi bağımsız devrimci sınıf programlarıyla,bunun döneme uyarlanmış ve güncel devrimcigörevlere bağlanmış popüler açıklamalarıylaçıkarlar.” (Seçimler ve Devrimci SınıfÇizgisi’den parça..., Ekim, Sayı: 229, Eylül 2002,Başyazı)

İşte bundan dolayı TKP ve diğer reformistgüçler düzen partilerine karşı mücadele adınasandığı gösterirken, biz gençliğe devrimi vedevrimci mücadeleyi gösteriyoruz. “Çözüm neseçimde, ne mecliste, çözüm devrimde kurtuluşsosyalizmde!” şiarını yükseltiyoruz. Gençliğinsokaklara çıktığı ve devrim bayrağını yükselttiğikoşullarda da seçim oyunu bozulacak, devrimmücadelesi düzeni her bakımdan zorlayacaktır.

TKP'li Öğrenciler'in “2 milyon üniversitelinin oyu tehlikede!” kampanyası

üzerine...

Onlar gençliğin oy potansiyelinin,

biz devrimci potansiyelinin peşindeyiz!B.Bahar

Page 26: EG 131. sayı

Her kıtada direniş

Yunanistan: Yunanistan’da

kemer sıkmapolitikalarına karşıyine grev vardı.Çarşamba günü,eğitim ve sağlıksektöründekikısıtlamaları protestoetmek içinöğretmenler,doktorlar veöğrencilersokağa çıktı.Grevehastanelerdeçalışan doktorlarda katıldı.

Yapılan yürüyüşlerde işçi veemekçiler süresiz iş sözleşmesi talep ettiler ve hükümetin

okulları, hastaneleri birleştirmesini protesto ettiler.

Güney Kore: Güney Kore’deki Ulsan kentinde geçtiğimiz hafta Hyundai’de 1.

Numaralı işletmede çalışan 3 bin işçi iş bırakma eylemi gerçekleştirdi.İşçiler kendilerinin başka işletmelere gönderilme planlarına karşıçıkıyorlar. İşçiler grev yaparak yeni Veloster modelinin üretiminidurdurdular.

Avusturya: Geçtiğimiz cuma

günü Avusturya’nınGraz kentinde 10bin kişi militan birgösteridüzenlediler.Gösteridehükümetin kemersıkma programıprotesto edildi.YürüyüşePlatform 25grubu çağrı

yaptı.Protestocular “bizim ekmeğimizi ve

süreceğimiz yağımızı çalıyorlar ve kendi ceplerini dolduruyorlar”diye haykırdı.

Paraguay Paraguay’da toprak reformu için yürüyüş yapıldı. Yürüyüşe 5 bin

köylü katıldı. Köylüler Başbakan Fernando Lugo’nun seçimlerdeverdiği sözü tutmasını ve toprak reformu yapmasını talep ediyorlar.Hükümetin ekonomi politikalarının değişmesi gerektiğini savunanişçiler toprak ağalığı sisteminin kaldırılmasını istiyorlar. Köylülerprotestolarıyla toprakların uluslararası tekellere peşkeş çekilmesini deprotesto ediyorlar.

Fransa: Fransa’nın Strasbourg

kentinde GeneralMotors’da çalışanişçiler 28 Mart’tagreve gitti. İşçilerinbu grevi işyerindeartan baskılara,çalışmakoşullarınınağırlaştırılmasınakarşı gerçekleşti.İşçilerin grevegitmesine

gerekçe olan olay işyeri yönetimininişçileri işten atma planını açıklaması oldu. İşçiler kendilerine söz

verilen kazanılmış hakların yeniden geri verilmesini talep ediyorlar. Kamboçya:

Kamboçya’nın başkenti Pnom Penh’de pazartesi günü 1.000 işçiTack Fat tekstil fabrikasında greve gitti. İşçiler ödenmeyenücretlerinin ve tazminatlarının derhal ödenmesini talep ediyordu.Grevci kadınlara polis saldırdı. Saldırıda grev yapan kadınlara karşıelektrikli şok silahları kullanıldı. Birçok kadın yaralandı ve gözaltınaalındı.

Tekstil ürünleri imal eden Tack Fat işletmesi üç hafta önce iflasettiğini açıklamış ve böylece işçilere ödemesi gereken tazminatıödememişti.

İngiltere’de öfke sokağa taştıİngiltere’de emekçiler hükümetin sosyal yıkım planına karşı

görkemli bir eylem yaptılar. Başkent Londra'dayapılan eyleme yüzbinlercekişi katıldı.

Son yirmi yılın enbüyüğü olduğubelirtilen eylemiİngiliz İşçi SınıfıSendikaları Birliği(TUC) düzenledi.Eylem “İş, büyüme,adalet; alternatifleri için

Dünyadan haberler

26

Page 27: EG 131. sayı

yürüyün” sloganıyla gerçekleştirildi.Binlerce kişi ülkeçapında trenler ileLondra'ya ulaştı.

Öfkenin alanlara taştığıbu görkemli eyleminardından ise, bir grupLondra bankalara ve lükseşya satan mağazalara boyave molotof kokteyli attı.Kitleye polis gaz, tazyikli suve cop kullanarak saldıranpolis 200 kadar kişiyigözaltına aldı.

Uygulamaya sokulmak istenen sosyal yıkım planı içerisinde büyükbir işçi kıyımı da var. Öyle ki hükümetin yapacağı kesintiler ile 170bin yerel, 50 bin de hizmet sektöründe çalışan işçinin işten atılmasısözkonusu. Sendikalar bu planın yaklaşık 2,5 milyon kişiyietkileyeceğini belirtiyorlar.

Eylemle ilgili konuşan Unison Genel Sekreteri Dave Prentis,protestoya katılımın büyük olduğunu ve bunun sıradan insanlarınkızgınlıklarının göstergesi olduğunu söyledi.

Emperyalist saldırganlık

Savaş makinası saldırıyorEmperyalist savaş

makinası NATO’nun, 31 Martsabahı itibariyle Libya’dakiemperyalist saldırınınkomutasını fiilenüstlenmesinin ardındansaldırının ayrıntıları danetleşmeye başladı.Saldırıda işbirlikçi Türkdevleti de 7 savaş uçağı ve6 gemiyle rol alıyor.

Toplam 205 askeriuçak ve 21 askeri gemiyleyürütülen NATOoperasyonuna ABD 90

uçak ve 1 gemi, Fransa 33 uçak ve 1 gemi,İngiltere 17 uçak ve 2 gemi, İtalya 16 uçak ve 4 gemi ve Kanada 11uçak ve 1 gemiyle katılıyor.

Operasyona aktif katılan diğer ülkelerden Hollanda 7 uçak ve 1gemi, İspanya 6 uçak ve 2 gemi, Belçika ve Norveç 6’şar uçak,Danimarka 4 uçak, Yunanistan 2 uçak ve 1 gemi, Bulgaristan veRomanya 1’er gemi gönderdi. Operasyona önümüzdeki günlerdeözellikle gerici Arap rejimlerinden de katılım bekliyor.

Diğer yandan emperyalist saldırıya İsveç’ten de destek geldi. İsveçParlamentosu NATO komutasındaki uçuşa yasak bölge kararınakatılmaya onay verdi. 240 parlamenter “evet” oyu verirken, 18’i karşıoy kullandı, 5’i de çekimser kaldı.

Libya’da operasyonun komutasını devralmasının ardındanNATO saldırıları da başladı. Libya’dakioperasyonunun komutanıKanadalı Korgeneral CharlesBouchard 100’den fazla savaşuçağı ve 10’dan fazla fırkateynleoperasyonu başlattı. Bouchard,operasyonu devralmalarınınardından NATO uçaklarının90’dan fazla sorti gerçekleştirdiğinisöyledi.

Küresel 'savaş tanrıları' Libya'da'Savaş tanrıları olarak anılan en büyük savaş sanayi firmalarının

son bir haftalık hisse hareketlerine kısa bir bakış Libya saldırısınınsiyasi nedenleri yanında küresel kriz altında debelenenekonomilere soluk aldırdığı açıkça gözüküyor. Saldırıda NATOcephesinde yerini alan ülkelerden 6 firma saldırının ilk bir haftasıiçinde 2 milyar dolardan fazla para kazandılar.Bu şirketlerin enbüyüklerindenABD'li Boeing'in

hisseleri bu bir haftaiçinde %6,1 arttı vesadece 7 gündepatronları 400 milyondolar kazandı. Dahaönceden Kaddafi'ye deMirage uçaklarını satanDassault ise 324 milyondolar kazandı.

Fransa saldırılardakendi ürettiği silahlarıkullanırken, Kaddafi iseRusya ve Fransa üretimisilahları kullanıyor. Yani saldırı için de, savunma için de silahlar aynıüreticilerden alınıyor.

İşte bu silah şirketlerinden Boeing askeri uçak üretiminde liderken,EADS'nin cirosu 50 milyar doların üzerinde, United Technologies40'tan fazla ülkeye silah satıyor, Lockheed Martin ABD ordusununbelkemiği, Honeywell International önemli bir parça tedarikcisi,Northrop Gumamn dünyanın en büyük 200 şirketi içinde, GeneralDynamics, BAE Systems, Finmeccanica, Bombardier'in de cirosu 20milyar doların üzerinde.

Kapitalizm tehdit ediyor

Japonya'da nükleer felaket büyüyor

Deprem tehlikesine karşın insanların can güvenliğine verilen önemile öne çıkan Japonya'da yaşanan son felaket ardından felaketderinleşiyor. Deprem ve tsunami tehdidine karşın üretiminde sakıncagörülmeyen Fukushima Nükleer Santrali korku saçmaya devamediyor. Günlerdir dünyayı tehdit eden santralin betonunda oluşançatlaktan okyanusa radyosyonlu sızıntısı sürüyor. Santralin soğutmaişlemlerinde kullanılan bu su son derece yüksek oranda radyasyoniçerirken okyanusa karışan su ardından yapılan ölçümlerde sonuçlarölümcül bir düzeye işaret ediyor.

Çernobil'den de kötü

Süren gözlemler sonucunda görülüyor ki Fukuşima'da yaşananlar'86 Çernobil Faciası'ndan da kötü. Çernobil'den sonra nükleerkarşıtlarına katılan nükleer uzmanı Natalia Mionova'nın da ifadeleri

gösteriyor ki, sadece tekreaktörü arızalananÇernobil 'de herşey ikihafta sürerkenJaponya'da dört reaktörçok kötü durumda ve3. hafta bitmeküzereyken dünya dahabüyük bir yıkımıyaşamaya başladıbile.

2727

Page 28: EG 131. sayı

28

Sermaye düzenin tüm

saldırı ve katliamlarına

karşı direnen Kürt

halkının haklı ve meşru

mücadelesine destek

vermek, gelecek ve

özgürlük talebiyle

kavgaya atılan gençlik

hareketi için ertelenemez

bir görev ve

sorumluluktur. Bunun en

somut karşılığı da

Newroz alanlarını

doldurmak, Kürt halkıyla

beraber Newroz’da

yakılan direniş ateşini

harlamaktır.

Kürtçe’de “yeni gün” demek olan Newroz,bugün bu anlamını fazlasıyla aşmış, hem tarihselhem de siyasal olarak kelime anlamından öteanlamlar yüklenmiş bulunuyor. Newroz,“Teslimiyet ihanete direniş zafere götürür” diyenve faşizmin karanlığını bedeninde yaktığı ateşleyaran Mazlum Doğan’ın mücadele tarihinekazındığı, Kürt halkının direnişinin ve özgürlükmücadelesinin simgesi haline gelen bir gündürartık.

Newroz’un mitolojik öyküsü

Newroz’un otaya çıkışı üzerine çeşitli hikâyeleranlatılır. Ancak bugün bunlardan en fazla kabulgöreni M.Ö. VI. yüzyılda yaşandığı rivayetedilenidir. Rivayete göre, sözkonusu yıllardazalimliği ile halkına kan kusturan bir Asur kralıyaşar. Bir gün, Dehaq (ya da Dahhak vb…)adındaki bu kralın omuzlarında çıbana benzeryaralar çıkar. Dönemin doktorları bu yaralarıngeçmesi için her gün iki gencin beynini ezereküzerlerine sürmesini söylerler. Dehaq da dedikleriniyapar ve hergün halkın içinden toplattığı iki gencinbeynini bu yaraların üzerine sürer.

Dehaq krallığının zalimliği altında zatenfazlasıyla ezilen halk, artık gençlerini de Dehaqzulmüne yem etmenin ağırlığını yaşamaktadır. 17oğlunun Dehaq’a merhem olması karşısında kininibüyüten Kawa adındaki demirci, sıra son oğlunageldiğinde Dehaq’ın zulmüne karşı koyar ve isyaneder. Saraya giderek Dehaq’ı çekiç darbeleri ileöldürür. Zalim Dehaq’ın ölümünü halka habervermek için de dağda büyük bir ateş yakar. 21 Martgünü yakılan bu ateş ezilen halkların zulme karşıdirenişinde bir simge olmuştur. Rivayet odur ki,Demirci Kawa zaferi simgelemek amacıyla sarayasarı, kırmızı ve yeşilden oluşan işçi tulumunu asar.Bu da yüzyıllar süren bir geleneğe, Kürt halkınınözgürlük mücadelesinin renklerine dönüşmüştür.

Newroz’un tarihsel anlamı

Önceleri daha kapalı ve dar biçimlerde kutlananNewroz, 1980 yılında, 20’yi 21’e bağlayan bir Martgecesinde tarihsel bir dönüm noktası yaşamıştır.Kürt halkının devrimci önderlerinden MazlumDoğan, Diyarbakır Zindanı’nda yaşanan baskılarave kötü koşullara karşı bedenini ateşe vermiştir.Mazlum Doğan’ın eylemini Newroz günügerçekleştirmesinin ayrı bir önemi de vardır. Kürthalkının özgürlük mücadelesine adadığı bedeniniNewroz günü tutuşturarak Newrozlar’ın artıksıradan bayramlar olarak değil, Kürt halkının eşitlikve özgürlük iradesinin gösterildiği büyük eylemlerolarak kutlanmasını istemiştir.

İzleyen yıllarda Kürt halkı Mazlum Doğan’ın bu“vasiyetini” yerine getirdiğini göstermiştir. Kitleselolarak yapılan Newroz kutlamaları Kürt halkının

direnişinde önemli bir yer tutmuştur. Özellikle '92Newroz’u, bu açıdan, Kürt halkının eşitlik veözgürlük mücadelesindeki tarihi yerini almıştır.

Kürt halkının bu “Newroz tutkusu” karşısındasermaye devleti de boş durmamış, Newroz’u siyasalanlamından uzaklaştırabilmek için çabalamıştır.Newroz’u “Türki cumhuriyetlerin baharı karşılamabayramı” olarak kutlamaya başlamıştır. Hatta“Nevruz” adını vererek devlet erkanının katıldığıkutlamalar organize etmiştir.

Ancak her şeye rağmen Newroz, bugün de Kürthalkı için kendi taleplerini dile getirdiği ve onlarasahip çıkma iradesi gösterdiği bir isyan, direniş vemücadele günü olmaya devam etmektedir.

Newroz’un güncel önemi

Kürt halkına yönelik olarak uygulanan imha,inkar ve asimilasyon saldırıları bugün de devametmektedir. Kürt halkının on yılları bulan direnişiezilmeye çalışılmakta, her vesileyle dile getirdiklerieşitlik ve özgürlük talepleri silah, tank ve bombasesleri ile boğulmaya çalışılmakladır.

Öte yandan açılım adı altında Kürt halkınındüzene olan öfkesi dizginlenmek istenmektedir.Kürt halkının çetin mücadeleler ve nice bedellerlekazandığı bir takım haklar düzenin lütfu gibisunulmakta, böylelikle Kürt halkı ehlileştirilmeyeKürt hareketi de tasfiye edilmeye çalışılmaktadır.

Ancak sermaye düzeninin, devletinin vehükümetinin açılımlarla Kürt sorunu karşısındagösterdiği ikiyüzlü tutumun maskesi, son aylardatümden tuz buz olmuştur. Açılım aldatmacasının enyoğun olarak dillendirildiği zamanlarda bile neKürt halkı üzerindeki baskı ve devlet terörübitmiştir ne de en meşru talepleri karşılanmıştır.Kürdistan’da fiili olarak hayata geçirilen iki dilliyaşam karşısında sermaye düzeni tümkurumlarıyla/siyasi partileriyle saldırgan yüzünügöstermiş, tehditler savurma konusunda yarışatutuşmuştur.

Kürt halkının Newroz’u geride bıraktığı,demokratik çözüm çadırları ve sivil itaatsizlikeylemleri gerçekleştirdikleri şu günlerde yenilerigün yüzüne çıkan toplu mezarlar, sermaye düzeninKürt halkının haklı ve meşru direnişi/mücadelesikarşısındaki tahammülsüzlüğüne yeni kanıtlareklemiştir. Sermaye düzenini Kürt halkınagöstermekten geri durmadığı faşizan yüzü ve onyıllardır sürdüğü kirli savaşı tüm bunlarla kendisinitekrar tekrar gündeme taşımaktadır.

Sermaye düzenin tüm saldırı ve katliamlarınakarşı direnen Kürt halkının haklı ve meşrumücadelesine destek vermek, gelecek ve özgürlüktalebiyle kavgaya atılan gençlik hareketi içinertelenemez bir görev ve sorumluluktur.

Newroz isyandır,

isyan özgürlük!

Page 29: EG 131. sayı

29

Son dönemde Ortadoğu ve Kuzey Afrika'dayaşanan halk ayaklanmaları emperyalistdevletlerin bölgedeki egemenliğini sarsmıştı.Bundan dolayı emperyalist haydutlar yenikatliamlar için yola koyuldular.

Tunus'ta işsiz bir gencin karanlığa ışık olantutuşturduğu bedeni birçok ülkede yankısınıbulmuştur. Bunun üzerine bir çok ülkede ardıardına direnişler başlamış ancak öncü bir örgütüneksikliğinden kaynaklı bu direnişler sistemedeğil, sadece diktatörlere karşı gerçekleşmiştir.İşçi ve emekçilerdeki hak alma mücadelesiemperyalistlerin de bölgedeki planlarını sarsmış,yıllardır bir piyon olarak kullandıkları diktatörlerbirbir yıkılmaya başlamıştır. Bu direnişlerdenbirisi de Libya'da gerçekleşmiştir. Libya'dagerçekleşen bu direniş Kaddafi tarafından kanlabastırılmaya çalışılmıştır. Bunun üzerine sözdehalkların koruyucusu olan NATO yeni katliamlarve 'özgürlük alanları' yaratmak için acil toplantıçağrısı yapmıştır.

Emperyalistlerin planı açık!

Emperyalist haydutların neyin peşindeoldukları ortadadır. Emperyalistlerin veişbirlikçilerin tek derdi, Libya petrolleri üzerindetam denetim kurmaktır.Emperyalistler bugünekadar arkasında durdukları diktatörlerin yıkılmayabaşlaması ile sarsılan düzenlerini korumaya vekendilerini temize çıkartmaya çalışıtılar. YineOrtadoğu’daki tüm baskıcı rejimlerin, işsizliğin,yoksulluğun arkasında da onlar var. Bu nedenleemperyalistler her ne kadar “insani yardım”götürdüklerini söyleseler de buna primverilmemelidir. Bugüne kadar Libya'dagerçekleşen her türlü katliama, işçi ve emekçilerinsömürülmesine izin verenler bu sisteminarkasında duranlar bugün emekçilerin gözündekoruyucu melekler olarak görülmemelidir. Bizlerbiliyoruz ki Emperyalizm çıkarı olmadıkça biryere müdahale etmez. Irak'a girerken özgürlükgötürdüğünü söyleyen emperyalistler burada yinefaturayı işçi emekçilere çıkartmıştır. Binlerceinsan katledilmiştir. Ancak emperyalizme karşıhalkların büyüttüğü mücadele ABD için Irak'ı birbataklığa çevirmiştir. Yine Lübnan veAfganistan'daki direniş ruhu emperyalistlerinalnında bir mermi gibi patlamıştır.

Haydutlar bir kez daha

İstanbul'a gelecek!

Böylesi bir süreçte ise G-20 zirvesi İstanbul'datoplanacak. ABD, Hindistan, Japonya, Brezilya,Rusya, Almanya, Arjantin, Fransa, SuudiArabistan, Meksika, Güney Afrika, BirleşikKrallık, Güney Kore, İtalya, Çin, Kanada,Avustralya, Endonezya, Türkiye, AB’den oluşan

G-20’nin İstanbul konferansının anagündemlerinin “artan enerji ve gıda fiyatları”olacağı ifade edildi. Süregelen kapitalist krize çarearamak için son dönem toplantı periyotlarınısıklaştıran G-20 üyelerinin İstanbul’da yenistratejilerini gözden geçirecekleri ve emekçileredönük bir dizi saldırı hamlesini masayayatıracakları biliniyor. Kapitalizmin son dönemdeyaşadığı krize kalıcı bir çözümbulunamayacağının bilinmesine rağmen sermayeiktidarları bu krizi kendi lehlerine nasılkullanabileceklerini tartışacaklardır. Bununsonucunda ise işçi ve emekçilere ağır faturalarödetilmek istenecektir. Krizi yaratan kapitalistlerkrizin yükünü bir kez daha işçi emekçilereyıkmanın peşindedirler. Kapitalizmin kriziderinleşirken ve Ortadoğu, enerji kaynakları içinemperyalist haydutlar tarafından işgal edilirken G-20'nin İstanbul'da toplanması oldukça manidardır.

Emperyalizme ve Kapitalizme karşı

mücadeleden başka yol yok

Bizleri geleceksiz bırakan bu sisteme karşı tekkurtuluş yolumuz örgütlü mücadeleyiyükseltmektir. Emekçi halklar ise özgürlüğünükazanmak için emperyalistlere ve işbirlikçilerinekarşı birleşik direniş bayrağını yükseltmelidir.Bugün bizlere düşen görev ise kapitalizme veemperyalizme karşı mücadeleyi yükseltmekemperyalist haydutlara bulundukları alanları daretmektir.

Emperyalizm halkları katletmeye devam ediyor

Emperyalist haydutlara

dünyayı dar edelim!

Bizleri geleceksiz

bırakan bu sisteme karşı

tek kurtuluş yolumuz

örgütlü mücadeleyi

yükseltmektir. Emekçi

halklar ise özgürlüğünü

kazanmak için

emperyalistlere ve

işbirlikçilerine karşı

birleşik direniş bayrağını

yükseltmelidir. Bugün

bizlere düşen görev ise

kapitalizme ve

emperyalizme karşı

mücadeleyi yükseltmek

emperyalist haydutlara

bulundukları alanları dar

etmektir.

Page 30: EG 131. sayı

30

Kuzey Afrika’da başlayan Ortadoğu’ya yayılanayaklanmalar işçi ve emekçilere umut kaynağı oldu.Tunus ve Mısır’da onyıllardır başta olan diktatörlerindevrilmesi ayaklanmaların başka bir noktayagelmesini sağladı. Mücadele dalga dalga yayılarakdiktatörlükleri sarsmaya devam ediyor. Yemen veBahreyn’deki ayaklanmalarla diktatörler tehditaltında. Ürdün, Fas, Cezayir, Lübnan, Filistin,Suriye, Suudi Arabistan da sokakların sesine tanıklıkediyor.

Bu hareketlilik içerisinde Libya kritik birmücadele sahası haline geldi. Çünkü Libya’dagelişen mücadele Kaddafi rejiminin zorbalığıyla içsavaşa dönüştü. Bunu fırsat bilen emperyalist güçlerde ayaklananların burjuva siyasal güçlerin inisiyatifiele almasıyla birlikte devreye girdiler. Biroldubittiyle “insani yardım” kılıfı altında Libya'yaaskeri harekat başlatarak saldırıya geçtiler. Tümüylegerici egemenlik ve yağma uğruna gerçekleştirilenbu saldırıda en büyük suç ortağı da Türk sermayedevleti ve onun icra organı AKP hükümeti oldu.Başlangıçta NATO'nun Libya'da ne işi var diyenler,ülke topraklarını saldırının ana üssü yapacak kadaralçaldılar.

Libya tarihine kısa bir bakış

Bir Arap ülkesi olan Libya, Afrika’nın kuzeyindeAkdeniz kıyısında bulunmaktadır. Tunus, Mısır,Cezayir, Sudan, Çad ve Nijer ülkelerine sınırkomşusudur. Libya ismi, ülkenin asıl yerlileri olanBerberiler’in kullandığı Lebu sözcüğünündönüşmesiyle bugünkü halini almıştır.

Tarihsel verilere baktığımızda antik çağlardanberi Libya toprakları Fenikeliler, Kartacalılar, Büyükİskender'in orduları, Ptolemaus hanedanı veRomalılar’ın hakimiyeti altında olmuştur. 647 yılındaArap İslam Orduları’nın Libya’ya girmesiyleBizanslılar mağlup edilmiş ve islam hakimiyeti altınagirmiştir. Bu yıllardan sonra tekrardan hristiyanlığınegemenliği altına girmiştir. 16. yy’dan itibarentamamen Osmanlı’ya bağlanmış, Osmanlı toprağıolmuştur. Osmanlı’nın dağılma döneminde olduğu1911 yılında İtalya tarafından işgal edilene kadar daböyle sürmüştür. Trablusgarp Savaşı’nın sonrasındayapılan Oshy (Oşi) Anlaşması ile Libya’daki fiiliOsmanlı hakimiyeti sona ermiştir.

İtalyan sömürgeciliğine karşı Ömer Muhtartarafından direniş hareketi başlatılmıştır. İkinciDünya Savaşı’ndan sonra bölge Fransa veİngiltere’ye bırakılmıştır. Libya, 1951 yılındabağımsızlığını ilan etmiştir.

Kaddafi’nin iktidara geliş hikayesi…

Libya, 1951 yılında bağımsızlığını ilan ettiktensonra Şeyh İdris kral ilan edildi. 1969 yılındaordunun genç subaylarından Muammer Ebu MinyarAl-Kaddafi bir grup subayla birlikte Kral İdris’ekarşı bir darbe gerçekleştirdi. Monarşi sona erdirilip

Libya Arap Cemahiriyesi kuruldu. Kaddafi,sosyalizmi ve İslamı sentezlediğini iddia ettiği ve“Üçüncü Evrensel Teori” diye nitelendirdiği birburjuva reformist çizgide ilerledi.

Kaddafi, darbeden sonra denetimi ele geçirenDevrim Komuta Konseyi’nin başkanlığına getirildi.1970’den itibaren başbakanlık ve savunma bakanlığıgörevlerini de üstlendi. ABD’nin ve İngiltere’ninülkedeki askeri üsleri kapatıldı. Bütün yabancı ban -kalar ve petrol işletmeleri kamulaştırıldı.

Kaddafi, kuracağı ülkenin yönetim biçimini YeşilKitap’ında halkın yönetime doğrudan katılacağı, halkmeclislerinin oluşacağı şekilde tariflemektedir.Görünürde mevcut olan halk meclislerine katılanlarseçimle değil verilen direktiflerle belirlenmiştir.Kaddafi, yeni yönetim biçimini sosyalizm sosunabulandırarak anlatmış olsa da gerçekte bu, petrolgelirlerinin bir kısmının halka dağıtıldığı, karşılğındada ülke kaynaklarının Kaddafi ailesinin elindebiriktiği bir gerici rejim olmuştur.

Emperyalist saldırganlığa ve suç

ortaklığına karşı mücadeleye!

2007’nin sonuyla birlikte etkisi artan kapitalizminyapısal krizi en çok Ortadoğu ülkelerini vurdu.Kapitalistler krizden kurtulmak için sömürüyüartırırken açlık, yoksulluk daha görünür kılındı.Avrupa işçi ve emekçilerinden grevler ve isyanlarlaaçığa çıkan tepki Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da halkayaklanmaları olarak yaşanıyor.

Libya halkı da Kaddafi’nin 42 yıllık iktidarınabaşkaldırdı. Sokaklara dökülen halk militan eylemlergerçekleştirdi. Kaddafi diğer diktatörlerden farklıolarak ayaklanmayı kanlı bir şekilde bastırmayaçalıştı. Diktatörlüğü süresince kendisine bir servetyaratan Kaddafi saltanatından kolay kolayvazgeçemedi. Libya’daki halk ayaklanmalarınıngeldiği boyutta, belli bölgelerde yönetimin fiiliolarak halk milislerin ele geçmiş olması sadeceKaddafi’nin değil emperyalistlerin korkusunubüyütmüş oldu. Libya’da hakimiyetlerininsarsılmasından dolayı savaşı başlattılar.

Kaddafi’nin azgınca saldırısı bahane gösterilerek“insani yardım” adı altında 19 Mart’ta NATO eliyleemperyalist savaş başlatıldı. Irak işgalinin 8.yıldönümünde Libya’ya da bombalar yağdırılmayabaşlandı.

İzmir’de NATO üssünün, ülke topraklarının, havasahasının emperyalistler tarafından kullanılmasınaizin verilmemelidir. Bu gerici ittifakta misyonunuüstlenen sermaye devletinin ve AKP hükümetininsahte açıklamalarla giriştikleri suç ortaklığına karşıdurulmalıdır.

Libya’ya ve Ortadoğu’ya dönük emperyalistlerinsaldırganlık planlarını bozmak için işçiler, emekçiler,gençler ve ezilen halklar gücünü birleştirmelidir.

Emperyalistler ve suç ortaklarına karşı

mücadeleyi büyütelim!

İzmir’de NATO

üssünün, ülke

topraklarının, hava

sahasının

emperyalistler

tarafından

kullanılmasına izin

verilmemelidir. Bu

gerici ittifakta

misyonunu üstlenen

sermaye devletinin ve

AKP hükümetinin

sahte açıklamalarla

giriştikleri suç

ortaklığına karşı

durulmalıdır.

Page 31: EG 131. sayı

Depreme hem teknolojik düzey hem de bilinç açısından enhazırlıklı ülke olan Japonya'da yaşanan 9 şiddetindeki depremleortaya çıkan tablo, kapitalizmin yol açtığı felaketi gözler önüne serdi.Deprem ve hemen ardından yaşanan tsunami ile birlikte ülkeninyüzde 20'si zarar gördü, 520 bin civarında kişi tahliye edildi, ölü vekayıp sayısı 11 bini geçti. Fukuşima Nükleer Santrali'nde yaşanannükleer felaketle ortaya çıkan radyasyon ise başta Japonya olmaküzere tüm dünyayı tehdit ediyor.

Japonya'da yaşanan deprem ve tsunaminin ardından gerçekleşennükleer felaket, kapitalist sistemde kar hırsıyla doğaya yapılanmüdahaleler sonrasında alınan önlemlerin, insanlığı doğalfelaketlerden kurtarmaya yetmeyeceğini göstermiş oldu. Japonya'nındeprem ve doğa felaketleri karşısındaki hazırlıkları, ulusal veuluslararası sermayedarların kar hırsının altında bir hiçe döndü.

Depreme karşı önlem konusunda tüm dünyaya örnek olanJaponya'da nasıl oldu da Fukuşima Nükleer Santrali'nin fay hattıüzerine kurulmasına izin verilmişti? Depremden sonra radyasyonasebep olan nükleer yakıt çubuklarının ısı yaymasının engellenmesiçok mu zordu? Bu soruların cevapları bize Japonya hükümetinindeprem bilincini, sermayenin talepleri ve ihtiyaçları sözkonusuolduğunda bir kenara bırakabildiğini, sermayenin ise gözünükırpmadan tüm dünyayı etkileyecek bir felaketi engelleyecekönlemleribir kenara ittiğini gösteriyor.

Japon Komünist Partisi ‘Nükleer dosya’sından sorumlumilletvekili Hidekatsu Yohsii Fukuşima Nükleer Santrali'nin çokuluslu operatör şirketi olan Tepco'nun yaşanan nükleer felakettekisorumluluğunu şöyle açıklamakta: “Tepco bize hep yavaş bilgiveriyordu. İçerde ya da diğer deyişle reaktörde radyoaktif buharbırakmayı zorunlu kılan basınç yükseldiğinde, anormal radyoaktivitedüzeyi fark edileceği korkusuyla, hiçbir şey yapmama ve söylememeyoluna gittiler. Radyoaktif buharın üst sınıra çıkmasına izinvermelerinin nedeni budur. Bu ise reaktörlerdeki patlamalara nedenoldu. Başından beri Tepco, soğutma sistemlerindeki arızayı örtbasetmeye çalıştı. İkinci sorun, şirketin yakıt çubuklarını soğutmak içindeniz suyu enjeksiyonu yapmakta tereddütlü davranmasıdır, zira buişlemin yakıt çubuklarını kullanılmaz hâle getireceğindenkorkuyorlardı. Tepco’nun sessizliği ve tüm bu aşırılıkları kârlılıksaplantısıyla açıklanabilir. Her kazada halka yalan söylediler. Ama

bu defa kurtuluş yok. İşletmenin sorumluluğu apaçık ortada.”(kaynak: solküre / 20.03.11)

“Biz Japonlar'dan daha iyisini yaparız...”

Japonya'da deprem, tsunami ve nükleer felaket ardındanyaşananlar tüm dünyanın gözlerini nükleer santrallere çevirmişkenTürkiye'de de tartışmalar başladı. Uzmanlar Türkiye'de nükleersantraller için seçilen yerlerin fay hattına yakın olduğunu açıklamışdurumda. Elektrik Mühendisleri Odası ve Jeoloji Mühendisleri OdasıAkkuyu’da kurulmak istenen santralin Ecemiş fay hattının 25-30 km.Mesafesinde olduğunu belirtiyorlar.

Tüm dünya nükleer enerjiden vazgeçmeyi tartışırken EnerjiBakanı Taner Yıldız ise “Kazadan ders çıkardık ama nükleer planadevam... Fukushima 1. nesil santral. Bizim kurmayı planladığımızsantral ise 3. nesil. Teknoloji çok gelişti.” diyerek olaya son derecebilimsel (!) bir açıklama getirmiş oldu. Bu bilimsel (!) açıklamayıBayındırlık ve İskan Bakanı Mustafa Demir de “Japonlar yapıyorsabiz daha iyisini yaparız. Buna herkes inansın” diyerek pekiştirdi.

Mustafa Demir'in “Japonlar yapıyorsa biz daha iyisini yaparız”sözündeki samimiyete güvenimiz sonsuz. Şimdiye kadar yaşadığımıztüm tecrübeler bize Türkiye'de yaşanacak bir felaketin Japonya'dayaşanan felaketten çok daha “iyi” sonuçlar üreteceğini gösteriyor.1999 yılında, 7,5 büyüklüğünde gerçekleşen Gölcük depremindebinlerce kişi kağıt gibi çöken evlerin altında hayatını kaybetti. 1999yılından bugüne depreme karşı alınması gereken önlemler sözünötesine geçemedi. Şimdi de bilimsel tüm veriler Türkiye'de nükleersantral yapılmasının tehlikelerine işaret ederken nükleer santralyapımında ısrar devam ediyor. Kısacası Japonya gibi depreme karşıbilincin tüm dünyaya örnek olduğu bir ülkede nükleer felaketkarşısında “bir takım önlemler” gözardı edilebilirken, elbette Türkiyegibi sadece “bir takım önlemler”i değil tüm önlemleri göz ardı edenbir ülkede yaşanacak bir doğal felaket daha “iyi” sonuçlar üretecektir.Felaket çok daha sarsıcı ve yıkıcı olacaktır.

Türkiye'de depreme ve nükleer santrallerin oluşturduğu tehlikelerekarşı alınan/alınacak önlemlerin bir inandırıcılığı yoktur. Kapitalizmdevam ettikçe ve egemenlerin tüm dünya halkları ve doğa üzerindekikirli pazarlıkları sürdükçe felaketi de büyüyecektir. Bu durumdaalternatif son derece nettir: Sosyalizm.

Deprem, tsunami ve nükleer felaket…

Kaptalist vahşet Japonya'da tescillendi!

31

Page 32: EG 131. sayı

Dünya devi Ontex’te sömürüye ve sendikal ihanete karşı direnişbayrağı açan Ontex/Canbebe işçilerinin İstanbul Yenibosna’da kurulufabrika önündeki kararlı direnişleri sürüyor. İstanbul’un dört bir yanınıeylem alanına çeviren direnişçi işçilerle, direnişin gidişatı, sınıfdayanışması, mücadelenin kattıkları ve sendikal bürokrasi üzerine birsöyleşi gerçekleştirdik.

“Sendikal bürokrasiye ve sermayeye karşı direniyoruz”

- Ontex/Canbebeişçileri olaraksömürüye ve sendikalihanete karşıdireniştesiniz. 17Şubat’ta başlayandirenişiniz neaşamada? Direnişebaşlamanızınardından neleryaptınız? Direnişnasıl gidiyor?

İbrahim Ok: 17Şubat’ta yaşananişten atılma

saldırısından önce her şeyigöze almıştık. Bu bizim birliğimizden ve gücümüzden

geliyordu. O durumu soğukkanlılıkla karşıladık. İşten atılmayıkorkulacak bir şey olarak görmedik. Hiçbir zaman korkmadık.İşyerimizi terk etmedik. Afişimizi astık ve diğer insanlara haber verdik.Bizi işten attılar, buna sessiz kalmamalıyız dedik.

O günden bugüne kadar birçok parti ve sendikayla görüştük. Ancaken kötüsü de sendikamız Selüloz-İş’in bize destek vermemesi oldu.Sadece çadırımızı aldı ve bunun dışında başka hiçbir konuda desteksunmadı. Zaten gazetelere de “destek olmuyoruz” diye demeçlervererek bu tavrını itiraf etti. Bunların yaşanacağı çok açıktı, hiçbirzaman şaşırmadık. Türk-İş’e bağlı birçok sendikanınbunların gittiği yoldan gittiğini

biliyorduk. Bundan dolayı fazla etkilenmedik. Ontex direnişinin iki önemi vardır. Birincisi sendikal bürokrasiye

karşı yürütülen bir direniş olmasıdır. İkincisi ise sermayeye karşıyürütülen bir mücadele olmasıdır. Biz 41 günden beri işçinin,emekçinin yayındayım diyen sendikaların gerçek yüzünü görmüşolduk. Bugün metal grevi yaşanıyor. ÇEL-MER’de, DESA’da işçilerdireniyor. Bu sendikaların tutumunu çok açık bir biçimde görmüşolduk. Partilerin oy peşinde olduğunu açık biçimde gördük. Kendineilericiyim diyen birçok kitle örgütünün hiçbir destekte bulunmadığınıgördük.

Bu zaman zarfında sürekli eylemler yaptık. Boykot eylemleri,Taksim yürüyüşleriyle sesimizi duyurmaya başladık. CarrefourSa’lardayaptığımız blokaj eylemleri etkili oldu. İnsanlar her şeyi sıcağı sıcağınagörmeye başladı. Canbebe gibi bir ürünü alıyorsa o ürünün içeriğini venasıl üretildiğini gördü. Bizim yürüttüğümüz bu mücadele hak aramamücadelesinin her yerde olduğunu gösteriyor. Burada duruyorsak eğerişçi sınıfı için duruyoruz. Bu ürünleri alan da aslında işçilerdir. Eğerişçiler birlik olursa o ürün alınmayacak ve bizim sesimizi de tüm kitleduymuş olacak. Blokaj eylemleri bu yüzden çok önemlidir. Ayrıcaafişlerimiz de çıktı. Emekten yana olan basın bu süre zarfında sesimiziduyurdu. Şube Başkanı Aydın Parlakkılıç’ın, “bunlar 300 kişilikfabrikada 16 kişiler” sözlerinin ne anlama geldiğini insanlar gördüler.Bizim amacımızın haklarımızı almak ve işimize geri dönmek olduğunugördüler. Bazı insanları kazandık, bazı insanlar ise hala aynıdurumdalar. Mücadelemiz 40 günü aşkın süredir böyle gidiyor.Eylemler, basın açıklamaları ve direnişlerle sınıf dayanışmasınıyükselterek, kurtuluşun birlikte olduğunu anlayarak geçti.

Bu süreçte içimizden kopmalar da oldu. Bazı arkadaşlarımız zordurumda kaldıkları için, evlerine para götürmek zorunda kaldıkları içinayrıldılar. Biz de onlara bu yüzden bir şey söylemedik. Arkadaşlarımızarada sırada geliyorlar. Basın açıklamalarına, blokaj eylemlerinekatılıyorlar. Mücadelemiz devam ediyor.

“Dünyaya bakış açımız değişiyor,

sınıf kimliğimiz oturuyor”

- Direniş süreci sizde nasıl bir değişim yarattı? Geriyebaktığında hayatınızda neler değişti? Neler öğrendiniz vekazandınız?

Mustafa Bozkurt: Normalde bu fabrikada çalışırken hiçbir sosyalfaaliyetimiz, hayatımız yoktu. Yeri geliyordu cumartesi pazarçalışıyorduk. İşten eve, evden işe bir hayatımız vardı. Dünyada neleroluyor, Türkiye’de neler değişiyor, neler oluyor hiçbir şey bilmiyorduk.Bilmememizin yanısıra sendikalı işçiler olarak sendika nedir, sendikalhaklarımız nedir bilmiyorduk. İş yasalarındaki değişiklikleri vsbilmiyorduk. En basitinden, haksız yere işten atılsak kafamızıönümüze eğip başka bir işe giriyorduk. Lanet olsun deyip çekipgidiyorduk. Hak aramasını bilmiyorduk. Direnişle beraber tüm bunlarıöğrendik. Sermaye sınıfının ne kadar çirkef olduğunu ve içyüzünüdaha iyi gördük. İnsanın kişiliği değişiyor ve oturuyor. Dünyayabakış açımız değişti. Gerçekten işçiliğin ne olduğunu daha iyianlıyorsun.

...“Bürokrasinin zeminini kaydırdığımız için saldırdılar”

- Ontex direnişi sendikal bürokrasinin şubelere ve hatta işyeri

Direnişçi Ontex/Canbebe işçileriyle söyleşi...

“Sınıfımız ve onurumuz

için direniyoruz!”

32

Page 33: EG 131. sayı

temsilciliğine kadar nasıl indiğini gösterdi. Bununla beraber sizde fabrikadan bir taban örgütlenmesi deneyimi deyarattınız. Bu deneyimden bahseder misin?

Gamze Kayhan: Sendikal bürokrasi gerçekten de almışbaşını gidiyor. İşçilerin artık kendi taban örgütlerini kurma,komitelerini kurma zamanı gelmiştir. Çünkü sendikalar artıkişçi örgütlenmesi olmaktan çıkmıştır. Sendikaların gerçekbirer işçi örgütü haline getirilmesi gerekiyor. Fabrikadakikomite girişimi bizim atılmamızla beraber işlevsiz kaldı. Okomiteleri işlevli hale getiremedik. Burada açık olan şu ki;sarı, ihanetçi sendikalar artık işçilerin iradesini yoksaymaktadır. Tamamıyla çeteleşmiş ve mafyalaşmışdurumdadırlar. Sanki o fabrikayı patron değil sendikayönetiyormuş gibi davranıyorlar. Kendi çıkarlarınıdüşünüyorlar. Burada işçilere büyük işler düşüyor. Ya buçürümüşlüge, sömürüye boyun eğip ezilmeye sömürülmeyekatlanacağız ya da kendi işçi örgütlerimizi oluşturup birliğimizisağlayacağız. Bu birlik de ancak ve ancak komitelerde olur. Yinefabrikalara inen bürokrasi ancak komitelerle temizlenir.

...“Dostu düşmanı tanıdık”

- Direnişlerde, mücadelelerde sınıf dayanışması önemlidir. Sizindirenişinizde dayanışma nasıl, geçen süre içerisinde ne düzeyde birsınıf dayanışması vardı? Emekten yana güçler yeteri kadaryanınızda oldular mı?

Hasan Ulaş Ekelik: Dayanışma şu anda gayet iyi. Yurtdışındandestekler gelmeye başladı. Almanya, İsviçre, Fransa’dan desteklergelmeye başladı. Özellikle BİR-KAR’dan arkadaşlar destekleriniesirgemiyorlar. Türkiye’nin diğer illerinden ve farklı ülkelerindenmaddi-manevi destekler geliyor. Bu da şunu gösteriyor. Neredeolduğumuzun önemi yok. Önemli olan, amacımızın ne olduğudur.Dünya işçi sınıfı ve halkların tek bir amacı vardır. Ekmekmücadelesidir.

...Dostu düşmanı tanıdık. Bu süre içerisinde kendisini “sınıfa adamış”

gözüken kişi ve kurumları da gördük. Sınıftan yanayım deyip içi boşbir kimlikle konuşanları da gördük. Görünüşte sözler verildi. Bunlarıdaha iyi tanıdık. İşçinin yanındayım diyen her kişinin işçinin yanındaolmadığını gördük.

“İşçiye ihanet eden herkes gün gelecek hesap verecektir”

- Türk-İş’e bağlı çeşitli sendikaların genel merkezleri “nerede birmücadele varsa biz oradayız” diyorlar. Gerçekten yanınızda oldularmı? Onlara nasıl bir mesaj vermek istersiniz?

Hasan Ulaş Ekelik: Geçtiğimiz günlerde Türk-İş ve DİSK’e üyeçok sayıda sendika direnişlerin yanında olacaklarını açıkladılar. Busendikalar kendilerini gerçekten sınıfa adıyor ve işçiler için bir şeyleryapıyorlarsa Ontex işçilerinin de yanında yer almaları gerekiyor. Biz şuanda çok önemli bir misyon üstlenmiş durumdayız. Sendikabürokratlarına karşı savaş açtık, cephe aldık. Sonuçta bizim buradaişten çıkarılmamızın, bu direniş çadırının kurulmasının temel nedenisendikacılarımızdır. Sendikacılarımız bize sahip çıkmış olsalardı buçadır kurulmazdı. Kurulsa bile süreç daha farklı olurdu. Şu anda yalnızbaşımıza her şeyi yapıyoruz. Eğer Selüloz-İş Sendikası bizimyanımızda yer almış olsaydı kendimizi daha farklı ve kısa süredeanlatabilirdik. Bu yüzden Türk-İş’in içindeki bu sendikalarasesleniyorum. Ontex işçisinin yanında yer almalarını istiyorum.Casper’in, DESA’nın, ÇEL-MER’in ve tüm direnişlerin yanında yeralmalarını istiyoruz. Direnişleri birleştirmelerini istiyoruz. Tekbaşımıza bir şey elde edemeyiz.

...Sen, ben yanmazsak bu memleket ne olacak. DİSK’e bağlı

sendikalara da sesleniyoruz. Bizim sesimize kulak versinler. 41 gündürburadayız. Türk-İş’ten gelen kişi sayısı parmakla gösterilir. Nerede bu

insanlar?Türk-İş’in demokrat, kendisini

sınıfa adayan kesimleri nerede? Bunları göremiyoruz.Bize sendikaların sahip çıkması gerekirken bize sivil toplum örgütleri,vatandaş, halk sahip çıkıyor. Bunların halka öncülük etmesi gerekirkenhalk bunlara yol gösterir vaziyete geldi. İşçinin yanında yeralmıyorlarsa o zaman sermayenin yanında yer aldıklarını göstersinler.Taraflarını belirlesinler. Burada sorun sadece ihanetçi Selüloz-İşyönetiminin gerçek yüzünü ortaya çıkarmak değildir. Biz, Türk-İşiçerisindeki ihanetçi bürokratların da yüzlerini ortaya çıkaracağız. Bukonuda kararlıyız ve kesin tavrımız budur. İşçiye ihanet eden, işçiyisırtından vurmaya çalışan herkes gün gelecek hesap verecektir. Hiçkimse sanmasın ki benim yaptığım yanıma kar kalacaktır.

...“Yarınlarımıza sahip çıkıyoruz”

- Direniş süreci sana neler kattı? Duray Tezeren: İşçiler makine başında olduğu sürece insanlığın

değerini bilemiyor. Öyle bir hale gelmiş ki, sermaye maddi olanaklarınıkullanarak, mesaileri zorunlu tutarak insanların özgürlüğüne el atmışdurumda. Dışarıda özgürlüğümüzü ve işçinin gerçekten emeğinialabilmek için neler yapabileceğini öğrendik, öğrenmeye çalışıyoruz veöğreneceğiz. Biz bunun mücadelesini veriyoruz. Mücadele ederek,sadece kendimizi değil bütün işçi sınıfıyla ortak mücadele ederek vegeleceği düşünerek yapmak lazım. Sadece bugünü düşünsek sadecemahkemeye giderek bu süreci takip edebilirdik. Aldığımız tazminatlakalırdık. Bugünü kurtarırdık. Ama bizim amacımız bu değil. Asıl sahipçıkmamız gereken yarınlarımızdır.

...Emrah Kaya: 23 yıldır bu sendika yönetimi insanları hep köleliğe

mahkum etti. İnsanlar üzerinde baskı yarattı. İnsanlar üzerindeayrımcılık yaptı. Biz tüm bunlara artıkyeter dedik.Vicdanenrahatsız olduk.Bunun böylegitmeyeceğinisöyledik. Bizimirademiz dışındabir şeyyapılamayacağınısöyledik.Sendikanınanlayışının buolmaması gerektiğinisöyledik. Onurumuziçin direnişe geçtik.

(www.kizilbayrak.net sitesinden kısaltılarakalınmıştır.)

33

Page 34: EG 131. sayı

Kurşun delikleriyle dolu kerpiç ev, Türkiye devrim tarihineyazılmış muazzam bir direnişin son karesidir. “Biz buraya dönmeyedeğil ölmeye geldik!” haykırışı da devrimci iradenin en berrakanlatımı, devrimci siper yoldaşlığının manifestosudur.

Kızıldere’nin öyküsü aslında 16 Mart 1971’de Sivas’ın Gemerekilçesinde başlar. Yusuf Aslan ve Deniz Gezmiş, 12 Mart darbesiningerçekleşmesinden birkaç gün sonra Sivas’a doğru yola koyulurlar.Gidecekleri yere varmadan motosikletleri bozulur. Motosikletin tamirisırasında fark edilmelerinin ardından ihbar yerler. Polisler gelir veçatışma başlar. Çatışma sırasında Yusuf ile Deniz birbirlerinikaybederler. Yusuf Aslan Sivas’ın Elmalı köyünde, Deniz Gezmiş iseGemerek ilçesinde jandarmatarafından yakalanıp Kayseri’yeoradan da Ankara’ya getirilirler.Mahkemeler başlar, THKOdavasından yargılanırlar. 9 Ekim1971 tarihinde Deniz Gezmiş, YusufAslan ve Hüseyin İnan hakkındaidam cezasına karar verilir.

İdam cezasını geri çektirmek içinTHKO ve THKP-C’li militanlarortak bir eylem gerçekleştirirler.Sinop’ta bulunan NATO üssünden üçİngiliz askerini kaçırırlar. 27 Mart1972 sabahı rehinelerle Tokat’ınNiksar ilçesine varırlar. Buradamuhtarın evinde saklanırlar. Belli bağlantıların deşifre olmasınınsonucunda Niksar’da oldukları anlaşılır. 30 Mart 1972 sabahıjandarmalar muhtardan bilgi almaya gelirler, muhtar daha öncedenhazırlamış olduğu ihbar mektubunu onlara verir.

Ev ve köy binlerce komando tarafından sarılır. Devrimcilerintalepleri karşılanmaz ve “teslim olun” çağrıları sıralanır. İngilizaskerleri kolluk kuvvetleriyle konuşması için çatıya çıkartılır, busırada yaylım ateşi başlar. Mahir Çayan çatıda başından yediği 6kurşunla yaşamını yitirir. Kurşun yağmuru altındaki devrimcilerellerindeki imkanlarla karşılık verirler. Bir kişi haricinde herkesçatışmada ölür.

Kızıldere’yi kavramak...

Sermaye devrimci mücadeleyi bastırmaya, sindirmeyeçalıştı/çalışıyor. Devrimcileri, ilericileri katletti, işkencelerden geçirdive hala da bunları yapmaya devam ediyor. Sermaye ve sermayesözcüleri yok et, yok say politikasının yanında “sahiplenme” ve altınıboşaltma çabalarını da yoğunlaştırıyor. “Bugün polisiyle, medyasıyla,yoz kültürüyle çok yönlü bir kuşatma altında tutan sermaye devletisaldırılarını her geçen gün yoğunlaştırıyor. Bizleri kişisizleştirereketkisi altında tutmaya, sistem için zararsız bireyler haline getirmeyeçalışıyor. Bu amaç doğrultusunda devrimci mirasımıza pervasızcasaldırıyor, devrimci değerlerimizin içini boşaltmaya, geçmişimizikirletmeye çalışıyor. Devrim ve sosyalizm davası uğruna tereddütetmeden ölüme giden Denizler’den, Mahirler’den “bizim çocuklar”diye söz ederek, onları “gençlik yıllarında kahramanlık yapmayasoyunmuş birer delikanlı” olarak göstermek istiyor. Onları ideolojikkimliklerinden tamamen sıyırarak çıkartıyor karşımıza.” (EkimGençliği, 115.sayı, 15 Mart-15 Nisan 2009, Kızıldere’de On’ların

yaktığı ateş kavgamızda büyüyor!, s.38) Sermayenin yarattığı baskı ve tahribatın yanında

mücadeleye zarar veren temel bir nokta daha vardır. Devrimci, ilericiörgütlerin kendi içerisinde yaşanan diyalogsuzluk, yan yanagelmekten kaçış, birbirlerine yasak koyan anlayışlar ve şiddetsermayenin saldırganlığından daha tehlikelidir. Solun içerisindegeçmişte de gördüğümüz kötü bir gelenektir yasakçılık ve şiddet. Kötüörnek, örnek değildir ama bu aşamadığımız bir zafiyet olarakdurmaktadır. Siyaset yasağı, isim yasağı, insanların ölümlerdendöndüğü çatışmalar güncelde karşı karşıya kaldığımız sorunlardır.

İnsanlığın kurtuluşu iddiası ile yola çıkıp mücadele edenler,mücadelede ben de varım diyen farklı anlayışta kişilere, örgütlere vb.tahammülsüz yaklaşabilmektedir. İsim yasakçılığı da bunun başka bir

boyutudur. Mücadele içerisindeonlarca örgüt, çevre var. Çeşitliisimlerle kendini ifadeetmektedirler, bu isimler yer yerbenzerlik gösterebilmektedirler.İsimleri tekelinde görenanlayışlar da bir diğerine ismikullanma noktasındayasaklamalar getirebiliyor, ortakiş yapmakta yan yana gelmemetutumu sergileyebiliyorlar. Biralanın, bir ismin sadecekendisinden ibaret olduğunusanan anlayış mücadeleyikötürümleştirmekten başka bir işeyaramaz.

Bir örgütün yayınında çıkan yazıyı beğenmemek, dağıttığı bildiriyekatılmamak siyaset yasakçılığını doğurabiliyor. Yayının, bildirinindağıtımına, afişin asılmasına vb. yasaklar getirme hakkını kendindebulabiliyor. Yazılanlar hiçbir şekilde doğru gelmeyebilir, yanlışbulduğunu açıklamanın, deklare etmenin birçok yolu, yöntemi vardır.Ama siyaset yapmaya yasak koymak devrimci etiğe ve hukuka uygunbir davranış değildir. Bu tür yaklaşımlarda dayatma beraberindeşiddeti de getirmektedir. Sol içi şiddet farklı boyutlardayaşanmaktadır. Kimi durumda saldırı kimi durumda çatışma boyutunualmaktadır. Sol içi şiddeti doğuran nokta siyaset yasağınındayatılmasıdır. Dayatma ve şiddet ile düşünceden, pratiktenvazgeçirmek sol bir anlayışın yaklaşımı olamaz/olmamalıdır.

Mücadelenin seyrindeki bu örnekler sermayenin ekmeğine yağsürmekten, kitlelerin bilincini bulandırmaktan başka işe yaramaz.Günümüzde sol içerisinde gerginliklerin, benmerkezci davranışlarınyaşanması Kızıldere’yi önümüze çekerek siper yoldaşlığının, devrimcidayanışmanın altını çizme ihtiyacını gösteriyor. Yazının girişinde debelirtildiği gibi Kızıldere, devrimci siper yoldaşlığının, devrimcidayanışmanın manifestosudur. Bu manifesto doğru bir şekildeokunmalı, örgütlerin ihtiyaçlarının hiçbir zaman devrim ve sosyalizmmücadelesinin ihtiyaçlarının önüne geçmemesi gerektiğiniunutulmamalıdır.

30 Mart Kızıldere öncesinden başlayarak bizlere devrim vesosyalizm davasının siper yoldaşlığı geleneğini yükselten ve yüceltenbir örnek yaratmıştır. Her devrimcinin, her devrimci örgütün devrimcitarihimizin ortaya çıkarttığı bu örneklerin ışığında kendisini gözdengeçirmesi ve yenilemesi gerekmektedir. Bu anlayışların, davranışbiçimlerinin yaşanmadığı bir kültür yaratabilmek, biz gençdevrimcilerin omuzlarında duran sorumluluklardan biridir.34

Kızıldere’den öğrenmek...

Z.İnanç

Page 35: EG 131. sayı

35

Komünarların sesleri çınlıyor Parisliler'inkulaklarında. Bu sesler çığlık oluyor alev alevyanan barikatlarda. Büyüyor yangın ve sarıyor tümyürekleri. Düşenler yüzlerce yıllık bir sevdanıncoşkusuyla düşüyor. Ve gelen aynı coşkuyladevralıyor bayrağı. Bir kere, bir kere daha tanıkoluyor tarihe Paris sokakları…

1851 yılında imparatorluğu yeniden kurmakiddiasıyla iktidarı ele geçiren Louis NapolyonBonaparte bu iddiasını sürdürebilmek veimparatorluğun sınırlarını genişletebilmek içinFransa-Prusya savaşını gündeme getirdi. 1870yılında başlayan busavaş Fransızordularınınyenilgisiylesonuçlandı. Buyenilginin ardındanParis’e ilerleyenPrusya ordularısilahlanmış bir halkile karşılaştılar. Çokgeçmeden ise Paris’iterk ettiler. Budurumun ardındanburjuvazi iktidarıalarak cumhuriyetiilan etti. Ancakburjuvazi ile proletarya arasındaki savaş devamediyordu. İşçilerin silahsızlandırılması içingirişimlerde bulunan burjuvaziye yanıt çokgeçmeden verildi. Paris’te işçiler belediye binasınıele geçirerek Komün’ün egemenliğini ilan ettiler.Bu cüretli çıkışın ardından ise Fransa’da iki iktidargücü arasında (Ulusal Meclis ve Komün) bir içsavaş patlak verdi.

Bu savaşın devam ettiği süreçte Paris’te ilk işçiiktidarı olan Paris Komünü kuruluyordu. Devrimcitemellerde oluşturulan bir proletaryadiktatörlüğüydü bu. Tüm milliyetlerden işçilerinyer aldığı komün seçimleri, demokratik bir temeldegerçekleştirilerek devlet mekanizması oluşturuldu.Sürekli ordu lağvedilerek halk silahlandırıldı.

Bu deneyimi Engels şöyle anlatıyordu: “30Mart günü, Komün, askerlik yoklamasını ve düzenliorduyu kaldırdı ve tüm sağlam yurttaşlarınkatılacakları Ulusal Muhafızı tek silahlı güç olarakilân etti; Ekim 1870'ten Nisan’a kadar olan konutkiralarına ilişkin ödemeleri iptal etti, halenödenmiş bulunan miktarları da gelecek kiraödemelerine saydı ve belediye emniyet sandığındahacizli her türlü eşyanın satışını durdurdu. Aynıgün, Komüne seçilmiş bulunan yabancılarıngörevleri de onaylandı, çünkü ‘Komün bayrağıdünya cumhuriyetinin bayrağıdır’. 1 Nisan günü,bir Komün görevlisinin, öyleyse Komün üyelerininde, en yüksek maaşının, [yılda -ç.] 6.000 frangı

(4.800 mark) geçemeyeceği kararlaştırıldı. Ertesigün, kilise ile devletin ayrılması ve din işleribütçesinin kaldırılması, bütün kilise mallarınınulusal mülkiyete dönüştürülmesi kararlaştırıldı;sonuç olarak, bütün dinsel simge, dua vedogmaların, kısacası ‘herkesin bireysel vicdanı ileilgili her şeyin’ okullardan uzaklaştırılmasıbuyruldu ve bu buyruk yavaş yavaşgerçekleştirildi.” (Karl Marx, ‘Fransa’da İçSavaş’, Önsöz)

Tüm burjuva kalıntılar yıkılarak bir devletkuruluyordu Paris’te. Ancak bu çabaların yanında

burjuvaziyleamansız bir savaşsürüyordu. GittikçepervasızlaşanFransız burjuvazisiPrusyaburjuvazisiyleişbirliği yaparakKomün’esaldırıyordu.Komünarlaryiğitçeçarpışıyorlardıbarikatlarda.Kadın, erkek,çocuk tüm halk

dişe diş bir mücadele veriyordu. Bayrak daha dakızıllaşıyordu düşenlerin kanlarıyla. Kurşunadiziliyorlardı, ölüyorlardı. Ancak her şeye rağmenhep aynı slogan yükseliyordu gökyüzüne: “Vive laCommune!”

73 gün dayanabildi Paris Komünü. Bir yenilgiolarak yazıldı Fransa tarihine. İsyancılarınyenilgisi. Ancak unuttukları bir şey vardı. Kanlayazılan tarih silinmez! Yenilgi değil, deneyimdi.Ekimler yaratacak olan bir deneyim. Nitekim 140.yılında yaşıyor Paris Komünü; her barikatta,proletarya ile burjuvazinin karşı karşıya geldiği hersavaşta. Bilinçlerimizde, kavgamızda, sevdamızdayaşıyor. Gelecek güzel günlerde, yeniden yazılacakolan bir tarihte yaşıyor.

Paris’te yanan ateş hiç sönmüyor, sarıyor tümdünya proletaryasının düşlerini. Kurtuluşumutlarını yeşertiyor. Her daim taptaze ve inançlaesen bir seher yeli gibi... Gün geliyor Asya’da, güngeliyor Ortadoğu ve Afrika’da... Fırtınalarkoparıyor değdiği yerde, yakıp yıkıyor. Ekimleryaratıyor, yol açıyor yeni Ekimler’e. Tunus’tabedeni tutuşan gencin cüretinde, Mısır’da emekçihalkın öfkesinde bileniyor, çelikleşiyor.İmparatorluklara, diktatörlüklere ve burjuvaziyekorku salmaya devam ediyor. İşçi-emekçilere,ezilen halklara ve gençlere ise tek seçeneksunuyor:

Ya sosyalizm, ya sosyalizm!

Paris Komünü 140. Yaşında!

“Vive la Commune!”

73 gün dayanabildi

Paris Komünü. Bir yenilgi

olarak yazıldı Fransa

tarihine. İsyancıların

yenilgisi. Ancak

unuttukları bir şey vardı.

Kanla yazılan tarih

silinmez! Yenilgi değil,

deneyimdi. Ekimler

yaratacak olan bir

deneyim. Nitekim 140.

yılında yaşıyor Paris

Komünü; her barikatta,

proletarya ile

burjuvazinin karşı

karşıya geldiği her

savaşta. Bilinçlerimizde,

kavgamızda, sevdamızda

yaşıyor. Gelecek güzel

günlerde, yeniden

yazılacak olan bir tarihte

yaşıyor.

Page 36: EG 131. sayı

Afişinin odağını ve baskın rengini oluşturanmavi plastik sandalye gibi tekdüze yoğrulmuş tekrenk orta sınıf algısının toplumun yapısını nasıletkilediğini konu alan “Çoğunluk” adlı film,ideolojik anlamda çoğunluğun azınlık üzerindekurduğu tahakkümü, çocukluğundan itibarengölgede bırakılmış bir gencin, Mertkan’ıngözünden anlatıyor. Filmi “Yeni Sinemacılar”ıniçinde sinemasını geliştirmiş bir yönetmen SerenYüce yönetmiş. Yine bu ekibin belli başlıkarakterleri hem kamera arkasında hem de sahnedeboy göstermiş. Yapımcı Önder Çakar’ı ve Gemidefilmiyle dizi oyunculuğunu aşarak dikkatleriüzerine çeken Erkan Can’ı, iyi bir oyuncu olanSettar Tanrıöğer’i bu isimlere örnek gösterebiliriz.

Bunun için filmde “Gemide”, “Lalelide BirAzize”, “Takva”, “Dar Alanda Kısa Paslaşmalar”filmlerinin de izlerini arayabiliriz. Hemen hepsindedüzenin çarklarıyla; çağa ayak uydurma, ekmeğinikazanma, yaşamdan zevk alma kavgasına girişmişinsanların mücadelesi öne çıkıyordu vesinemamızda kısmen de olsa farklı bir dilindoğuşunu müjdeliyordu. Bu dile ‘kaçıncı gerçekçi’dil diyelim. Kaçıncı gerçekçiler, ‘kaçkıncı’ değil...

Sinemamızın ahvali üzerine uzun uzundertleşmek mümkün ve gerekli iken “Çoğunluk”filmine dair birkaç söz söylemek önceliğimiz buyazıda…

Her şeyden önce filmi film yapan olay ve olaygerçekleşmeseydi ‘‘bu aileden hiçbir ‘film’olmazdı’’ ana fikrini bir tokat gibi çarpanÇoğunluk’ta her şey başkarakter Mertkan’ınçoğunluğun dışına yönelmeye yeltenmesiyleşekilleniyor. Ayakları üstünde durma dayatmasıylasık muhatap olmuş; oysaki kendi ayaklarına dahihakim olamayan Mertkan dünyasını sorgulayıncahem kendi alışkanlıkları hem de ailesiyleçatışmaya başlıyor. Yaşamını şekillendirdiği aileyapısının değer yargılarıyla baş etmeye çalışanMertkan’ın (Bartu Küçükçağlayan) babasınınmüdahaleleriyle daha sıkıntılı hale dönüşen birseçime zorlanışının öyküsü filmin seyrinibelirliyor. Film orta sınıfların iktidara meşruiyetzemini hazırladığı gerçekliğinden yola çıkıyor vebir bakıma Hitler Almanya’sının dayandığıtemelleri daha ılımanlaştırarak başarıyla gözlerönüne seriyor. Tarihsel dinamikler kılavuzluğundaincelersek konu itibariyle en kaypak, belirsiz sınıfsayacağımız orta sınıflar karaktersizliğinkarakteriyle bir bütün olarak refleks göstermektenyoksun aynı ölçüde rüzgârda aynı hevesliliklesallanmaya meyillidirler. Güçlünün, ezeninfaşizmine eklemlenmeleri, kendilerine has faşizmolgusunu bu zeminde var etmeleri kaçınılmazdır.Özünde bir burjuva ideolojisi olan faşizm ortasınıflara dayanarak, güç alarak varlığınısürdürebilir. Orta sınıf ‘çoğunluğundan’ ailelerinin

‘çekirdekliğinden’ beslenir; ki mikro düzeydeaileye, makro düzeyde toplumsal dokuyayansıması da salt faşizmin farklıyı törpüleme ya dayok etme güdüsünün dışavurumudur. Filmde detutulan yer hali vakti yerinde bir müteahhidin farklıolana duyduğu kini adeta zerk ettiği bir bünyede,oğlunda olan yansımasının üstü kapalı çatışmasınıgörürüz. Çocukluğundan beri yoksul hizmetçiyiiten ve aşağılayan ‘güçlü isimli’ Mertkan biryandan sınıfının hassasiyetlerini gözetip bir yandanda Türk-Sünni ideolojisinin ezberine uyarakdavranmaktadır. Hizmetçiyle ailenin çatışması,kötü kokan temizlikçi ile parfüm kullanmayıbilmez cahil kadın söyleminin sentezinde saklıdır.Orta sınıf kolaycılığı emeğin karşısına medeniyetinyapma figürü parfümü çıkarmakta, önerisunmaktadır. ‘Köylü görme’ algısı ötekileştirmerolünün bir parçası sayılmaktadır.

Filmde orta sınıf resminin netliği kadar ortasınıf çizgisinin belirsizliği de öne çıkmaktadır. Birorta sınıf aile güçlü yönleriyle aktarılırken ortasınıflar arasındaki ayrımların keskinleştiğini veyaorta sınıf çeperlerinin yoksulluk sınırının her yılyukarı çekilmesi sonucu daraldığını görüyoruz.Mertkan’ın pasif agresif tavrı ve çıkışsızlığı nasılseyircinin gözüne sokuluyorsa iki maaşlı birmemur ailesinin orta sınıflığıyla, müteahhit birailenin orta sınıflılığı arasında oldukça fazla farkolduğu da malumdur. Suyu hiç kesilmeyendeğirmenine güvenen baba (Settar Tanrıöğer),‘agresif’ başka bir deyişle ‘girişimci’ orta sınıfınferdidir. Yaşadığı sitenin otoparkı önüne parkedenotomobillere zarar verir, oğlunun arabasıylaçarptığı taksinin parasını istemeye gelen taksiciyepara fırlatır ve saldırır. Bu iki eylemin birbiriyleilişkisi ortadadır. Baba saldırganlığını ekonomiküstünlüğünden almakta ve bu saldırganlığında yinepara fırlatarak gücünü sınamaktadır. Arkasınagüvenmektedir. Kendi kabuğundaki orta sınıfmensubu ise bir seksenler Kemal Sunal filmindeboy gösterir. Hayatı boyunca karakola gitmektenkorkan ezik baba karakterini canlandıran Sunal,ailesinin yıldırıldığı türlü maceralardan sonrafilmin finalinde artık dayanamayıp kabuğunu kırarve oğlunu dövenlere onların dilinden ders verir.Buradaki orta sınıf çıkışsızlığı bir babanınpısırıklığında somutlaşmıştır.

Filmde orta sınıfın iç çelişkileri üzerindedurulurken üreten sınıflara dönük saygısızlık vebunun bazen açık bazen kapalı bir nefretlecisimleşen çatışmalarını görmek de mümkündür.Hayat karşısındaki güçsüzlüğünün hıncını işçidençıkaran patron oğlu Mertkan, bir işçininezilmişliğinin getirdiği bir suni baş eğme-uzlaşıifadesinden dahi tedirginlik üretip silaha ihtiyaçduyabilmektedir. Öte yandan alkollüyken araçkullanıp aracına çarptığı taksicinin çaresizliği vealttan alışı bu kemirgen sınıf duyusunu harekete36

Bir ‘Çoğunluk’ anlatısı...

Film orta sınıfların

iktidara meşruiyet zemini

hazırladığı gerçekliğinden

yola çıkıyor ve bir bakıma

Hitler Almanya’sının

dayandığı temelleri daha

ılımanlaştırarak başarıyla

gözler önüne seriyor.

Tarihsel dinamikler

kılavuzluğunda incelersek

konu itibariyle en kaypak,

belirsiz sınıf sayacağımız

orta sınıflar

karaktersizliğin

karakteriyle bir bütün

olarak refleks

göstermekten yoksun

aynı ölçüde rüzgârda

aynı heveslilikle

sallanmaya meyillidirler.

Page 37: EG 131. sayı

37

geçirmekte, insanileşmeye çalışan Mertkan’ınçabasını boşa düşürmektedir.

Filmde bu çırpınmayla karışık bir muğlâk aşkhikâyesi de yer almakta. Bir çıkış yolu arayanMertkan ortam arkadaşlarının ‘çöplük’ diyenitelendirdiği Kuştepeli Kürt garson kıza,Gül’e(Esme Marda) ilgi duyar; fakat ne var kimilliyetçi baba bu kızla ilişkisini kesmesini ister.Film boyunca ilerleyen bu hikâye geride kalır,yardımcı bir rol üstlenir. Ana hikâye Mertkan’ın iççelişkileri, sorumsuzluğuyla akıp giden dünyasınınkarışması ve bu dünyanın her defasında hayliokkalı bir biçimde yüzüne inmesidir. SözgelimiGül’ün akrabaları karşısında korkup kaçan, bindiğitaksinin şoförü tarafından azarlanan Mertkan,patron oğlu kimliğiyle deşarj olma fırsatınaerişmektedir.

Derine inilmeyen Gül’ün hikâyesi her ne kadarMertkan’ın ikilemini sivriltme tercihinden dolayısönük ilerlese de ana örgünün etki alanınıgenişletmekte aynı zamanda Mahsun Kırmızıgülörneğinde sıkça rastladığımız bir filmle beş sorunayüzeysel değinme acemiliğinin her hikâyeyigüdükleştirdiğini kanıtlamaktadır. Kaçkıncıgerçekçi sinemada tutunmaya çalışanKırmızıgül’ün belki daha çok film izlemeyeihtiyacı var! Çoğunluk Kırmızıgül’ün elinegeçseydi filme muhtemelen taksicilerin yaşamkoşulları, töre, oto hırsızlığı vb. sorunlar daeklenecekti…

Neredeyse hiç artmayan gerilimi ve bir o denlidurağanlığıyla film ben değişmeyeceğim diyebağıran bir karakterin, Mertkan’ın rüyasındamağdur taksiciye(Erkan Can) sarılıp ağlamasıyla‘arınmayı’ anlatıyor. Katarsisteki bu gözyaşları birbakıma kabuk kırma arayışının, -artık timsah gözyaşları olarak daalgılanabilir- ifadesi. Zira teslimbayrağını çeken, zora gelemeyenMertkan babasının gönderdiğisürgünde (Gebze’de bir şantiyeyaşantısında, ki sürgünde dahitorpilli!) üreten ‘çoğunluğun’hayat bilgilerine vakıf olmuş,yumurta kırmak, cızırtılıtelevizyon izlemek, mavi ilepembe, ‘tuvaleti banyosubulunan’ tek tip plastiksandalyelerle dolu bir evdeyoksullukla yüzleşmek ağırgelmiştir. Gül’ün evinde yaşayanküçük kızın selpak sattığınıgörünce burun kıvırıp dilenciliklebağdaştırması, zararınıkarşılatmak için ofislerinegeldiğinde yaka paça dışarı atılantaksiciyi düşünceli halde bir çaybahçesinde otururken görüncekısa bir duraksamanın ardındanyoluna devam etmesi, işçilerleaynı sofradan yemeyenMertkan’ın yaşamını kaldığıyerden sürdüreceği kanısınıpekiştiriyor. O taksicinin yanınagitmeyerek şatoya ulaşma şansınıyitiren kadastro memuru K ilebenzeşiyor. Kafka’nın kaybedenkarakteri K da tayini çıktığıköyde şatoya ulaşmak için her

yolu denese de en sonunda yılıyordu…Geriye tüm bu hengâmeden ne mi kalıyor? Bir

gün bir yerde patlamayı bekleyen bir silah,rahatlıkla yaslanılan ‘arkanın’ teminatı bir de… Busilah ise orta sınıfların elinde psikolojik sorunlaraeşlik etmekten öteye gidemiyor.

Sürekli askerlik ve vatan hizmeti edebiyatıyapan babanın ve yakın arkadaşının rüşvetle satınaldıkları ‘vatan aşkı’ sınıflarının kaypaklığını,düşüncelerinin sahtekârlığını ayyuka çıkarıyor.Kürt halkına dönük kirli savaşta cepheye yoksulemekçi çocukların sürüldüğü, sürüleceği gerçeğini;kaza tutanağını satın alan bir babanın buhezeyanlarla oğluna mesela ‘ideal’ bir şehirayarlayabileceği düşüncesi destekliyor.

Bakırköy sahili ve kapalı havalarda yapılançekimler filmdeki yalnızlaşma hissini güçlütutuyor, öte yandan en ince ayrıntısına dek emekharcanmış oyunculuklar, filmi gerçekçi kılanöğelerin başında geliyor. Ayakkabı çıkarmasahneleri, Mertkan’ın çocukluğundan gençliğineuzanan kabalığı ve maganda hâl hareketleri, sadeceduvarda asılı duran ‘fenerbahçe sevgisi’, cinselliğeve kadına olan bakışı, sorunlara sırt çevirmesinesebep olan bencilliği ile iyi bir kaybeden,kaybettikçe yönlendirilen genç karakterini birbirineyedirmesi, orta sınıfların tipik davranışlarıylageriye pasif agresif bir gencin dünyasından ortasınıf resmi kalıyor. Hatta bir resimden çok birfotoğraf, sanki bilinçli bir çabayla öznelyaklaşımlardan yoksun bırakılmış bir fotoğraf,belgesel tadında bir kurmaca film, bir çoğunlukanlatısı, başarılı bir anlatı…

T. Talip

Sürekli askerlik ve

vatan hizmeti edebiyatı

yapan babanın ve yakın

arkadaşının rüşvetle

satın aldıkları ‘vatan aşkı’

sınıflarının kaypaklığını,

düşüncelerinin

sahtekârlığını ayyuka

çıkarıyor. Kürt halkına

dönük kirli savaşta

cepheye yoksul emekçi

çocukların sürüldüğü,

sürüleceği gerçeğini;

kaza tutanağını satın

alan bir babanın bu

hezeyanlarla oğluna

mesela ‘ideal’ bir şehir

ayarlayabileceği

düşüncesi destekliyor.

Page 38: EG 131. sayı

38

Savaşırız emevilere karşıLejyonerlere ve faşistlere

Gandesa cephesinde Tanklarımız, cephanemiz, toplarımız yok

Ay Carmela, ay Carmela!

Ete kemiğe bürünmemiş bir savaşın ortasındataraf olmak tarafsızlık adı altında, belki biraz dakorkutucu bir şekilde perde arkasında kalabilir. Nevar ki sıcağı sıcağına süren bir savaşın ortasında,kurşun yağmurunun altında kalındığında, kiminkimi, nasıl ve niçin öldürdüğünü gördüğünde artıkseçim yapmak zorunluluğu vardır. ‘Ay Carmela’adlı filmde de taraf tutmadığı İspanya İç Savaşı’nınortasında kalan Carmela’nın zamanla, adım adımyaptığı seçimini izleriz.

Carmela ve Paulino karı-koca tiyatrooyuncularıdır ve Cumhuriyet Ordusu'nueğlendirmek için cepheye gelmişlerdir. Yanlarında,

yolda rastlayıp yanlarına aldıkları, yakınındapatlayan bombadan etkilenerek dilsiz olmuşGustave vardır. Cephede zor günler yaşanmaktadırve onlar açlığa, soğuğa dayanamayıp evlerinedönmeye karar verirler. Ne varki yolda Franco’nunaskerleriyle karşılaşırlar ve hapishane olarakkullanılan bir okula götürülürler. Burada toplucakurşuna dizilen insanları görürler. Bu hapishanedeUluslararası Tugaylar'ın esir düşmüş askerleri devardır. Carmela bu askerlerin dillerini bilebilmedikleri bir ülke uğruna ölmeyi gözealdıklarına inanamaz.

Carmela burada Polonyalı bir askere adınısöyler ve askerler hep bir ağızdan “Ay Carmela!”marşını söylerler, faşizme karşı verilenmücadelenin evrensel sloganı olmuştur bu şarkı.Carmela ve Paulino “biz sanatçıyız bu yüzdensadece işimizi yaparız, taraf tutmayız” diyedüşünerek ölümden kurtulmak için bir İtalyanfaşist komutanın yaptığı teklifi kabul ederler. Busefer de faşistleri eğlendirmek için oynayacaklardıroyunlarını. Uluslararası Tugaylar'dan askelere,

infazlarından önceizlettirilecektir bu aşağılayıcıoyun.

İşte bu noktadan sonra,sanatçılarımızın yüreğindeinsanlık onuru ile faşizminalçaltıcılılığı arasında birkavga başlayacaktır.

Bir tiyatro sahnesindebaşlayıp bir tiyatrosahnesinde bitiyor “AyCarmela!”. İki farklı sahnedebiri yaşamı vaat ediyoronlara biri ölümü.

Jose SanchisSinisterra'nın tiyatrooyunundan uyarlanmış 1990yapımı bir film ‘AyCarmela’. Yönetmen CarlosSaura, çocukluğunda ona dabüyük acılar yaşatan birdönemi, İspanya İç Savaşı’nı,filmin her yerine serptiği inceespri anlayışıyla, aralarakoyduğu saçma komediunsurlarıyla mizahi birşekilde anlatmış. Carmela’yıCarmen Maura, Paulino’yuise Andres Pajarescanlandırmış. Film Goyaödüllerinin çoğunluğu olmaküzere toplam 22 ödül almış.

Zarya

Ay Carmela!

Carmela burada

Polonyalı bir askere

adını söyler ve askerler

hep bir ağızdan “AyCarmela!” marşını

söylerler, faşizme karşı

verilen mücadelenin

evrensel sloganı

olmuştur bu şarkı.

Carmela ve Paulino “biz

sanatçıyız bu yüzden

sadece işimizi yaparız,

taraf tutmayız” diye

düşünerek ölümden

kurtulmak için bir

İtalyan faşist komutanın

yaptığı teklifi kabul

ederler.

Page 39: EG 131. sayı
Page 40: EG 131. sayı