eg 120. sayı

40

Upload: ekim-gencligi

Post on 23-Mar-2016

228 views

Category:

Documents


4 download

DESCRIPTION

Ekim Gençliği 120. sayı / Ekim 2009

TRANSCRIPT

Page 1: EG 120. sayı
Page 2: EG 120. sayı
Page 3: EG 120. sayı

Kapitalizmin yaşadığı yapısal krizle birlikte saldırılarınıyoğunlaştırdığı bir dönemdeyiz. Ortaya çıkan yeni krizle bir-likte kapitalizm açmazlarıyla bir kez daha karşılaştı ve saldır-ganlığını arttırdı. Gençlik açısından da krizin sonuçlarınınyakıcı bir şekilde hissedildiği bir süreçten geçiyoruz.

Son yıllarda gençlik sermaye düzeninin yoğunsaldırılarıyla karşı karşıya kalıyor. Ekonomik saldırınınboyutları her geçen yıl artıyor. Tek boyutlu ilerlemeyen busaldırılar kuşkusuz yozlaştırma, baskı ve denetim ile birlikteçok yönlü olarak hayata geçirilip yükselecek muhalefetin deönü kesilmeye çalışılıyor. Sermaye düzeni, üniversitelerisuskun toplumu yaratmanın fabrikalarına dönüştürmüş du-rumda. Üniversite yaşamı boyunca çok yönlü saldırılarlakarşılaşan gençlik, yaşamının geri kalanında da ekonomiksaldırılar ve hak gasplarıyla karşı karşıya kalacağı için budönemde uygulanan sindirme uygulamalarının ne kadarkarşılık bulduğu sermaye açısından çok önemlidir. Üniver-sitelerde düşüncelerini ifade etmek, hakkını aramak, tartışansorgulayan bir insan olmak, hatta ve hatta farklı bir görünüşesahip olmak bile saldırıların veya sindirme politikalarınınodağı olmanın nedeni olabiliyor. Son senelerde üniversiteler-den yansıyanlar; yoğunlaştırılmış denetim mekanizmaları,polis ablukasında kampüsler, soruşturma ve cezalar, faşist,ulusalcı çeteler eliyle saldırılar vs. diye sıralanıp gidiyor.

Krizin bedeli öğrencilere de kesilmeye çalışılıyor!

Yazın ortasında harçlara yapılması planlanan zamlarla bir-likte uzun senelerden sonra görece bir hareketlilik ortayaçıktı. Üniversitelerin kapalı olduğu bir dönem olmasınakarşın gençlik tepkisini sokakta dile getirdi. Sokakta yükselenses hedeflenen zamların yapılmasını engelledi.

Harçlara yapılması hedeflenen zamlar krizin bedelininöğrencilere de kesilmeye çalışıldığını gösteren çarpıcı örnek-lerden biriydi. Krizini aşmaya çalışan sermaye IMF ve DBgibi emperyalist kuruluşlarını İstanbul’da ağırlayarak işçi veemekçilere dönük yeni yıkım politikalarını karara bağlamışoldu. Krizin toplumdaki tüm yansımaları bire bir gençliğinyaşamını etkilemektedir. Krizle birlikte artan işten çıkar-malarla işsizliğin vardığı boyut, sistemin pembe düşlerininsahteliğini bir kez daha gözler önüne serdi.

Kapitalist krizin iyice belirginleştirdiği olguların, özelliklede düzenle ilgili gerçeklerin geniş gençlik yığınları tarafındananlaşılmasını sağlamak, somut sorunlarda ne söylediğimizleyakından ilgilidir. Bu çerçevede, geleceğimizi karartanlarakarşı yürüttüğümüz mücadelede “Harçlar kaldırılsın, eğitimeayrılan bütçe artırılsın!”, “Parasız eğitim istiyoruz!”, “Krizinfaturasını ödemiyoruz! Krizin bedeli kapitalistlere!” şiarlarınıyükseltmek, özel bir önem taşıyor.

Düzenin üniversitelerdeki eli ayağı YÖK’tür!

Kapitalizmin son bir yıldır dindiremediği krizinin aslındauzun bir birikim süreci bulunuyor. Bugün, çok daha erken birevrede gündeme geldiği halde uzun yıllar boyunca idareedilen, işçi sınıfı ve emekçilere kan kusturularak yatıştırılanbir tıkanmanın yeni düzeyde patlamasıyla karşı karşıyayız. 2.Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın enkazları üzerinde yükse-len, yeniden yapılanma döneminde iyi kötü semiren küreselkapitalizm, ’70’lerin başında yeni bir krizle sarsılıyordu. Bukrizden kurtulmanın yolu olarak ’70’li yıllardan başlayaraktüm dünyada neo-liberal saldırı politikaları gündeme getirildi.Türkiye’de 70’lerde yükselen devrimci mücadelenin gücü,sermayenin saldırı politikaları karşısında büyük bir engelolarak duruyordu. Ekonomik-sosyal saldırı politikalarınıuygulamakta zorlanan sermaye iktidarı, çözümü askeri cun-tada buldu. Faşist darbenin ardı sıra dönüşümler hızlı bir şek-ilde hayata geçirildi. Bu politikalar, üniversitelere eğitiminticarileştirilmesi saldırısı olarak yansıdı. Paralı eğitim uygula-malarının ve özelleştirmelerin önü açıldı.

12 Eylül ile birlikte üniversitelerdeki denetimi artırarak tekelde toplamak ve ticarileştirme adımlarını sıklaştırmak için 6Kasım 1981’de YÖK kuruldu. O günden bugüne YÖK’ünicraatlarıyla üniversitelerde ticarethane-kışla modeli oluştu-rulmuş, toplumdan yalıtık alanlara dönüşme süreci neredeysetamamlanmıştır. Eğitimin paralı hale gelmesinin vardığıboyut, işçi-emekçi çocuklarının üniversite, hatta lise oku-masını bile her geçen gün daha da zorlaştırmıştır.

Süreci devrimci bir perspektifle örgütlemek, bizzat YÖKdüzeninden kaynaklanan güncel sorunları hedef alan bir poli-tik mücadele hattı ile mümkündür. Eğitimin ticarileşmesindenartan baskı koşullarına, işsizlikten geleceksizliğe, emperyal-istlerin dünya halklarına dönük saldırganlığındanKürt halkına karşı “açılım” adı altındaki sahte poli- 3

YÖK düzeninin krizine ve geleceksizliğe karşı 6 Kasım’da alanlara!

Page 4: EG 120. sayı

tikalarla maskelenmeye çalışılan kudurganlığa kadar birçokolgu, sömürü düzeninin yansımaları olarak gençliğinkarşısında duruyor. 6 Kasım’a hazırlık sürecinden başlayarakbu sorunlara karşı bir mücadele hattı oluşturmalı ve hersöylemimizde, tüm pratiğimizde hedefe söz konusu sorun-larla birlikte, onların temel kaynağı olan kapitalist sistemiçakmalıyız. Bu bize, gençlik kitlelerine sorunun ana kay-nağını göstermekten geri durmamak, karşımızdaki sorunlarınbütünselliğini kavramak ve kavratmak sorumluluğu yüklüyor.

YÖK düzeninin en etkili saldırılarından biri de birçoküniversitede devrimci-demokrat öğrencilere, devrimcifaaliyete karşı kullanılan soruşturma silahıdır. 6 Kasım’ayürürken“Soruşturma ve cezalar geri çekilsin! Eğitimhakkımız gasp edilemez!” diyerek üniversitelerin baskıcı veanti-demokratik yapısını teşhir etmeliyiz. Yine üniversitelerde“açılımın” sahte adımlarından biri olarak Kürt dili eğitimininbaşlaması yönlü adımlar atılıyor. Bu süreçte “Anadildeeğitim” talebini devrimci bir temelde sahiplenerek devletinhamlelerinin arka planını ortaya koymalı, bu talebin tam hakeşitliği temelinde karşılanmasının yolu olarak devrim vesosyalizm mücadelesini yükseltmeliyiz.

Öte yandan gençlik kitlelerini, hapsedildikleri karelerdençıkmalarını sağlamak için yaşadıkları sorunlar üzerindenharekete geçirmeyi ve sorunları yaratan düzeni teşhir etmeyibirlikte ele alabilmeliyiz. Kendi krizi içinde debelenen YÖKdüzeninin gençliğe dayattığı geleceksizliğin karşısında, kur-tuluşun tek yolunu, demek oluyor ki devrim mücadelesinisürekli bir faaliyetle gençlik kitlelerinin gündemine taşı-malıyız. Toplumsal gündemleri ve yerellerin özgün sorun-larını iç bağıntılarının anlaşılmasını sağlayarak, sistematik veısrarlı bir çalışmaya dönüştürmeliyiz. Bütün bunlar, YÖK’eve YÖK düzenine karşı mücadeleye hazırlanmanın güncel birçerçevesi olarak da düşünülebilir.

Birleşik ve geçmişin zaaflarını aşan bir 6 Kasım!

12 Eylül karanlığının mirası YÖK, aradan geçen 28 yıldaeğitimin ticarileştirilmesiyle, üniversitelerin yüklendiği misy-onla iyice teşhir olmuşken, buna karşı yükselen muhalefet hergeçen yıl gerilemektedir. Önümüzdeki 6 Kasım sürecinipratikte nasıl ele almak gerektiğini ifade etmeden önce sonyılların eksikliklerini ortaya koymak yararlı olacaktır. Sonyıllardaki 6 Kasım tablolarına baktığımızda en çok gözeçarpan nokta, parçalılıktır. Ayrılma gerekçelerinin çoğununpolitik değil de biçimsel tartışmalardan kaynaklanıyor olması,gençlik hareketi adına gelinen noktanın vahametini göster-mektedir.

Son yılların 6 Kasım’larına baktığımızda protesto eylemi-nin ötesine geçemeyen bir tabloyla karşılaşıyoruz. Haftalarıbulan, birbirini tekrarlayan toplantılar, sonrasında biçimsel-politik ayrışmalar ve birkaç günlük çağrıya sıkışan bireylem… 6 Kasım günü gerçekleşecek bir eyleme çağrı yap-manın ötesine geçemeyen bir “ön süreç” yaşanıyor. 6 Kasım-lar bir süreç olarak örülemeyen, yerelle bağı kurulamayanparçalı eylemler bütünü olmaktan öteye geçemiyor.

Gençliğin gündemlerine söz söyleyen, YÖK’ü protestoeden bir yaklaşımla açıklamalar yapılsa da bunlar alanlarataşınamıyor. Gençliğin gündemlerinin yerellere taşındığı,yerel sorunların işlendiği ve yürüyen çalışmaların 6 Kasım

alanına taşındığı bir süreç örülemiyor. Yerelde açığaçıkan sorunlara karşı tepkiler açığa çıkıp, yer yer

kitleselleşen yerel eylemler örgütlenirken bunların 6 Kasımalanına taşınamaması geçmiş yılların ders çıkartılmasıgereken olumsuz örnekleridir.

Harç zammıyla ortaya çıkan süreç bir kez daha gençlikhareketinin ihtiyaçlarını ve sorumluluklarımızı hatırlatmıştır.En yakıcı şekilde kendini hissettiren, geniş gençlikkitlelerinin ortak bir zeminde hareket edebileceği birleşik birörgütlülük ihtiyacıdır. Hareketin böylesi bir örgütlülüğe sahipolmaması sonucunda oluşan tepkiler parçalı kalmıştır. Öyle-sine ki parçalı ilerleyen süreçleri birleşik bir zemine çekmetartışmaları hayli uzun bir zaman almıştır. Kendiliğinden or-taya çıkan kimi tepkilere müdahalelerde de atıl kalınmıştır.Zamların geri çekilmesiyle de birçok örgüt bu süreçten yüzgeri etmiştir. Süreci harç saldırısını aşan bir çizgide bütün-lüklü ele alıp birleşik bir mücadeleye dönüştürmekgerekirken, zam sınırında bakmanın sonucu yön değiştirmeyeneden olmuştur.

Gençlik hareketi açısından yaz dönemiyle birlikte ortayakonan tepkiyi ve krizle birlikte daha da artan saldırıları gözönüne aldığımızda, hareketi ileriye taşıma sorumluluğu yakıcıbir şekilde omuzlarımıza biniyor. Bunun gereği, ortaya çıkandinamiğin hareketi yükseltecek bir olanağa dönüştürülebilme-sidir. Yaz boyunca harç saldırısına karşı sesimizi yükselttik.Krize çözüm bulma iddiasıyla İstanbul’a gelen IMF veDB’ye karşı eylemlerimizle sokakları ısıttık. Saldırılarınyoğunlaşmasıyla tepkilerin çoğaldığı, eylemlerin sıklaştığı,grev ve direnişlerin yaygınlaştığı bu dönemin gençlikhareketi açısından önemi yeterince açıktır. Böyle birdönemde durgunluğu kırmanın, hareketi yükseltmeninmanivelasını yaratma çabasıyla hareket etmeliyiz.

6 Kasım’a hazırlığımızın çerçevesini bu sorumluluk ek-seninde çizmeliyiz. Gençlik açısından önemli bir gündemolan 6 Kasım’ın kendinden menkul bir eylem gününe sıkış-maması, bugünden sergilenecek seferberliğe bağlıdır. Bukonudaki adımların başarısı, 6 Kasım’ların son yıllardakitablosunu kırabilmeyi, birleşik bir 6 Kasım örgütlemeyi ve önsüreci sağlam örülmüş güçlü bir 6 Kasım’ı sonrasına taşımayıda belirleyecektir.

Ekim Gençliği

4

Page 5: EG 120. sayı

Yeni eğitim ve öğretim dönemi başlarken eğitim ve öğre-timin sorunları da artarak devam ediyor. İlköğretimdenüniversitelere varana dek sorunların ana kaynağını eğitimintemel bir ihtiyaçtan çıkarılarak ticari bir metaya dönüşümüoluşturuyor. Eğitim sermaye için büyük bir kâr alanı halinegeliyor ve bu kâr alanının tümüyle talan edilebilmesi için dedevlet yıllardır sermayenin önündeki pürüzleri temizlemeyeçalışıyor. Tüm bunların yanında yine devlet eğitime ayrılanbütçeyi trajikomik bir seviyede tutmayı da sürdürüyor. Dev-letin sunması gereken bütçe emekçilerin ceplerindençıkarılıyor.

Ticarileşen eğitimin bu yıl en pervasız saldırılarından biriyaz aylarında üniversite har(a)çlarına % 8 ila % 500 arasındayapılması planlanan zam girişimi oldu. Bu zam girişiminekarşı verilen tepkilerin sonucunda hükümete geri adım at-tırılarak zam sadece % 8oranında yapılabildi. Öğrencilerbu pervasız saldırıya karşı ses-siz kalmış olsalardı üniver-sitelerin kapıları işçi ve emekçiçocukları için bir hayaldenibaret olacaktı. Tüm bunlararağmen gençliğin har(a)ç uygu-lamasına verdiği tepkinin deyetersiz kalması üzerine üniver-site harçlarına % 8 zamyapılmış oldu. Bu oran daemekçi aileler için az değildir.Keza bu zamlar her sene % 5ve % 10 arasında yapılmaktadır.

Üniversitelerdeki ticarileştirme saldırılarından biri de kayıtparası uygulamasının yaygınlaşması oldu. Hiçbir yasaldayanağı dahi olmayan kayıt ücreti uygulaması birçoküniversitede hayata geçirilmişti. Bu dönem başında kayıtparası soygunculuğuna dört üniversite daha katılmış oldu.

İstanbul Üniversitesi’nde yeni kayıt yapan öğrencilerdenkimlik kartı bedeli olarak 50 TL istendi. Çanakkale 18 MartÜniversitesi’nde hiçbir açıklamaya dahi gerek duyulmadan120 TL alınırken, Ege Üniversitesi’ndeyse kimlik kartı bedeliolarak 45 TL, sigorta bedeli olarak ise 5 TL istendi. KocaeliÜniversitesi de kayıt parası soygunculuğuna girişen yeniüniversitelerden biri oldu.

Bu eğitim ve öğretim yılı barınma sorununun da katla-narak arttığı bir yıl olacak. Mevcut barınma sorununu çözmekiçin herhangi bir girişimde bulunmayan devlet, bölümlerinkontenjanlarını bu sene de arttırdı. Bu da yetmezmiş gibi bazıüniversitelere ikinci öğretimler açıldı. Tüm bunlar yapılırkenbu öğrencilerin nasıl barınacakları üzerine bir açıklama dahiyapılmadı. Devlet yurtlarının kapasitelerinin genişletilmemesi

ya da yeni yurtların yapılmamasının gerisinde ise özel yurt-ların kâr sağlaması yatıyor. Bu yurtlar öğrencileri aylık en az400 TL’den alıyor. Bunun yanında kantin gibi masraflardanda büyük kârlar sağlıyor. Devlet nasıl özel üniversitelerekamu üniversitelerinden fazla pay ayırıyorsa, barınmada dafiilen özel yurtları teşvik ediyor. Evlerde kalan öğrencilerseyüklü miktarda kira ödemekle yüz yüze kalıyorlar. Yıllardırdevam eden bu sorunun bu sene katlanarak artacağı açıktır.Ayrıca üniversite öğrencileri için ulaşım da başlı başına birsorun olmaya devam ediyor.

İlk ve orta öğretimdeki sorunlar da kendini büyütereksürdürüyor. Bakanlığın ya da valilerin “kayıt parası alınmaya-cak” türünden göz boyama açıklamaları eşliğinde, veliler busene de çocuklarını okullara yerleştirebilmek için katkı adı al-tında yüklü miktarda para ödediler. Katkı parasını

ödeyemediği için okulun çatısınıonaran, bu sırada çatıdan düşüpölen veli akıllardan çıkmamışken,bu dönem başında da para ödeye-meyen veliler okulun temizliğine‘yardım etmek’ zorunda kaldılar.Yüzlerce okul altyapıdan yoksunve okullardaki sınıf sayısının azlığıöğrencileri kucak kucağa ders yap-maya zorunlu kılıyor. Özelliklemetropollerdeki emekçi mahal-lelerinde bulunan okullarda ders-liklerdeki öğrenci sayısı 80’evarabiliyor.

Bu sorunların temel kaynağınıeğitime yeterli miktarda kaynak ayrılmayışı ve eğitimin tica-rileştirilmesi oluşturuyor. Gayri safi milli hasıladan eğitimeayrılan pay % 2.51 dir ve bunun % 65’i personele ayrılmak-tadır. Eğitime ayrılan bütçe, okullarda ve üniversitelerde nite-likli bir eğitimi geçelim, var olan kötü koşulları düzeltmeyedahi yetmemektedir. Brunei Sultanlığı % 4.8, Fildişi Sahilleri% 4.6, Kiribati ise % 11 eğitime pay ayırırken, Türkiye buülkelerin oldukça altında kalmaktadır. Öğrenci başına düşenpayda ise Türkiye OECD ülkeleri arasında sonuncudur. Bütçeyok safsatalarını kullanmaya devam eden devlet aynıdönemde Patriot füzelerine 8 milyar ayırabilmektedir.

Eğitime ayrılan bütçenin arttırılabilmesi, eğitimin ticari-leşmekten çıkarak temel bir hak haline gelebilmesi, tüm busorunlara karşı verilecek mücadeleye bağlıdır. Yukarıda busene kapsamları artan daha çok ekonomik temelli sorunlardanbahsetmiş olduk. Ancak tüm bunların yanında anti-demokratik, şoven ve bilimsel olmayan eğitim sistemi halavarlığını sürdürmektedir ve bu sorunlar için deçözüm mücadelededir.

Yeni eğitim ve öğretim dönemi

‘yeni’ sorunlarla açıldı

5

Page 6: EG 120. sayı

6

Kamp-Üs faaliyetleri başlıyor!

İstanbul Üniversitesi’nde “Toplama KAMPı, sermaye ÜSsü üniversite istemi-yoruz!” şiarıyla çıkartılan Kamp-Üs dergisi çalışmalarına yeni dönemin açıl-masıyla birlikte başladı.

Hazırlanan broşürde Kamp-Üs dergisi anlatılarak gerçekleştirilen faaliyetleriçoğaltmaya ve üniversitelerde sözümüzü söylemeye çağrı yapıldı. Geçen senenindeğerlendirilmesinin yapıldığı ve yeni sayının gündemlerinin belirlendiği birtoplantı gerçekleştirildi.

İstanbul Üniversitesi Ekim Gençliği faaliyetlerinden...

İstanbul Ekim Gençliği olarak 1-7 Ekim tarihleri arasında İstanbul’a gelecekolan IMF ve Dünya Bankası’nı teşhir etmek amacıyla çalışmalar yaptık. Buçerçevede afişlerimizi okulun açıldığı günden itibaren Merkez Kampüs ve Ede-biyat Fakültesi’nde kullandık.

İstanbul Üniversitesi’nde afiş ve sergiye müdahale...

İstanbul Üniversitesi’nin yeni eğitim-öğretim yılına başlamasıyla birlikte dev-rimci, demokrat öğrencilere yönelik saldırılar da başladı. 28 Eylül günü MerkezKampüs’e gelen 20’den fazla öğrenci okula alınmadı. Geçen senenin sonundaartan soruşturma saldırılarının sonuçları açıklandı. Devrimci öğrencilere 2 haftaile 5 dönem arasında değişen cezalar verildi.

Ertesi gün ise Merkez Kampüs’te ilk olarak Öğrenci Kolektifleri’nin harç süre-ciyle ilgili açtıkları serginin indirilmesini söylediler. Ardından IMF-DB’yi teşhireden Ekim Gençliği afişlerine yönelerek bu afişleri indirmeye çalıştılar. Çıkanarbede sırasında sergiyi ve afişleri indirdiler. Ardından afişler ve sergi ortak birduruş sergilenerek tekrar duvarlara asıldı. Bunun üzerine ÖGB’ler tekrar gelmeyecesaret edemediler ve saldırı püskürtülmüş oldu.

YTÜ'de yeni dönem başladı!

Geçtiğimiz sene YTÜ'de yaşanan İP-TGB saldırısının ardından idare-ÖGB-polis işbirliği ile okul içerisinde oluşturulmaya çalışılan siyaset yasağına rağmenbu dönemin başlaması ile birlikte çalışmalarımıza başladık.

ÖGB'lerin masaların ve afişlerin izinsiz olduğu sebebi ile kaldırılması gerek-tiği yönündeki baskı ve tehditlerine rağmen diğer siyasal gençlik örgütlenmeleriile birlikte ortak tutum aldık.

Tonoz kantin önünde Ekim Gençliği masası açtık, İMF-DB süreci ve yenidönem ile ilgili afişlerimizi okul içerisinde yaygın bir şekilde kullandık. Yaygınbildiri dağıtımı gerçekleştirdik.

Ege’de çalışmalar sürüyor…

Ege Üniversitesi’nde Ekim Gençliği masamızı düzenli olarak açıyoruz. 28-29Eylül tarihlerinde E Cafe’de yürüttüğümüz çalışmalarımızı 30 Eylül günü Ede-biyat Fakültesi’ne taşıdık. İMF-DB sürecine dair sözümüzü söylediğimiz merkezibroşürümüzü ve afişimizi yaygın biçimde kullandık.

Üniversitelerden haberler

Page 7: EG 120. sayı

7

EÜ’de Genç-Sen toplantısı

Okullar açılmadan önce bir araya gelen Ege Genç Sen Meclisi, önündekigündemleri tartıştı. 23 ve 24 Eylül günlerinde Ege Üniversitesi’nde masalaraçıldı. 1 Ekim günü yapılan Ege Genç-Sen meclis toplantısında ise 6 Kasımbaşlığı tartışıldı ve kriz gündemiyle beraber 6 Kasım’ı ele almak gerektiği bubütünsellikte barınma sorununun ve harçların işlenmesine karar verildi.

Edirne'de faşist saldırı

Edirne'de 3 Ekim günü TKP’li 2 öğrenci gazete satışı sonrası evlerine dön-erken ülkücü faşistlerin saldırısına uğradı. Faşist saldırı 4 Ekim günü saat13.00'te TKP Edine il örgütü tarafından PTT önünde yapılan basın açıkla-masıyla protesto edildi. Eğitim-Sen, Yapı Yol-Sen, SES, Trakya'da Birlik veDayanışma Derneği, Ekim Gençliği, SGD, Sosyalist Parti, Dev-Genç Birliği,Genç-Sen ve EMEP de eyleme destek verdi.

İstanbul’da Ekim Gençliği satışı

Yeni dönemin ilk sayısını Taksim’de her hafta yaptığımız satışlarla birçoköğrenciye ve emekçiye ulaştırmış olduk. Satışlarımızda haraçlardan barınmasorununa, IMF-DB toplantılarından Güler Zere’ye kadar birçok konuda aji-tasyon konuşmaları gerçekleştirdik.

İzmir’de Ekim Gençliği satışı

3 Ekim Cumartesi günü akşam saatlerinde Buca Forbes’ta Ekim Gençliğisatışı gerçekleştirdik. Ajitasyon konuşmalarımızda İMF ve DB’nin işçiemekçilere yıkım getirdiğini belirttik. Parasız eğitim talebimizi haykırdık.Militan satışımız sırasında İMF-DB’ye karşı eylemlere çağrı yaptık ve on-larca dergiyi gençliğe ulaştırdık.

Kocaeli Üniversitesi’nde protesto

6 Ekim günü Kocaeli Üniversitesi’nin yeni akademik yıl açılışında eylemyapan öğrenciler IMF-DB Zirvesi’ni ve işbirlikçi AKP hükümetini protestoetti.

Umuttepe Kampüsü'nde toplanan öğrenciler, açılış törenine katılan Sanayive Ticaret Bakanı Nihat Ergün'ün Prof. Dr. Baki Komsuoğlu Kültür ve Kong-re Merkezi’ne girmesiyle birlikte salona girmek istediler. Özel güvenlikgörevlileri tarafından engellenen öğrenciler ÖGB terörüne ve biber gazınamaruz kaldı. Öğrenciler saat 15.40’ta kampüs kapısına yakın bir noktadabasın açıklaması yaptı.

Erdoğan'ın katıldığı YTÜ açılışında gözaltı terörü

Yıldız Teknik Üniversitesi’nin resmi açılış töreni Recep Tayyip Erdoğan'ınve Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun katılımı ile 7 Ekim günü öğren-cilere kapalı bir biçimde gerçekleşti.

Sabahtan itibaren alınan yoğun "güvenlik" önlemleri ile beraber ana girişkapısı kapatılırken yaya girişi için sadece törenin gerçekleşeceği Oditoryumauzak olan üst giriş kapısı açıldı. Öğrencilere kimlik kontrolü ve üst aramasıdayatıldı.

Yıldız Kültür Öğrenci Derneği’nden (YKÖD) öğrenciler saat 10.30civarında gözaltına alındılar. Beşiktaş Emniyet Müdürlüğü’ne götürülenöğrenciler öğleden sonra serbest bırakıldılar. Oditoryum civarında ÖğrenciKolektifleri imzasıyla pankart açan bir kişi onlarca sivil polisin saldırısınamaruz kaldı. Ayrıca Birgün gazetesi taşıyan iki öğrenci de ÖGB ve polisterörüyle karşı karşıya kaldılar.

Page 8: EG 120. sayı

Cumhuriyet tarihi Kürt halkının özgürlük mücadelesini kanla,baskıyla zulümle bastırma tarihidir aynı zamanda. Egemenliğinidevam ettirmek için her türlü yola başvuran sermaye devleti, buniteliğinden en ufak bir şey kaybetmiş değildir. Bugün sözde açılım-larla, türlü oyunlarla, kırıntı düzeyindeki reformlarla gözlerboyanmaya, mücadele bitirilmeye çalışılmaktadır.

Ancak Kürt halkının özgür yaşama iradesini, ne sermaye devle-tinin katliamları, baskısı, zulmü, ne Kürt egemen sınıflarınınihanetleri, ne de uzun bir dönem önderlik ettiği devrimci Kürtisyanını mahkum etmiş PKK çizgisindeki burjuva-reformist Kürthareketinin düzenle uzlaşı çabaları kırabilmiştir. Ve sermaye düzenine söylerse söylesin, düzene hizmete hazır olduğunu her fırsattatekrarlayan ulusalcı Kürt önderliği hangi yola girerse girsin,“demokratik açılım” hayalleri ne kadar karşılık bulursa bulsun, sonsözü direnen Kürt halkı söyleyecektir. Çünkü “tarihte son sözü hepdirenenler söyler!”Açılım hayalleri ile bitirilmeye çalışılan özgürlük mücadelesi

Bugün ülkenin dört bir yanında “Kürt Açılımı”, “ DemokratikAçılım” propagandası estiriliyor. Aylardır sürdürülen bu propagan-dadan sermaye düzeninin kaba ikiyüzlülüğünden başka bir şeyyansımıyor. Bu iki yüzün bir yanı “Var gücümüzle sorunu çözmekiçin uğraşıyoruz” derken, diğer bir yanı “Son terörist ortadankalkana dek mücadele sürecek” demektedir. Cümleleri kuranlar ser-mayenin çeşitli alanlarda sürtüşen iki gücü olmakla beraber,cümleleri kurdurtan aynı sermaye devletidir. Burjuva sınıf çıkarlarısöz konusu olduğu için, sözler bir zıtlık değil, bir bütünlük arzetmektedir.

Sermaye iktidarı imha ve inkâr politikasından taviz vermemiştir,vermeyecektir. Katliam, baskı, zulüm devletin geleneğinde, sınıfiktidarının özünde vardır, onun vazgeçilmezidir. Ancak devlet Kürtsorununu sadece bu yöntemlerle çözemeyeceğini anlamıştır. Bu onaemperyalizm tarafından anlatılmıştır. Dahası bizzat kendi pratiği,baskı ve zulümle Kürt halkının özgürlük mücadelesinin önüne geç-menin imkânı olmadığını, yıllardır bir şamar gibi sermaye iktidarınınsuratına çarpmaktadır.

Demokratik açılımın yapılacağına dair hayallerin yayılmasınıniki temel nedeni bulunuyor. Birincisi, emperyalizmin Ortadoğu’dakiplanları ve bu çerçevede Türkiye’nin ileri karakol olarak uşakçagörevlerini tam olarak yerine getirmesinde, Kürt sorununun ve Kürthalkının özgürlük mücadelesinin engel olmaktan çıkarılmasıisteğidir. İkincisi ise Türk burjuvazisinin sırtında büyük bir kamburolarak duran, ülke çapında etkili bir mücadele odağı olan,sermayenin sınıfsal egemenliğine karşı proleter devrimmücadelesinin önemli bir yedek gücü olabilecek bir dinamiğin tas-fiye edilmesi ihtiyacıdır.

Bugüne kadar sermaye devleti emperyalizmin Ortadoğu planlarıçerçevesinde birçok görev üstlendi. Bu görevleri layıkıyla yerinegetirmek için, bir yandan da geleceğini tehlikeye sokan mücadeledinamiklerini ve kendi açmazlarını bitirmekle meşgul oldu, oluyor.Bu açmazların ve dinamiklerin en önemlilerinden biri olarak Kürthalkının mücadelesi, Türk burjuvazisine hem içte, hem de dışta

sürekli kan kaybettiriyor. Ayrıca demokratik bir ülke imajıçizmeye çalışan sermaye devletini dış siyasette (örneğinAvrupa Birliği sürecinde olduğu üzere) zorda bırakan temel

bir faktördür.Sermayenin Kürt halkına ve özgürlük mücadelesine bakışı

değişmemekle beraber, sorunun sadece baskı ve zulümle, katliam veoperasyonlarla çözülemeyeceği bir takım kırıntıların verilmesigerektiği, ancak bu şekilde mücadelenin bitirilebileceği düşünülmek-tedir.

Yine de bayramın ikinci gününde Mardin’e giden İlker Başbuğ,yaptığı açıklamada;“Silahla, kanla bir yere varılmaz. Tek çıkar yolbölücü terör örgütünün silahı bırakmasıdır. Bunun dışında başkaçıkar yol yoktur” diyerek devletin Kürt halkına yönelik inkâr veasimilasyon politikasında bir değişiklik olmadığını göstermiş oldu.Başbuğ konuşmasında ayrıca “ülkenin bölünmez bütünlüğü”nevurgu yaparak, “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının büyük birkısmı birlikte yaşamak isteğindedir. Arada marjinal gruplarçıkmıştır” diyebilmektedir. Marjinal gruptan kasıt PKK’dir. Uzunyıllardır devlete hizmete hazır bir uzlaşma-barış çizgisi izlemesine,düzenle bütünleşme yolunda adımlar atmasına rağmen Kürdistan’daPKK değil, TC marjinaldir. Bunun aksini iddia etmek, su katılmamışbir arsızlık örneğidir.

Diğer taraftan Başbakan Tayip Erdoğan, AKP’nin tek başına bumeselenin altından kalkamayacağının farkında olarak, burjuva parti-lerde ve devletin tüm kurumlarında bir ortaklık olması gerektiğini,“Demokratik Açılım”ın AKP politikası değil, devlet politikasıolduğunu dile getirmektedir. Geçen haftalarda yaptığı ABDziyaretindeki başlıklardan birisinin Ortadoğu ve özel olarak da Kürtsorunu olması, ABD eliyle atılan adımların sıklaşacağı sinyallerinivermektedir. Meclisin açılması ile birlikte Ekim ayında somut adım-ların atılacağı söylenmektedir.

Sermaye devletinin bu sorunu gerçekten çözeceğini beklemek,tam bir hayaldir. Hükümet bu sorunu çözmeye çalışıyor demek,AKP’nin, sermayenin sınıfsal çıkarları doğrultusunda hareket ettiğinigörmezlikten gelmektir. Hükümetin şefi Tayyip Erdoğan’ın,“Kürt’ten tanık olmaz”, “Çocuk da olsa, kadın da olsa polis gereğiniyapar”, “Bu rejimi beğenmeyen çeker gider” sözlerinin sahibiolduğu nasıl unutulabilir ki?

Farklı söylemler kullansalar da Kürt sorununda tek hedefleri Kürthalkını teslim alarak, mücadeleci kimliğini ortadan kaldırmaktır. ZiraKürt halkının isyan kimliği ortadan kalkmadığı sürece sermayedevletinin geleceğine karşı bir tehdit unsuru olarak kalmaya devamedecektir.

Sonu yok zulmün, isyanı seçmedikçe…

Kürt halkının mücadeleden başka çözüm yolu yoktur. Bugün birtakım adımların atılmasını sağlayan Kürt halkının on yıllardır sürenözgürlük mücadelesidir. En ufak bir kırıntı dahi bu mücadelesayesinden kazınılmıştır.

Bugün işçi sınıfını da Kürt halkını da ezen, sömüren, haklarınıgasp eden aynı sermaye düzeni ve devletidir. Bu düzen yıkılmadanözgürlük yalnızca hayaldir. Bir başka deyimle; “Türkiye işçi sınıfı veemekçileri için de, kardeş Kürt halkı için de kurtuluşun yegâne yoludevrimden ve sosyalizmden geçmektedir. Çözümün anahtarıhalkların devrimci mücadele birlikteliğindedir.” Kürt halkınınkaderini özgürce tayin edebilmesi ve “Özgürlük, Eşitlik, GönüllüBirlik” için başka bir yol yoktur.

“Teslimiyet ihanete, direniş

zafere götürür!”*

8

(* Diyarbakır Zindanı’nda karanlığı yaran çağdaşKawa Mazlum Doğan tarafından haykırılmıştır...)

Page 9: EG 120. sayı

9

6 Eylül Pazargünü meteoroloji

tarafından yapılan seluyarılarına rağmen ilgili kurum-

ların bu uyarıyı dikkate almamalarısonucu 9 Eylül günü Trakya’nın belli böl-

gelerinde ve İstanbul’un Avrupa Yakası’nda tümTürkiye’nin gözleri önünde bir sel felaketi yaşandı. Trakya'da7 cana mal olan sel, İstanbul'da 31 kişinin ölümüne nedenoldu. 9 kişi ise kayıp.... Felaket öncesi yapılan tüm uyarılararağmen herhangi bir önlem almak noktasında atıl kalan İstan-bul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul Valiliği, çevre illerinbelediyeleri ve valilikleri bu afetin baş sorumluları arasın-dadır. Tabi ki yaşanan bu afetin boyutlarının bu kadar büyükolmasının tek sorumlusu ilgili makamlarda bulunan “zat-ımuhteremler” değil.

Ülkemizde sanayinin gelişmesi, yeni fabrikaların ve üre-tim alanlarının kurulmasıyla birlikte bu üretim alanlarındaçalışacak iş gücüne ihtiyaç duyuldu. 1950’li yıllardan bu yanasanayinin gelişmesiyle doğru orantılı olarak kırsal kesimler-den şehirlere büyük göçler yaşandı. Kırsal alanlardan şe-hirlere iş bulma umuduyla gelen yüz binlerce insan bu yenikurulan fabrikalar ve üretim alanlarında iş gücü ihtiyacını çokiyi bir biçimde karşıladı ve hala da karşılamaktadır.

Bu göçlerin bir sonucu olarak göç eden insanların konutihtiyacı ortaya çıktı. Yaşanan bu konut açığı sermaye devletitarafından ve ona egemen olan burjuvazinin kar hırsı yüzün-den planlı bir şekilde karşılanmayınca kontrolsüz olarakyapılan konutlar nedeni ile sanayi havzaları çevrelerindeçarpık kentleşme baş gösterdi.

Engels’in 1872’de kaleme aldığı Konut Sorunu adlıkitabında da değindiği gibi burjuvazi ve onun egemen olduğudevlet aygıtı işçi sınıfının yaşam alanlarıyla hiçbir biçimde il-gilenmedi ve ancak bu yaşam alanlarını kendi çıkarına uygundüştüğü koşullarda derleyip toparlamaya çalıştı(kentseldönüşüm örneği ya da oy kapma düşüncesi ile gecekondularabelediye hizmetlerinin götürülmesi örneğinde olduğu gibi).

Son yaşanan sel felaketinde işçi sınıfının ve emekçi kesim-lerin kapitalizm için hiçbir önemi olmadığını, Pameks Tekstilpatronunun, sel yüzünden servis aracı olmaması gereken biraraç içinde boğularak can veren 8 çalışanı üzerine söyledik-leri açıkça gösteriyor. Sonuç olarak kapitalizm, daha fazla kâriçin insanları kötü koşullarda yaşamaya, böyle felaketlerleboğuşmaya, hatta ve hatta ölmeye mahkum etti.

Yaratılan çarpık kentleşmenin acısını ve aciziyetini dahaönce Marmara Depremi’nde, bugün ise Trakya’da ve İstan-bul’da ortaya çıkan sel felaketleriyle gören kapitalizmin uşak-

ları, daha önce olduğu gibi yine bilindik söylemlerin arkasınasığındılar. Yaşananların üzücü olduğunu söylemekten ve kur-tarma çalışmalarının tüm hızıyla sürdüğünü belirtmekten ötebir şey yapmadılar. Bu sel felaketi ve daha öncesinde yaşananbirçok doğal afet bize gösteriyor ki, bu tür olaylar sadecebirkaç yetkilinin ihmalkarlığının bir ürünü değil, direkt olarakkapitalizmin acizliğinin ve acımasızlığının bir ürünüdür.

Yaşanan sel felaketi bir başka boyutuyla da karşımızageldi. Özellikle haber bültenlerinde sürekli olarak “işte, malcanın yongası” türünden söylemlerle evlerini su basan insan-ların acıları yansıtıldı. Ayrıca sel sularına kapılmış birçokeşyanın ve aracın yağmaya uğradığı da sürekli gözler önüneserildi. Burjuva basının kapitalizmin ve onun kurumlarının buolaydaki büyük ihmalini hasıraltı edip bu türden haberlerleözel mülkiyeti kutsaması pek de anlaşılmaz değil. Yapılan butürden haberler yaşanan bu felaketin büyük ihmallerden vekapitalizmin kâr hırsı yüzünden olduğu gerçeğini gizleyerek,sel sırasında kimin ne kadar mal topladığı ve kimin ne kadaryağma yaptığı ile hatırlanmasına neden oldu. Böylelikle Mar-mara Depremi halkın bilinci sonrası nasıl dumura uğratıldı veöfkesi nasıl manipüle edildiyse, yine aynı senaryo tekrarlandı.

Yukarıda da döne döne tekrar ettiğimiz gibi kapitalizm veonun uşakları kâr ve sömürü hırsı uğruna her türlü pisliğiyapmaktan çekinmemişlerdir, çekinmezler de. Yaşanan sonfelakette de kapitalizmin ve yerli işbirlikçilerinin pervasızcaölen insanları suçlaması yeni bir şey değil. Afganistan’da,Irak’ta, Kürdistan’da, Filistin’de ve daha birçok yerde acı-masızca insanları katleden eller ile sele kapılarak ölenlerinardından yas tutup, üzülenler aynı zihniyetin ürünleridir.

Kapitalizm Öldürür, Kapitalizmi Öldürün!

Kapitalizmin kar hırsı ve

işçi sınıfının hezeyanı!

Page 10: EG 120. sayı

‘’Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya BankasıGrubu’nun Yıllık Toplantıları, dünyanın ekonomik görünümü,

yoksulluğun ortadan kaldırılması, ekonomik kalkınma ve yardım-ların etkililiği dahil küresel meseleleri tartışmak üzere her yıl

merkez bankalarının yöneticilerini, maliye ve kalkınmabakanlarını, özel sektörün üst düzey yöneticilerini ve

akademisyenleri bir araya getirmektedir.’’

Dergimizin hazırlanma süreci, 1-7 Ekim tarihlerindeki IMF veDB yıllık toplantısı için haramilerin Türkiye’ye üşüşmesiyleçakışıyor. IMF, bu toplantıları sözüm ona yoksulluğun ortadankaldırılması ve ekonomik kalkınma amaçlı yapıyor. Peki budoğru mu? Aksine IMF bugün dünyada hızla artan yoksulluğunsebebi, işçi ve emekçilerin üzerine ağır yükler yükleyen neo-lib-eral politikaların tasarlayıcısı ve uygulayıcısıdır.

IMF ve DB ikinci emperyalist paylaşım savaşı sonrası ortayaçıkmıştır. “Gelişmekte olan ülkelere verdiği kredilerle onlarıniktisadi açıdan kalkınmasına yardımda bulunduğu” iddia edilenIMF ve DB, esasında bu ülkeleri daha da yoksullaştırmış,emperyalizme olan bağımlılığını perçinlemiştir. Verdiği borçlarbu ülkeleri kalkındırmak bir yana daha da kötü hale getirmiştir.Üstelik bu borçları ödemek için çıkarılan acı reçeteleri hep işçi veemekçiler ödemiştir. IMF’nin uygulattığı politikalar bu ülkeleriborç batağına sürüklemiştir. İşçi ve emekçilerin kazanımlarınıortadan kaldıran, pek çok hak gaspı getiren yıkım politikalarıyüzünden milyonlarca insan işsizliğe ve açlığa mahkûmedilmiştir.

Emek düşmanı yapısını her fırsatta açığa çıkaran IMF, sondönemde yaptığı icraatlarla da bunu kanıtlamıştır. Örneğin Hon-duras’ta yönetime el koyan darbecilere verdiği 150 milyondolarla onlara açıktan destek olmuştur. Daha önce Şili veTürkiye’deki darbecilere de gereken desteği sağlamıştı.

2001’de Arjantin’de yaşanan ekonomik krizi pek çok insanhatırlar. Bir anda alt üst olan Arjantin ekonomisi kitleleri sokağadökmüş, şiddetli eylemler yaşanmıştı. Öyle ki insanların açkalması sonucu yağma olaylarının önü alınamamıştı. Oysa Arjan-tin model ülke olarak gösteriliyordu. 1955’de yaşanan askeridarbe ile Arjantin ekonomisi IMF’ye devredilmişti. EkonomisiIMF’ye devredilen bir ülkenin sonu Arjantin gibi olmak zorun-daydı, nitekim öyle de oldu.

En yağlı kaynak Türkiye!

Türkiye de IMF politikalarını uygulamak konusunda oldukça“başarılı” bir ülkedir. 1999- 2007 arası dönemde TürkiyeIMF’den 43 milyar dolar borç almıştır. Bu borcun 34.7 milyardolarını geri ödeyebilen Türkiye, faiz olarak ise 5.6 milyar dolarödemiştir. Türkiye ödediği faizle IMF’nin cari harcamalarınıfinanse eden tek ülkedir.

“Ocak 2007 tarihli verilere göre, IMF’nin 73 ülkeden alacağıbulunuyordu. 19.9 milyar doları bulan bu alacağın10.2 milyar doları (31 Ocak 2007 itibariyle)Türkiye’nin borcundan kaynaklanmaktaydı. Yani

IMF’nin her 100 dolarlık alacağının 51 dolarını Türkiye’ninborcu oluşturuyordu. 2008 yılı başı itibariyle dünyada IMF’yeborcu olan 7 ülke arasında en borçlu ülke yine Türkiye idi.’’(www.kizilbayrak.net’ten alınmıştır) Sanırız bu satırlarTürkiye’nin IMF’ye olan bağımlılığını görmemiz açısındanoldukça faydalı.

Sözde bu borçlar ekonomiyi düzeltmek için alınıyor ama nehikmetse yıllardır IMF’den milyarlarca dolar borç alınmasınarağmen Türkiye ekonomisi bir türlü düzelmiyor. Hatta düzelmekbir yana uygulanan neo-liberal politikalarla ekonomi günbegünbozulurken, işçi ve emekçilerin yaşam standartları gitgidekötüleşiyor, işsizlik oranı istikrarlı bir şekilde artıyor.

Şu soru hemen akla geliyor: Peki bu paralar nereye gidiyor?Yanıtı basit aslında; patronların kasasına! Bu bağlamda örneğinTÜSİAD gibi sermaye gruplarının sürekli “IMF ile derhalanlaşma yapılmalıdır” türünden buyrukları boşa değildir. Krizyüzünden artan zararlarını bu paralar ile kapatacak, faturayı daher zamanki gibi işçi ve emekçilere ödetecekler. IMF ve DB’denalınan her borç patronları daha fazla zenginleştirirken, işçi veemekçileri daha fazla yoksullaştırıyor.

Sermaye sınıfının IMF ve DB ile pek problemi yok. Hattadenilebilir ki onlar çok iyi iki dost, birbirlerini karşılıklı olarakbesliyorlar. Pek çok ortak çıkarları var. Oysa işçi ve emekçileriçin aynı şeyleri söylemek zor. Zira IMF’nin uygulattığıpolitikalarla sağlıktan eğitime emekçilerin pek çok hakkı gaspediliyor, işsizlik sürekli artarken yaşam standartları düşüyor.

IMF-DB politikaları, geleceğimizin karartılmasıdır…

Ayrıca yaşanan bu yıkım politikalarından gençliğinetkilenmemesi ise söz konusu bile değil. IMF buyruğu neo-liberalpolitikalar ile eğitim her geçen gün ticarileşirken, okullar birerpiyasa haline dönüştürülüyor. Üniversitelerde alınan har(a)çlarlaokumak bir lüks haline gelirken, üniversitelerin kapısı emekçiçocuklarına kapatılıyor. Üniversiteyi bitiren pek çok genç işsizkalıyorsa, 200 bin öğretmen açıkta kalıp atama bekliyorsa, iyi birokula girmek için insanlar dershanelere tonlarca para vermekzorunda kalıyorsa ve aslında parasız olması gereken üniversitel-erde pek çok genç har(a)cını ödeyemeyip okulu bırakmakzorunda kalıyorsa unutulmamalı ki bunların başlıca sorumluların-dan birisi IMF ve DB gibi emperyalist kuruluşlar ve onlarınuygulattığı yıkım politikalarıdır.

Öyleyse, IMF ve DB yetkilileri yalnızca 1-7 Ekim tarihleriarasında değil, hiçbir zaman bu ülkeye öyle elini kolunusallayarak gelip gitmemeli. Her gelişlerinde onlara layık birkarşılama töreni yapmalıyız. Zira yaşadığımız bu yoksulluğun,açlığın ve sefaletin birinci dereceden sorumluları bu emperyalisthaydutlardır. Anadolu halkları misafirperverliği ile bilinir.Kuşkusuz bizler misafir karşılamasını iyi biliriz ama kan emicihırsız ve haydutları kovmasını da… Bizler bu ülkenin anti-emperyalist gençleri olarak 6. Filo’yu Dolmabahçe’de boğazadöken Denizler’in yolunda yürüyecek, 6-7 Ekim’de olduğu gibi,emperyalizme karşı mücadelede her zaman işçi-emekçi barikat-larındaki yerimizi alacağız!

IMF-Dünya Bankası

ve emperyalist boyunduruğa karşı

yerimiz işçi-emekçi barikatlarıdır!

10

Page 11: EG 120. sayı

BM’nin 64. Genel Kurulu toplantısı ve aynı tarihlerde yapılanG-20 zirvesinin ana gündemi İran oldu. ABD Başkanı BarackObama, İngiltere Başbakanı Gordon Brown ve Fransa Cumhur-başkanı Nicolas Sarkozy ortak bir açıklama yaparak İran’da giz-lenen ikinci bir nükleer tesisin bulunduğunu, nükleerçalışmaların durdurulmaması halinde yeni bir yaptırım paketiuygulayacaklarını açıkladılar. Sonrasındaysa İran bu tesisin var-lığını kabul etti ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’na aça-caklarını söyledi. İran’ın tesislerini UAEK’ya açıpaçmamasından bağımsız olarak ABD öncülüğündeki batılı em-peryalist güçler tehditlerine devam ettiler.

BM’nin 64. Genel Kurulu toplantısının ana gündemlerindenbirinin İran olacağı önceden belliydi. Çünkü gündemlerden birinükleer silahlanma üzerine olacaktı. Bu da senelerdir süregelenİran’a yönelik tehditlerin BM Genel Kurulu’nda bir kez dahayineleneceğini gösteriyordu. Molla rejimi de bunu bilerek birkaçhafta önce Hamaney’in ağzında nükleer silahlara karşı olduk-larını ve yasakladıklarını açıkladı. Ancak barışçıl nükleer çalış-manın da süreceği söylendi. BM toplantısından hemen önce demenzili Avrupa’ya ulaşabilen 2000 km’lik Şahap-3 ve Siccilfüzelerinin denemesini yapan İran, BM’ye de bu koz ile gitmişoldu. Karşı taraftan Batılı emperyalistler de İran’ın karşısınabaşka bir koz ile çıktılar ve ajanlarının yeni bir nükleer tesisikeşfettiklerini açıkladılar. Molla rejimi de tesisin faaliyetegeçmediğini, UAEK’ya faaliyete geçmeden 6 ay önce haber ve-rilmesi gerektiğini, kendilerininse çok daha önceden haber ver-miş olacaklarını iletti.

Daha önce Irak’ta da görüldüğü üzere kitle imha silahları bu-lunup bulunmaması emperyalistleri ilgilendirmemişti. Onlar busilahların ortaya çıkmaması üzerine ne Irak halkından özürdilediler ne de işgali sona erdirdiler. İran için de durum farksızdeğildir. İran rejimi kapıları ardına kadar UAEK’ya açsa da ABDemperyalizmi İran’ın “küresel çapta nükleer silahsızlanmahareketine bir tehdit” olduğunu dile getirmiştir. Bunu elindeyeryüzündeki yaşamı silebilecek kadar nükleer bombası olan vebu bombaları dünyanın en stratejik noktalarına konuşlandıran bir

ülkenin başkanı söylemektedir.İran’ın atom bombası imal etmek gibi bir amacı olduğunu

farzetsek bile elinde İran’ı birkaç kez yok edebilecek kadar nük-leer bombası olan İsrail ve Ortadoğu’yu kendi nükleer bom-balarıyla donatan ABD emperyalizmine karşı bu hareket normalkarşılanabilirdi. Keza bunun da sebebini ABD emperyalizmi veİsrail siyonizmi oluşturdu. Peki İran nükleer altyapısını kendiözgücüyle mi kurmuştur? Elbette ki hayır! İran, Şah dönemindeSSCB’ye karşı ABD’nin ısrar ve yardımlarıyla nükleer çalışmayabaşlamıştır. Ortadoğu’da Türkiye’yle birlikte İsrail’in en önemlimüttefiki olan Şah rejimi ABD’nin yardımlarıyla nükleeraltyapısını güçlendirmiştir. İran’da 1979 devrimi ile Şah devrilipABD bu ülkede nüfuzunu kaybedince Alman ve Fransız em-peryalizmi İran’ın nükleer faaliyetlerini desteklemişlerdir. AncakABD’nin baskısıyla yaptığı pazarlıklar ve kendi çıkarları gereğibu desteği son BM toplantısında geri çekecektir.

Tüm bu tartışmaların asıl nedeni ise Molla rejimine nükleerçalışmaları olsun ya da olmasın boyun eğdirebilmektir. İran Orta-doğu’da önemli bir güçtür ve onun bölgesel nüfuzu 2006 Lübnanörneğinde olduğu gibi İsrail ve ABD’ye büyük zararlar vere-bilmektedir. Ayrıca emperyalizm için büyük bir pazar adayıolduğu gibi çok geniş hammadde ve petrol rezervlerine sahiptir.1 Ekim’de 5+1 (ABD, Çin, Rusya, Fransa, İngiltere, Almanya)ve İran arasında çeşitli pazarlıklar yapılacak. Bu pazarlıklarsonucunda Molla rejiminin geri adım atma ihtimali vardır. ÇünküRusya da desteğini geri çekmiş, geriye sadece tutumu belli ol-mayan Çin kalmıştır. Pazarlıklar sonuç vermediği takdirde İran’ayönelik yaptırımlar ağırlaşacak, belki çatışmaya dönüşecektir.Ancak Irak ve Afganistan batağında sıkışan ABD için bu çokzordur. İsrail ise saldırı tehditlerini sürdürmekte, ABD’nin izninibeklemektedir.

Ahmedinejad, ABD ile dost olabileceklerini, tarihsel olarakİran ile dostluk kuranların bundan çok fazla yarar sağladığınısöylemektedir. Yani İran rejimi de emperyalizme kapılarına so-nuna dek açmaya hazırdır, ancak pazarlıkların kendi lehinebitmesini istemektedir. Ahmedinejad’ın söyledikleri bir bakımadoğrudur. İran egemen sınıfları ülkeyi yarı-sömürge haline getir-miş, ilk önce İngiltere ve Rusya, ardından ABD ile sürekli dostolmuş, Ortadoğu’da tetikçiliğini yapmıştır. Ancak İran işçi veemekçileri sömürgecilerle hiçbir zaman dost olmamıştır. İngilizve Rus sömürgeciliğine karşı mücadeleyi yükseltmiş, sömürgeci-lerin uşağı Şah’a karşı birçok kez ayaklanmıştır. II. PaylaşımSavaşı’ndan sonra birçok bedel ödeyerek, emperyalist tekellerinelindeki petrolü geri almış, Şah’ı ikinci kez indirmişlerdir.CIA’nın komplolarıyla tekrar tahtına geçen Şah ile ABD em-peryalizmi bu kez 1979’da tarihin en geniş katılımlı halk devrim-iyle sökülüp atılmıştır. Ancak işçi ve emekçiler tekrardanyenilgiye uğramışlar, iktidar da molla burjuvazisine kalmıştır.İran işçi sınıfı çok büyük bedeller ödemiş, çok yenilgiler almıştır.Ancak yenile yenile yenmesini öğrenerek, emperyalizmle dostolmaya çalışan eli kanlı molla burjuvazisini devirince,asıl atom bombası o zaman görülecektir.

Emperyalizm,

İran’a yönelik tehditlerine

devam ediyor!

11

Page 12: EG 120. sayı

Kapitalizmin ekonomik krizi geçen sürede daha da derinleşti. Ser-mayenin lafazanlığını üstlenen ağızların çıkış beklentileri yerine iseyalnızca yeni yıkımlar ortaya çıktı. Emperyalizmin en etkiliekonomik silahları Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası,kriz içinde debelenen sistemin ihtiyaçlarını tartışma mekânı olarak buyıl İstanbul’u belirlemişlerdi.

Emperyalistler İstanbul'a gelmeden işçi-emekçiler, muhalifler,dev-rimciler bir hareketliliğin içine girmişti. Yapılması planlanantoplantıların egemenler açısından önemi göz önüne alındığında işçisınıfı adına zorlu bir süreçten bahsedebiliriz. Öncelikli hedef butoplantıları engellemek olarak belirlendi. Ön sürecinde gerek açıkla-malar, eylemler, yürüyüşler, gerekse toplantının yapılacağı yerinaçılışındaki protestodan yol kesme eylemlerine kadar birçok yöntemletoplumun gündemine sokulmaya çalışıldı. 1 Eylül’de Bilgi Üniver-sitesi Dolapdere Kampüsü’nde IMF başkanının katılımıyla gerçek-leştirilen toplantı ayakkabı protestosu, salonun içinde açılan pankartve dışarıdan yüklenen kitlenin etkisi ile yarım kaldı. Ön sürecinde vebaşlangıcında gerçekleşenler dünya çapında bir etki yarattı.

DİSK, KESK, TMMOB ve TTB

IMF-DB karşıtı oluşumlardan biri olan dörtlü, hareketin kitleselle-şebilmesi açısından önemli bir yerde durmalasına rağmen, şu anakadar içinde bulundukları toplam atalet ile tam aksi yönde bir seyirizlemişlerdir. Üyelerini çok dar biçimde eylemlere taşımakla yetin-mişler, işçi ve emekçileri çalıştıkları alanlardan doğru kitlesel ve et-kili eylemlilik süreçlerine dâhil etmemişlerdir. Sınıfsal çıkarçatışmalarının son derece keskinleştiği böylesi bir dönemde genelgrev gibi bir eylemlilik sürecinin tartışılmasından bile uzak olunması,büyük bir eksikliğin ifadesidir. Paralel bir biçimde dörtlü, sınıfın öncügüçlerine kendisini kapatmıştır. Ortak eylemlerde dahi bu kapalılıkönceden belirlenen ve devrimci güçlere tartıştırılmaktan sakınılankurgular ile kendisini yansıtmıştır.

IMF-DB Karşıtı Birlik

Emek cephesinin müdahalede geciktiği süreçte en geniş bileşenibir araya getirme hedefiyle sınıf devrimcilerinin de içinde olduğuIMF-DB Karşıtı Birlik kuruldu. Toplantıyı engelleme hedefi ile yolaçıkan birlik, ses getirmeyi hedefleyen eylemler gerçekleştirdi. Kitleselaçıklama ve eylemlerin yanı sıra farklı eylem tarzları da hayata geçi-rildi. Sürecin ilk protestosu da Kongre Vadisi’nin açılış toplantısındabirlik tarafından geçekleştirilen protesto eylemi oldu. Toplantı salo-nuna giren eylemciler sloganlar ile IMF-DB’yi protesto ettiler. Birlik,emperyalistlerin gelişlerinin yaklaştığı günlerde çeşitli noktalardaaynı anda Yapı Kredi, McDonalds ve toplantı birleşenini taşıyacakolan VIP Turizm gibi şirketlerin merkezi yerlerini hedef alarak yazıla-malar ve kuşlamalar yaptı. Toplantıya katılacakları taşıyan otobüs-lerin geçiş güzergâhlarında yol kesme eylemleri gerçekleştirdi. DİSK,KESK, TMMOB ve TTB’nin de içinde olduğu Taksim yürüyüşüne veTaksim Meydanı’nda gerçekleştirilen basın açıklamasına ise IMF-DBKarşıtı Birlik de katıldı.

Dörtlü bileşim ve IMF-DB Karşıtı Birlik dışında, Direnİstanbul veyurtdışından anarşist güçler de sürecin bir parçası oldular. Çeşitlieylemler ve forumlar üzerinden katılım sağladılar.

Anti-emperyalistlerin sokakları en kitlesel direniş mevzilerinedönüştürdüğü günler ise 6-7 Ekim tarihleri oldu. 6 EkimSalı Taksim Meydan’da toplanan kitle Harbiye yönünedoğru harekete geçti. Sloganları ve alkışları ile konum-

lanıldı. Kitlenin Kongre Vadisine doğru yürüyüşünü engellemekniyetinde olan kolluk güçlerinin kurduğu barikata yüklenilmesininardından ise devlet terörü bir kez daha dizginlerinden boşandı. Gazbombalarına boğulan emekçiler tazyikli su ve coplar ile saldırıyauğradılar. İlk anda gerçekleşen gözaltılar ardından güçlerini topar-layan kitle sokakları barikatlar ve ateşler ile bir direniş alanına çe-virdi. Emperyalistlerin bekçiliğini üstlenen devletin kolluk güçleriçeşitli noktalarda zor durumda kaldılar kimileri sınıf kininin dahadolaysız muhatabı oldular. Saatlerce süren mücadele ardından gün100’e yakın gözaltı ve devlet terörünün aldığı bir can ile sonlandı. 7Ekim’de saldırılarına toplanmadan önce başlayan kolluk güçleri yinesokak direnişleri ile karşılaştılar ve 40’a yakın gözaltı aşandı. Anti-emperyalistlerin sokakta vücutlaşan sınıf kini küresel tekellerinsömürü aygıtları bankaların şubelerini ve emperyalistlerin bekçiliğirolünü üstlenen kolluk güçlerini hedef almaya devam etti. Sokaklarayazılamaları ile izlerini bırakan eylemciler Tophane civarında hazırlıkyapan gerici-faşist güçlerin saldırısına uğradıkları gibi birçokmevkide de çevredekilerin desteğini ve yardımlarını gördüler.Azgınca yürütülen saldırı ardından kolluk güçleri emperyalist efendi-lerine daha fazla hizmet etmek için eylem alanlarının çevrelerindekontrollerini sıklaştırdılar ve eylemci avı yürüttüler. Gözaltına alınan-lar ise polis araçlarında ve nezarethanelerde işkenceye maruz kaldılar.İki güne damgasını vuran ise anti-emperyalistlerin kararlı direnişioldu.Emperyalizme karşı birleşik mücadeleyi yükseltmeye!

Krizden çıkma hedefiyle bir araya gelen emperyalistler, aldıklarıkararlarla krizin faturasını işçi ve emekçilere ödetme çabasındalar.Sürece yeterince erken başlanmamasından, kitle çalışması yapılama-masına kadar birçok eksiği barındıran bu süreçte yine de sokaklarınısıtıldığından bahsedebiliriz.

İlk günlerdeki verilerden bile sürecin eksikliklerini görebilmekmümkündür. Toplumsal muhalefetin ve sınıf mücadelesinin geri ol-ması, daha etkili ve kitlesel eylemler gerçekleşmesini olumsuz öndeetkileyen etmenlerdir. Yanyana gelen unsurların belli politik tartış-maları ve dolayısıyla ihtiyaç duyulan hazırlığı gecikmiştir. Etkin veyaygın bir eylem/etkinlik takvimi ortaya konulamamıştır. Ajitasyonve propaganda kısmı bile sınırlı kalmıştır. Yerellere taşınan ve oradanbeslenen süreçler örgütlenememiştir. Kitle çalışmasının zayıflığı neti-cesinde harekete geçen unsurlar devrimci, ilerici güçleri aşamamıştır.

Birleşik bir süreç örülememesi sürecin başlıca eksiğidir. Kitleörgütlerinin devrimcilerle yan yana gelmemek için ortaklığı kabul et-memeleri kitlesel bir sürecin önünü baştan kesmiş oldu. Örgütledik-leri eylemlere desteğe gidilmesine bile mesafeli durdular. Birlik’inkendi içindeki aksaklıklar ve algı farklılıklarıyla beraber daha etkinmüdahalenin imkanları kullanılamamış oldu. Birlik bileşenlerieylemlilikleri çoğu kez “bayrak yarışı” olarak gördüler.

Oysa sözkonusu olan, işçi ve emekçilerin emperyalist politikalarve kapitalist sömürü karşısında mücadelesini yükseltmesi içinhareketin birleşikliğe olan ihtiyacının en açık bir biçimde yansıdığısüreçlerden biridir. Uluslararası deneyimin de gösterdiği gibi toplum-sal muhalefetin geniş kesimlerinin bir araya getirilebildiği bir süreçte,politik farklılıklara rağmen sürecin doğru tanımlanmış müdahalearaçları ile yürütülmesi ve emperyalist çalışmaları engellemeye yöne-lik en güçlü pratiğin ortaya konması gerekirdi. Bu başarıldığında sınıfalgısının uğratılmak istendiği yıkımın önüne sınıfın yıkıcı gücü geçe-cektir. 12

Emperyalistlerin İstanbul çıkartması sokakta karşılandı!

IMF-DB İstanbul’da, işbirlikçiler ile birlikte

yerin 7 kat altında…

Page 13: EG 120. sayı

İMF Karşıtı Öğrenciler sokaklardaydı!

İMF Karşıtı Öğrenciler Dolmabahçe’ye yürümekiçin 2 Ekim günü İstanbul Üniversitesi ana kapı önündebiraraya geldi. Eylemde “Gençlik İstanbul’u İMF’yedar edecek!” yazılı pankart açıldı.

Öğrencilerin önü Beyazıt Meydanı’nda kolluk güç-leri tarafından kesildi. Burada öğrenciler ajitasyonkonuşmaları, sloganlar, marşlar eşliğinde bir süre bek-lediler. Polisin barikatı kaldırmaması üzerine öğren-ciler, yürüyüşe Kabataş’tan devam etme kararı aldılar.Kabataş’ta polis barikatı ile karşılaşan öğrencilerbarikatı yararak Dolmabahçe’ye ilerledi.

Dolmabahçe’de IMF Karşıtı Öğrenciler adınayapılan açıklamada, İMF-DB sürecine ve eğitiminticarileştirilmesi ve gençliğin geleceksizlik sorunundaİMF politikalarının rolüne değinildi. Eylem sloganlarve marşlarla sonlandırıldı.

15 metrelik direkte yağmur altında

bir saatlik eylem

IMF ve Dünya Bankası toplantılarını protestoetmek amacıyla 4 Ekim günü Taksim Meydanı'nda bu-lunan 15 metrelik direğe çıkarak üzerinde “IMF defol-Öğrenci Kollektifi” yazan afiş asan 3 kişi gözaltınaalındı. Sağanak yağmurun altında 15 metre yüksek-liğindeki direkte yapılan eylem 1 saat sürdü. Basınaçıklamasının ardından direğe çıkan eylemcilergözaltına alındı.

Ankara: "IMF-DB defol!"

Ankara’da da 1 ve 2 Ekim tarihlerinde basın açıkla-maları gerçekleştirildi.

3 Ekim günü ise 17.30’da Sakarya Caddesi’nde bu-luşan devrimci, demokrat ve ilerici kurumlar “Em-peryalizme ve işbirlikçilerine karşı emeğin vegeleceğin için ayağa kalk, IMF ve Dünya BankasıDefol” pankartıyla Yüksel Caddesi’ne doğru yürüyüşegeçti.

Yüksel Caddesi’ne gerçekleştirilen açıklamada IMFve Dünya Bankası’nın hayatımızın her alanında var-lığının hissedildiği vurgulanarak İMF’nin ülkeekonomisini egemen sınıflar lehine düze çıkarmaktanbaşka bir amacı olamayacağı ifade edildi. Basın açıkla-masının ardından “Var Mısın Yok Musun?” yarış-masının doğaçlama olarak sergilendiği tiyatrogösterimi yapıldı.

Adana'da antiemperyalist

gençlerden eylem

Anti-emperyalist Gençlik Birliği 4 Ekim Pazargünü eylem gerçekleştirdi. 5 Ocak Meydanı'nda“IMF-DB Defol / IMF and World Bank Go Home”pankartı arkasında toplanan kitle Çakmak Caddesi'nitrafiğe kapatarak İnönü Parkı'na yürüdü. Yürüyüşsırasında yolun açılması için müdahale eden polisintutumu gençliğin kararlı duruşuyla boşa düşürüldü.İnönü Parkı'nda yapılan basın açıklamasındadünyanın en büyük suç örgütlerinden IMF-DB’ninyeni sömürü ve darbe planları yapmak için İstan-bul’da biraraya geldiği söylendi.

İzmir'de IMF-DB karşıtı eylem

İzmir’de 5 Ekim Pazartesi günü gerçekleştirilenyürüyüş hazırlık binası önünde “68’den bugüne 6.Filo’yu unutmayın / İMF-DB Defol/ Anti-emperya-list öğrenciler” pankartının açılmasıyla başladı.Yürüyüş boyunca yol trafiğe kesildi. E Cafe önündeokunan basın metninde İMF ve DB’nin tarihselicraatları sıralanarak bu kurumların emperyalizminaraçları olduğu ifade edildi. Neo-liberal politikalarınüniversitelerdeki etkilerine değinilerek mücadeleçağrısı yapıldı.

Umuttepe'de İMF-DB protestosu

Kocaeli Üniversitesi öğrencileri 5 Ekim günüUmuttepe Kampüsü’nde gerçekleştirdikleriyürüyüşle IMF-DB toplantılarını protesto etti.

Eylemden öncesinde, yemekhanede IMF'yi teşhireden konuşmalarla öğrenciler eyleme çağrıldı. 5dakikalık oturma eylemiyle başlayan ve ardındangerçekleştirilen yürüyüşle İletişim Fakültesi kantiniönünde son bulan eylemde yapılan açıklamada TürkDevleti'nin emperyalizm ile olan kirli ilişkilerinedeğinildi. Eylemde "İMF eşittir açlık, sömürü, işsiz-lik, paralı eğitim" pankartı açıldı.

İzmir Ekim Gençliği'nden

zincirli protesto

İzmir Ekim Gençliği 6 Ekim günü gerçek-leştirdiği eylemle İMF-Dünya Bankası Zirvesi’ni veemperyalist haydutları protesto etti.

Konak Meydanı’nda Saat Kulesi’ne kendilerinizincirleyen genç komünistler “İMF-DB defol! /Ekim Gençliği” imzalı pankart, “Bağımsız sosyalistTürkiye! / Ekim Gençliği” imzalı döviz açtılar. Gençkomünistler meydanda bulunan emekçilere, İMF veDünya Bankası’nın işçi ve emekçilere dayattığısaldırıları teşhir ettiler. İşçileri, emekçileri, gençliğibirleşik mücadeleye çağırdılar. Eylemde, İMF veDünya Bankası şeflerine, işbirlikçi burjuvaziye karşımücadele çağrısı yükseltildi, zindanlarda devrimcitutsaklara yönelik saldırılara karşı da duyarlılıkçağrısı yapıldı.

Bir süre sonra eyleme müdahale eden kolluk güç-leri zincirleri kırarak, pankarta saldırarak gençkomünistleri zorla gözaltına aldı. Zafer işaretleri vesloganlarla gözaltına direnen genç komünistleremekçilerin alkışları arasında zorla polis aracınabindirildiler. Önce Kemeraltı Karakolu’na, akşamsaatlerinde ise sağlık kontrolü için hastaneyegötürüldüler. Ekim Gençliği okurları20.00 sıralarında serbest bırakıldı. 13

IMF-DB karşıtı protestolar...

“Emperyalistler,

işbirlikçiler 6.

filoyu unutmayın!”

Page 14: EG 120. sayı

Son dönemde sermaye temsilcilerinin dillerinden birer birer“eğitim öncelikli meselemiz” sözleri dökülürken. eğitim süreciiçerisindeki tüm özneler çok yönlü saldırılarla karşı karşıyakalıyor.

İlkin Başbakan Tayyip Erdoğan’ın İzmir AKP İl Başkan-lığı’nda sarfettiği “Küresel ekonomik krize rağmen, bu şekildebağırmanın anlamı yok”, “Meslek okullarının önünü kestiler.YÖK’ün yeni çalışmalarıyla meslek okulları daha cazip halegeliyor. Sanayicilerin yetişmiş eleman açığı karşılanacak.” sözlerimeslek yüksek okullarına yönelik saldırıların habercisiniteliğindeydi. Ardından YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf ZiyaÖzcan, Bilecik Üniversitesi’nin Gülümbe Yerleşkesi’nde düzenle-nen yeni akademik yılı açılış töreninde yaptığı konuşmada“Gelişmiş ülkedeki öğrencilerin % 70’i mesleki ve teknik eğitime% 30’u da üniversiteye girer. Bizde ise bu oran tam tersidir. Bizde% 35’i mesleki ve teknik yüksek okullara gider, % 65’i de üniver-site kapısına gelir. Zaten üniversitede bu kadar ciddi birsorunumuzun olması, böyle esaslı bir sorunu çok öncelerdenhalledemememizden ileri gelmektedir. Biz bu sorunun kesinliklehalledilmesinin gerektiğini düşündük. ‘Mesleki ve Teknik EğitiminYeniden Yapılandırılması’ başlıklı bir proje başlattık. Bu projeyeiki boyutta çalıştık. Biri, meslek yüksek okullarıydı, diğeri deteknoloji fakülteleri dediğimiz, yine Türkiye’de zaman zaman açıl-maya çalışılmış, mühendislerimizin direnişleriyle bir türlü açıla-mamış olan teknoloji fakülteleridir” diyerek sermaye düzenininmeslek yüksek okullarına ve üniversitelere yönelik yeni dönemkirli politikalarını açıkça ortaya serdi.

Özcan, konuşmasının devamında meslek yüksek okullarının 4yarıyıl yerine 2 yıllık eğitim süresi korunarak 3 yarıyıl teorikeğitim ve 3 yarıyıl sanayide staj olmak üzere 6 yarıyıla çıkarıla-cağını ekledi. Kısaca liselerde uygulanan zorunlu stajlar yükseköğrenime de taşınarak eğitimin toplumsal üretimle bağının kurul-ması kisvesi altında öğrenciler ucuz işgücü olarak (hatta çoğun-lukla bedava çalıştırılarak) emek pazarına sürülmek isteniyor. Buda kısa zamanda zaten günden güne eriyen emek ücretlerinin tüm-den buharlaşmasına ve asalak patronların azgın sömürükoşullarını daha da sertleştirmesi anlamına gelecektir. Diğer yan-dan başbakanın “sanayicilerin yetişmiş eleman ihtiyacını karşıla-mak” diye ifade ettiği, aslında patronların ürün maliyetlerindenemek ücretini düşürerek daha fazla kâr ve mülk elde etmesidir.

YÖK Başkanı Y. Ziya Özcan konuşmasında ayrıca,“Endüstriyle ekonomiyi adeta evlendirmek gerek” diyerek herokulda müfredatın yeniden düzenleneceğini, işkolunun ihtiyaçduyduğu elemanların yetiştirilmesinde en önemli payı alacakdanışma heyetlerinin kurulacağını müjdeliyor. Peki Almanya ve

ABD’de uygulanan bu sistemle sermayenin hedeflediğinedir? YÖK başkanı konuşmasının başında da “Bizim

ülkemizdeki öğrencilerin % 65’i üniversiteye % 35’i yüksekokullara gider” derken ve yine danışma heyetinden bahsederkende temelde aynı bakışla hareket ediyor. Yani sermayenin ihtiyaçduyduğu işgücünü yetiştirirken eğitim sürecinden başlayarakyarının işçilerini kontrol almayı hedefliyor.

Emek-sermaye çelişkisi üzerine kurulu olan kapitalist sisteminöncelikli ihtiyacı ucuz işgücüdür. “Herkesin üniversiteye girme-sine gerek yok” diyen düzen ağızları bir yandan da iş gücü ihti-yacından bahsederek meslek yüksek okullarını özendiriyor. Ayrıcazaten birbirinden bağımsız olmayan endüstri ve ekonomiyimeslek yüksek okulları yoluyla adeta evlendirmek fikri de ancakbir burjuva ağza yaraşır. Burjuvazi felsefi açıdan her şeyin bir-birinden bağımsız, farklı olduğunu öğütlerken, kendi sınıf çıkar-ları söz konusu olduğunda kendi ideolojisini bile inkar etmektençekinmiyor.

YÖK başkanı yakın zamanda kurulması planlanan mesleki veteknik eğitim anlamında teknoloji fakültelerinin kurulmasından dabahsediyor:“Gerçekten bu fakültelerin açılmasını ve mezun ver-mesini istiyoruz. Bu mezunlar bizim klasik anlamda iş yapanmühendislerimizden farklı olarak işçi seviyesinde çalışarak işinbizzat yapılmasını sağlayacak olan arkadaşlardır. Bu yollaekonomimize ve endüstrimize son derece faydalı olacaklarınainanıyoruz.” diyerek sözlerini tamamlıyor. Bu da demek oluyor kikapitalist üretim süreci daha fazla işbölümüne ihtiyaç duyuyor.Kapitalist üretimdeki işbölümü işçilerin ürettiğine yabancılaşmasısonucunu doğurmuş ve işçileri üretim sürecinin bir öznesi olmak-tan çıkarıp nesneleştirmiştir. İşbölümünü artırmak, burada dahaçok mühendislerin işlerinin bölünmesi ve zamanla mühendislerinde işçileştirilmesi anlamına gelmektedir.

YÖK tüm bu açıklamaların sonunda Erdoğan’ın “meslekokulları daha cazip hale getiriliyor” dediği, meslek okullarının veteknik okulların katsayısını kaldırmak için danıştaya dava açtık-larını belirtiyor. Meslek yüksek okullarının kontenjanı arttırılıyor.Meslek liselerinden sonra meslek yüksek okulları da “memleketmeselesi”ne dönüştürülüyor.

Kapitalist sistem yaşadığı yapısal krizi fırsata çevirebilmekiçin okullarımızda da sermayenin tahakkümünü artırmaya ça-balıyor. Birer birer raflardan indirilen saldırı planları ile her geçengün biz öğrencilerin yaşamı daha da zorlaşıyor. Bu çürümüşdüzenin eğitimi, bizlerin geleceğini daha iyi planlamak bir yana,ancak egemen sınıf olan sermayenin ihtiyaçlarına cevap aramak-tadır. Bu da bizim için her anlamda geleceksizlik demektir. Bizleriçin gelecek, onurlu yarınlar için şimdiden onurlu bir mücadelevermektir.

MYO’larMYO’lar

sermayeyesermayeye

peşkeş çekildipeşkeş çekildi

14

Page 15: EG 120. sayı

15

DEÜ ve İÜ’de soruşturmalar cezaya dönüştürüldü

Eğitim hakkımız gaspedilemez!DEÜ Ekim Gençliği: “Devrimci faaliyet engellenemez!”

Yeni dönemin başlamasıyla beraber devrimci-demokrat öğren-ciler şahsında gençlik hareketine de “soruşturma” lar üzerinden so-mutlanan saldırılar başladı. Geride bırakılan dönemde açılansoruşturmaların sonuçları tek tek üniversitelerde açıklanmaya baş-landı. İÜ’de 32 öğrenci uzaklaştırma, okuldan atılma gibi cezalarlakarşı karşıya kaldı. DEÜ’ de ise seçim döneminde bağımsız sosya-list aday N. Şafak Özdoğan’ın seçim afişlerini yapan iki EkimGençliği okuruna ÖGB’ ler saldırmıştı. Bu olayın ardından açılansoruşturmaların sonucunda iki yoldaşımız, toplam üç ay uzak-laştırma aldılar. Ege Üniversitesi’nde başlayan soruşturma terörüöğrencilere açılan davalarla devam ediyor. Ali Serkan Eroğlu an-masında çıkan çatışma sebebiyle açılan davada 5 öğrencinin hukuk-sal süreci devam ederken, yaz döneminde İzmir’de Genç-Sen’inörgütlediği harç eyleminde “yolu trafiğe kapatma” gerekçesiyle beşGenç-Sen üyesine dava açılmış bulunmakta. Bunlar ilk elden açık-lanan ve ortaya çıkan saldırılar. Bu saldırıların arkası elbette gele-cektir.

Bu saldırı tablosu ortadayken R. Tayyip Erdoğan’ın DokuzEylül Üniversitesi’nin açılışında yaptığı konuşma tam bir iki yüz-lülük örneğidir. “Üniversiteler özgür düşüncelerin yeşermesigereken ortamlar olmalı” sözleri tam da onu protesto etmek isteyenbir öğrencinin salondan ağzı kapatılarak çıkarılmasının ardındansöylenmiştir. Aynı zamanda R. Tayyip’in yine Dokuz Eylül Üniver-sitesi’nin kampüslerinin dağınık olması üzerine bu tablodan rahat-sız olduğunu ve tüm bölümlerin büyük bir kampüs içerisinde biraraya getirilmesinin gerektiğini söylemesi düşündürücüdür. Yakınbir zamana kadar bırakalım kampüslerin birleştirilmesini, kam-püsler arasında geçiş dahi yasaktı. Şu an bu yasak kalkmış olmasınarağmen, “özel günlerde” yani bir kampüste eylem varsa, yaniöğrenciler özgür düşüncelerini ortaya ko-yacaklarsa, o kampüsegiriş yasaklanıyor ve turnikeler çalıştırılıyor. Kısacası her daimözgür düşünceye karşı turnikeler çalışmaya hazır ve nazır bekle-mektedir.

Özgür düşüncenin filizlenmesi gerektiğini ifade eden ve bu filiz-lenmemeyi öğrencinin “kütüphanenin yolunu bile bilmeden mezun”oluşuna bağlayan sermaye devletinin sözcüsü, tam da kendisindenbekleneni yapmış oluyor. Bu sözleriyle gerçeklerin üzerini örtmeyeçalışmakta. Ancak her gün harçların ödenmemesi sonucu yarıdakalan okullar, sekiz kişilik odalarda kurulmaya çalışılan yaşamlar,bir kağıt parçasından başka bir şey olmayan diplomalar ve “aykırı”her düşünceye açılan soruşturmalar bu gerçeğin üzerindeki örtüyüparçalamaya yetmektedir.

Üniversitelerde özgür düşünce; bu ikiyüzlü adamın her gün yenibir saldırıyı haber veren ağzından çıkan “özgür düşünce” sözleriylegelmeyecektir. Ancak yüksek öğrenim üzerindeki neo-liberal poli-tikalara karşı mücadeleyi, bu süreçte karşımıza çıkarılan sindirmepolitikalarına karşı verilecek mücadeleyle birleştirerek ördüğü-müzde özgür düşünce üniversitelerde filizlenmeye başlayacaktır. Veelbette; özgür düşüncenin tam anlamıyla filizlenip ağaca durmasıiçin bu kokuşmuş kapitalist sistemin kökünden sökülüp atılmasıgerekmektedir. Ağacımızın ihtiyaç duyduğu toprak insanın insantarafından sömürülmediği sosyalist düzende mevcuttur!

DEÜ Ekim Gençliği

İÜ Ekim Gençliği: “Baskılar bizi engelleyemez!”

İstanbul Üniversitesi’nin yeni eğitim-öğretim yılına başlamasıylabirlikte devrimci, demokrat öğrencilere yönelik saldırılar da başladı.Geçtiğimiz sene rektörlük “görevine” başlayan Yunus Söylet deMesut Parlak’ın bıraktığı yerden hız kesmeyerek soruşturmasaldırılarını arttırmıştı. Senenin sonuna doğru 50’ye yakın öğrenciyeçeşitli gerekçelerle soruşturma açılmıştı. Bu soruşturmalarınsonuçları olarak Merkez Kampüs’te 27 öğrenciye 2 hafta ile 5dönem arasında değişen uzaklaştırma cezaları verildi.

Devrimci, demokrat öğrencileri kitlelerden yalıtma politikasınınbir ürünü olan bu saldırılarla amaçlanan öğrenciler üzerine korkusalmaktır. 12 Eylül askeri faşist darbesin bir ürünü olan bu politika-lar kitlelere korku psikolojisi yayarak düşünmeyen ve sadece deni-leni yapan, kısacası robot gibi “çalışan” bireyler yaratmayıamaçlamaktadır.

En hareketli üniversitelerden biri olan İstanbul Üniversitesi’ndebu saldırılar geçtiğimiz senelerde yoğunlaşmıştı. Bir dönem içeri-sinde 60 öğrenciye 500’e yakın soruşturma açılmıştı. Bu soruşturmagerekçelerinden birinin “solcu öğrencilerle görünmek” olması bupolitikanın kanıtlayıcısı durumundadır. Bu soruşturmaların sonucun-da da 11 öğrenci okuldan atılmış 40’a yakın öğrenci de çeşitli süre-lerde uzaklaştırma almıştı. Dönemin rektörü Mesut Parlak“üniversiteden siyaseti sileceğim” diyerek bu politikaları uygula-maya koymuştu.

Yunus Söylet ise geldiği dönem yaptığı açıklamada “üniversi-tede birkaç marjinal grup var, bunları temizleyeceğiz” demiş vebunun sonucu olarak bu saldırıları yöneltmiştir. Cezaların uygulan-maya başlandığının ertesi günü ise okulda yapılan afişlere, açılansergiye müdahale edilmesi de saldırıların süreceğinin bir gösterge-sidir.

Ancak bu saldırılar hiçbir faaliyeti engelleyemeyecektir. Bugeçtiğimiz senlerde de böyle olmuştur. Bundan sonra da bu kararlılıkgösterilerek çalışmalarımız sürecektir.

İstanbul Üniversitesi Ekim Gençliği

Page 16: EG 120. sayı

16

Genç-Sen Temsilciler Meclisi 26 Aralıkgünü Ankara’da Eğitim-Sen Genel Merkezi’ndetoplandı. Yeni dönem politikalarını tartışmakiçin yapılan toplantı cansız, cansız olduğu kadarda birçok gündem üzerinden genel geçer değin-melerle geçti. Toplantının gündemleri ise şöy-leydi:

1. Üniversite kayıt masaları, 2. Lise platformları,3. Dönem açılışları,4. IMF-DB karşıtı eylemler,5. 6 Kasım,6. Anadilde eğitim,7. Genç-Sen 3. Kongresi.İlk olarak yerellerin, üniversitelerde kayıt

zamanında açılan stantların ve yapılan broşürdağıtımlarının değerlendirmesi yapıldı. Yapılançalışmalar genel olarak verimli kabul edilirken,Genç-Sen’in artık kitleler nezdinde de bir“meşruluğu” olduğu ifade edildi. Son zaman-larda yeni açılan üniversitelerle birlikte yurt-larda kontenjanın artırılmaması sebebi ilebirçok öğrencinin mağdur olduğu ve yapılançalışmalar sırasında da öğrencilerle en çok yurtsorununun tartışıldığı ifade edildi. Yeni dönempolitikaları arasında barınma sorununun önemlibir yer tutmasının kazanımla sonuçlanacağısöylendi. Üniversite kayıt haftasında yapılançalışmalarda bazı üniversitelerde öğrencilertarafından açılan masalara ÖGB’nin izin ver-mediği, ortamı terörize ettiği gerekçe gösteri-lerek çalışmaların başka şekilde yürütüldüğü yada yapılamadığı ifade edildi. Adnan MenderesÜniversitesi’nde rektörün Genç-Sen’e çalışmayapabilmesi için belli bir aralık verdiği belir-tirken, Yıldız Teknik Üniversitesi temsilcisi,rektörden izin alarak masa açıldığını, ancakdaha sonra sivil polislerin baskısıyla yönetiminbuna izin vermemesi üzerine masanın kapatıl-dığını ifade etti. Kayıt günlerinin son iki günübaşarılı bir şekilde masa açılarak çalışmalarınsürdürüldüğü söylendi. Ankara Üniversitesitemsilcisi ise ÖGB’nin ortamı terörize etmesigerekçesi ile stant açmayarak, broşürdağıtımıyla çalışmalarını sürdürdüklerinisöyledi.

Başarılı bir şekilde çalışma yürütüldüğünüifade eden temsilcilerin anlattıkları, esasındayeni gelen öğrencilere “şirin” görünmek adınaveya ÖGB baskısı karşısında yine çalışmalarınyasal cendereye sıkıştırıldığının veya çalış-

maların sınırlandırıldığının göstergesidir. Oysamilitan eylemlerle harç zamlarının geri çektiril-mesi büyük bir kazanım olarak anlatılırken,çalışma alanlarında zamanında bedellerödenerek kazanılan haklar dahi korunmayaçalışılmamaktadır. En ufak bir müdahalede veyasözlü uyarıda geri adım atılması, üstüne üstlükçalışmaların başarılı geçtiğinin ifade edilmesişaşkınlık vericidir.

Şube aktarımlarından sonra lise platformlarıadına Ankara Reha Demiroğlu Lisesi’nden birliseli yapılan çalışmaları aktardı. Ankara’da,Edirne’de, Eskişehir’de, İstanbul’da, Ko-caeli’de, İzmir’de çalışmaların olduğu ve kimiyerlerde düzenli toplantıların alındığı söylendi.Kayıt paraları ile ilgili çalışmalar yapıldığındanbahsedildi. Ancak geniş bir kitle faaliyetindenziyade kimi okul veya il toplantılarının alındığıgözüktü. Genç-Sen’in kuruluşunda ve 2. GenelKurul’da liselilerin şube oluşturamaması, tem-silci seçememesi gibi kararların alınmasına rağ-men, liselere yönelik çalışma adımlarınınatılması önemli bir noktadır.

Bu gündemin ardından dönem açılışındayürütülecek çalışma üzerine tartışma yürütüldü.Yeni dönemde tanışma toplantıları gibi etkinlik-ler örmek gerektiği, ancak toplantıların politikolarak da bir anlam taşıması açısından belir-lenen gündemler üzerinden gerçekleştiril-mesinin anlamlı olacağı vurgulandı. Hedefsiz,amaca yürümeyen faaliyetlerden kaçınmakgerektiği söylendi. Har(a)ç zamları dönemindeyaz olmasına rağmen politik içerikli ve açıkkitle toplantılarının alınmasını önemli bir adımolarak nitelendirdiğimiz oranda, yeni dönemdede bu işleyişin devam etmesi önemlidir.Genç-Sen’de yeni dönem gündemleri

Genel sorunun barınma sorunu olduğugerekçesi ile her yerelde çalışmanın bu gündemüzerinden yürütülmesi gerektiği ve bu çalış-manın Genç-Sen’in gücünü arttıracağı ve dörtbir yandan saldırmak anlamına geldiği söylendi.Barınma sorunu ile ilgili olarak da harç zamlarısırasında “Genç-Sen nasıl kendine muhataplararayarak onlarla görüşmeler yaptı ise şimdi deaynı yolu izlemeli ve kendine muhataplar bul-malıdır” denildi. Yapılan öneriler arasında şun-lar yer alıyordu: “Yurt kontenjanlarınınartırılması, belediyelerden yardım isteme, ki-raların düşürülmesi talebi…”

Ancak toplantıya getirilen barınma sorunugündemli broşürün temsilciler meclisiöncesinde çıkartılmış olması, zaten temsilciler

Genç-Sen Temsilciler

Meclisi toplandıYeni

dönemde

tanışma

toplantıları

gibi

etkinlikler

örmek

gerektiği,

ancak

toplantıların

politik olarak

da bir anlam

taşıması

açısından

belirlenen

gündemler

üzerinden

gerçekleştiril

mesinin

anlamlı

olacağı

vurgulandı.

Hedefsiz,

amaca

yürümeyen

faaliyetlerde

n kaçınmak

gerektiği

söylendi.

Page 17: EG 120. sayı

17

meclisindeki tartışmaların MYK açısından öne-minin olmadığına bir göstergedir. MYK,meclise bu konu üzerinden öneri sunabileceğigibi, bu önerileri uğruna sonuna kadar tartışmahakkına da sahiptir. Temsilciler Meclisi, Genelkuruldan sonra temel karar alma mekanizmasıolmasına karşın, MYK’nın yerellerin tartış-malarının üzerinden atlayan merkezi bir politikabelirlemesi Genç-Sen’i bürokratik bir işleyişegötürecek, Genç-Sen bileşenlerininözneleşmesinin önünü tıkayacak, nesneleştire-cek bir tutumdur. Halihazırda barınma sorunuüzerinden yürütülen tartışmaların kapsamı dabir takım somut talepler öne sürmek uğrunabarınma sorununun, genel eğitim sistemi soru-nundan kopartılması anlamına gelmektedir.

Bu gündem tartışması bittikten sonra birMYK üyesi söz alarak, doğru hedefler belir-lendiğinde Genç-Sen’in doğru müdahalelerdebulunduğunu, belli kazanımlar elde edildiğini,ancak örgütlenme adına eksik kalındığınısöyledi. Yapılan propaganda çalışmaları son-rasında örgütlenmenin hedeflenmesi gerektiğinivurguladı. Esasında Genç-Sen’in özel olaraküzerinde durması gereken örgütlenme sorunubir değinme ile geçilmiş oldu. Örgütlenmedenüye kaydetmeyi anlamadığımız ölçüde, bukonuda mekanizmaların (açık kitle toplantıları,politik tartışmalar vb.) yaratılması, insanlarıözneleştirecek ve mücadeleye katacak birbakışın nasıl oluşturulacağı üzerine Genç-Senbir tartışma yürütmelidir. Genç-Sen’in geleceğibu bakışıyla paralel olarak gelişecektir.

Ardından IMF-DB’nin İstanbul’a gelmesibaşlığına geçildi. Genç-Sen’in emperyalizmekarşı mücadele yürüttüğü ve bu gündeminokullarda işlenmesinin yanında alanlarda daolmak gerektiği vurgulandı. Çalışmanın iseIMF-DB’nin buyruğuna göre uygulanan neo-liberal politikalar kapsamında ele alınabileceğiifade edildi. IMF’nin ne anlama geldiğinin vebugüne kadar uygulanan IMF programlarının negibi sonuçlar doğurduğunun anlatılması gerek-tiği söylendi. Neo-liberal politikalar üzerindenMYK’nın materyal hazırlayıp mail üzerindenulaştırması, neo-liberal politikaların uygu-landığı ülkelerin bilânçosunun materyallerdeyer alması gerektiği söylendi. Bu gündemde deesasında barınma sorunu üzerinden gelişensüreç yüzeysel tartışmalar ve kararlarınMYK’ya bırakılması kapsamında tartışıldı. Bubakış süreç içerisinde Genç-Sen’de bürokratikişleyişin oturmasına neden olacaktır.Kendini dayatmak, yalnızlaşmaya ve

daralmaya götürür…

6 Kasım gündeminde MYK, öğrencilerinsorunlarına odaklı, Eğitim-Sen, TMMOB, TTBile birlikte merkezi bir 6 Kasım mitingi kurgu-ladıklarını belirtti. Yerellerde örülecek güçlü birçalışma ve yerellerde yapılan eylemler son-rasında 7-8 Kasım gibi Ankara’da merkezi bireylemin yapılmasının anlamlı olacağı söylendi.Genel olarak politik içeriği tartışılmayan 6Kasım eylemi sonrasında bir temsilcinin müda-

halesi ile içeriği tartışılmaya başlandı. Ulaşımve barınma sorunlarının, parasız eğitimtalebinin, “YÖK’e hayır” şiarının, 50/d’ lilerinYÖK’ün kurbanı olduğunu anlatan çalışmalarıntemel başlıklar olacağı kararlaştırıldı. Eylemedair yapılan konuşmalarda dikkat çekense geçenseneki 6 Kasım sürecinde olduğu gibi Genç-Senmerkezli bir bakışın hakim olduğuydu. Genç-Sen’e tabi olunan “ortaklık” algısıyla bir kezdaha tartışmalar sürdürüldü. Gençlik örgütlerineve siyasetlerine çağrı yapılması, ancak temelbelirleyenin Genç-Sen olması kararlaştırıldı. Buda gençlik hareketinin tek muhatabı Genç-Sen’dir denilerek gerekçelendirildi. Bir MYKüyesi “Genç-Sen artık doygun ve dolgun birörgüt olarak, her şeyin muhatabıdır” diyerekbakışı gerekçelendirmeye çalıştı.

Genç-Sen’in bu bakışı kendisini olmadığı biryerde görmesi anlamına gelmektedir. Elbette kiGenç-Sen büyük bir olanaktır. Ancak bu olanakgençlik hareketini ve öznelerini kendisine tabikılmaya çalışarak geliştirilemez. Bu ancak sek-terliğe ve daralmaya, yalnızlaşmaya götürür.Birleşiklikten bahsedilen bir yerde bu bakış ol-mamalıdır. Bu bakışın olduğu yerde birleşikliksöylemi samimiyetsizliği ifade etmektedir.

Daha sonra bir temsilci söz alarakTMMOB’de şu anda yürüyen sendikalaşmatartışmaları üzerine konuştu. Genç-Sen’inmesleki talepler doğrultusunda da bir yönelimi-nin olması ve eğer onlarla birlikte bir 6 Kasımörgütlenecekse “ Diplomalı İşsizlik, ÜcretliKölelik Düzenine Son!” taleplerinin de yer al-ması gerektiğini söyledi.

Bunun üzerine fakültelerin sorunları üzerin-den yerel ve mesleki alan temelli çalışmalaryürütülmesi gerektiği vurgulandı.

Anadilde eğitim talebi üzerine anadildeeğitim talebinin bilimsel bir talep olduğununanlatılması gerektiği söylendi ve Eğitim-Sen’inde bu talep üzerine yeni çalışmalarının olduğuve bu çalışmanın ortaklaştırılabileceği karar-laştırıldı.

Kongre başlığında ise bir sonraki temsilcilermeclisinde yeniden tartışılmak üzere kısacaüzerine fikirler sunuldu. Erken bir zamandayerellerin gündemine sokabilmenin önemliolduğu, hedeflerin belirlenmesi ve gündemtartışmalarının yapılabileceği Aralık ayı gibi birgenel kurul yapılması düşünüldüğü konuşuldu.

Genel olarak cansız ve heyecansız geçenTemsilciler Meclisi’nde yeni dönemin heyecanıve politik gündemler üzerinden çalışmalarabaşlama azmi temsilcilere yansımıyordu. 26üniversiteden temsilcilerin ve Genç-Senliler’inkatılımıyla 60 kişilik bir meclis toplanmış oldu.Politik gündemler üzerinden yapılan tartış-maların kısırlığı, birçok gündeme dair poli-tikaların netleştirilmesinin MYK’ yabırakılması, işleyiş açısından dikkat çekicidir.

Ankara Ekim Gençliği

Genel olarak

cansız ve

heyecansız geçen

Temsilciler

Meclisi’nde yeni

dönemin

heyecanı ve

politik gündemler

üzerinden

çalışmalara

başlama azmi

temsilcilere

yansımıyordu. 26

üniversiteden

temsilcilerin ve

Genç-Sen’lilerin

katılımıyla 60

kişilik bir meclis

toplanmış oldu.

Politik gündemler

üzerinden

yapılan

tartışmaların

kısırlığı, birçok

gündeme dair

politikaların

netleştirilmesinin

MYK’ ya

bırakılması,

işleyiş açısından

dikkat çekicidir.

Page 18: EG 120. sayı

Eskişehir’de yeni dönem kayıtlarının başlamasıyla birlikteGenç-Sen merkezi broşürlerinin ve yerel bildirilerindağıtımının yapıldığı bir çalışma başlatıldı. Anadolu Üniver-sitesi ve Osmangazi Üniversitesi kampüslerinde Genç-Senmasası açılarak dağıtımlar gerçekleştirildi. Ayrıca OsmangaziÜniversitesi’nde kayıt parası adı altında toplanan 100 TL be-delindeki har(a)ca karşı imza kampanyası yürütüldü.

Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Kampusü’nde çalış-manın başladığı ilk gün açılan “kayıt destek masası”,ÖGB’lerin müdahale etmesi sonucu kapatıldı. Bunun üzerineDevrimci Genç-Senliler olarak masanın yeniden okul içeri-sine alınması gerektiği üzerine tartışma yürüttük. Genç-Seniçerisindeki liberal-reformist blok ise kimseye sormadanmasayı okul dışında kurdu. Tartışmalarımız sonuç vermeyin-ce, İl Meclisi’nin toplanmasını önerdik ve orada tartışmayürütülerek bunun karara bağlanması gerektiğini söyledik.Üst üste toplantı talep edilmesine rağmen, iki-üç gün boyuncabuna karşılık verilmedi ve tartışma, yaz sürecinde kurulan ko-ordinasyonu sağlamakla yükümlü olan ve eylemlerin pratikişlerini örgütlemekle görevlendirilen komitenin toplantısınabırakıldı.

Bu süreçte, liberal-reformist blok, masanın okul içerisindeaçılması gerektiği yönündeki tartışmalarımızı geçiştirmeyeçalıştı. Okul içerisine girmeyi reddeden EHP’lilere nedenokul içerisine kurulmuş olan masayı daha ilk müdahalede vehiçbir direnç göstermeden okul dışına taşıdıklarını sorduğu-muzda, süreci kaçırmamak ve daha çok öğrenciyi örgütlemekiçin masanın okul dışarısına taşınması gerektiği, anti-demokratik uygulamalara karşı dönem içerisinde de mü-cadele edilebileceği, ancak örgütlenme ve anti demokratikuygulamaların teşhirinin karıştırılmaması, yeni gelen öğrenci-leri sorunsuz bir şekilde karşılamamız gerektiği vb. açıkla-malarda bulundular.

Devrimci Genç-Senliler olarak örgütlenme çalışmasnın veanti-demokratik uygulamaların teşhirinin birbirindenkopartılamayacağını, yeni gelen öğrencilere “şirin gözük-mek” adına kazanılmış mevzilerin bir çırpıda terk edilemeye-ceğini, ayrıca nasıl ki kayıt parası gibi anti demokratikuygulamalar teşhir ediliyorsa, masaya olan müdahalenin de

benzer bir şekilde çalışmanın bir parçası halinegetirilerek faaliyetin sürdürülmesi gerektiğinisavunduk.

Tartışmaların başladığı andan itibaren “bizi ikna ede-mezsiniz, masayı yarın tekrar okul dışına açacağız” gibi per-vasız söylemlerle, masayı okul dışında açmakta ayak direyenEHP’liler, bu eksende dönen ilkesiz tartışmalarını komitetoplantısı sırasında da sürdürdüler.

Komite toplantısında da yer yer bağırıp çağırarak tartışmayürüten EHP’iler, toplantının ilerlemesiyle saldırgan bir tavırsergilemeye başladılar. Tüm uyarılarımıza rağmen bu tavır-larında ısrar eden EHP’liler, herhangi bir müdahale olursaçevik kuvvetin bile okula alınacağını, bununla çalışmanınsekteye uğrayacağını söylediler. Devrimci Genç-Senlilerolarak bu dayatmayı kabullenmeyeceğimizi söyledik ve oku-lun içerisinde Devrimci Genç-Senliler’in standını aça-cağımızı belirterek toplantıdan ayrıldık. Toplantıyı DPG debizimle beraber terk etti.

Toplantı sonrasında DPG ile yaptığımız konuşmanınardından, ortaklaşarak ertesi gün okul içersine Genç-Senkayıt destek masası açtık.

EHP’lilerin okulun dışında açtığı masaya giderek çalış-manın içeride de yürütüldüğünü ifade ettik ve merkezibroşürlerden istedik. ÜYK’nın izni olmadan bize broşür ve-rilmeyeceğini, ÜYK’nın da broşür vermeme kararı aldığınısöylediler. Genç-Sen üyesi olarak broşür istediğimizi ifadeettik ve broşürleri almaya yöneldiğimizde AÜ ve OGÜÜYK’sının da aralarında bulunduğu liberal-reformist blokgerici tutumlarını sürdürerek bizi fiili olarak engellemeyeçalıştı. Gerilimin tırmandığı sırada içerideki arkadaşlardanÖGB’nin masaya müdahale edeceği haberini aldık ve tartış-mayı orada sonlandırarak İl Genel Meclisi’nde tartışmaküzere masanın olduğu yere gittik. Kararlı bir tutumla masayısavunarak ÖGB’nin müdahalesini püskürtüp çalışmamızadevam ettik. Bu sırada liberal-reformist blok ise, saldırıyakarşı hiçbir tutum almadığı gibi yerlerinden bile kıpırdamadı.

Genç-Sen içerisinde karşımıza çıkan bu dayatmanın ve“çalışmanın sağlıklı yürütülmesi” kaygısıyla alınan gerici tu-tumların kaynağı Genç-Sen içerisindeki liberal-reformist an-layışın, bürokratik dayatmacı çizgisidir. Son yaşananlar birkez daha göstermiştir ki, Genç-Sen içerisindeki bürokratikanlayış, gerçekleştirilmek istenen devrimci çalışmanın önüneset çekme çabası içerisindedir.

Eskişehir’den Devrimci Genç-Senliler

Eskişehir Devrimci Genç-Senliler:

“Genç-Sen’de bürokratik

dayatmalara son!”

18

Devrimci Genç-Senliler olarak örgütlenme çalışmasının ve anti-demokratik

uygulamaların teşhirinin birbirinden kopartılamayacağını, yeni gelen öğrencilere “şirin

gözükmek” adına kazanılmış mevzilerin bir çırpıda terk edilemeyeceğini, ayrıca nasıl ki

kayıt parası gibi anti demokratik uygulamalar teşhir ediliyorsa, masaya olan müdahalenin

de benzer bir şekilde çalışmanın parçası haline getirilerek faaliyetin sürdürülmesi

gerektiğini savunduk.

Page 19: EG 120. sayı

TMMOB 14-15 Kasım 2009 tarihlerinde “Ücretli ve İşsiz

Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları Kurultayı” gerçek-

leştirecek…

Konular ve tartışma başlıkları• Ücretli mühendis, mimar ve şehir plancılarının çalışma

yaşamını belirleyen yasalar• Ücretli mühendis, mimar ve şehir plancılarının çalışma

koşulları• Kamu ve özel sektörde çalışan ücretli mühendis, mimar

ve şehir plancılarının özlük hakları ve iş güvencesi • Kapitalizmin dünyadaki ekonomik krizi ve özlük hak-

larına etkileri• İşsizliğin ve güvencesizliğin mühendis, mimar ve şehir

plancıları üzerinde etkileri• Ücretli ve işsiz kadın mühendis, mimar ve şehir

plancılarının çalışma yaşamında karşılaştıkları sorunlar ve çözümönerileri

• Örgütlenme; TMMOB, sendikalaşma ve diğerleriİstanbul Yerel Kurultayı 17 Ekim 2009 Cumartesi - Saat: 10.00-18.00 - YTÜ Oditoryum(Beşiktaş)Özel sektörde çalışan ve işsiz mühendis, mimar ve şehir

plancılarının sorunları ve çözüm önerileri tartışılacak26 Ekim 2009 Cumartesi - Saat: 10.00-18.00 - YTÜ Oditoryum

19

Son krizle birlikte birçok fabrikada başlayan işçi grevleri vedirenişleri çalışma koşullarına karşı oluşan tepkinin, sendikalörgütlenme önüne konulan setlerin, işten çıkarmaların zorunlu mü-cadele deneyimleri olarak gerçekleşmektedir. Diğer taraftan kimiörnekler üzerinden beyaz yakalı çalışanların örgütledikleri plazaeylemleri, ATV-Sabah çalışanlarının 200 günü aşkın grevleri, kimieksikliklerine rağmen son dönemde gerçekleştirilen önemli eylem-ler olarak karşımızda duruyor. Bununla birlikte dünyanın çeşitliyerlerinde mühendisler de benzer sebeplerden kaynaklı grev ya daiş bırakma haklarını kullanmışlardır. Kanada’da bir demiryolu şir-ketinde çalışan mühendislerin toplu sözleşme hakkı için grev hak-larını kullanmaları, Yeni Zelanda’da haberleşme mühendislerinin işgüvencesi talebiyle greve çıkmaları, Avustralya Qantas şirketindeve Pakistan Uluslar arası Havayolu PIA’da çalışan uçak mühendis-lerinin ücret artışı için grev başlatmaları dünya genelinden birkaçörnektir. Elbette tekil tekil yaşanan bu örnekler hem bir potansiyelihem de bir eksikliği barındırmaktadır.

Bugün mühendisler kapitalist sistem içinde üretimde tuttuklarıyer göz önünde tutularak bir sınıfsal ayrışma içerisine girebilir.Üniversitelerden mezun olup çalışma yaşamına giren her mühen-disi tek bir sınıf içerisine sokmak büyük bir yanılgı olur.TMMOB’nin üye profil araştırması anket sonuçlarından edinilenbilgiler doğrultusunda “çalışanların % 81’i ücretli olarak, % 18.3’üortağı olduğu veya kendisine ait bir şirkette veya proje bürosundaçalışmaktadır.”

Diğer taraftan, ücretli (ve maaşlı) çalışan mühendis ve mimar-ların çalıştıkları işyerlerinin % 42.5’inde sendikal örgütlenmeolduğu anlaşılmaktadır. Sendikaya üye olan mühendis ve mimar-ların oranı ise % 17 düzeyindedir. Mühendislerden beşi ve mimar-lardan üçünün sendika konusuyla ilgilenmediği ortaya çıkmaktadır.Bu oranlardan sendikalara ve sendikal mücadeleye karşı bir ilgisiz-liğin olduğu anlaşılmaktadır.

Tüm bu bilgiler hayatlarını sürdürebilmek için emek gücünüsatmak zorunda olan ücretli çalışan MMSP’nin büyük bir teşkil et-

tiğini göstermektedir. Bu mesleklerin hakim kapitalist üretim ilişki-lerinden bağımsız değerlendirilemeyeceği ortadadır.

Canlı emek gücünün vazgeçilmez bir elemanı olan teknik bilgive becerisi olan ücretli çalışan ve artı-değer üretiminde (satın alı-nan emek gücünün değerinden fazlasını üretmesi ve bu üretiminpatronun ya da sermayedarın kasasına kar olarak geçmesi olarakkısaca tanımlayabiliriz) etkisi olan MMSP’yi işçi sınıfı içerisindedeğerlendirebiliriz. Bu noktada işçi sınıfının mensubu olanmühendislerin bu bilinçle ve diğer sınıf kardeşleri mavi yakalıişçilerle ortak amaçlar için hareket etmesi gerekmektedir. Almışolduğu eğitim, görece daha iyi şartlarda çalışmakta olması (klimalıodalar, bilgisayarlar, temiz kıyafetler vb.) birlikte hareket etmeninönüne bir engel olarak koyulmamalı, ayrıcalıklı ve her an sınıf at-layabilecek potansiyelde görülmemelidir.

Bizler, Toplumcu Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları olarak,kurultayı iki gün üzerinden şekillenen takvimsel bir gün olarakdeğil tartışmalarının öncesinde ve sonrasında geniş kesimlerinsahiplenmesi gereken bir süreç olarak değerlendiriyoruz. Bu nok-tada TMMOB’nin kurultayın çalışmalarına gönüllü olan her üyeninaktif bir sürdürücüsü olması yoluna her türlü yol açıklığını sağla-ması, bürokratik ya da kişisel engellerin kaldırılması yolunda adımatmasını bekliyoruz. İnsan olarak ya da mühendis, mimar, şehirplancısı vb. olarak yaşadığımız her türlü sorunun kaynağının kapi-talist sistemde yattığı bilinci ile işçi sınıfının mücadelesini büyüt-meye ve sahiplenmeye çağırıyoruz.

Toplumcu Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları

Mühendisiz, mimarız, şehir plancısıyız…

Peki, hayatın neresindeyiz?

Page 20: EG 120. sayı

Ekim, partili kimliği, dönemin gençlik hareke-

tinin doğurduğu zayıflıklara karşı mücadele

ederek inşa etmenin en temel silahı olarak

kullanılabilmelidir. Diğer şeyler bir yana,

onun kullanımı bile başlı başına ihti-

lalci bir kimliğin inşasına başlamak-

tır. Dönemin yarattığı tasfiyeci

liberalizm ortamında düzen, aile,

okul vb. ile hesaplaşmaların

sürekli ertelendiğini ve bunun

da doğal görülebildiğini bili-

yoruz. Herhangi bir

abartıya düşmeksizin diye-

biliriz ki, bugün illegal bir

yayın olarak Ekim’e yaz-

mak, onu okumak, onu

dağıtmak, onun

üzerinden politik

düzeyi olan kitleyle

bağ kurmak bile,

düzen-devrim

ikilemine bizzat

dokunmak

anlamına

gelecektir.

Yeni öğrenim dönemi başlarken, gençlik hareketinin veçalışmamızın sorunlarını tartışmak doğal bir ihtiyaç olarak karşımızda

duruyor. Elbette genç yoldaşlarımız gençlik yayınında bu tartışmayıdeğişik yönleriyle yapıyorlar. Fakat bu, merkez yayın organı üzerinden bu

tartışmaları genelleyerek perspektif sunma, gençlik hareketinin sorun vegündemlerini ihtiyaca uygun bir şekilde işleme sorumluluğunu ortadan

kaldırmıyor. Gençlik çalışmasında Ekim’in yeri

Sorun yalnızca Ekim’in, merkezi önderlik görevlerinden biri olarak gençlikçalışmasına yönelik taktik-siyasal müdahalelerde bulunması zorunluluğundan

ibaret değildir. Bunun yanı sıra, partinin en temel örgütleyici araçlarından biriolarak, kendi özgünlüğü üzerinden gençlik alanında da bu misyonunu gereğince

yerine getirebilme sorumluluğu bulunuyor. Elbette bugünün Türkiye’sinde,bugünün gençlik hareketi koşullarında Ekim’in bu alanda yapabileceklerinin belli

sınırları var. Böyle de olsa, hem bizzat partimizin çevresindeki gençlik güçlerinin,hem de genel olarak gençlik hareketinin doğal taşıyıcısı durumundaki ileri gençlik

kitlesinin ilgi duyduğu, değerlendirdiği, yararlandığı bir araç olabilmesi, biraz da genç-lik alanından beslenip beslenmemesine, bu alanla doğrudan ilişkiler kurup

kuramamasına bağlıdır. Böylece, Ekim’in gençlik alanında kullanımı ve ona katkı görevini gençlik

çalışmamızın temel sorunlarından biri olarak ifade etmiş oluyoruz. Bu sorunun önceliklimuhatapları doğrudan çalışmanın yürütücüsü konumundaki genç yoldaşlarımızdır. Ekim’le

bu türden bir bağ kurma kaygısı herhangi bir görev olarak değil, parti ile gençlik çalışmamızarasındaki bağları güçlendirme sorumluluğu olarak önümüzde duruyor.

Ekim, partili kimliği, dönemin gençlik hareketinin doğurduğu zayıflıklara karşı mücadeleederek inşa etmenin en temel silahı olarak kullanılabilmelidir. Diğer şeyler bir yana, onun

kullanımı bile başlı başına ihtilalci bir kimliğin inşasına başlamaktır. Dönemin yarattığı tasfiyeciliberalizm ortamında düzen, aile, okul vb. ile hesaplaşmaların sürekli ertelendiğini ve bunun da

doğal görülebildiğini biliyoruz. Herhangi bir abartıya düşmeksizin diyebiliriz ki, bugün illegal biryayın olarak Ekim’e yazmak, onu okumak, onu dağıtmak, onun üzerinden politik düzeyi olan kitleyle

bağ kurmak bile, düzen-devrim ikilemine bizzat dokunmak anlamına gelecektir. Temel değerlendirmelerimizin güncelliği

Gençlik hareketiyle ilgili tartışmalarımızda bize yön göstermesi gereken, doğal olarak öncelikle Ekim’indeğerlendirmeleridir. Yakın dönem değerlendirmeleri içinde, özellikle 2004 yılında 139. ve 140. sayılarda

peşpeşe yayınlanan iki başyazı, gençlik hareketiyle ilgili o güne kadarki tüm birikim, pratik ve deneyimlerintahlili üzerinden kaleme alınan ve net bir perspektif ortaya koyan metinler olarak, güncel ilgiyi fazlasıyla hak

etmektedirler. Bu değerlendirmelerde hem gençlik hareketinin hem de gençlik çalışmamızın güncel plandaki sorun veihtiyaçları kapsamlı bir şekilde ele alınmakla kalınmıyor bir yandan alanın temel niteliğiyle ilgili özgün belirlemeler

yapılırken, diğer yandan buradan süzülen sonuçlar güncel durum, sorun ve ihtiyaçların tahliliyle birleştirilerek dönemsel birtaktik-siyasal hat çiziliyor.

Sözkonusu metinler ile birlikte gençlik alanıyla ilgili en temel yakın dönem değerlendirmelerimize kolaylıkla ulaşılabileceğiiçin, burada genel bir tekrar yerine onları incelemeyi öneriyoruz. Yine de son beş yıl üzerinden, yer yer tekrara düşmek pahasınabazı başlıkları yeniden ele almak, bazı sorunları sürecin yansımaları üzerinden irdelemek, bir ihtiyaç olarak karşımızda duruyor.

Belli yönleriyle gençlik hareketinin süreçleri ve durumu

Bugün gençlik hareketi en geri ve en dağınık dönemlerinden birini yaşıyor. Bu belirleme aslında, dönemsel canlanmadönemleri dışında, son yılların temel bir olgusunu yinelemekten başka bir şey değil. ‘96’da başlayan kırılma sonrasında gençlikhareketinin bir parça yükselme işaretleri verdiği dönem 2000’li ilk yıllardır. Bunun çapı ise dönemin sosyal hareketliliğininsınırları tarafından belirlenmiştir. 20

Gençlik çalışmasının güncel sorunları

Page 21: EG 120. sayı

Dolayısıyla gençlik hareketinde “yükseliş”, “canlanma” vb. denildiğinde, bu süreçteki sosyal mücadelenin durumuna bakmak gerekiyor.Nitekim, sözkonusu değerlendirmelerin yapıldığı tarihlerde, bu canlanma belirtilerinin de sonlandığını görüyoruz ki bu nedensiz değildir. Yal-nızca sosyal hareketliliğin kendiliğinden sınırlarını aşamadığı, politik sıçrama yapamadığında yaşadığı bir gerilemeden de ibaret değildir.Gençlik hareketindeki canlanma belirtileri tam da devletin hücre saldırısıyla yeni bir dönemi başlattığı tarihlere denk geliyor. Hücre saldırısınakarşı hapishanelerdeki devrimcilerin canı-kanı pahasına yükselttiği direniş, saldırıyı püskürtmeye yetmedi, yetemezdi. Hücre saldırısının asılbaşarısı ise, devrimci harekete vurduğu darbenin katmerlisini toplumsal muhalefete vurması oldu. İşçi sınıfı ve emekçi kitle hareketinin ilerikesimlerinden başlayarak geniş yığınlara yayılan bir travmaya yol açtı. Sınıf savaşımının gerçeklerinden kopmayan hiç kimse, etkileşimi zin-cirleme bir süreç olarak görmekte zorlanmaz.

İşçi sınıfı ve emekçi kitlelerin, en temel haklara saldırılar gündeme geldiğinde (kölelik yasası çıkarken, siyasal hak ve özgürlüklerle ilgilidüzenlemelerde AB demokratikleşmesi perdesi altında ağır baskı ve yasakların önü alabildiğine açılırken) en ufak bir tepki gösterememesi de,en dinamik kesimini devrimci olanların oluşturduğu ileri kitlesinin yaşadığı kırılmadan, ideolojik, politik, özellikle moral ve özgüven alanın-daki yıkımdan bağımsız anlaşılamaz. O günden bu yana siyasal atmosferi ilkesizlik ve tutarsızlıkla, kendiliğindencilik ve oportünizmle, dahada kötüsü her türlü devrimci değerde inanılmaz bir erozyonla zehirleyen tasfiyeci liberalizmin güç kazanması da doğrudan bununla ilintilidir.Elbette bunda hücre saldırısının başarısı tek etken değildir fakat bundan büyük bir kuvvet kazandığı da açık bir olgudur.

O dönem canlanma yaşayan gençlik hareketi, bir yandan Afganistan ve Irak savaşları ile dizginlerinden boşanan emperyalist saldırganlıkkarşıtı duyarlılıkla beslenirken, diğer yandan ise bu genel kırılmadan payına düşeni alıyordu. Tam olarak bu aşamada devreye yoğun bir soruş-turma ve uzaklaştırma saldırısı girdi. Bu saldırıyı faşist terörün tırmandırılması tamamladı. Sermaye iktidarı böylece hücre saldırısınınüniversite ayağını da gerçekleştirmiş oldu. Her geçen gün daha dar bir kesime sıkışan direnme çabalarının da etkisizleşmesiyle tam birdağılma ve gerileme süreci başladı. Bu yüzden son beş yılın her biri, bir öncekini aratır tarzda “en kötü dönem” olarak tanımlanıyor.

Öyle ki, gençlik hareketinin devrimci politik güçleri alana özgün müdahale planında her geçen yıl daha derin bir iddiasızlığa sürükleniyor-lar. Kendi tarzlarında bir militan çalışmayı örgütsel bir liberalizmle bütünleyen bir-iki reformist çevrenin faaliyetleri dışında, sistemli vesürekli faaliyet ancak genç komünistlerin bulundukları alanlarda onlar tarafından yürütülüyor. Düne kadar iyi-kötü bir siyasal etkinlik vefaaliyet alanı olan belli başlı üniversitelerde politik faaliyet yürütmek neredeyse imkansız hale gelmiş durumda. Bunun en çarpıcı örnekleriÇukurova, Trakya, Karadeniz Teknik gibi üniversiteler ile İstanbul’daki belli kampüslerdir. Son yıllarda neredeyse her ile açılan taşra üniver-sitelerinin durumu ise çok daha iç karartıcıdır.

Gençlik hareketinin bu duruma gelmesinde temel rol oynayan bir diğer etken, genel olarak gençlik kitlesinin (hareket sözkonusuolduğunda üniversiteli gençliğin), yine yaşanan genel toplumsal süreçlerden payına düşeni almasıdır. Gençlik yığınları içinde idealist/duyarlıbir kimlikle öne çıkanların oranı her geçen gün daha da düşüyor. Genç olmanın getirdiği merak ve ilgiyle işe yarar kitaplar, kaynaklarokumak, uğraşlar edinmek yerine, gerçek hayata yabancılaşmayı ve ilgisizliği büyüten bir sanal oyun merakı, en ücra emekçi mahallerindebile oldukça yaygındır. Son birkaç yıldır liselerde, günümüz koşullarında kitlesel de sayılabilecek bir politik ilgi ve hareketliliğin yaşanmasıbu gerçeği değiştirmiyor. Zira bu kitlede de duyarlı, sağlıklı kimlik-kişilik konusunda ciddi kusurlar bulunuyor.

Soruşturma-uzaklaştırma karşıtı mücadelenin önemi

Bu koşullarda gençlik hareketinin geleceği açısından, üniversiteye adım atan politik olarak duyarlı ileri gençlik kesiminin politik faaliyetletanışabilmesi yaşamsal bir önem taşıyor. Dolayısıyla üniversitelerde siyaset yapma hakkının gaspı, gençlik hareketinin önündeki en temel, enöncelikli engeldir. Bu hakkın gaspı soruşturma, uzaklaştırma, bunu tamamlayacak tarzda tutuklama terörüyle sağlanıyor.

Bu sorun kendi başına gençlik hareketinin üstesinden gelebileceği düzeyi çoktan aşmış bulunuyor. Burjuva kamuoyunda dahi yer yer tepkialabilen, öğrenim hakkının gaspına dönüşen siyaset yapma, duyarlılığını ortaya koyma hakkının okul yönetimleri, polis ve mahkemelerinişbirliği ile bu denli kaba bir şekilde çiğnenmesi karşısında yapılanlar son derece yetersiz. Oysa herhangi bir alandaki bu türden bir saldırı,tüm kamuoyunun desteğini kazanmaya, günün sınıf ve emekçi hareketlilikleriyle etkin bir kader birliği kurmaya yönelecek bir faaliyetin gün-demi olabilmelidir. Bu çerçevede genç komünistlerin geçtiğimiz öğrenim yılında bir yereldeki soruşturma-uzaklaştırma saldırısı karşısındaörgütledikleri süreç, şüphesiz eksik kalan yönleri giderilerek, özellikle de toplumsal destek ve tepki örgütleme, etkin bir kamuoyu oluşturmaseferberliği yönü güçlendirilerek temel alınabilecek bir örnek teşkil ediyor.

Bu söylenenlerden, sorunu salt öğrenci gençlik mücadelesinin sorunu olarak görmekten kurtulmak gerektiği de kendiliğinden anlaşılıyor-dur. Partinin siyasal sınıf çalışmasını yürüten örgütlenmeleri de, gençlik alanında bu tür bir faaliyete/mücadeleye en ileri düzeyde bir desteksunabilmelidir. Bu yapılmadığında, gençlik hareketi ve çalışmasına verdiğimiz önem boş bir laf kalıbı haline gelecektir. Yeri gelmişken, yeryer sınıf çalışmamızın kimi yerellerinden de yansıyabilen ilgisizliğin (yayınına, alanın sorunlarına ve harekete ilgisizlik, bazıdurumlarda küçümseme) kesin bir şekilde geride bırakılması gerektiğini de hatırlatmış olalım.

Soruşturma-uzaklaştırma terörü (siyaset yasağıyla birlikte eğitim hakkının gaspı) gençlik çalışmasının herhangi bir politik 21

Gençlik çalışmasının güncel sorunları

Page 22: EG 120. sayı

gündemi olarak değerlendirilmemelidir. Önemi bakımından, öğrencihareketinin dönemsel olarak karşısında duran ve elbette birbiriyleyakından bağlantılı olan tüm diğer faaliyet gündemlerinden(eğitimdeki özelleştirme politikasının üniversitelerdeki yansımaları,harçlar, barınma ve yaşam sorunları, sivil faşistlerin ve ulusalcıçetelerin zaman zaman yoğunlaştırılan saldırıları, ÖGB-polis terörü,YÖK ve 12 Eylül karanlığı, akademik ve bilimsel düzeydeki düşüş,ulusal sorun ve anadilde eğitim, emperyalist savaş ve saldırganlıkvb...) daha öncelikli olarak tanımlanabilir. Ancak bununla, tüm gün-demlerden kopuk, dahası somut bir gelişmeye dayanmayan birsoruşturma-uzaklaştırma karşıtı mücadele ve faaliyetten söz etmi-yoruz. Böyle bir yaklaşım yalnızca güçlerin tükenmesine ve mevcutimkânların heba olmasına yol açar. Elbette ki aslolan, somut birgelişmeye dayanan ve gerek toplumsal açıdan gerekse öğrencihareketinde öne çıkan özgün gündemlerle dolaysız bağlarını kuran birmücadele ve faaliyeti örgütleyebilmektir.

Elbette bugünkü veriler ve gelişmelerden hareketle, küresel krizinhenüz kontrol altında tutulabilse de her an kendini şiddetli bir şekildedışa vurması kuvvetle olası etkilerinden biri olarak eğitimdeözelleştirmenin tırmandırılması (doğal olarak en temel ihtiyaçlaralanlarında baş gösterecek sorunlar), emperyalizmin bölgede hazırlık-larını yürüttüğü yeni hamlelerin yarattığı sorunlar üzerindenemperyalist savaş, bununla doğrudan bağlantılı bir şekilde uzun birsüredir gündemde olan “açılım” tartışmaları üzerinden Kürt ulusalsorunu (doğal olarak anadilde eğitim) gibi başlıklar da önplana çıkangündemler olacaktır.

Gençlik hareketinin özgün sorunları çerçevesindeki diğergündemler ise, somut gelişmelere bağlı olarak yer değiştirerekfaaliyete konu olabilecektir. Kaldı ki, alana özgü somutluğu geneldeyakalayabilen, sürekli ve sistemli bir faaliyete dönüşen bir politikabelirleyebilen bir gençlik çalışmamız olduğu ölçüde, faaliyetin politikgündemleri ile ilgili bir zorlanma yaşanmıyor zaten. Birleşik, kitlesel, devrimci bir gençlik hareketi sorunu ve

Genç-Sen deneyimi

Gençlik hareketine müdahalede zorlanma noktalarından ilki soruş-turma-uzaklaştırma terörüne göğüs germek, ikincisi ise hareketin hemçok dar hem de olabildiğince parçalanmış tablosudur. Yukarıda işaretettiğimiz değerlendirmelerde, dönemin olanakları ve ihtiyaçlarıüzerinden sorun ayrıntılı bir biçimde tartışılmış bulunuyor. Konuylailgili olarak, birleşik, kitlesel, devrimci bir gençlik hareketinigeliştirme ihtiyacına yapılan vurgu, politik gençlik örgütlenmelerininmücadelenin politik ihtiyaçlar temelinde birliktelik sağlaması zorun-luluğuna bağlanıyor. Bu aynı zamanda, günün koşullarında gençlikhareketinin kitlelerle birleşmeyi başarabilecek etkili bir çıkışının,gençlik hareketini oluşturan ileri gençlik birikimine dayanma zorun-luluğu olarak da anlaşılabilir. Daha somutta sorun, “ilerici-devrimcigençlik güçlerini mücadelenin öne çıkan gündemleri ve ihtiyaçlarıdoğrultusunda giderek kurumlaşan bir mücadele birliği içine çekmek,bunu zamanla birleşik bir gençlik örgütlenmesi düzeyine vardırmak”olarak tanımlanıyor.

O günden bugüne geçen süreç, genç komünistlerin yaptıklarıdeğerlendirmelerden de görüleceği üzere, mücadele birliği ve birleşikgençlik örgütlenmesi konusunda gençlik örgütlenmelerinin ve biriki-minin fazlasıyla sorunlu ve yetersiz olduğunu, her gün daha katı birgerçeklik şeklinde doğrulamış bulunuyor. Esasında ülkemizin yakıngeçmiş deneyimi, hareketin kitlesellik ve birleşiklik arzettiği dönem-lerin, nesnel dinamikler üzerinden yaşanan çıkışlar olduğunugösteriyor. Bu kendiliğinden yükselişlerin yaşanmasında, ilerici-devrimci çevre ve grupların örgütsel müdahalesinin rolü ihmaledilebilir düzeydedir. Dahası, devrimci gruplar gençlik içinde ancakbu türden yükselişler sayesinde bir güç kazanabilmiş, bir yertutabilmişlerdir. Elbette örgütsel müdahalesiyle belirleyici olmasa da,devrimci-politik kesimin bu süreçlerde belli bir etkisi olmuştur.Ancak bu, gençlik hareketini kendiliğindenlik sınırlarının ötesine

taşımaya yetmemiştir. Dahası, küçük-burjuva akımlargenelde kendiliğinden oluşan birleşiklik ve kitleselliğibozucu, dağıtıcı bir rol oynayabilmişlerdir.

Bu davranışın bir benzeri Genç-Sen süreçlerinde göze çarpmak-tadır. Genç-Sen bir işçi sendikası aracılığıyla öğrenci hareketiningündemine taşındı. Elbette gündeme gelmesinde sendika üzerindeetkinliği olan belli siyasal anlayışların kendince hesapları önemli biryere sahipti. Üstelik hala da kitlesel bir temele kavuşamadığı ölçüde,dışarıdan dayatılan bir örgüt modeli olma zaafını koruyor. Tüm bun-lara rağmen, birincisi, salt sendika örgütlenmesinin ileri kitlelernezdinde taşıdığı meşruiyetin gücünden; ikincisi, herhangi bir grubundayatması olarak algılanmamasından; üçüncüsü, arkasında birçokaçıdan tartışmalı da olsa en ileri sendikal mevzinin bulunmasından venihayet ileri gençlik dinamiklerini sürekli olarak birlikte davranmayazorlayan nesnel etkenlerden kaynaklı olarak tüm hareketlerin ilgisiniçekti ve belli bir kesimin katılımını sağlayabildi.

Bu aracın birleşik, kitlesel, devrimci gençlik hareketinigeliştirmekte oynayabileceği rolün bir sınırı olabilir. Fakat masabaşıbir üretim olsa da, gençlik gruplarının içinde çalışma yürütmesineaçık bir araç olduğu ölçüde, gençlik hareketini geliştirmede dayanakolabilecek bir mücadele birliği ve birleşik örgütlenmenin olanaklarınıbarındırıyor. Hareketin genel çıkarlarını her koşulda önde tutankomünist gençliğin böyle bir aracı önemsemesinden daha doğal birşey olamaz.

Ne var ki, bizzat Genç-Sen süreci döne döne, gençlik içinde varolan siyasal örgütlenmelerin (doğal olarak ileri gençlik birikimininomurgasının), harekete birleşik bir karakter kazandırılmasına yapıcıdeğil bozucu bir etkide bulunduklarını gösteriyor. Yalnızca birleşikliksağlanmasında değil gençliğin kitlesel örgütlenmesinde de işlevselolabilecek bu tür bir aracı etkin hale getirmek bile, politik faaliyetteolduğu gibi, kitle tabanı ve örgütlenmede de büyük bir kuvvetolabilmeyi gerektiriyor. Bugün boğucu bir bürokrasininhakimiyetindeki Genç-Sen ile politik-taktik çizgilerin taban inisiyatifive demokratik temelde yarıştığı bir Genç-Sen arasında tam birkarşıtlık vardır. Bu koşullarda ikincisine ulaşabilmenin ve birleşik,kitlesel, devrimci bir gençlik hareketi politikasına itilimkazandırmanın yolu, bağımsız bir güç olarak etkin bir faaliyet yürüte-bilmekten ve örgütlü bir temelde politik kitle tabanını büyütmektengeçiyor. Doğal olarak burada birbirini besleyen süreçlerdir sözkonusuolan. Bu hiç de çeşitli gündemler üzerinden sağlanabilen politik bir-likteliğin karşısına konulabilecek bir yaklaşım değildir. Tersine,böylesi mücadele ve eylem birliklerinin bir parça işe yarayabilmesidahi, grupsal kaygıları hareketin ortak çıkarlarının önüne koymayansamimi siyasetlerin gücüne bağlıdır.

Birlikte faaliyeti ve eylemi örgütlemeyi dayatan 6 Kasımlar, bahareylemlilikleri ya da son haraç zamları gibi özgün gündemler, gençlikhareketine, onun ileri birikimine müdahalenin de sınırlarını çiziyor.Politik faaliyet kapasitesi kadar nitel ve nicel açıdan gelişkin bir mili-tan kuvvet olmak, bu süreçlerde belirleyici bir önem taşıyor. Biryandan birleşik hareketi her olanağı değerlendirecek tarzda zorlarken,diğer yandan bunu etkin bir bağımsız faaliyet örgütlemeyle birleştire-bilmeyi, bir başka deyişle bağımsız siyasal güç olma çabasını bir anbile zayıflatmamayı bize dayatan işte bu olgudur. Birlikte hareket veiş yapma (daha özel bir zemin olarak Genç-Sen de dahil) süreçlerindetavrımızı belirleyecek olan budur. Sonuçsuz kalacak tarzda enerjimizitüketen, bağımsız siyasal faaliyetin engeline dönüşen, politik kimliğisilikleştiren, yer yer çeperimizi dahi dağıtabilen ortaklaşma çabalarıbizim sorunumuz olamaz.

Sonuç olarak, bir ihtiyaç olarak kendini dayatan ve sağlıklı birzeminde yaşanan ortaklaşma, birlikte iş yapma süreçlerinin etkin birörgütleyicisi ve katılımcısı olmalı, fakat günün koşullarında sonuçsuzkalmaya mahkum ve yıpratıcı zorlamalardan ise uzak durmalıyız. Gençlik hareketinin politik özelliği, çalışmanın politik niteliği

Gençlik hareketine müdahalede karşımıza çıkan üçüncü bir zorlukalanı, hareketin politik kitlesi ile geniş yığınları arasındaki derin uçu-rumdur. Hareketin politik-örgütsel dayanağı durumundaki ileri kitlesipolitik olarak duyarlı, fakat alanın özgün sorunlarıyla zayıf ilişkiiçindeyken, geniş yığınlar da genel toplumsal sorunlara alabildiğineilgisiz bir durumdadır. Bunun yarattığı sorunlar, Türkiye’de devrimcigençlik hareketi tarihine damgasını vuran özelliği ile birlikte ele22

Page 23: EG 120. sayı

alındığında daha iyi anlaşılır. Türkiye’de gençlik hareketi hep düzen-devrim çatışması

ekseninde bir taraflaşmanın ifadesi olmuştur. Bugün de politikfaaliyetin ilk muhatapları doğrudan toplumsal sorunlara duyarlılık-ları, devrimci mücadeleye ilgileri ile öne çıkıyorlar. ‘60’lar ve ‘70’lerdöneminde de bu böyledir, ‘80 sonrası dönem boyunca zaman zamanyaşanan geçici canlanma dönemlerinde de... Hatta en reformist-lib-eral çevrelerin bugün, gençlik sözkonusu olduğunda devrimci şiarlarasarılmalarının, yer yer diğer alanlarda görülmeyen bir militan eylemçizgisi izlemek zorunda kalmalarının gerisinde de bu vardır.

Gençlik hareketimizin politik kimliğinin ne anlam ifade ettiği vemüdahalede hangi zorunlulukları doğurduğunu belirlemek için, bazıAvrupa ülkelerindeki gençlik hareketiyle kıyaslama yoluna gidebili-riz. Avrupa’nın birkaç ülkesinde son yıllarda gündeme gelen gençlikhareketleri, genelde gençliğin eğitim hakkına yönelik saldırıpolitikalarına tepki temelinde yükseldi. Fransa ve Almanya’daki liseligençlik eksenli hareket bunun çarpıcı örnekleridir. Bunun temelinde,tarihsel mücadelelerin kazanımı olan, en kötü dönemlerde dahiharekete geçirilebilen bir hak bilincinin varlığı yatmaktadır.Emperyalist-kapitalizmin tüm bozucu etkilerine, toplumsal ölçektederinleşen yabancılaşmaya rağmen, kazanılmış bu hak bilinci gençkuşakları harekete geçirebilmektedir. Buna karşın Avrupalıkimliğinde, emperyalist ayrıcalıklardan kaynaklı olarak, devrimci-politik duyarlılık ve eylemlilik niteliğinde belirgin bir zayıflık vardır.

Türkiye’deki gençlik kitlesi açısından ise tersi bir durum sözkonusudur. Toplumdaki, dolayısıyla gençlik kitlelerindeki hak bilincialabildiğine zayıfken, hareketin dinamiği olan kesimin temel hareketnoktası devrimci özlemleri ve politik eyleme olan ilgisidir. Alanınözgün sorunlarından çok, genel toplumsal sorunlar çerçevesindehareketlenmeler yaşanıyor. Emperyalist savaş ve saldırganlığın, Orta-doğu’daki gelişmelerin ortak hareketlenmeler yaratmasının nedeni debudur.

Gençlik hareketinin bu özellikleri, gençlik alanındakifaaliyetimizin niteliğini belirleyecektir. Demek oluyor ki, gençlikalanındaki faaliyetimiz, ağırlık merkezi bakımından düzen-devrimçatışması üzerinden bir politik içeriğe sahip olmalı, devrimci sosya-list temelde bir ajitasyon-propaganda ve örgütlenmeyi esas almalıdır.Bununla, alanın özgün sorunlarından ve somut gelişmelerindenkopuk kuru sosyalist ajitasyonu değil, alanın her türlü sorununudüzen-devrim ikilemi temelinde ele alan bir çalışmayı kastediyoruz.Zira bir parça ciddiyeti olan herhangi bir siyasal faaliyet ancak alanınözgünlüğünden, somut sorunlarından kopmadan inşa edilebilir.

Faaliyetin politik niteliğine dair bu vurguyu iki açıdan önemligörüyoruz. Öncelikle hareketin genel ihtiyaçları bakımından önem-senmelidir. Zira, gençlik içinde çalışma yürüten belli siyasal güçlerile Genç-Sen üzerinden karşımıza çıkanlar, “kitlenin geriliği” gericidayanağına yaslanarak, bunu kaba bir kitle kuyrukçuluğunungerekçesi haline getirerek, kendi bünyelerine çektikleri gençliğinpolitik ilgisini ve enerjisini törpüleyen ve yozlaştıran bir çizgi izliyor-lar. Bunu diğer taraftan, keskin ve temelsiz bir solculukla belli birkitleyi gençliğin somut gündemlerinden uzak tutan, sistematik vesürekli bir faaliyetten alıkoyanların iradeci apolitizmi tamamlıyor.

Dolayısıyla, gençlik hareketinin doğal taşıyıcısı olan ileri gençlikkitlesinin devrimci bir temelde faaliyetin içine çekilmesi ve sağlıklıkimliksel şekillenmesi, alanın özgünlüğünü yakalayabilen, somutgündemleri üzerinden yürütülen, fakat kesin bir tarzda devrimci poli-tik niteliği gelişkin bir faaliyeti zorunlu kılmaktadır.

Doğal olarak bunu eylem çizgisinde ve politik çalışmanınyürütülüş tarzı ile araçlarında devrimci militan bir nitelik tamamla-malıdır. Bu alandaki her zayıflık gençliğin devrimci coşkusunukucaklayamayacağı gibi, her türlü aşırı zorlama da geniş yığınlarlahareket arasında giderilmesi zor bir kopukluğa yol açacaktır. Kitleningeriliği, dönemsel koşullar ile hareketin nesnel ihtiyaçları iki ayrışeydir ve bizim tutumumuzu belirleyecek olan ikincisidir. Komünist gençlik çalışması açısından politik niteliğin önemi

Faaliyetin politik niteliğine dair vurguyu önemli kılan ikinci

neden ise, bizzat komünist gençlik faaliyeti ve örgütlenmesi açısın-dan doğuracağı sonuçlardır. Türkiye’de dönemsel koşullar ne olursaolsun, gençlik hareketinin ileriye çekilebilecek kesimlerinin özellik-leri, çalışmanın devrimci politik niteliğini bir tercih değil birzorunluluk haline getiriyor. Buna uygun davranılmadığında, en doğrupolitikalarla dahi liberal reformist cenderenin dışına çıkmak mümkünolamaz.

Böylesi bir zaafiyet aynı zamanda gençlik kitlemizin ve örgütlen-memizin şekillenmesini ve niteliğini de belirleyecektir. Bu zaafgiderilemediği koşullarda, örgütsel liberalizm, devrimci-militan kim-likte zayıflık kaçınılmaz olur. Gençlik alanındaki örgütsel yapımız,ihtilalci partimizin varoluş niteliğine aykırı hastalıklarla malul olur.Örneğin yıllarca üniversiteli gençlik çalışmamızda yer alıp da sonrakolayca dökülmeyi, devrimin ve partinin ihtiyaçları orta yerde duru-yorken büyük bir rahatlıkla “ben mesleğimi yapacağım” demeyinormal karşılamayı bundan bağımsız düşünemeyiz. Yine yıllarcafaaliyetimizin etkin özneleri olup da hala düzen-devrim tercihiniyapamayan yoldaşlarımızı, ancak bunun üzerinden anlayabiliriz.Oysa gençlik, insanlık tarihi boyunca, toplumun en devingen, encüretkar, en atak, en coşkulu ve en fedakar kesimi olmuştur.Dolayısıyla tercihlerde de daha tereddütsüz olması gerekir…

Gençlik alanında saflarımıza katılan en yeni insanın dahi düzen-devrim çatışmasını aile, okul, gündelik yaşam, ilişkiler vb. alanlardadevrimci bir iradeyle çözümleyebilmesi, yürüttüğümüz faaliyetinniteliğine, örgütlenme ve eylem çizgimize dolaysız bir şekildebağlıdır. İdeolojik kuvvetle sınıf intiharını gerçekleştirip partili kim-liği gençlik alanının nesnel tablosuna rağmen inşa etmek, devrimcisiyasal niteliği belirgin bir faaliyetten, devrimci örgütlenmeden vemilitan eylem çizgisinden bağımsız başarılamaz. Partili kimlikkonusunda zayıflığın olduğu her yerde, temelde yatan sorunun bu üçalandaki zayıflıktan kaynaklandığı dikkatli hiçbir gözden kaçmaya-caktır.

Komünist gençlik çalışmasıyla ilgili özel tartışma alanınagirmişken, son bir soruna, gençlik alanında kitle çalışması sorununa,daha özelde kitle örgütlenmeleri boyutuna da değinelim. (Değinmekdiyoruz, zira bunun yanı sıra, gençlik örgütlenmemiz, kadrolaşmasorunları, eğitim sorunu, çalışmanın araçları vb. bir dizi alanda özeltartışmalar yapmak ayrıca bir ihtiyaçtır.) Bu soruna burada gençlikhareketine genel müdahale sorunlarının bir bileşkesi olarak değini-yoruz. Alanda Genç-Sen de dahil çok sayıda örgütlenme aracıbulunuyor; kulüpler, topluluklar, yerel yayınlar, meslekiörgütlenmeler, vb... Yaygın bir siyasal çalışma yürütebildiğimizhalde, yer yer kendi içine kapanan, deyim yerindeyse kendi dünyasınıgenel kitleden koparan bir örgütsel zemini aşamayabiliyoruz. Oysayer yer olumlu örneklerden de görülebileceği üzere, kitlelerledevrimci politikalar arasında en etkili ve yaygın ilişkileri kurmamızısağlayacak araçlar, sözkonusu türden yığınsal kitle örgütlenmeleridir.Bunların içinde etkin bir şekilde yer almayan, bu tür örgütleri dargrupsal ihtiyaçların ötesine geçerek etkince değerlendirmeyen her-hangi bir siyasal çalışma yalnızca günü kurtaran bir iş yapmış olur.Farklı gençlik örgütlenmelerinin çevresindeki samimi gençlik güç-lerini etkileyebileceğimiz alanlar, genel siyasal faaliyetten çok, bu türaraçlar içindeki etkinliğimiz olabilir. Dahası ideolojik geriliğinayyuka çıktığı günümüz koşullarında, her türlü sol söylemi aynı ke-feye koyan bir ileri kitlenin olduğu yerde, bu etkinlik çok daha hayatibir önem kazanmaktadır. Şimdilik bunu hatırlatmakla yetinelim.

Başta da belirttiğimiz üzere, sadece değinme sınırlarında kalansorunlar da dahil, gençlik alanındaki sorunları Ekim’de işlemek tümgenç yoldaşlarımızın önünde yeni dönemin önemli bir sorumluluğuolarak duruyor. Bu sorumluluğun gereğince yerine getirileceğineinanıyor, tüm genç yoldaşlarımızı görevi omuzlamaya çağırıyoruz.

(EKİM’in Ekim 2009 tarihli 259. sayısından alınmıştır.)

23

Page 24: EG 120. sayı

Sermayenin rant alanlarına çevirdiği üniver-siteler, hayli kârlı yatırım alanlarıdır. Potansiyelmüşteriler olarak üniversiteye gelen öğrencileriçin başlıca sorunlardan biri barınma ihtiyacıdır.Özel yurtlar, üniversitenin bulunduğu ve onuçevreleyen semtlerde var olan emlak sektörü,devlet yurtları üzerinden kendini var eden ticarieğitim uygulamaları… Bunların hepsi sermaye-nin kendi eliyle yarattığı barınma sorununa yinekendi “kâr” mantığı üzerinden bulduğu çözüm-lerdir. Müşterileşen öğrenciler ise bu çözümseçeneklerinden birini seçmek zorunda kalmak-tadır. İşte tam da bu noktada devlet yurtları diğerseçeneklere göre maddi açıdan daha “uygun”olduğu için işçi-emekçi çocukları tarafından ter-cih edilmektedir. Bundan dolayı devlet yurt-larında barınanlar, ağırlıklı olarak işçi ve emekçiçocuklarından oluşmaktadır.

Barınma sorunun ticari eğitimin dolaysızsonuçlarından biri olması ve bunla bağlantılıolarak devlet yurtlarında işçi ve emekçi çocuk-larının yoğunluklu olarak bulunması sebebiylegenç komünistler çalışmalarını bu alanlara taşı-mak zorundadırlar. Yurtlara yapılacak müdahale,elbette üniversitenin tümüne yapılacak müdahale-den ayrı düşünülemez. Yine de yurtlardaki özgünkoşullar üzerinden de bir özgün politika alanı bu-lunmaktadır. Barınma sorununun ticari eğitimindolaysız sonucu olduğunu tespit ettiğimiz ölçüde,yurtlarda yaşanan özgün sorunların alana dönükpolitikalarla bağlarını kurmak kaçınılmazdır.

Yurtlar, öğrencilerin yaşam alanlarıdır. Buyaşam alanı içerisinde karşılarına çıkan gündeliksorunlar, öğrenciler için daha yakıcı olmaktadır.Aynı zamanda bu gündelik sorunlar, yurtlardayaşanan her tür sorunun bir bütün olarak eğitimsisteminin ticarileştirilmesinden ayrı olmadığıgerçeğinin, yurtta yaşayan öğrenciler tarafındankavranmasını kolaylaştırmaktadır. Bu olgu iseyurtlarda yaşayan işçi ve emekçi çocuklarınınpolitikleşmesinin zeminini hazırlamaktadır.

Yurtların özgün koşullarından bahsedersekkonuyu biraz daha somutlamış oluruz. Birçokyurtta yemeklerin kötü, sağlıksız ve pahalı ol-ması, kantin fiyatlarındaki pahalılık, hijyensorunu, giriş-çıkış saatlerindeki katı sınırlamalar,sosyal aktivitelerin kısıtlılığı, özellikle sıcaksuyun çok sınırlı verilmesi, bazı yerlerde ihtiyacıhiç karşılayamaması, yaşanan en temel sorunlar-dandır. Barınma ihtiyacı salt kalınacak yer sorunudeğil, kişilerin temizlik, yemek, çalışma ortamı,sosyal faaliyet gibi çeşitli ihtiyaçlarınınbütünüdür. Örneğin, yurtlarda jeneratör bulunma-masından dolayı on günü bulan elektrik kesinti-leri olabilmekte, bu da yurttaki yaşamı felç

etmektedir. Bu gündelik fakat temel önemdesorunlar, politik bir çalışmayla işlendiğinde, yurt-larda kitle hareketinin nüvelerini oluşturabilir veişçi-emekçi çocukları bu çalışmanın bir parçasıyapılabilir.Yurtlarda örgütsüzleştirme saldırıları

Yurtlardaki politik çalışmanın en önemlisorunlarından biri örgütlenme alanında karşımızaçıkmaktadır. Örgütlenmeye karşı tahammülü ol-mayan sermaye devleti, üniversitelerde uygu-ladığı soruşturma, uzaklaştırma gibi devrimcifaaliyeti teslim almaya dönük saldırılarını, yurt-larda da hayata geçirmektedir. Yurt öğrencileri,ağır ve ucu açık yönetmelik maddeleriyle, çoksayıda ÖGB’lerle, işbirlikçi öğrencilere yaslananiç istihbarat ağıyla sıkı bir denetim altındadır.Ticari eğitim uygulamaları ve bu uygulamalarınyurtlara yansımalarına karşı gösterilecek herhangibir tepki, bu baskı araçlarıyla dizginlenmeyeçalışılmaktadır. Yurtların, işçi ve emekçi çocuk-larının politikleşmesinin zeminlerini barındırdığıgerçeği, sermaye devleti tarafından dagörülmekte ve bu baskı araçları bilinçli bir terci-hin ürünü olmaktadır. Yanı sıra okullarıngenelinde devreye sokulan faşist örgütlenmelerde yurtlarda engelsizce cirit atmaktadırlar.

Yurtlarda genç komünistlerin

örgütlenme sorunu

Yurtlar toplu yaşam alanlarıdır ve bundandolayı yaygın bir sosyal ve politik ilişki ağınıngelişmesinin zeminine sahiptir. Yurtlarda gençkomünistlerin örgütlenme sorunu, bu zemin üz-erinden yürütülecek kitle çalışmasında bir yereoturmaktadır ve yurtların barındırdığı imkânlar-dan kaynaklı çözüme daha yakındır. Aynı za-manda genç komünistler yurt çalışmasının sahipolduğu sosyal ve politik ilişki olanaklarını, çalış-manın çok yönlü ihtiyaçlarını karşılamak üzeredeğerlendirmek yeteneğine de sahip olmalıdırlar.

Kitle çalışmamız içerisinde yurtları, yukarıdatanımlanan sorunlar ve müdahale olanakları ek-seninde ele almamız gerekmektedir. Yurtlarınbarındırdığı olanakları, sermaye devletinin yurtpolitikalarını ve kendi örgütlülüğümüzügeliştirme dinamiklerini irdelemeyisürdürmeliyiz. Yeni dönemde barınma sorununusiyasal faaliyetimizin önemli başlıklarından biriolarak ele almalı ve yurtlara dönük faaliyetleri-mizi sürekli ve sistematik bir çabayadönüştürmeliyiz. Yerel örgütlenmelerimiz, alan-larında bulunan yurtları genel politik-pratik çalış-malarının içinde değerlendirmeli, yurtlara dönükmüdahalelerini gençlik çalışmamızın bir parçasıhaline getirmelidirler.

Yurt çalışmasınadair...

Page 25: EG 120. sayı

Geçmiş dönemden sınırlı da olsa yurt çalış-ması noktasında atılan adımları aktararak bualandaki deneyimlerimizi paylaşacağız.Yaşadığımız örnekler üzerinden ortaya çıkansonuçları vurgulamaya çalışacağız.

Yurtların güncel tablosunu göz önünealdığımızda en az üniversitelerin içerisi kadarbaskı ve yasakların olduğu bir alan olduğu açık.Ama üniversitenin içerisindeki ajitasyon propa-ganda çalışmasının yurtlara da taşınması gerek-tiğini düşünüyoruz. Bu alanın olanaklarınızorlayarak veya koşullarına uygun bir yöntemgeliştirerek yaygınlaşan ve güçlenen bir çalışmaortaya çıkartabilinir.

Bizler, mühendislik fakültelerine seslenençalışmalarımızı yurtta mühendislik öğrenci-lerinin kaldığı mühendislik bloğuna da düzenliolarak taşıyoruz. Dönem dönem odalardolaşılarak gazete, dergi satışı gerçekleştiri-yoruz. Bildirilerimizi yurtlardan doğru daulaştırmaya çalışıyoruz, bazı dönemlerde yur-dun özgün koşulları da gözetilerek kapı altındanbırakmayı da tercih edebiliyoruz. Bu çalışmaylaçok sayıda mühendislik öğrencisineulaştığımızı söyleyebiliriz. Özellikle dergimizindüzenli satışının yapılması gerektiğini veodalarda yayın tartışması yapılmasının işlevliolduğunu düşünüyoruz. Yurdun doğal ortamısayıca genişleyen bir tartışma zemini yarata-biliyor.

Yaşadığımız bir örnekle de yine yurdun or-tamının yarattığı imkanları görebiliriz. Okuldakullanacağımız 8 Mart gündemli duvargazetesini iki okurumuz yurdun koridorundahazırlarken birçok öğrencinin dikkatini çekiyor.Resimler, yazılar vb. materyallere koridordangeçen her kişi dönüp bakıyor. Bir süre sonraçalışmanın başına çömelip soru soran öğrenci-lerle tanışmaya, 8 Mart’ı tartışmaya ve çalış-maya yardımlarını almaya başlıyorlar. Duvargazetesinin hazırlık aşaması bir tartışma vekolektif üretim alanına dönüştürülebiliniyor.

Üniversite içerisinde yürüttüğümüz siste-matik faaliyetin yurda taşınmasının yanı sıra,bu alanın kendi özgün sorunlarını işlemekledaha fazla sonuç alınacaktır. Devlet yurtları çokfazla sorunu içinde barındıran alanlar olmaların-dan kaynaklı bu sorunlara dair muhalefetiörgütlemek çok önemlidir.

Bu noktada da yaşadığımız bir pratik yurdunkendi sorunlarına karşı spontene bir şekildenasıl örgütlenilebilindiğini göstermektedir. Biryurtta üst katlara çıkan suyun sıcaklığındaki

sürekli değişimler bu katta yaşayan öğrencileriçin işkenceye dönüşmüş bulunmaktaydı. Birhafta böyle devam eden sorunun sonundaokurlarımız tepkiyi analiz edip, çalışmayabaşlamışlardır. Tepkisini ortaya koyan birkaçöğrenciyle beraber kattaki odalar dolaşılmış vekat toplantısına çağrı yapılmıştır. Bunun sonucubu katta yaşayan öğrenciler bir araya gelmişsorunu nasıl çözeceğini tartışmıştır. Tartışmalarsonucunda yurt yönetimine sözlü ve yazılıolarak durumun bildirilmesine ve sorununçözümü için bir hafta süre tanınmasına aksitakdirde bu sorunu tüm bloğa yayarak eylemyapılması kararlaştırılmıştır. Bir hafta içerisindesorun çözülmüştür. Bu kararın altına AKP’liolduğunu söyleyen bir öğrencide imzasını at-mıştır. Bu çalışmanın sonunda daha önce bu tarzeylemlilikleri ve davranışları doğru bulmadığınıancak yapılanın insan olmanın gereği olduğunuaçıklaması anlamlıdır.

Aynı yurttan bir başka örnek daha sunacağız.Bir akşam elektriklerin kesilmesi ve yurtlardabilinen “Abaza yürüyüşü” yapılmasının ardın-dan güvenlik görevlilerinin de geç saatlerekadar bu yürüyüşe katılanlarla eğlenmesi bellibir tepkiye sebep olmuştu. Okurlarımız dahaönceki çalışmalarla politize olmuş öğrencileriilk elden toplayarak bir tartışma yapmış vesorunu tariflemişlerdir. Yapılan tartışmanın so-nunda güvenlik görevlilerinin asıl işlevi ortayakonunmuş ve bir imza kampanyasıbaşlatılmıştır. İmza metninde ise; salt “güven-lik” adı altında dayatılan baskılar işlenmemiş,su sorunundan, çalışma odasına dek uzanansorunlar bir bir sıralanmıştır. Netice de imzakampanyası “nitelikli, sağlıklı, ücretsiz barınmahakkı”nı yükseltmiştir. Bu çalışma yaklaşık birhafta on kişilik bir ekiple yürütülmüştür. Ancakfinal tatili sebebiyle yarıda kalmıştır. Sonucagidilememiş olsa dahi bu örnek göstermektedirki yurtlar örgütlenmenin ve kitle çalışmasınındaha etkin yapılabilineceği alanlardır.

Deneyimlerimiz daha çok yurtta yaşanansorunları ve tepkileri görüp onlara şekil vermeadına yapılabilinmiştir. Bu süreç hem yurtalanının imkanlarını görmemizi hem de sorunlarkarşısında refleks geliştirmemizi sağladı.Önümüzdeki dönemde de politikalarımızı yurt-lara taşıma ve buraların ihtiyacını karşılayacakörgütlenmeler yaratma bakışıyla hareket ede-ceğiz.

İzmir Ekim Gençliği

Yurt çalışmasıdeneyimine dair...

Page 26: EG 120. sayı

Öğrenci gençlik içerisinde kitle çalışması yap-manın önemini vurgularken elbette ki gençlikkitlelerinin bugünkü verili durumu üzerinden hareketedilir. Bu verili durum en genel anlamıyla apolitikgençlik kitleleri olarak tanımlanır. Gençliği politik-leştirmenin yol ve yöntemleri planlanırken de kitleçalışmasında kullanılan araçlar devreye girer. Yerelyayın faaliyeti de bu araçlardan bir tanesidir.

Yerel yayın çalışmasını, devrimci bir gençlikhareketi yaratmak perspektifiyle, gençlik hareketindedevrimci önderlik ihtiyacı ve gençlik çalışmamızınbugünkü ihtiyaçları doğrultusunda tartışmamızgerekmektedir. Bu tartışma yapılırken dikkatedilmesi gereken bir diğer durum ise alana özgüyapılan faaliyetlerde yerel yayının önemi üzerin-dendir. Alana yönelik politika üretmek ve yerel yayın

Devrimci bir gençlik hareketi yaratmak, bulun-duğumuz yerellerde mevziler kazanmak vekazandığımız mevzileri korumak merkezi politikalarıyerele özgü sorunlarla bütünlüklü bir şekilde ele alanbir kitle çalışmasıyla mümkündür. Gençlik kitleleritoplumsal, siyasal gündem, eğitim sürecindekisaldırılar ve sorunlara karşı belli bir duyarlılığa sahipdeğilken, öğrenci gençliği kendi üniversitelerindehatta kendi bölümlerinde yaşadığı güncel sorunlarıtanımlayıp bu noktadan hareketle merkezi poli-tikaları yerelde somutlama sorunu en yakıcı biçimdekarşımıza çıkar. Bu da ancak alanı iyi tanımaklamümkün olacaktır. Bulunduğumuz yerelin özgünsorunları ve ihtiyaçları nelerdir? Bu soruya verilecekyanıt o yerelde yerel yayın çalışmasının işlerliğini ilkelden belirleyecektir.

Şöyle ki yerel yayın çalışması kimi yerellerdeçalışmayı güçlendirmenin bir aracı olurken kimiyerellerde de yeni oluşan bir çalışmanın ayaklarınınoturmasını sağlayan bir işlev görebilir. Bu da o yere-lin şartlarına göre değişecektir. Ayrıca yerel yayınıniçeriği de buna bağlı olarak değişiklik gösterir. Kimiyerellerde sadece bir gündem üzerinden yerel yayınçıkarılabilirken kimi yerellerde birkaç gündemi birarada işleyen aynı zamanda ülke gündemine de deği-nen yayınlar daha işlevli olabilir. Tüm bunların belir-leyicisi bir önceki soruya verilecek yanıtta olacaktır.Bu aracı doğru bir şekilde kullanmak ise iyi bir gö-zlem yeteneği ve alanı doğru tahlil etmeye bağlıdır. Kitle çalışmasının bütünleyeni yerel yayın

Kitle çalışmasının önemini anlatırken bu çalış-mayı yerele özgü sorunlarla birlikte ele almak gerek-tiğini vurgulamıştık. Bu da merkezi kampanyalarınyereldeki özgünlüklerle birleştirilmesi ve yerel çalış-manın merkezi politikaların bütünleyicisi halinedönüşmesiyle mümkün olacaktır. Bu aynı tanımlamayerel yayın faaliyeti için de geçerlidir. Bu bağlamdayerel yayınlar merkezi yayının tamamlayıcısıniteliğini taşır. Peki hangi anlamda? “Merkezi birsiyasal çalışmanın mahalli araçlar üzerindensürdürülerek faaliyetin bütünlüğünü sağlamak an-

lamında. Merkezi gençlik politikasının özgülleştir-ilmesi, yaratıcı bir tarzda uygulanması anlamında.Mahalli gençlik hareketine ilişkin somut bir perspek-tif ve plana sahip olmak gerektiği anlamında. Siyasalaraçların çeşitlendirilerek zenginleştirilmesi, böyle-likle siyasal etkinin daha geniş bir alana yayılmasınısağlamak anlamında.”

Komünist gençlik olarak, bugünkü temel de-vrimci görevimiz gençliğin arayışını devrim-cileştirmek ve devrimci bir gençlik hareketiörgütlemeyi başarabilmektir. Yerel yayın faaliyeti herşeyden önce bu temel devrimci görevimizi yerine ge-tirmenin bir aracı olarak işlev görmelidir. O haldeyerel yayınlar öncelikle gençlik kitlelerine dönükçalışmada kullanacağımız popüler propaganda-ajita-syon ve siyasal teşhir araçlarıdır. Bu anlamdamerkezi politikanın yerelleştirilmesi ve uygulanmasıaçısından da kolaylık sağlayacaktır. Politik önderlik sanatında yetkinleşmenin

aracı yerel yayın

“Yerel yayın faaliyeti, mahalli çalışmayı örgütle-menin, kitlelere dönük politik propaganda ve ajitasy-onu sürekli hale getirmenin, bu alanda yetişipyetkinleşmenin, politikayı özgülleştirmede ustalaş-manın ve gençlik hareketine önderlik etme kapa-sitesini geliştirmenin araçlarıdır.” Bu anlamda yerelyayın yerel inisiyatifleri geliştirmenin araçlarındanbiridir. Yerele özgü yürütülen politikalarda inisiyatifsahibi olmak ve bu alanda yetkinleşmeyi, yerel ön-derlikleri açığa çıkarmayı gerektirir. Bu da politikönderlik sanatında yetkinleşmenin bir başka ifade-sidir.

Kendi gelişimimizi sağlamanın yanında yerelyayın faaliyetinde kitlelerin katkılarını almak önplana çıkmalıdır. Yerel yayın ilerici, duyarlı ve mü-cadeleden yana gençlik kesiminin eleştiri vekatkılarına açık olmalıdır. Yapılacak olan faaliyet-lerin tabanla birlikte planlanmasına, örgütlenmesineözen gösterilmelidir. Taban inisiyatifinin açığa çık-ması sağlanmalıdır. Bu noktada yerel yayının sadecebir yayın çalışmasından öte çeşitli ayakları oluşturu-larak (atölyeler, ekipler, komiteler vb.) kendiiçerisindeki örgütlülükleri oluşturulmalı ve çeşitlialanlardan öğrencilere seslenilmelidir. Yerel yayınınkendi iç işleyişlerini oluşturması daha geniş kitlelerefarklı yönlerden hitap edebilmesi açısından da önem-lidir. Burada kültür-sanat faaliyetleri devreye gire-bilir. Özellikle başta yayın ekibinin ilgisi üzerindeninsanların farklı ilgi alanlarına seslenerek genişörgütlülükler oluşturulabilir.

Bu açılardan yerel yayın çalışmaları alanınözgünlükleri gözetildiğinde ve işlevli bir şekilde kul-lanılabildiğinde önemli sonuçlar üretmektedir. Bu biryanda alanda yetkinleşmemizi sağlarken diğer yan-dan yerel örgütlülüğü de güçlendirme işlevi görmek-tedir. Bu açıdan bu tartışmaların önemini kavrayarakçalışmaları güçlendirmeli yeni dönemde bu perspek-tifi kavrayarak çalışmalarımızı yoğunlaştırmalıyız!

Yerel yayınçalışmasına dair...

Page 27: EG 120. sayı

Yürüttüğümüz bir kampanya sürecinde or-taya çıkan yerel yayın çalışmasının iki yıllıksürede bıraktığı deneyimle, bu aracın kitle çalış-masındaki önemini kavramış olduk. Yerel yayınıalanın hangi ihtiyacından doğru tanımladığımızıve alanda yarattığı sonuçlardan bahsederek birtartışma yürüteceğiz.

Yerelimizde muhalif öğrencilerin hızla tas-fiye edildiği, öğrenci sorunları ve toplumsalgündemler noktasında duyarsız bir öğrencikitlesinin yaratılmaya çalışıldığı bir süreçte“Kamp-Üs” isimli yerel yayınımızın faaliyetle-rine başladık. Yerel yayın çıkarma kararını yap-tığımız açık toplantılar sonunda çevremizdekiinsanlarla beraber aldık. Bu toplantılarda tanım-ladığımız sorun üniversitemizde öğrencilerinyaşadıkları sorunlara yabancılaşması ve bununsonucu çevreleriyle ilgilenmeyen, bireyselyaşayan insanlara dönüşmesiydi. Bunu aşmanınbir yolu olarak insanlara yazarak politikatartıştırmak ancak sadece yazmak sınırındakalmayarak, harekete geçmelerini sağlamak içinyayın çıkarmaya karar verdik. Bu yayında temelolarak vurguladığımız şey ise karşılaşılan somutsorunlar, bu sorunların çözümüne dair önerilerlebirlikte sistemin bizleri bireyselleştirmeçabasının önüne geçerek birlikte üretmek vekolektif yaşam alanı oluşturmak oldu.

Yerel yayın çalışmamızın başlamasıyla dahageniş gençlik kitlelerine seslenerek çalışmamızıgenişletmiş ve temel politikalarımızı daha fazlainsanla tartışabilmiş olduk. Öncesinde çalışma-mızın olmadığı bir alana yerel yayın faaliyetiylegirebilmiş olduk. Yerel yayın çalışmasının kendietkinlikliklerini, afişini vb yapması sonucundahem geniş bir kitleyle politik bağ kurduk hemde bu insanları belli çalışmaların parçası yapa-bildik.

Yerel yayını kullanmamızdan ziyade işlevlibir araca dönüştürebilmemizin gerisinde alanıiyi tanımamız yatıyordu. Yerelin ihtiyaçlarınıtanımlayarak en önemlisi bunu çevremizde in-sanlarla tartışarak bir yerel yayın çalışmasıyürüttük. Bu da büyük oranda yayının kendiçevresini oluşturmasını sağladı. Kendiörgütlülüğünü yarattı.

Ancak yerel yayın “yalnızca kitleleri aydın-latmanın ve harekete geçirmenin bir aracı olarakdeğil, kendilerinin siyasal donanımlarını artır-manın, siyasal yetkinleşmenin, gençlik hareke-tinin seyrine tam hakimiyet sağlamanın,hareketin nabzını elinde tutmanın, gençlikkuşağının eğilim ve davranış biçimlerine hakim

olmanın vb. bir imkanı olarak” görülmelidir. Busiyasal donanımı arttırmak anlamında bizler degündemdeki konular hakkında -özellikle ulusalsorun ve ülkemizde yansıması Kürt ulusalsorunu hakkında- geniş tartışmalar yaptık, butartışmalardan önce okumalar yaparak bilgibirikimini arttırmayı planladık. Bunlarınyanında okulda yaşanılan sorunlara müdahaleetmeye çalıştık. Bunu gerek dergimizde yazılarayer vererek gerek derginin satışı sırasında buyazılar üzerinden öğrencilerle tartışarak gerçek-leştirmeye çalıştık.

Öğrencilerle kurulan bağ, büyük ölçüdeyayının insanlara salt yazı yazarak ulaşmasıamacı taşımaması ve eğitim alanını kolektifyaşam alanına çevirme bilinciyle yayının kendiiç işleyişini oturtma, bununla birlikte gelişen so-rumluluk alma çabalarıyla da ilişkilidir. Bubağlamda alan içerisinde yapılan çeşitli yaratıcıetkinlikler yayın faaliyetinin işleyişini ve çalış-mamızı güçlendirmiştir. Bu etkinliklerinbirçoğunun kültür-sanat gündemlerinden oluş-ması bu çalışmanın daha geniş bir kitleye hitapetmesi açısından önem taşımaktadır. Bu açıdanfilm gösterimleri yapılmış, festivaller gerçek-leştirilerek yayın faaliyeti güçlendirilmeyeçalışılmıştır.

Salt bir yazı ekibinin dışında ayrıca sinema,fotoğraf, resim vb. alanlarda çeşitli atölyeleroluşturularak bu işleyiş genişletilmiş böyleceyerel yayın kendi iç işleyişini ve örgütlülüğünüoluşturmasının en büyük ayaklarını oluşturmuş-tur. Yapılan birçok etkinliğin bu ayaklar üz-erinden planlanması ve dayanaklarının buatölyeler olması ise çalışmayı ayrıcagüçlendiren bir etkendir. Bu henüz bütün atö-lyeler için geçerli olmasa da güçlü örülen biratölye çalışmasının düzenlediği etkinliğin deaynı güçlülüğü taşıması üzerinden buranın öne-mini kavrayabiliriz.

Yerel yayın, faaliyetimizin bugünden ürettiğisonuçlar üzerinden de alanımızda işlevli birbiçimde kullanabildiğimiz ölçüde yararlı biraraçtır. Bu çalışma yerelimizi daha iyi tanıma,yerel sorunlara karşı daha hızlı sonuçlar üretmeve kendi adımıza da yetkinleşme noktalarındanolumlu sonuçlar açığa çıkartmıştır. Yerel yayınçalışmamızın aktardığımız olumlu örneklerinerağmen eksik kalan yanlarını aşarakönümüzdeki dönemlerde de bu çalışmamızadevam edeceğiz.

İstanbul Üniversitesi Ekim Gençliği

Yerel yayın çalışmasıdeneyimi üzerine...

Page 28: EG 120. sayı

Bolşevik Parti, Rus proletaryası ve

Ekim Devrimi arasındaki

diyalektik ilişki…

Yıl 1917… Tarihçiler, şanlı Rus proletaryasının BolşevikParti önderliğinde gerçekleştirdiği Ekim Devrimi’ni kayıtlaradüşüyor. Rus proletaryası tarihi önemde bir olaya imza atıyor.Tüm dünya proletaryasına ve ezilen halklara izlenecek yolu gös-teriyor. 1830 Lyon’dan, 1871 Paris’inden bu yana, proletaryanınmücadele tarihi boyunca sınıfsız, sömürüsüz bir dünya özlemineve mücadelesine dair en somut adım atılıyor. Buz kırılıyor, yolaçılıyor. Ekim Devrimi ile proleter devrimler çağı başlamışoluyor. “Ekim Devrimi, tüm insanlığı sarsan, yeni bir çağ açan,ezilenlerin ve sömürülenlerin kurtuluş umutlarını görülmemişölçüde büyütmekle kalmayan, bunu bizzat açtığı çığır içinde so-mutlayan, bir gerçeklik haline getiren muazzam önemde ve kap-samda bir tarihsel olay” olarak tarihe kazınıyor ve aradan geçen92 yıla inat yolumuza ışık tutmaya devam ediyor. Nasıl ki bur-juva devrimler çağını anlamak için 1789 Fransız Devrimi’nebakmak gerekiyorsa, bugün emperyalizm ve proleter devrimlerçağında da bakacağımız yer, Ekim Devrimi olarak karşımızaçıkıyor.

Ekim Devrimi’ni anlamak, algılamak ve bugünkü mü-cadelemize sonuçlar çıkartmak ise öncelikle Bolşevik Partideneyimini ve onun devrimdeki rolünü algılamayı gerektiriyor.

Bolşevizm’in doğuşu ve şekillenişi

Lenin, 1920’de, Komünist Enternasyonal II. Kongresi’ninhemen öncesinde, Bolşevizm deneyiminden Komünist Enter-nasyonal için sonuçlar çıkarırken, “siyasal bir düşünce akımıolarak ve siyasal bir parti olarak Bolşevizm, 1903’ten berivardır” diyor ve daha ilerde şu olgunun altını çiziyor: “Bolşe-vizm, 1903’te Marksist teorinin son derece sağlam temeli üz-erinde yükseldi.” (“Sol” Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı...)Bununla esasında devrimci bir partinin olmazsa olmazı olarakonun Marksist teorik temeline vurgu yapıyor. “Devrimci teoriolmadan, devrimci pratik olmaz” özdeyişi ile özetlenebilecek birbakışla hareket ediliyor. Bolşeviklerin süreçlere müdahalesinde,devrimci bir pratik sergilemesinde Marksizmi kavramadakibaşarısı, pratiklerine yön veren bir bakışın ve yöntemin varlığıen önemli etken ve Bolşeviklerin en büyük üstünlüklerindendir.Lenin, bu bakışı şu sözlerle de vurgulamaktan geri durmuyor:“Öncü savaşçı rolünün ancak en ileri teorinin klavuzluk ettiğibir parti ile yerine getirilebileceğini belirtmek istiyoruz.” (NeYapmalı, 1902).

Bolşeviklerin bir diğer üstünlüğü ise devrimci teorinin kıla-vuzluk ettiği devrimci pratiği gerçekleştirecek bir örgütsel şekil-lenişe sahip olmalarıdır. Zaten 1903’te Bolşevik-Menşevikayrışmasının temelini partinin örgütsel şekillenişine dair ayrışmaoluşturuyordu. Kurulu düzeni zora dayalı toplumsal bir devrimleyıkma amacının gerçekleşmesi, buna uygun bir örgütsel şekil-lenişi de beraberinde getirmektedir.

“İlk ve zorunlu pratik görevimiz, siyasal mücadeleye gereklienerjiyi, oturmuşluğu ve sürekliliği sağlayabilecekolan bir devrimciler örgütünün yaratılması” derkenLenin, Rus proletaryasını devrime örgütleyebilmenin

yolunun tek vücut olmuş, çelikten bir disipline sahip,merkeziyetçi, illegal bir örgütün oluşturulmasından geçtiğinivurguluyordu. Düzenin baskısının karşısında yenilmemek içinbunlar şarttı. Sömürü düzenini yıkabilmek, Rus proletaryasınıörgütleyebilmek için her yerde aynı bakışı, aynı politikalarıuygulayabilmek şarttı. Böylesi bir örgüt oluşturulamadığında, nebaskının karşısında durulabilirdi, ne de proletaryayla bütün-leşilebilirdi. Örgütün güvenliği ve devrimci pratiğin gereği,böylesi bir örgütü gerektiriyordu. Ve bunu da Lenin şu sözlerleözetliyordu: "Bana bir devrimciler örgütü verin, Rusya'yı al-tüst ederim!"

Elbette Bolşevizm’i yaratan yalnızca Lenin’in kişisel bakışıdeğildi. Marksizmin kavranması ve pratikte uygulanmasındanedinilen deneyimler ve sonuçlarla şekillendi Bolşevik Parti.

“Bizzat dönemin genel ‘Marksist hareketi’ içinde, bir yandanteoriyi revize eden ‘legal Marksizm’e, öte yandan ‘teoriye karşıtam bir umursamazlığı’ dar pratikçilikle birleştiren ‘illegal eko-nomizm’e, kendiliğindenciliğe ve kuyrukçuluğa karşı kararlı vekapsamlı bir mücadele içinde başarıldı…”

“Öte yandan, teorinin kaya gibi temeli üzerinde yükselenBolşevizm, deneyim zenginliği yönünden dünyanın hiçbir yerindeeşi olmayan on beş yıllık (1903–1917) bir tarihi pratiği yaşadı.”

“Rusya proletaryasıyla et ve tırnak gibi kaynaşmış Bolşevikpartisinin başarılı önderliği olmasaydı, Ekim Devrimi’nin zaferide mümkün olamazdı. Devrimin koşulları derinlemesine vegenişlemesine oluşmadan hiçbir devrimci parti, ne kadar doğrubir çizgi izlerse izlesin, ne kadar militan ve gözüpek olursaolsun, herhangi bir devrim yapamaz. Fakat eğer bu koşullaroluşmuşsa, hazırlıklı ve yetenekli bir öncü kuvvet olarak parti ol-madan, koşulları oluşmuş bir devrimi muzaffer bir sona bağla-mak da mümkün olamaz…”

“Dolayısıyla, Bolşevizm’in kendine özgü teorik gelişmesini,Marksizm'in sağlam teorik temeliyle Rusya’daki devrimcieylemin diyalektik ilişkisi ve etkileşimi içinde kavramakgerekir.”(Partileşme Süreci - 1 / Perspektifler ve Değer-lendirmeler, Eksen Yayıncılık, s. 9-23)

1917 Şubat’tan, Ekim’e…

“Her devrimin temel sorunu, iktidar sorunudur. Bu sorun ay-dınlatılmadıkça devrimde kendi rolünü bilinçli bir biçimde oyna-mak ve hele devrimi yönetmek söz konusu olamaz.” (Lenin,Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, Nisan 1917)

1917 Şubat’ından hemen sonra Lenin’in bakışını ifade edenbir alıntıyla başlamak Ekim Devrimi’ni, yalnızca 8 aylık birdönem üzerinden gelişen süreci ve bakış değişikliğini kavramayıda kolaylaştıracaktır.

Şubat 1917’de gerçekleştirilen devrim ile Rus Çarlığıyıkılmıştır. Feodal sınıf egemenliğine son verilmiştir. İktidar,burjuva sınıfın eline geçerek el değiştirmiştir. “Her devrimintemel sorunu, iktidar sorunu” olduğu ölçüde, gerçekleşen bir28

Page 29: EG 120. sayı

devrimdir ve niteliği bakımından, hangi sınıfın alaşağı edildiğive hangi sınıfın iktidara geldiği açısından bakıldığında burjuvademokratik bir devrimdir.

Rus burjuvazisi Şubat 1917’deki devrime öncülük edememişolsa da süreç Şubat 1917’de iktidarın burjuvazinin eline geçmesisonucunu doğurmuştur. Bu özgünlüğü Lenin şu net sözlerle ifadeeder:

“Devrimimizin bir iktidar ikiliği yaratmış bulunmak gibibüyük bir özgünlüğü var. Bir iktidar ikilliğini eskiden kimse nedüşünür, ne de düşünebilirdi… Bugünkü Rusya’da özgün olanşey, proletaryanın bilinç ve örgütlenme düzeyinin yetersizliğin-den ötürü, iktidarı burjuvaziye vermiş olan devrimin birinci aşa-masından, iktidarı proletaryaya ve köylülüğün yoksul katlarınadevredecek olan ikinci aşamasına geçiştir.”

“Şubat-Mart 1917 Devriminden önce devlet iktidarı,Rusya’da, eski bir sınıfa, başında Nikola Romanov’un bulun-duğu feodal toprak soylularına aitti. Bu devrimden sonra, ikti-dar, başka bir sınıfa, yeni bir sınıfa, burjuvaziye ait bulunuyor.İktidarın bir sınıftan ötekine geçişi, sözcüğün salt bilimsel an-lamıyla olduğu kadar, politik ve pratik anlamıyla da bir dev-rimin birinci, başlıca ve esas belirtisidir. Burjuva devrimi ya daburjuva demokratik devrim, Rusya’da, bu bakımdan tamamlan-mıştır.” (Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, V. I. Lenin, Nisan1917)

Bu bakışla Şubat devriminden sonra Rusya’ya dönen Lenin,kendi tezlerinin ilk önce Bolşevik saflarda karşılık bulması içinçaba sarf etti. Ancak Merkez Komitesi dâhil eski Bolşevik bakışakarşı bir tutuculuk hâkimdi. Bu yüzden Lenin, kendi bakışına veNisan Tezleri’ne sınıf içerisinde destek bulduktan sonra dönüpBolşevik Parti’ye kabul ettirdi. Bu süreçteki devrimci iradesi,düşündüğünü ne pahasına olursa olsun, tek başına kalsa dahisavunma ve hayata geçirme tutumunun temsilcisi olarak Lenin,devrimci kimlik planında eşsiz bir deneyim de bırakmıştır. Tarihin gördüğü ilk proleter devrim: Ekim Devrimi…

“Dün erkendi, yarın geç!” sözlerinde özetlendiği gibi ayak-lanma çağrısı tam zamanında yapılmış oldu. AyaklanmanınMenşevik gazetesinde daha öncesinden duyurulmasına rağmen,burjuvazi Ekim Devrimi’nin gerçekleştiği gün Bolşeviklerin ön-derliğinde ayaklanan 400.000 işçinin karşısına dikilemedi. Ve ik-tidar işçi, köylü, asker Sovyetlerinin eline geçti.

Şubat’tan Ekim’e burjuvazi vaadlerinin hemen hiçbirini ye-rine getiremedi, burjuva demokratik devrimin taleplerinin hiçbirigerçekleşmedi bu 8 aylık süreçte. Ancak Bolşeviklerinöncülüğündeki Rus proletaryası burjuva demokratik devriminbütün taleplerin yerine getirilmesi anlamında da tamamlanmasınıbekleyemezdi. Bunun hayatta bir karşılığı yoktu. “Gri teoridir,dostum, ama yeşil yaşamın sonsuz ağacıdır.” “Eskiden yapıldığıgibi, burjuva devrimi ‘tamamlama’ sorununu ortaya atmak, canlıMarksizmi ölü metinlere feda etmek demektir.” Marksizm, canlıyaşayan bir teoridir, bir yöntemdir, bir dogma değildir.

“Dini, ya da kadının hak yoksunluğunu, Rus olmayan ulus-ların eşitsizliğini ve ezilişini ele alalım. Bunlar bütünüyle bur-juva-demokratik devrimin sorunlarıdır. Aşağılık küçük-burjuvademokratları sekiz ay boyunca bu konuda lafladılar… Sadecesöz verdiler, sözlerinde durmadılar. Sözlerinde duramazlardı,çünkü ‘kutsal özel mülkiyet’ için duydukları ‘saygı’ buna engeloluyordu… (zira) bugün dünyanın en ileri ülkeleri arasında dahibu sorunları burjuva-demokratik doğrultuda tamamen çözmüşolan tek bir ülke dahi yoktur.”

“Bizim proleter devrimimizde kahrolası ortaçağa ve ‘kutsalözel mülkiyet’e karşı duyulan bir ‘saygı’ söz konusu değildir.

Rusya’da devrimin (Ekim Devrimi) ilk ve kaçınılmaz görevi, or-taçağ kalıntılarını bertaraf etmek, bunları son kırıntısına kadartemizlemek, Rusya’yı bu barbarlıktan, bu utançtan, kültürün veilerlemenin önüne dikilen bu en büyük frenleyici engelden kur-tarmak şeklindeki burjuva-demokratik bir görevdi.

Bu yolda ilerlerken burjuva-demokratik devrimin sorunlarınıkendi temel ve gerçek proleter-devrimci sorunlarımızın, sosyalisteylemlerimizin bir “yan ürünü” olarak çözdük. Her zamansöylediğimiz ve eylemlerimizle kanıtladığımız gibi, burjuva-demokratik reformlar, devrimci sınıf mücadelesinin yani sosya-list devrimin yan ürünüdür.

Burjuva-demokratik devrim, proleter-sosyalist devrimin içinegirer. İkincisi geçerken birincisinin sorunlarını da çözer. İkincisibirincisinin eserini kökleştirir. Mücadele ve sadece mücadeleikincinin birinciyi ne derece aşıp aşmayacağını belirler.”(14 Ekim 1921, Ekim Devrimi Üzerine, V. I. LENİN)

Saf bir devrimin olmayacağının kavranmış olması ve burjuvademokratik devrim ile proleter devrim arasındaki diyalektiğinkavranması Bolşeviklerin üstünlüklerindendir. Ekim Devrimi’niyaratan da Marksizm’i kavramadaki ve uygulamadaki bubaşarıdır.

Ancak ekonomik ve sosyal olarak geri bir ülkede iktidarı elegeçirmiş bulunan Rus proletaryasının önünde, ele geçirdiği ikti-darı korumak ve sosyalizmi inşa sürecini başlatmak gibi bir so-rumluluk durmaktaydı. Devrim o güne kadar beklendiğiekonomik ve sosyal açıdan ileri kapitalist ülkelerde değil, em-peryalist-kapitalist dünya zincirinin en zayıf halkalarındanbirisinde Rusya’da gerçekleşmişti. Elbette sadece çelişkilerin enderin yaşandığı yer olduğu için değil, mevcut koşulları devrimiörgütlemede değerlendirecek yeteneğe, bakışa ve örgütlenmeyesahip, Rus proletaryası ile et ile tırnak gibi bütünleşmiş BolşevikParti’nin de varlığıyla gerçekleşmişti Ekim devrimi.

Ekim Devrimi’nin hemen ardından devrimin kaderini, ilerikapitalist ülkelerden gelecek bir proleter devrime ve Rusköylülüğünün devrimin tarafına çekilmesinde alınacak mesafeyebağlayan Lenin, bu konuda da haklı çıkmıştı. Rus köylülüğünündesteği alınmasına rağmen, beklenen devrimler dalgasınıngerçekleşmemesi Ekim Devrimi’nin yalnız kalmasına nedenoldu. Alman Kasım devriminden yalnızca bir ay önce Lenin,“Avrupa için en büyük talihsizlik, onun için en büyük tehlike,orada devrimci bir parti olmamasıdır. Devrimci parti yok Avru-pa’da. Gerçi yığınların güçlü bir devrimci hareketi bu yanlışıdüzeltebilir, ama bu olgu büyük bir talihsizlik ve büyük birtehlike olarak kalıyor” diyerek, meseleyi en açık şekilde ifadeetmişti.

Sonuçta emperyalist-kapitalist dünya sistemi karşısında tekbaşına kalan, ekonomik ve sosyal açıdan geri bir ülkede, yeni birdevrimci dalga yükselene kadar iktidarı elinde tutma görevi vesosyalizmi inşa sürecine başlama göreviyle yüz yüzeydi Rus pro-letaryası ve Bolşevik Parti. Tüm nesnel zorluklara, yapılan hata-lara ve ortaya çıkan sonuçlara karşı 72 yıl yaşayan bir SSCBgerçeği vardır. Ancak Ekim Devrimi 1989’da da yenilmemiştir,yenilmeyecektir.

“Tarihin sonu, en ideal sistem kapitalizmdir” gibi propagan-dalar karşısında Ekim Devrimi tüm güncelliğiyle dalgalanmak-tadır. Onun kurtuluş çağrısı düşmana korku, işçi sınıfı ve ezilenhalklara umut vermektedir. Halen tüm dünya proletaryasına veezilen halklara yol göstermeye devam etmektedir. Bolşevik Par-ti’nin ve Rus proletaryasının bu eşsiz deneyimi, her geçen gündaha yaşamsal bir önemle değerlendirilmeyi ve kendisindendersler çıkartılmayı fazlasıyla hak etmektedir.

R. U. Kursun 29

Page 30: EG 120. sayı

Sermaye devletinin “beş yıldızlı otel”lerinden bahsetmek isti-yoruz size. “Suç işlerseniz girersiniz” mantığının ürünü olan o‘oteller’ ki hapsedilene yalnızca tutsaklık, işkence ve tecritkoşulları dayatıyor. Evet, F tiplerinden bahsediyoruz. Sermayenindevrimcileri insanlardan yalıtma ve devrimci mücadeleyi sindirmepolitikasının ürünü olan cezaevlerinden...

Yükselen muhalefeti bastırmak için sistem, her dönem çeşitlipolitikalar üretir. Bu politikaların en kalıcı olanı, korku psikolo-jisini yayarak insanların hareketsiz kalmalarını sağlamaktır. Bununen büyük aracı ise tarihin birçok evresinde “cezalarını çekmesiiçin” insanların yerleştirildiği zindanlardır. Bir kişinin zindanaatılması, “Siz de aynı suçu işlerseniz sonunuz aynı olur” man-tığının insanların bilinçaltına yerleştirilmesi amacını taşır. İştekorku burada devreye girer. Sermaye devleti bu korkuyu devrim-cilere yönelt-meye çalışarak kendisine karşı yükselecek olanhareketliliği geciktirmeye çalışır. Bu yüzden de zindanların enbüyük “misafirleri” bugüne kadar hep devrimciler olmuştur. Fakatdevrimcileri yalnızca zindanlara kapatmak, düzene hiçbir zamanyeterli gelmemiştir. Özgürlükten yoksun bırakmaya, her zamantecrit ve ağır baskı koşulları eşlik etmiştir. Bu faşizan politikanınen rafine biçimi, siyasi mahkumlar için hazırlanan tabutlukların;yani F tiplerinin, onların deyimiyle “beş yıldızlı oteller”in gün-deme getirilmesiyle hayat bulmuştur.

Ulucanlar: Bir büyük direniş destanı!

Toplumsal muhalefeti bastırmanın bir diğer ayağını isekatliamlar oluşturuyor. İnsanların vahşice öldürülmesi, asılması,yakılması, üzerlerinde kimyasal silah denemelerinin yapılması…İşte bu katliam politikasının zindanlardaki uygulanışı, devletingerçek yüzünü tüm çirkinliğiyle yansıtan tarihsel bir aynadır.

Sermaye devletinin gerçek yüzünün sırıttığı dönemeçlerden biride ’99 yılında yaşanmıştı. Devletin 26 Eylül’de Ulucanlar ceza-evine düzenlediği operasyonda gaz ve sis bombaları, iş makinelerive kimyasal silahlar kullanılmış ve on devrimci kurşunlanarak,“diri diri yakılarak” katledilmişti. Ancak devlet katliamınkarşısında ummadığı bir direnişle karşılaştı. Teslim olmaktansaölmeyi tercih eden, üzerlerine gelen kurşunları paylaşan devrim-ciler, Ulucanlar’da unutulmaz bir direniş yazdılar. “Kanla yazılantarih silinmez!” şiarı, gerçekten kanla yazılarak cezaevinin duvar-larından dışarıya taştı. Ulucanlar katliamı 1996 Süresiz AçlıkGrevi-Ölüm Orucu direnişiyle durdurulmuştu. Bu hücresaldırısının yeni dönemdeki ilk vuruşuydu. O günden sonra hapis-hanelerdeki saldırılar tırmanışa geçti. Burdur ve Bergama hapis-hanelerinde katliam provaları, 17 Ocak protokolü, F tipi inşaatlarıvb. derken, hücre saldırısının hazırlıkları kesintisiz sürdürülmek-teydi.

F tiplerine karşı yükselen ses!

Hücre saldırısına karşı devrimciler de kendi hazırlıklarınısürdürdüler. Nihayet 20 Ekim 2000’de başlayan süresiz açlık greviüzerinden F tipi saldırısına net bir yanıt verilmiş oldu. “Direnişinbaşladığı günden 3 gün sonra, 24 Ekim’de, Ankara’da “Ulucanlar

katliamı”nın duruşması vardı. Devletin traji-komik birbiçimde Ulucanlar’da azgın terörünün hedefi olan tut-

sakları, kendi arkadaşlarının katili olmakla suçladığı dava, hücrekarşıtı mücadelenin dışarıdaki ayağının örülmesi için önemli birhareket noktası konumundaydı. Nitekim bu durum birçok eylemekonu edilebildi. Devletin kolluk güçlerinin estirdiği teröre eylem-ciler militanca bir karşı duruş sergileyerek hücrelere geçit veril-meyeceğini haykırdı.”

19 Kasım’da SAG (Süresiz Açlık Grevi), Ölüm Orucudirenişine dönüştürüldü. Devrimci tutsaklar tabutluklara girmemekiçin kendi bedenlerini ortaya koydular. Kimliksizleştirmesaldırısına karşı verilen yanıt güçleniyordu. 1. ÖO (Ölüm Orucu)ekibinde yer alan bir devrimci, dönemi şöyle anlatıyordu: “ÖlümOrucu’na başlarken 9 maddelik bir talepler listemiz vardı. Bu lis-tede merkeze oturan ise hücreleri yıkma perspektifimizdi. Ancakdirenişin amacı ve hedefleri bu talebi aşmaktaydı. Kaldı ki zindan-ları ve F tiplerini yıkma bakışı zindanlarla ve tutsaklarla sınırla-nabilir bir bakış değildir. Bunun dışarıdaki mücadeleden etkilenenve dışarıyı etkileyen birçok pratik ve politik yanı vardır.”Saldırılara verilen yanıt dışarıdan gelen desteklerle birlikte artı-yordu. Bu direniş karşısında kuduran devlet ise terör estirmeyisürdürüyordu. “Tutsaklarla görüşmeler kesildi, aracı heyet sustu-ruldu, medyaya yayın yasağı konuldu ve muhalif eylemlere bibergazı, cop, panzerlerle saldırıya geçildi.”

Aynı ekipte yer alan başka bir direnişçi ise şöyle diyordu: “Ftipi saldırısı sadece cezaevlerine yönelmiş bir saldırı değildi. Asılolarak dışarıya yönelmiş bir saldırıydı. Bu saldırının içerisi iledışarısı arasındaki bağlantısının tam anlaşılamadığı koşullardabelirli kaygılar ön plana çıkabilir. Direnişin görkeminin belli birzamandan sonra gündemden düşmesi/düşürülmesi kitlelerde umut-suz bir ruh hali yaratmış olabilir. Devletin istediği de bu zaten.Toplumsal sorunlardan, mücadeleden uzak duran bir gençlikyaratmak.”

Devletin katliamcı yüzü bir kez daha sahnede…

Hem içeride hem de dışarıda sergilenen bu direnişi bastırmakiçin devlet bir kez daha katliamcı yüzünü öne çıkardı. 19 Aralık’ta“Hayata dönüş” operasyonu adıyla 20 cezaevine eş zamanlısaldırılar düzenlendi. Ancak sermayenin üniformalı itleri, kul-landıkları bütün silahlara rağmen -gaz, sis bombası, iş makineleri,ateşli silahlar, bombalar vb.- içeriye dört gün sonra girebildiler.Gösterilen direniş düzenin acizliğini bir kez daha yüzlerine vurdu.Direnişi büyük bedeller ödeyerek devam ettiren ve bunu yaparkenen ufak bir tereddüt göstermeyen tutsaklar, devrimci iradenin dörtduvar arasında olsa dahi hiçbir koşulda teslim alınamayacağınıtüm dünyaya bir kez daha ilan ettiler.

SAG ile başlayan ve ÖO direnişiyle devam eden süreçte şehitolan devrimciler bizlere direnişin yolunu gösterdiler. Dört duvararasında kullanılacak tek şeyin bedenleri olduğunu düşünen buyiğit devrimciler, hiçbir tereddüt göstermeden kendi yaşamlarınıortaya koydular. Koşullar ne olursa olsun, dostun düşmanınyüzüne teslim olmaktansa ölümü tercih edeceklerini haykırdılar!

F Tipi saldırısını püskürtmek uğruna ölümsüzleşen tüm devrim-ciler önünde saygıyla eğiliyor ve bir kez daha haykırıyoruz:

Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez! 30

F tipi tabutluklara verilen yanıt:

2000 Ölüm Orucu direnişi

Page 31: EG 120. sayı

31

İstanbul:

Ulucanlar Cezaevi’nde katledilen on devrimci, Tutuklu ve HükümlüYakınları Birliği (TUYAB) tarafından 26 Eylül günü TKİP MerkezKomite Üyesi Ümit Altıntaş'ın mezarı başında KaracaahmetMezarlığı'nda gerçekleştirilen etkinlikle anıldı.

“Ulucanlar katliamını unutmadık, Unutturmayacağız! / TUYAB”pankartının açılmasıyla birlikte sloganlar eşliğinde KaracaahmetMezarlığı Cami önünden yürüyüşe geçildi. Program İsmet Yurtsevertarafından mezar başında gerçekleştirilen açılış konuşması ile başladı.Konuşmada Ulucanlar’da katledilen on devrimcinin büyük bir zafereimza attığı vurgulanırken onları anmanın ancak 24 saat mücadeleyesarılarak mümkün olabileceği söylendi.

TUYAB adına yapılan ortak açıklamada ise Ulucanlar’da devrimci-lerin kendilerine dayatılan teslimiyete karşı cepheden tavır aldıkları ve buzaferi ezilen milyonlara armağan ettikleri ifade edildi, direnişi yaşatmanınönemi vurgulandı.

TUYAB açıklamasının ardından Ümit Altıntaş'ın kardeşi Tayfun Altın-taş söz aldı. Altıntaş yaptığı konuşmada önce katliamdan bu yana geçenon yılın bilançosunu çıkararak çürümüş kapitalist düzenin işçi veemekçilere reva gördüğü yaşamı aktardı. Ulucanlar'da katledilen 10 dev-rimcinin bu sisteme karşı çıktığı için katledildiğini vurguladı.

Anma etkinliğinde ayrıca Hıdır Sabur ve Güzel Şahin de birerkonuşma yaptı. Hıdır amca konuşmasında tarih boyunca ezen, yönetensınıfların ezilenlere baskı uyguladığını, ancak buna rağmen tarihin akışınıdurduramadıklarını vurguladı. Güzel ana ise önce bu etkinliğe analarınkatılımının sınırlı olduğunu belirterek sitem etti. Katliamların ne ilk, ne deson olduğunu söyleyen Güzel ana: “Bir gün hesap sorulacak, belki bizlergöremeyeceğiz ama sorulacak. Belki biz göremeyeceğiz ama devrimbirgün mutlaka olacak” dedi.

Ümit Altıntaş'ın “Tek renk kızıl!” adlı öyküsünün okunduğu anmaetkinliğinde Grup İsyan ateşi, Esenyurt İKE Müzik ve Şiir topluluğu ileGrup Munzur da sahne aldı. Müzik gruplarının ezgilerinin ardından anmasona erdi.

İzmir:

İzmir’de devrimci kurumlar tarafından her yıl Buca, Diyarbakır, Ulu-canlar cezaevleri katliamları Eylül ayında bir haftaya yayılan eylem veetkinliklere konu ediliyordu. Ancak Eylül ayı anmaları bu yıl İzmir’de tekbir eyleme sıkıştırıldı. 24 Eylül günü İzmir’de meşaleli yürüyüş ve basınaçıklaması gerçekleştirildi.

“Buca, Diyarbakır, Ulucanlar katliamlarını unutmadık! Hesabını sora-cağız!” yazılı pankartın açıldığı eylemde, meşaleler yakılarak KarşıyakaÇarşısı içinde yürüyüşe başlandı. BDSP, Alınteri, ESP, KÖZ, Partizan,DHF, Halk Cephesi'nin birlikte örgütlediği eylem çarşının sonunda biti-rildi. Burada zindanlarda şehit düşenler şahsında devrim şehitleri içinsaygı duruşu gerçekleştirildi. Basın açıklamasının ardından eylem biti-rildi.

Komünistler ise Habib yoldaşın mezarı başında yaptıkları anma ilehem Habip yoldaş şahsında Ulucanlar şehitlerini sahiplenme, hem dedüzen güçlerine karşı mevziyi koruma iradesi gösterdiler. 27 Eylül günüHabip yoldaşın mezarı başında Ulucanlar şehitlerini andılar, direnişi se-lamladılar. Helvacı Köyü girişinde toplanan komünistler ve Habipyoldaşın ailesi Habip, Ümit ve Hatice yoldaşların fotoğraflarının bulun-duğu “Devrimciler ölmez devrim davası yenilmezdir!” pankartını açarak

yürüyüşe geçtiler. Ajitasyon konuşmaları ve sloganlareşliğinde mezar başına gelindi. Anma saygı duruşuylabaşladı.

Günün anlam ve önemine dair hazırlanan metinokundu. Metinde Ulucanlar’da bir devlet katliamı olduğukadar şanlı bir direnişin de yaşandığı ifade edildi. Dahasonra Habip yoldaşın siyasal yaşamını anlatan bir metinokundu. Ardından Habip yoldaşı birebir tanıyan biryoldaşı konuşma yaptı. Konuşmanın ardından, şiirler ve

marşlarla anma etkinliği bitirildi.

Ankara:

Ankara Tecrite Karşı Mücadele Platformu (Halk Cephesi, Partizan,DHF, Odak, Alınteri), BDSP, 78’ler Girişimi, EHP ve TÜM-İGD tarafın-dan örgütlenen Ulucanlar anması 26 Eylül günü, Ziraat BankasıHamamönü Şubesi önünden Cezaevi'ne yürüyüş ile başladı.

Ulucanlar önünde yapılan basın açıklamasında Ulucanlar katliamınınhesabının sorulacağının vurgusunun yapıldı, hapishanelerde uygulananyok etme politikası anlatıldı. Engin Çeber ve Güler Zere örnekleri verildi.

Ardından ÇHD Ankara Şubesi’nin basın metni okundu. Eylem slogan-larla devam ederken devrim şehitlerinin aileleri tarafından cezaevikapısının önüne kızıl karanfiller konuldu.

Karşıyaka mezarlığında devam eden etkinlikte kortejlerle devrimci-lerin mezarları başına gidildi. İsmet Kavaklıoğlu, Önder Gençaslan veMahir Emsalsiz’in mezarları başında yapılan etkinlik sloganlarla başladı.

Ulucanlar katliamında ölümsüzleşen on yiğit devrimcinin özgeçmiş-lerinin okunması ile devam eden anma etkinliği, devrim şehidi ÖzgürKemal Karabulut’un annesi Sultan Karabulut ve Mahmut Konuk’undüşüncelerini paylaşması ile devam etti. 100 kişinin katıldığı anma etkin-liği Enternasyonal Marşı’nın hep bir ağızdan okunması ile son buldu.Etkinliğin hemen sonrasında ise Özgür Kemal Karabulut’un mezarıbaşında kısa bir anma gerçekleştirildi.

(www.kizilbayrak.net sitesinden alınmıştır.)

Ulucanlar direnişinin 10. yılı

nda

10 kızıl yıldızımızı andık!

Page 32: EG 120. sayı

İstanbul Boğazı'na yapılması uzun süredir tartışılan, İstan-bul'un trafik sorununu çözeceği iddia edilen 3. köprü geçtiğimizaylarda tekrar gündeme geldi. 3. köprü İstanbul Valisi MuammerGüler tarafından “Ben vali olarak üçüncü köprüyle ilgili zarureteinanıyorum”, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım tarafından ise"Çevre bozulacak diye kalkınmayalım mı?" açıklamalarıylagerekçelendirildi. Beykoz ve Tarabya arasına yapılacağı açık-lanan 3. köprünün güzergahı başbakan, ulaştırma bakanı ve İs-tanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş tarafındanhelikopter turu gibi bilimsel(!) bir yöntem kullanılarak belirlendi.3. köprü: Orman alanları ve su havzalarının talanı…

3. köprünün geçeceği güzergah İstanbul'un elinde kalmış sonorman alanları ve su havzalarının bulunduğu bölgedir ve ekolojikdengenin korunması açısından büyük önem taşımaktadır. Ancak3. köprünün yapımı ile bu alanlar imara açılmaktadır. İçerisindeErdoğan'a yakınlığı ile bilinen ÜLKER, FİBA gibi firmaların bu-lunduğu pek çok şirket 3. köprü güzergahını çok daha önceden“tahmin ederek” 3. köprü güzergahı üzerinde arazi toplamayabaşlamışlardır. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğudönemde “3. köprü İstanbul için cinayettir. Yeni köprü be-raberinde çarpık yapılaşma ve yeşil katliamını getirecektir”diyen Erdoğan'ın da, geçmişteki beyanatlarında İstanbul'a 3.köprü için karşı tutum sergileyeceğini açıklayan İstanbulBüyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın da gün gelip denemalanma sırası kendilerine gelince nasıl bir ikiyüzlülükleharaket edebildikleri ortadadır. 3. köprü: Ulaşım sorununa çözüm değil, kontrolsüz

büyüme ve çarpık yapılaşma!

Doğal çevrenin katliamı anlamına gelen 3. köprü özündetoplumun ihtiyaçları için değil, sermaye sınıfının çıkarlarıdoğrultusunda hazırlanmış bir “rant” projesidir. Hiçbir planlamaçalışmasına dayandırılmayan 3. köprü, geçmişteki köprü örnek-lerinde olduğu gibi, geçeceği güzergah üzerinde kontrolsüzbüyümeyi getirecektir. Bu durum Fatih Sultan Mehmet Köprüsüörneğinde kentin hem Anadolu hem de Avrupa yakasında doğalalanları tahrip ederek TEM otoyolu boyunca kontrolsüzbüyümesi, sonuçta da Sultanbeyli ve Sarıgazi gibi sağlıksız yer-leşimlerin oluşması ile sonuçlanmıştır. Büyükşehir BelediyeBaşkanı Topbaş'ın bir “transit geçiş köprüsü” olacağını ve kont-rolsüz gelişmelere karşı önlem alınacağını belirttiği 3. köprününhayata geçirildiği takdirde Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’ndeyaşananların tekrarlanacağı bellidir.

Ayrıca 3. köprünün iktidar sahiplerinin iddia ettiği gibi ulaşımsorununa çözüm getiremeyeceği de açıktır. BoğaziçiKöprüsü üzerinden geçen araçların yaklaşık % 90’ı,Fatih Sultan Mehmet Köprüsü üzerinde ise yaklaşık

% 86’sı özel araçlardan oluşmaktadır. Aşırı tüketime dayalı birsistem olan kapitalist sistem, doğalında toplu taşımayı değil,büyük bir kâr kapısı olan özel araç kullanımını teşvik etmektedir.Bu durum da karşımıza hiçbir zaman çözülemeyen trafik sorunuolarak çıkmaktadır. Yeni yapılacak bir köprü diğer örneklerdeolduğu gibi, yaratacağı yeni yapılaşmalarla birlikte kenditrafiğini oluşturacak, bu da beraberinde trafik sorununu ağır-laştıracaktır.

Doğa katliamı anlamına gelen ve iddia edildiği gibi trafiksorununa çözüm olmayan 3. köprü başta meslek odaları veakademik çevre olmak üzere pek çok duyarlı kesim tarafındanprotesto edilmektedir.

Konu ile ilgili olarak Şehir Plancıları Odası İstanbul ŞubeBaşkanı Erhan Demirdizen “İstanbul Boğazı’na yapılması plan-lanan üçüncü köprünün bir ulaşım projesi değil, emlak ve rantprojesi olduğu düşüncesindeyiz… Üçüncü köprüye tamamenkarşıyız. İstanbul’un ulaşım ihtiyacı açısından üçüncü köprü ne-reye yapılırsa yapılsın ihtiyaca cevap vermiyor. Şu anda ikiköprüyü ve deniz yollarını kullanarak iki yaka arasında günde1.1 milyon yolculuk yapılıyor. Yeni köprü olursa bu en fazla 1.5milyona çıkar. Şehir genelindeki yolculuk sayısı ise 21 milyon.Bu kadar fark için bu kadar pahalı yatırım yapılmamalı. Boğaz’ıraylı sistemle, tünelle geçmeliyiz. Üçüncü köprü hormonlubüyümeye, kuzey ormanları ve su havzalarının yapılaşmasına yolaçar” açıklamasını yapmıştır.

İstanbul Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu ise yeni birköprü ile ilgili “Boğaz’ın köprüyle geçilmesi düşüncesinin İstan-bul’a bağlı tarım, içme suyu ve çevreye zarar vereceği bilimselraporlarla ortaya konulmuştur. Çubuklu ve havzası, Beykoz or-manları, Ömerli Barajı’nın içme suyu havzası yok olabilir”demektedir.

Ayrıca “Rant hırsı, orman talanı, 3. köprü ısrarı yuvalarınyıkımıdır!” şiarıyla örgütlenen 3. Köprü Yerine Yaşam Plat-formu konu ile ilgili bir dizi eylemlilik gerçekleştirmiştir.

Tüm bilimsel gerçeklere ve oluşan tepkilere rağmen sermayesahiplerinin sözcüsü iktidarın 3. köprü ısrarı ve bunu savunurkensergiledikleri utanmaz tavır son derece anlaşılırdır. Sermaye,toplumun ihtiyaçları doğrultusunda değil, doğa katliamı veekolojik dengenin bozulması ile sonuçlanacak olsa da kendiihtiyaçları, yani “rant” hırsı ile hareket eder. İçerisinde bulun-duğu sistemin bir parçası olan kentler de doğal olarak bu sis-temin özelliklerini yansıtır. Sağlıksız, donatı ve altyapıdanyoksun, çarpık gelişmiş kentler kapitalist sistemin aynasıdır.Toplumun ihtiyaçları doğrultusunda bir kent ve yaşam planınınortaya konması, ancak insan ve doğa merkezli bir toplum olansosyalizmle mümkündür.

3. Köprü: Ulaşım

sorununa çözüm değil,

sermayeye rant projesi!

32

Page 33: EG 120. sayı

Alın verin,

gerekirse can

verin!Ekonomik krizin çeşitli söylemlere göre teğet, sürtünerek veya

delip de geçtiği günümüz Türkiye’sinde yeni işten atmalarla bir-likte işsizliğin %26’lara ulaştığı bir dönemde, ancak reklamlararacılığıyla süsleyebilirdi yalanlarını sermaye… Onu da yapmaktagecikmedi sağ olsun!

Önce bir kampanya başlattılar: “Eve kapanma, pazara çık!”Ünlü tiyatrocu Bertolt Brecht “Banka kurmanın yanında banka soy-mak nedir” diye sorar, kapitalist sömürü düzeninde bankalarınrolüne vurgu yaparak… Bankaların rolünün kuşkusuz sermayedar-lar da farkındadır. Yastık altı yapmayın, bankaya yatırın, faiziylegül gibi geçinirsiniz deyip sürekli bu ‘aklı’ propaganda ettiler.Şimdi de cebimizdeki üç kuruşa göz dikiyorlar. Ey vatandaş evekapanma ama bankaya gidecek kadar paran olmadığına göre bankayolu üzerindeki semt pazarına uğra da marul al, yaprakları iyi gelir!Ey vatandaş evinin ihtiyaçlarını karşıla, ocağın tütsün, değirmenindönsün! Sahiden de evlerimizin çekip çevrilmesini mi arzuluyorlar;yoksa yeni bir ‘sıcak para’ avcılığıyla daha karşı karşıya mıyız?Cevap elbette ikincisi…

İşsizliğin had safhaya ulaştığı ülkemizde işe gitmeyen, yanibelli bir geliri olmayan vatandaşlarımızın yolu o pazara nasıldüşer? Sanırım denklemi tersinden kurmak lazım gelir. Ya bankasoyup pazara gidilecek ya da aç biilaç gezilecek… Brecht söylemişhangisinin daha büyük bir insanlık suçu olduğunu. Lakin polisimizde onu dinlemez, tıkar kodese işsizimizi... Peki ya iş bulup çalışan-lara ne demeli! Hani şu asgari ücretle ev geçindirmeye çalışanlar…Kirayı, elektriği, suyu, yakıtı da düşer düşmez neyi beklerler pazarakoşmak için? ‘Godotyu mu?’ Teğetestağfurullah!

İşten çıkarılmayanlarsa ya ücretsiz izne, Miami’ye tatile gön-deriliyorlar ya da esnek çalışma koşullarının ‘ışığı’ altında on beşsaat, -yerinde bir tabirle- ‘eşek sudan gelinceye kadar’ çalıştırılıy-orlar. Eşek sudan geç dönüyor. Ayrıca bu çalışma süresince ‘sırtasemer demokrasisinden’ nasipleniyorlar.

Altına, ilginçtir işçinin yanında olması gereken (tabiatı gereği,işçi haklarını aramak savunmak için kurulur sendika dediğimiz)Türk-iş, Hak-iş gibi işveren yanlısı, hükümet yardakçısı kimisendikaların da çekinmeden imza attıkları bu kampanyada bir zin-cirden söz ediliyor ve zinciri kırmayın diye ekleniyor. Üretim-tüke-tim-istihdam zinciri…

Bir saptama yapalım ve bu zincirin ikiyüzlülüğünü gözler önüneserelim. Bahsi geçen zincir uyarınca bir fabrika üretir, üretilen malpiyasaya sunulur, vatandaş malı satın alır fabrika maldan kâr eder.Elde ettiği kâr gereği istihdam alanı açar. Hadi bunu yapmadı,işçisinin maaşını öder. Oysa ki patronlar krizi fırsata çevirmeninyolunu işçilerden çok önce keşfetmiş bulunuyorlar. İşçiye üret-tiriyor, malı tükettiriyor sonra atıyor işçiyi işten… Bahane dündenhazır: Kriz var!

Oysa incelendiğinde işçi atan işletmelerin ekonomilerinin daral-

madığını, aksine birçoğunun Türkiye’nin en çok kâra geçen işlet-meleri arasında yer aldığını dahi görürüz. Şaşırtıcı değil mi? Birzincir var kuşkusuz, fakat kollarımızda ve ‘vurmaya devam’dediler. O esaret zincirine bir halka daha eklemek için hedefte yineakıllarımız var. Bilinç bulanıklığı yaratmak için bir de reklam orga-nizasyonu yaptılar.

Merkez bankası eski başkanı, ayaktopu yorumlayan iktisatçıbozmaları, burjuva medyanın ‘yağ yapan, bal satan’ köşe yazarlarıoyunculuğa soyunup ‘simitçi, bakkal, çiçekçi’ oluverdiler. Gül gibibir ekonomi için “Alın, verin, ekonomiye can verin” dediler. Neyerinde bir slogan!

Ey vatandaş sana sokağa çık demedik mi! Pazara git filenidoldur, sakız çiğne stresini at, sevgiline çiçek al işsizliğini unutdemedik mi! İlla reklam maskara mı etmek lazım belli bir ‘saygın-lığı’ olan insanları? Üstüne koskoca Merkez Bankası Başkanı’nısimitçi yaptın ya helal olsun sana!

Bir işçi asgari ücretinin tümüyle 300- 400 simit ancak ala-biliyor. Simit onun için artık lüks sayılır. Kuru ekmeğe muhtaçolmuş, ne simidi? Sakız deseniz, belki laçkalaşan sinirini hafifletir,onu da her gün alsan bütçe sarsılır yahu! Gül gibi ekonomi öylemi? Elde kalırken tarımsal ürünler! Ordu’da fındık üreticisi, Ege’detütün üreticisi ürününü satamamış, kasa kasa domates çöpü boy-luyor. Avrupa’da eğlencesine domatesler içinde güreşilir, bizdeçaresizlikten çöpe dökülür tonlarca domates… Sanırım yalnızca Is-parta’yı kurtaracak bu yeni dâhiyane fikir! Ya kuvvet gülsuyu!

Biraz açalım reklam sloganlarını aslında alın verin, gerekirsecan verin diyorlar. Yeter ki sektör büyüsün, işletmeler kârlarını kat-lasın, patronlar yağlı göbeklerini sıvazlasın. Tuzladaki tersanelerözetliyor can alan sermaye gerçekliğini… Son on yılda 130 ölü…İhmalden mi, işçilerin cahilliğinden mi kaynaklanıyor bu ölümler;yoksa üç kuruşluk bareti çok gören patronda mı kabahat? Kum tor-bası almayıp işçiyi filika testlerinde ağırlık olarak kullanan büyümedelisi zihniyette mi? Bir kere de siz alın verin kum torbası da,işçiye can verin!

Can verdiriyorlar işçiye… Davutpaşa’da 23 işçi canıylaödemişti üç kuruşluk maddi yükten kaçınarak alınmayan önlem-lerin bedelini… Kot taşlama işçileri canlarıyla ödediler makinelerinyapması gereken kumlama işlemine maruz kaldıkları için. Sonolarak geçtiğimiz sel felaketinde 8 kadın tekstil işçisi servis yerinebir mal taşımak için kullanılan bir otomobilde çuval gibi taşındık-larından dolayı boğularak öldüler, ekonomi için can verdiler,fedakârlık ettiler, kemer sıktılar, canlarından oldular… DenizGökçe artık “Abla taze Kars kaşarı geldi vereyim mi?” diyemeye-cek onlara…

İstanbul Üniversitesi’nden bir Ekim Gençliği Okuru33

Page 34: EG 120. sayı

Sadece bir taş yontularak oluşturulabilir mi,eziliyoruz duygusu?

Tuval, boya ve fırçadanfaşizmin acımasızlığını anlatabilir mi bir tablo?

Birkaç gitar telinden çıkan ritim ya da yan yana getirilmişbirkaç kelime, başlatabilir mi bir isyanı, bir devrimi?

Şili’de Victor Jara’nın tellerihalkın yüreğinden süzülenler değil miydi?

Bu topraklar görmedi mi, Pir Sultan’ın ezgilerinin başlattığı,yol gösterdiği isyanı?

Nazım ustayı kalemine bağlayan şeysosyalizm kavgası değil miydi?

Her sınıf kendi bakışı ve çıkarları doğrultusunda sanatı ve ede-biyatı kullanma yolunu seçmiştir. Bu yüzdendir ki bütün bir tarihboyunca egemen sistemi öven ve onun bakışını yansıtan akımlarçıkmakla beraber, mevcut sisteme ve onun sanata bakış açısınabaşkaldıran birçok akım da çıkmıştır. Bu topraklarda da toplumcuedebiyat, yoksul köylülüğün, işçi sınıfının hayatlarından, toplumsalmücadelelerden ve kitle hareketlerinden etkilenerek ve bunları ken-disine konu edinerek oluşmuştur.

Peki ya şimdi?Şimdiye gelirsek bu topraklarda edebiyat da gitgide içi

boşaltılmış, tamamen sisteme hizmete zorlanır hale getirilmiştir.Toplumdan kopuk, yaşama dair hiçbir şey bulundurmayan, dar birçevreye hitap etmek zorunda bırakılan bir alandır günümüz edebi-yatı. Sistem kendi kirli oyunlarını sanata ve edebiyata da bulaştırdı.Topluma sanatçı diye tanıtılan kişileri kendi burjuva yayın organ-larının paralı kalemi haline getirdi ve kendi akla sığmayan, gericiburjuva ideolojisini, sanatçı diye piyasaya sunduğu insanlara anlat-tırdı. Sistem, böylece sanatı da kendisi gibi yozlaştırdı. Sisteminsanat üzerindeki hegemonyası da kitle hareketinin ve toplumsalmuhalefetin zayıflığı ile elbette paraleldir. Tersinden devrim vesosyalizm mücadelesi kitleselliğini yitirdiği oranda toplumcu ede-biyat ve sanatçılar üzerindeki etkisi de zayıfladı. Dolayısıyla sistemboşlukta olan ve kitleleri harekete geçirmede çok başarılı bir silaholan edebiyatı kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmiş veehlileştirmiş, tehlikesiz bir hale sokmuştur.

Geçmişte ‘60’lı ve ‘70’li yıllardaki toplumsal uyanışın ve sosyalmücadelelerin etkisiyle yazar ve sanatçılar da yoğun bir şekildetoplumcu eserlere yönelmişlerdir. Yazarlar fildişi kulelerden iniptoplumu anlamaya, onu anlatmaya çalışmıştır. Başarılı da olunmuşo dönemde. Sanat ve edebiyat gerçekten vurucu bir güç olmuştur.

Kitle hareketlerinden etkilenen sanat ve edebiyat;bir süre sonra kitleleri de etkilemeye başlar. Buna en

iyi örnek Yılmaz Güney’in sinema alanın-daki başarılı çalışmalarıdır. Yaptığı film-lerle Anadolu insanının acılarını,yaşayışını ve toplumu başarılı bir şekildeanlatarak kitlelerde örgütleyici bir etkiyaratmıştır.

Aslında burjuva devriminden sonrakitoplumcu edebiyat, sadece ’60’lı yıllardanetkilenip başlamamıştır. 1940-1960 arasısosyalist aydın yazarların oluşturduğuedebiyattan ve edebiyatçılardan da bahset-mek gerekir. Mesela Nazım Hikmet,Ahmet Arif, Orhan Kemal, Kemal Tahirve daha birçoğu toplumsal mücadelehenüz en zayıf dönemindeyken ürünlervermiştir. Zaten yapıtları, mevcut düzeni,ağalığın çektirdiklerini, işçilerin yaşam-larını ve toplumdaki buhranları anlatır. Buürünler elbette ‘68 kuşağını etkilemiş ve

yol göstermiştir. Özellikle büyük usta Nazım’ın o harika ve büyülüdizeleri kuşanılmıştır. Nazım’a karşı yapılan propagandalara rağ-men aydınlar ve halk ustayı sahiplenmiştir. Ahmet Arif’in dizeleriiçerdekine, dışarıdakine, derste-sıradakine moral vermiştir. Şiiralanında bu iki büyük usta birçok edebiyatçıya da örnek olmuştur.

Roman alanında Orhan Kemal, pamuk işçilerini ve hayatlarınıbaşarılı bir şekilde anlatmıştır. Fakir Baykurt köylüyü kendi diliylekendisine anlattırmıştır. Yaşar Kemal ve Kemal Tahir’e gelince;“İnce Memed” ve “Esir Şehrin İnsanları” başlı başına birer des-tandır zaten. Görüldüğü gibi toplumsal bir hareketlilik başlamadanönce de sağlam yapıtlar verilmiştir. Bunlardan derin bir şekilde et-kilenen ‘60 sonrası, özellikle ‘68 kuşağı ve ‘70’li yıllardakiyazarların öncekilerden farkı, edebiyatı bir kitle örgütleme aracı vevurucu bir silah olarak çok daha etkin kullanmalarıdır. Sonuçolarak geçmişte toplumcu edebiyat kitleleri etkilemiş ve toplumsalmücadele üzerinde etkin olmuştur.

Bugün, biz devrimcilere düşen sanata hak ettiği önemi vermek-tir. Ve gelecek kuşakları etkilemek adına yeniden bir toplumcu ede-biyat örgütlemektir. Durgunluktan kurtulmanın yolu kitleleriharekete geçirmektir ve kitleleri harekete geçirmede edebiyat daetkin bir silahtır. Günümüz devrimci hareketlerinin bir zaafı dasanatı ciddiye almamalarıdır. Oysa ki kimi zaman sayfalarca, kitap-larca anlatacağımız şeyi sanatla tütsülenmiş tek bir cümle anlata-bilir. Barutu ateşleyebilecek bir kıvılcım yaratabilir. Kelimeleringücü en etkili silahtan daha büyük olabilir. Bugüne kadar koşullarmücadeleleri başlatmakta; mücadeleler toplumcu edebiyatıgeliştirmektedir. Toplumcu edebiyatın gelişimi ve kitlelere yaygın-laştırılması mücadele adına anlamlı bir zincir yaratmaktadır.

Bize düşen kelimelerin gücünü önemsemektir. Sanata ve ede-biyata devrim mücadelesinde kendine düşen önemli payı vermektir.Çünkü sanat, örgütlenmeyi tek tek kişilerin tercihi olmaktan kur-tarıp kitleleri etkileyerek, partinin yığınları arkasına almasınahizmet eder. Bunun için bu topraklarda yeniden bir toplumcu ede-biyat geleneği oluşturmak ve edebiyatı sistemin kirli ellerindenkurtarıp tekrar bu topraklar üzerinde ezilenleri sanatın ve edebi-yatın sahibi yapmak bir gerekliliktir.

Edebiyatla çok şey başarılmıştır. Kelimeler o kadar güçlüdür ki;tek bir cümle, tek bir dize büyük hareketlerin, isyanların fitiliniateşleyebilir. ‘68 Paris’inde “Gerçekçi ol imkânsızı iste” sözükıvılcım çakabilmiş, Yunan isyanı Nazım’ın dizelerini kuşanarakbüyümüştür. Anadolu insanı Pir Sultan’ın dizelerinden güç almıştır.Bu yüzden mücadelenin ortak dili bizleri birleştirmektedir. Elimiz-deki tüm imkânları devrim ve sosyalizm mücadelesinde kullan-makla yükümlüyüz. Walt Whitman’ın dediği gibi, “Gerekirsesilahla gerekirse kalemle!”

DTCF’den bir Ekim Gençliği Okuru34

Yeniden toplumcu

edebiyat

Page 35: EG 120. sayı

Gesinoviç’in “Pugaçev Ayaklanması” ve Puşkin’in“Yüzbaşının Kızı” adlı eserleri insanı 1760-70’lerin çarlıkRusya’sına götürüyor. İki romanda da Pugaçev ayaklan-masına değişik açılardan bakıyoruz, tarihe tanıklık ediyoruz.

Pugaçev Ayaklanması

İlk romanda kendimizi kazak köylülerinin arasında bulu-yoruz. Önce asiller ve devlet memurlarının amansızsömürüsü altında inleyen bir köylü oluyoruz. Köle olarakçalıştığımız evin köpekleri boğulduğu için kocamız kızgınkömürlerin üstünde yürütülerek ayak tabanları yakılırken,bize ise köpeklerin yavrularını emzirmek düşüyor. Sonra buzulme direndiğimiz için burun delikleri sökülen bir kazakoluveriyoruz. Ardından Emelyan Pugaçev adlı bir kazağınarkasından yürüyoruz Moskova’ya doğru! “Umudumuzüçüncü Petro, çarımız!” diye haykırıyoruz!

Gesinoviç, Pugaçev ayaklanmasını ustalıkla anlatıyor.Özellikle Pugaçev’in kişilik tahlili olaylar üzerinden veriliyorve okuyucunun dikkati bu tahlillere çekiliyor. Pugaçev ömrüaskerlikte geçen bir kazaktır ve tekrar askerliğe gitmemekiçin kaçak hayatına başlar. Bu kaçaklık yaşamında köylü kur-nazlığını da kullanarak bin bir türlü yolla her seferindepaçasını kurtarır. Yakalanıp zindana düştüğünde dahi uydur-duğu bir senaryoyla gardiyanları ikna ederek, bir yolunubulup zindandan da kurtulmasını becerir. En büyük uydur-ması kendisinin çar olduğuna dair olanıdır. Gesinoviç de an-latımı sırasında Pugaçev’den “düzmece” olarak bahseder.Düzmece, çar olduğuna insanları inandırır ve köylüleri ayak-landırır. Romanın “ayaklanmanın dayandığı güçler” arabaşlığı altında Gesinoviç, ayaklanmanın başarısını ve arkasın-daki sebepleri irdeler. Bu bölümde dönemin köylülerinin du-rumu tahlil edilir. Neticede köylüler kurtuluşu “çar” olduğunuiddia eden bu adamın peşinden gitmekte bulur. Çünkü bu çar,onlara barut, buğday vaat ediyordu. Çünkü bu çar, elegeçirdiği köylerde serflerine kötü davranan senyörleri asıyor-du. Toprak ve hürriyet! İşte bunlardı talepler, vaatler! Pu-gaçev ayaklanması düşman olarak “asilleri”, “ senyörleri”,“devlet memurlarını” göstermesine rağmen, bunları bir bütünolarak karşısına almıyordu. “İyi” olanlarını, serflerinekötülük etmeyenleri kendi hizmetine alıyordu. Pugaçev,savunmasında da bu durumun altını çiziyor, halkın intikamınıaldığını vurguluyordu.

Ayaklanma inişli çıkışlı başarılarla sürer. Sonunda Mosko-va’ya yürümekten vazgeçip Don bölgesine dönen Pugaçev’i,güçlenen hükümet orduları beklemektedir. Don bölgesindeyapılan anti propagandayla birlikte Pugaçev yalnız kalır veson kafileyle kaçarken yanındaki adamlarınca ele verilir.

“Satırı çaldı cellat, düştü boynu. İşte bu kadardı ol hikaye…”diyerek biter Pugaçev Ayaklanması.

Yüzbaşının Kızı

İkinci kitapta ise küçük bir kalede buluyoruz kendimizi.Kale kapısından içeri atların üstünde dörtnala gelen kazakasilerinin kılıcından kaçıveriyoruz eteklerimizi toplayarak!Etraf toz toprak, kan revan! Sonra bir subay oluveriyoruzkendisini çar ilan eden kazağın önünde eğilmediği için idamsehpasına yürüyen, kazak köylülerinin korkunç nefret çığlık-ları arasında. Sonra bir kazak oluyoruz, elimizde Pugaçevimzalı bildiriyi tutan ve atımızın eğerlerine asılıp, asilerekatılan! Arkamızda bir toz bulutu ve haykırıyoruz; “Umudu-muz, üçüncü Petro, çarımız!”

Puşkin, aslında bir aşk hikayesinin arkasına gizlemiştir,Pugaçev ayaklanmasını. Bielogorsk kalesinde görev yapanPyotr Andreviç’in yüzbaşının kızına olan aşkı ve yüzbaşınınkızını asilerin elinden kurtarışı etrafında dönüyor roman. Vetüm bu olayların içinde, romanın sayfaları arasında Pugaçevaynı çehreyle çıkar karşımıza. Bir köylü! Yeri geldiğindecani, yeri geldiğinde babacan bir köylüdür. Ayaklanmayıbastırmak için uğraşan tarafın gözüyle anlatılmıştır olaylar.Bu sebeple, Pugaçev ayaklanmasının yarattığı korkuyu veetkiyi bu romanda daha iyi duyumsarsınız. Kaledeki kazak-lara ulaşan asilerin bildirilerinin yarattığı kargaşa, kazakaskerlerinin asilere katılışı, her bir ayrıntı, Pugaçev ayaklan-masının gücünü gösterir.

***Romanların, insanı alıp başka diyarlara götürdüğü

söylenir. Doğrudur! Romanda yaşayan karakterlerle berabertadarsın tüm duyguları. Kâh onlarla beraber üzülür, kâhsevinirsin. Sayfaları çevirirken farkında olmazsın belki amaromanın geçtiği zaman ve mekândasındır artık. O zamanın vemekânın kültürüne bulanırsın hemencecik. O zamanların en-tarisini üstüne geçiriverirsin. Bakışların, sözcüklerin, hattaduyguların ve düşüncelerin hemencecik değişiverir. İşte bun-dandır, bir dönemi en iyi romanlardan öğrenir insan. Çünküartık sen o mekanlarda geziyor, gözlüyorsundur olayları. Biz-zat tarihe tanıklık etmek değildir de nedir bu?

İşte Gesinoviç’ten “Pugaçev Ayaklanması”, Puşkin’den ise“Yüzbaşının Kızı” adlı romanlar dönemin çarlık Rusya’sınınanlatımıdırlar. İşte tam da bu sebepten tarihe tanıklık eden buromanlardan “Pugaçev Ayaklanması” kitabının adınıLenin’den de duyarsınız “Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi”adlı kitabında!

Tanya

Bir isyan ve iki kitap:

Pugaçev Ayaklanması

ve

Yüzbaşının Kızı

35

Page 36: EG 120. sayı

Futbol; egemenlerin kitlelerin bilincini dilediklerince kirletipyönlendirdikleri, milliyetçi söylemler eşliğinde işçi sınıfı ve ezilen-ler içinde mikro milliyetçiliğin güçlendirilemeye çalışıldığı birtuzak mı yoksa sahada ve tribünlerde kolektif iradenin yansımasıortak tutumların geliştirilebileceği ve bu yolla da ezilenler arasındabir şekilde de olsa ortak reflekslerin geliştirilip sınıf bağınıngüçlendirilebileceği bir oyun mu?

Bu sorunun yanıtı her ikisi de olabilir. Her sınıflı toplumdaolduğu gibi kapitalist sistemde de bu oyunun da iki sınıf içindefarklı anlamı var ve bu hiç de şaşırtıcı değil.

Futbol geçmişte özellikle Avrupa’da büyük kentlerde işçilerinsosyal birlikteliklerinin sağlanmasında önemli bir rol oynadı. Aynıtakımın taraftarı olmak ve zenginlerin kulüpleri karşısında tribündedahi birlikte olabilmek işçilerin birbirleriyle dayanışmalarını vekendilerine güven duymalarını sağlıyordu. Ve sadece bu bile fut-bolun burjuvazi tarafından tehlikeli görülmesi için yeterliydi.Aslında amatör haliyle futbol tam anlamıyla bir işçi sporu sayıla-bilir. Çünkü futbol fiziki istihdam gerektiriyordu ve proletersporcular bunu işlerinden tanıyorlardı. Bunun yanında rekabetinkendisi de sistem tarafından baskı altında tutulan işçilerin beceri vezekâlarını uyandırmayı sağlıyordu.

İşçilerin tribünlerde de olsa bu kitlesel buluşmaları, burjuvazitarafından tehdit olarak görüldü. Hâkim sınıflar, proleter kitlesporunun kolektif iradenin yaratılması noktasındaki tehlikeyigörünce, 1945’ten sonra futbolu daha güçlü bir biçimde kontrol et-meye yöneldiler. Futbolun ticarileşmesi, büyük paralarla kurulanşirketvari takımların ortaya çıkması, parayla tutulan görevlilerinöneminin büyümesiyle birlikte dernek üyelerinin, oyuncuların vetaraftarların etkisi azaldı ve burjuva ideolojisi hâkim oldu.Seyircinin kendi sınıfıyla özdeşlemesinin yerini bölgecilik ve mil-liyetçilik aldı.

Uzun zamandır burjuvazi amatör futbolu hızla parçalıyor. Bunutüketiciye yönlendirilmiş futbol endüstrisinin çıkarları doğrul-tusunda yapıyor. Stadyumlar butikler, restoranlar, salonlarla do-natıldı. Televizyonda gösterim hakkı ve reklâmlar ile daha fazlagelir hedefleniyor, biletlerden ise daha az. Futbol takımları şir-ketleşerek borsalara giriyor, bilet fiyatları giderek artıyor ve alttabakadan gelen taraftarlara en fazla televizyondan maç seyretmeve duygusal tatmin ve öfkenin yanlış yerlere akıtılması olanağıbırakılıyor.

Her ekonomik sektörde olduğu gibi, eşitsiz büyüme vetekelleşme, futbolda da hızlı kutuplaşmalar yaratıyor. Oldukça zen-gin ve her türlü politik ilişkinin de desteğiyle hareket eden birkaçbüyük takım, şampiyonluk kupalarını kendi aralarında nöbetleşedöndürürken, geri kalanlar, konu mankeni muamelesi görüyor. Buda seyirciden çok bir tüketiciye dönüşen taraftarların heyecanını,oyundan zevk alma duygusunu gün be gün öldürüyor.

Avrupa ülkelerine öykünerek gelişen Türkiye’deki futbolunyapısı her geçen yıl biraz daha metalaşıp ticarileşiyor.2006 milli geliri 400 milyar dolar olarak ölçülen Türkiyeekonomisinde, ileri-geri bağlantıları ile futbol sektörü

yaklaşık % 1’lik büyüklüğe sahip. Bu da yaklaşık olarak kendibaşına 4 milyar dolarlık katma değer anlamına geliyor. Milligelirde madenciliğin yüzde 1.1, mali sektörün yüzde 1.5, enerjisektörünün yüzde 3.4, otel-lokanta sektörünün yüzde 3.2 payıolduğunu anımsadığımızda, 4 milyar dolarlık bir katma değerbüyüklüğü ile hızla gelişen ve büyüyen bir sektörden sözediyoruzdemektir.

Böyle devasa miktarda paranın döndüğü bir sektörde isemafyalaşma kaçınılmaz olarak karşımıza çıkıyor. En büyüğündenen küçüğüne kadar neredeyse tüm takımların yönetimlerinin farklımafya çıkarlarınca tutulmuş olmalarının gerisinde yatan da bu.Birçok mafyatik çevre bir yandan bulundukları konumu kara paraaklama ve gelir elde etmek için kullanırken diğer taraftan da bukonumlarını ihalelerde “iş bitirmek” için etkin bir şekilde kul-lanıyor.

Bunun yanında futbolun kitleleri yönlendirmedeki eşsiz gücüdaha önce de iktidarlar tarafından pervasızca kullanıldı. Bu listedeHitler’den Mussolini’ye, Salazar’dan Franco’ya kadar birçok dik-tatör öne çıktı. Sovyetlere karşı üstünlüğünü kanıtlamaya çalışanHitler’e cevabı ölümleri pahasına Dinamo Kiev’in Bolşevik futbol-cuları verdiler. İspanya ve Yunanistan’da sol hareketler faşist baskıve terör karşısında kaybettikleri bir dizi etkinlik alanlarını futbolkulüpleri üzerinden yeniden kazandılar. Yunanistan’da bugün bilebirçok kulübün taraftar derneklerinde Lenin’in resimlerinin olmasıtesadüf olmasa gerek. Nasıriye’de ölen İtalyan askerleri üzerindenestirilmeye çalışılan şovenizm ise Livorno tribünlerinde takıldıkaldı.

Tribünlerin politikleşmesi henüz ülkemizde pek görülen bir şeyolmasa da bunun olanakları fazlasıyla mevcut. İşte yakın zamanöncesinde oynanan Adana Demir Spor- Livorno maçında neredeyseilk kez olumlu anlamıyla futbol futbol olmaktan çıktı. Bugünekadar daha çok Çarşı tribünleri üzerinden yansıyan bazı çıkışlardışında tribünlerdeki flama ve pankartlardan atılan sloganlarasöylenen sosyalizm marşlarına, atılan sloganlara kadar endüstriyelfutbola karşı kızıl tribünler yaratılmasının ilk güzel örneklerindenbiri oldu bu maç. Bu ilk örnek tribünlerde salt şehir şovenizmineindirgenmiş fanatizmin yerine sınıfın sesinin ve öfkesinin kolektifbir şekilde yansıtılmasının olanaklarını da gösteriyor.

Ancak tribünlerin gerçekten özgürleşmesi, endüstriyel futbolunsahadan da tribünlerden de tüm sonuçlarıyla birlikte ortadankaldırılması sonuçta bu sorunları ortaya çıkaran sistemin ortadankaldırılmasına doğrudan bağlıdır. Burjuvazinin işçi ve emekçilerinbilincini bulandırmak ortak eğilim ve tutumlarını boşa düşürmekiçin kullandığı silahlar ne olursa olsun, sonunda tuzla buz olmayamahkûmdurlar. Bu kirli silahları etkisizleştirecek olan ise sınıfsavaşımının kendisidir. İşçi sınıfı önderliğinde ezilenler tepki veöfkelerini yaşadıkları sömürünün asıl kaynağı olan kapitalizmeyönelttiklerinde, kurtuluşun yolunu da açmış olacaklardır. Bugerçekleştiğinde futbol yeniden ve gerçekten işçi sınıfı sporu,demek oluyor ki, “halkın ruhsal ve bedensel sağlığını amaçlayan,dostluğu ve dayanışmayı güçlendiren kitle sporu” haline gelecektir.36

Endüstriyel futbola karşı

yaşasın

renklerin kardeşliği

Page 37: EG 120. sayı

Yaklaşık 150 yıllık tarihi olan Marksizm’in, farklı vesile-lerle özellikle son yıllarda öldüğü söylenir. Sistem kendisini bukadar iyi tahlil eden, tahlil etmekle kalmayıp onu değiştirmekiçin savaşım veren “Marx”ı bütün bunalımlarında “anar”. –“Filozoflar dünyayı yalnızca değişik biçimlerde yorumladılaroysa sorun onu değiştirmektir!”(1)

Toplumun krizi insanları oldukları koşulları sorgulamayayönlendirir. “Dünyayı anlama mücadelesi (diyalektik materyal-izm) insanların kendisini salt hayvani varoluş düzeyindenkoparma, doğanın kör güçleri üzerinde hâkimiyet kurma ve keli-menin hukuki anlamıyla değil, gerçek anlamında özgürleşmemücadelesi ile sıkı sıkıya özdeşleşmiştir. Bu mücadele tüm in-sanlık tarihinin üzerinden kızıl bir şerit gibi geçer.”(2)

İnsanlığın dünyayı anlama mücadelesi ile insanın özgürleşmemücadelesinin içiçeliği, kapitalizmin doğasından kaynaklananbunalımları ve kendisinden yükselen küf kokuları, dolaysızbiçimde sosyalizme işaret etmektedir. İnsanların ‘hayvani’koşullara zorlanmadan yaşadıkları, insanın ‘özüne’ kavuştuğubir sistemin var olabilirliği tüm bilimselliği ile ortadadır. Bu bil-imselliği anlama çabasında olan her kişi bilimsel sosyalizmolarak Marksizm’i, onun yöntemi doğrultusunda incelemek,özümsemek zorundadır. Marksizm’i özümsemek kitabi bilgileriezberlemekten uzaktır. Ki Marksizm’in temel yöntemi olandiyalektik için Marx; “Diyalektik, tarihsel olarak gelişmiş olanher toplumsal biçimi akışkan bir hareket içinde görür ve bu yüz-den, onun geçici niteliği, onun anlık varlığından daha az olma-mak üzere hesaba katar; hiç bir şeyin zorla kabul ettirilmesineizin vermez, özünde eleştirici ve devrimcidir!” der.

Bu yazıda Marksizm’e dair temel noktaları, belirli ana hatlarıiçerisinde işlemeye çalışacağız. “Gerçeğin ardından koşan gir-işken okur”un çabası ile bir ideolojik eğitime dönüştürüleceğiniumuyoruz.

Hatırlatılması ve vurgulanması gereken bir diğer noktayı En-gels işaret ediyor. “Bizim öğretimiz bir dogma değil, bir eylemkılavuzudur.”(3) Marksizm her bilim gibi hayatın içinde doğ-muştur ve hayatın içinde gelişmektedir. Pratikte uygulaması ol-mayan her bilgi ‘entelektüel birikim’ sınırında kalmayamahkûmdur. Onu teorinin ‘gri’ tonundan çıkartmak ancak de-vrimci pratikle birleştirmek ve bir yaşam biçimi halinedönüştürmek ile mümkündür.

Marx Kapital’in birinci cildinin Fransızca baskısına önsöz vesonsözünde “Gerçeğin ardından koşan girişken okura” seslenir:

“Bilime giden düz yol yoktur ve ancak onun dikpatikalarında yorucu tırmanmaları göze alanlar aydınlık doruk-larına ulaşabilirler!”

Marksizm: Bilimsel dünya görüşü

İnsan hayatı boyunca belirli bir pratik faaliyet üzerinden,çevresi ile kurduğu ilişkilerden ‘görüş’ler geliştirir. Bir dünyagörüşünün oluşması için insanın salt karşılaştığı sorunlar değil,aynı zamanda doğa ve toplum ile kurduğu ilişkiler de belirleyicibir rol oynar. Dünya görüşünün görevi insanlara, düşünceleri,davranışları ve eylemleri yönünden tutarlı, yol gösterici birdayanak sağlamaktır.

Marksizm bilimsel bir dünya görüşüdür. Marksizmin,bütünselliği içerisinde ve yöntemi olan ‘diyalektik’ ile incelen-mesi gerekmektedir. “Marksizm’in birliği ve bütünlüğünü oluş-turan özellik, her üç parçanın da, işçi sınıfının tarihsel görevinigerçek toplumsal gelişim sürecine uyarlı olarak her yanıylakapsamlı şekilde açıklayabilme özelliğidir.”(4)

Marksizm üç bütünleyici parçadan oluşmuştur. Birinci parçafelsefedir; doğanın, toplumun ve düşüncenin genel gelişimyasalarının kavranmasıdır. Marksizm’in felsefesi materyal-izmdir. Materyalizm kapsamında diyalektik ve tarihselmateryalizm inceleyeceğimiz temel kavramlardır.

İkinci parça ekonomik öğretidir. “Tarihsel olarak belirlen-miş, belirli bir üretim ilişkilerinin, bunların başlangıcı, gelişimive çöküşünün incelenmesidir.”(5) “Toplumsal yapının” bilimidiryani maddi zenginliklerin üretiminin ve bu zenginliklerindağılımının, insanların üretim süreçlerinde kurdukları toplumsalbağların bilimidir.

Üçüncü parça bilimsel sosyalizm ve komünizmdir; kurulacaksosyalist sistemin temel ilkelerinin bilimidir. İşçi sınıfının tarih-sel rolünün vurgulandığı ve bu sınıfın sosyalist hedeflerinin bil-imidir.

Felsefenin temel sorusu

“Tüm felsefenin, özellikle yeni felsefenin temel sorunu,düşünce ile varlık ilişkisi sorunudur.”(6)

Marksist felsefede, felsefenin temel sorunu maddenin bilinçile kurduğu ilişkide hangisinin belirleyici olduğudur. Felsefenintemel sorunu ve bu sorununun cevapları gereği felsefede özelbir yer tutar. Felsefenin temel sorusu ve bu soruya verilecekyanıt diğer tüm sorulara aranacak yanıt açısındanbelirleyicidir. “Bu sorunun şöyle ya da böyle cevap-lanmasına göre filozoflar iki büyük kampa

Marksist Felsefe

için notlar…“Annelerin ninnilerinden

spikerin okudugu habere kadar, yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,

anlamak, sevgilim, o, bir müthis bahtiyarlık, anlamak gideni ve gelmekte olanı.”

Nazım Hikmet

37

G. Umut

Page 38: EG 120. sayı

ayrılırlar. Ruhun maddeye göre önceliğini ileri sürenler, yanison tahlilde evrenin herhangi bir tarzda yaratıldığını kabuledenler, idealizm kampını oluştururlar. Doğayı başlangıç olarakkabul eden diğerleri, materyalizmin çeşitli ekollerine girerler.”(7)

Engels’in yaptığı tanımlamayı inceleyecek olursak idealizm;ruhun maddeden önce geldiğini ve maddeyi belirlediğini kabuleder, yani nesnel gerçekliğe ruhtan türetilmiş şey olarak bakar.Materyalizm ise; maddeyi belirleyici kılar, ruhu, düşünceyimaddenin bir ürünü ve özelliği olarak kabul eder. İnsanları,toplumu gerçekliği ile birlikte kavramaya yönlendirir ve insanıntoplumda oynadığı belirleyici rolün bilimsel olarak açıklan-masını sağlar.

Her insan, maddeyi öğrenmeye çalışırken farkında olarak yada olmayarak ona önce materyalist bir anlayışla yaklaşır. Hay-atta karşılaşılan pratik deneyimler sonucunda, kendisini kuşatandünyanın kendisinin dışında ve bağımsız var olduğunu bilir.Buna rağmen idealist dünya görüşü var olur. “Ağaçlara bakarken ormanın bütününü göremeyen

bir ideoloji”: İdealizm

İnsanlar uygarlığın başlangıcında doğa güçleri karşısındaaciz ve çaresizdiler. Maddi üretimlerinin gelişmemiş olmasıbunun temel nedenlerinden biridir. Platoncu idealizm Atina’daortaya çıktı. Köleci sistemin doruğa ulaştığı bir dönemdi veböyle olması da bir tesadüf değildi. O günlerde ‘el emeği’ köle-lik ile anılıyordu. Üretim araçlarının özel mülkiyeti ve işbölümü sonucu toplumun birbiriyle bağdaşmayan sınıflarabölünmesi idealizmin gelişmesinin toplumsal nedenleri arasın-dadır. İş bölümü ve özel mülkiyet bir sınıfa kafa emeği ilemaddi zenginliklere sahiplik olanağını sunarken, diğer sınıfa isebedensel çalışma gücünden kaynaklı maddi zenginliğin üretimidışında bir seçenek kalmamıştır. Böylelikle kafa emeği toplum-sal pratikten ayrılması sonucu ortaya çıkıyor. Ve bilincindünyada tek güç olduğu görüşü yaygınlaştırılıyor.

Lenin idealizmi incelerken “Felsefi idealizm… materyalistbakış açısına göre bilginin karakteristik özelliklerinden, yan-larından, sınırlarından bir tanesinin; maddeden, doğadankoparılmış, tanrılaştırılmış mutlağa dönüştürüldüğü, tek yanlı,abartılmış, şişirilmiş bir gelişmedir. Tek hatlılık ve tek yanlılık,katılaşma ve kemikleşme, öznelcilik ve öznel körlük… İdealizminbilgi teorisi kökenleridir”(8) tanımlamasını yapıyor.

Diğer bir nokta ise egemen sömürücü sınıfın kendi egemen-liğini korumak için idealizmi yaygınlaştırmasıdır. Çünkü ideal-izmin yardımıyla var olan çelişkiler gizlenebilmiş, toplumundikkati manevi değerlere yönlendirilmiştir.

Bütün bunların yanı sıra batı felsefesi tarihi, idealizm iledeğil, materyalizm ile başlar. Yunanlılar Colomb’dan öncedünyanın yuvarlak olduğunu keşfetti, mekaniği icat ettiler,buhar makinesi yaptılar. Ve bu gelişimin hiçbir evresinde dinhakim değildi. Antik toplumun çöküşüyle birlikte Ortaçağ bil-imsel düşünceyi yüzyıllar boyunca esir aldı. Bilim üzerindekiölü toprağını Rönesans dönemi attı. Bu döneme hakim olanfelsefi akım ise materyalizmdi.

Materyalizm devrimci bir içerik kazanıyor

Materyalist akıl İngiltere’de gelişirken Fransa’da devrimcibir içerik kazandı. Büyük düşünürler 1789-1793’te feodalmonarşinin devrimci yıkılışının yolunu hazırladılar.

Marx ve Engels felsefi materyalizmi net bir biçimde savun-dular ve geliştirdiler. Bu gelişimi Ludwig Feuerbachve Anti-Dühring’te dünyaya açtılar.

Marx 18. yüzyıl materyalizmi ile yetinmedi. Lenin ‘KarlMarks, Marksizmin Bir Açıklaması ve Kısa Bir Biyografik Özeti’kitabında Marx’ın eski materyalizm üzerine vurgu noktalarınıişaret ediyor. “1844-45 yıllarından başlayarak, Marks, birmateryalistti ve özellikle, daha sonraları materyalizminin tekzayıf noktasının yeterince tutarlı ve kapsamlı olmadığınıgördüğü, Ludwig Feurbach'ın bir izleyicisi oldu. Marks'a göre,Feuerbach'ın, tarihi ve "çığır açan" özelliği, Hegel'in idealiz-minden kesenkes kopması ve ‘18. yüzyılda, özellikle Fransızmateryelizmi yalnızca varolan siyasal kurumlara ve ... din vetanrıbilime karşı değil ... aynı zamanda metafiziğin her türünede karşı’ (‘aklı başında felsefe’den ayrı olarak ‘kendindengeçmiş spekülas-yonlar’ anlamında) bir materyalizmi benim-semiş olmasında yatar. (Literarischer Nachlass'taki KutsalAile.)”

Marx ve Engels felsefi anlamda idealizm ile savaşırkenHume ve Kant'ın görüşlerine, bilinemezciliğe, eleştiriciliğe veolguculuğun değişik biçimlerine karşı kararlı biçimde savaştılar.Yine aynı yapıtta Lenin özellikle vurguluyor:

“Marks ve Engels'e göre, Feuerbach'ınki dahil, ‘eski’materyalizmin şu eksiklikleri vardı:

1) Bu materyalizmin ‘mekanik yanı ağır basmakta’ idi, kimyave biyolojide sağlanan en son gelişmeleri hesaba katmıyordu(bugün, maddenin elektrik teorisini de katmak zorunluluğuvardır);

2) Eski materyalizm ne tarihsel idi, ne de diyalektik (anti-diyalektik anlamda metafizikti) ve evrim anlayışına sistematik vegenelleşmiş bir biçimde bağlı değildi;

3) Eski materyalizm, ‘insan özü’nü, (somut olarak ve ta-rih-sel olarak saptanmış), ‘bütün toplumsal ilişkilerin karışımı’olarak değil de, soyut olarak [sayfa 18] görüyor ve bu yüzdendünyayı yalnızca ‘yorumluyor’du, oysa bu bir ‘değiştirme’sorunuydu, yani ‘devrimci pratik eylem’in öne-mini kavra-mamıştı.”

Marx ve Engels’in en büyük başarısı diyalektiktir. Diyalek-tik, çelişkinin mantığıdır. Her şey sürekli değişim ve akışiçindedir mantığıyla, doğayı ve toplumu yorumlamanın bir yön-temidir.

Diyalektik materyalizmin “gelişmenin en eksiksiz, en deri-nine inen ve tek yanlılıktan kurtulmuş öğreti”(9), “en iyiçalışma aracı” ve “en keskin silah”(10) olduğunu tarih bizegöstermiştir.

Marx, felsefi materyalizmi geliştirmiş ve bunun mantıksalsonucu olarak, doğa bilgisini de genişleterek insan toplumunaulaşmıştır. Tarihsel materyalizmde; tarihsel gelişimi incelerkenüretici güçlerin büyümesi sonucu, bir toplumsal biçimden dahaüst başka bir biçimin nasıl doğup geliştiğini görürüz. İlişkilerağını karmaşıklıktan kurtaran, kendi içerisinde uyumlu yasalarıgöz önüne seren bilimsel bir teoridir… (Devam Edecek)

(1) K.Marx, Feuerbah Üzerine Tezler-11.tez(2) Alen Woods-Ted Grant, Aklın İsyanı(3) Friedrich Engels(4) Friedrich Engels Enstitüsü, Marksist-Leninist Parti’nin Temel Eğitim Dersleri(5) V.İ.Lenin, Karl Marks, Marksizmin Bir Açıklaması ve Kısa Bir Biyografik Özeti(6) Friedrich Engels, Ludwing Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu(7) Friedrich Engels, Ludwing Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu(8) V.İ.Lenin, Diyalektik Sorununa Katkı(9) V.İ.Lenin (10) Friedrich Engels

38

Page 39: EG 120. sayı
Page 40: EG 120. sayı