sİ kizıl bayrak 2009-32

32
Sayı: 2009/32 21 Ağustos 2009 1 TL Sosyalizm İçin “Demokratik açılım” söylemi eşliğinde devlet terörü sürüyor... Hak ve özgürlükler mücadelesini yükseltelim!

Upload: kizilbayrak

Post on 09-Feb-2016

268 views

Category:

Documents


10 download

DESCRIPTION

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı 2009-32 / Ağustos

TRANSCRIPT

Sayı: 2009/32 21 Ağustos 2009 1 TL

Sosyalizm İçin

“Demokratik açılım” söylemi

eşliğinde devlet terörü sürüyor...

Hak ve özgürlükler mücadelesini

yükseltelim!

2 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLER“Kürt Açılımı”nda son gelişmeler ve

devrimci tutum üzerine . . . . . . . . . . . . . 3

Ümit Pamir’in referandum önerisi

üzerine... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 4

TKP-SİP, İP’leşmeye doğru... . . . . . . . 5-6

Hacıbektaş Şenlikleri ve

müdahalemiz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7

Ankara’da faşist baskı ve terör.... . . . . 8-9

Kapitalizmin depreminde

enkaz altında kalan da biziz! . . . . . 10-11

Birleşik Metal ve

bürokratik yozlaşma . . . . . . . . . . . . 12-13

“Dünya markası” ETİ Gıda’da 2 bin işçi

grevde! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 14

İşçi ve emekçi hareketinden ... . . . . . . . 15

KESK’in içinde bulunduğu durum ve

sosyalist kamu emekçilerinin

görevleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 16-18

Direniş 100. gününde! . . . . . . . . . . . . . 19

Direnişlerle dayanışmayı yükseltelim!. 20

Seyhan Belediyesi’nde yaşanan işten

atmaların gösterdikleri . . . . . . . . . . . . . 21

Gençlik eylemlerinden... . . . . . . . . . 22-23

Hasta tutsaklara özgürlük! . . . . . . . 24-25

Britanya emperyalizmi Afganistan

bataklığında çırpınıyor! . . . . . . . . . . . . 26

Latin Amerika’dan... . . . . . . . . . . . . . . 27

ABD emperyalizmi Güney Amerika’yı

kana bulamaya çalışıyor!. . . . . . . . . . . 28

Gazze’de Hamas-Cünd-ü Ensarullah

çatışması… . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 29

Sacco ve Vanzetti . . . . . . . . . . . . . . . . . 30

Mücadele postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Mollaşeref Mh. Turgut Özal Cd.

(Millet Cd.) No: 50/10 İstanbulTel: 0 (212) 621 74 52

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: SM MatbaacılıkÇobançeşme Mh. Sanayi Cd. Altay Sk. No 10. A Blok

Yenibosna Bahçelievler / İSTANBUL Tel: 0 (212) 654 94 18

Sayı: 2009/32 l 21 Ağustost 2009Fiyatı: 1 YTL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Ayten ÖzdoğanEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tanKızıl Bayrak’tan

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2009/32 H 21 Ağustos 2009

Sermaye devleti, düzenin pisliklerini ortaya seren vemücadeleye yol gösteren devrimci-sosyalist basınısusturmaya çalışıyor. Özellikle 2005’te yürürlüğe girenTCK ve daha sonra ağırlaştırılarak yeniden düzenlenenTerörle Mücadele Yasası (TMY) ile devrimci-sosyalistbasın üzerinde ağır bir baskı rejimi yaratıldığı biliniyor.Bu kapsamda devrimci-sosyalist basın sansürleniyor,kapatma cezaları veriliyor, dergi ve gazete bürolarıbasılıyor. Devrimci-sosyalist basın çalışanları üzerindegözaltı ve tutuklama terörü kesintisiz sürüyor.

Son olarak tüm bu yoğun saldırı sağanağınaaralarında Kızıl Bayrak gazetesi Ankara muhabiri EdaÜnalan’ın da bulunduğu devrimcilerin gözaltınaalınması ve tutuklanması eklendi.

Kızıl Bayrak gazetesi Ankara çalışanı Ünalan, 11Ağustos 2009 tarihinde evine yapılan polis baskınısonucunda Gülnur Ertaş’la birlikte gözaltına alındı.Daha sonra 14 Ağustos 2009 tarihinde tutuklananÜnalan ve Ertaş Sincan Kadın Cezaevi’ne gönderildiler.Aynı gün buna Evrim Erdoğdu’ya yönelik gözaltı vetutuklama terörü eklendi.

Tüm bu yaşananlar, kuşkusuz ki sermaye devletinindevrimci politik çalışma karşısındaki korkusunu vetahammülsüzlüğünü gösteriyor. Krizin faturasının işçive emekçilere kesilmesinin bir toplumsal patlamaya yolaçacağından korkan sermaye devleti, çareyi devrimcive komünist güçler üzerindeki baskı ve terörüartırmakta buluyor. Sosyal yıkım saldırıları ile biryandan işçi ve emekçiler kıskaca alınırken, öte yandanbuna karşı sesini yükseltip tepkisini gösterenlerdevletin baskı aygıtının hedefi oluyor. Devletin estirdiğiterör dalgası devrimci-sosyalist ve muhalif basını dafazlasıyla hedef alıyor.

Sermaye devletinin tüm saldırılarla amacı,devrimci-sosyalist basını etkisizleştirerek kendiyalanlarının işçi ve emekçilere sergilenmesinin önünegeçmektir. Böylece egemenler kendileri için dikensizbir gül bahçesi yaratmak istiyorlar.

Ancak yanılıyorlar. Sermaye devletinin tüm saldırıve engellemelerine rağmen gazetemiz Kızıl Bayrakbugüne dek sözünü söylemekten geri durmadı, bundanböyle de durmayacaktır. Kızıl Bayrak; gerçekleriaçıklamaya, çürümüş ve kokuşmuş sermaye düzenini

ve devletini teşhir etmeye, devrimin ve sosyalizminsesini işçi sınıfı ve emekçi kitlelere taşımaya devamedecektir.

***Öte yandan gazetemizi uzunca bir süredir basan

Gün Matbaası, “M. Can Yüce’nin yazılarına yerverdiğimiz sürece” Kızıl Bayrak’ı basmayacağınıbildirmiş bulunuyor. Sermaye devletinin başta KızılBayrak olmak üzere devrimci-sosyalist basınüzerindeki ablukasının yoğunlaştığı bir süreçtedevrimci düşünce ve eleştiri karşısında sergilenen butahammülsüz, sansürcü ve yasakçı tutumu traji-komikbulduğumuzu belirtmeliyiz.

Söylemeye gerek bile yoktur ki, gazetemiz KızılBayrak, böyle şantaj ve tehditlere pabuç bırakmaz,iradesini de teslim etmez. Kızıl Bayrak, bağımsızdevrimci sınıf çizgisinde yoluna devam edecektir!

KKiittaappççıı vvee bbaayyiiii lleerrddee.. .. ..

Sosyalizm İçin

Kapak Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 3Sayı: 2009/32 H 21 Ağustos 2009

“Kürt açılımı” ya da gelinen yerde adlandırıldığıbiçimiyle “demokratik açılım süreci” devam ediyor.Süreç bir yandan, yoğun bir tartışma biçimindeyürüyor. Diğer yandan ise, konu üzerine “toplumsalmutabakat” oluşturmak ve toplumun farklı kesimlerinibu sürece dahil edebilmek amacıyla bir görüşmetrafiği başlatıldı. Düzen siyasetinin iki ana muhalefetpartisinin kapılarını kapattığı bu görüşmeler, sermayeve sendika temsilcileri başta olmak üzere birçok parti,örgüt ve derneği içerecek biçimde kendi mecrasındasürüyor.

Ancak, geçtiğimiz hafta herkesin gözü 15 Ağustostarihinde “yol haritası”nı açıklayacağını duyuranÖcalan’daydı. Öcalan, bu tarihte henüz hazır olmadığıgerekçesiyle “yol haritası”nı bir hafta sonraya erteledi.Bununla birlikte sürece ilişkin görüşlerini temelnoktalar halinde iletmekten de geri durmadı. Bu sıradada hükümet cephesi, “açılım” konusundaki “kısavadeli beklentileri” ortadan kaldırmak için çıkışlaryaptı. Kısa sürede somut bir adım atmayacaklarını veatılacak adımların yıl sonunu bulacağını hem TayyipErdoğan ve hem de bakanları ifade ettiler. Bunu ise,“açılım”ın içeriğinin sınırlarına ilişkin net açıklamalarizledi. Başbakan’ın “siyasi danışmanı” ÖmerDinçer’in söyledikleri bu bakımdan oldukçaaçıklayıcıydı. Dinçer şöyle konuştu:

Paket açıklamak, ‘hayır’ olmayacak. Bu bir süreç.Güven artırıcı adımlar gelecek. Makul adımlaratılacak. Resmi dilde değişiklik olmayacak, asla.Federasyon ya da özerklik olmayacak, kesinlikle.Üniter yapıya helal getirecek hiç bir adımatılmayacak, mümkün değil. Kürtçe eğitimlekarıştırılmasın, bu değil. Seçmeli Kürtçe eğitimiolabilir. Eğitim dili Türkçedir. Ama isteyen öğrenciyeseçmeli olarak Kürtçe dersi verilebilir. İsteyenöğrensin. Bu bireysel temelde bir taleptir, kimsekollektif hak gibi görmesin, öyle göstermesin.

Bu tutum, daha önce genelkurmay başkanının“kırmızı çizgiler”i olarak koyduğu yaklaşımdanözünde farklı değil. Bireysel-kültürel sınırlardakalmak ve kolektif haklar kapsamına girmemekkaydıyla bir takım hakların verileceği kesindir. Bukapsamda TV yayınlarının alanının genişletilmesi,Kürtçe seçmeli derslerin konulması, Kürtenstitülerinin kurulması, adları değiştirilen yerlereKürtçe adlarını alabilme hakkının tanınması gibihaklar özellikle ifade edilmektedir. “Açılım”kapsamında atılacak adımlar bu sınırlarda kalacak;yani “kırmızı çizgiler”i aşmayacaktır.

Peki böyleyse eğer bugün “Açılım” olaraktanımlanan ve Kürt sorununun çözümü olarak sunulansürecin somut anlamı ve içeriği, daha doğrusuözgünlüğü nedir? Ortada bir paket yoksa, atılacak olanadımlar da TRT-6 gibi adımların sınırlarınıaşmayacaksa, “açılım” üzerine bu denli büyük birfırtına koparmanın ve beklentileri körüklemenin gereğinedir?

Açıktır ki, ortada mevcut olanı aşacak bir adımyokken “Kürt sorunu çözülüyor” atmosferinioluşturmak “açılım”ın kendisidir. Zira devletin asılamacı; Kürt sorununu değil, Kürt hareketiniçözebilmektir. Kürt hareketini çözmek elbette ki, Kürtsorunu kapsamında belli adımları atmayı gerektiriyor.

Fakat kırmızı çizgilerle sınırlanan bu adımlaryetmediği ölçüde, yoğun bir siyasal-psikolojikharekâtla Kürt hareketini çözülmeye götürecek siyasalbir ortam yaratılmaya çalışılıyor. İşte Öcalan’ınbeklenen yol haritası da esasta dar anlamda PKK’ninaskeri varlığının nasıl bir süreç izlenerek tasfiyeedileceği, geniş anlamda ise Kürt halkının düzen dışımücadele dinamiklerinin nasıl kontrol altına alınıpyumuşatılacağı ve düzene bağlanacağı ile ilgilidir. Enazından bugün beklenen büyük ölçüde budur.

Fakat, Öcalan 15 Ağustos’ta “yol haritası”nıaçıklamak yerine sürece dair temel noktalar üzerindendüşüncelerini dile getirdi. Bu düşünceler içerisindeyerel meclisten özel savunma gücüne kadar bir dizikonuda düzenin kırmızı çizgilerini zorlayan ifadelerinolması da dikkat çekti. Fakat süreci büyük ölçüde“içeriden” takip eden bazı yazarlar ise durumungöründüğü gibi olmadığı konusunda net görüşlerortaya koydular. Bunlardan biri olan hükümetin eskibasın sözcüsü Akif Beki şöyle yazdı: “Bir mühendislikfaaliyeti sözkonusu. Süreç yönetiliyor, başıboşilerlemiyor. Titiz bir şekilde hassas tartılara vurulanbir açıklama gelecektir. Büyük sürprizler beklemeyin.(…)Bana öyle geliyor ki, gidilebilecek en uç sınırı bizegösterdiler. Bunu da, Öcalan ya da avukatlarının tekbaşlarına planladıkları bir iletişim faaliyeti gibigörmeyin. Merkezi bir aklın eli değmiştir. Eleştirmekiçin söylemiyorum. Hayır, tam tersine, bu sürecinhafife alınmaması gerektiğini anlatmaya çalışıyorum.Nereye varacağı belli olmayan bir gemi gibigörünmüyor bana. Hareket saati, rotası, durakları venihai menzili planlanmış bir seferle karşı karşıyayız.”

Öcalan’ın ilgili görüşme notlarında kullandığı şuifadeler de bu yorumu güçlendiriyor: “Benim de birzamanlar pilot olmak, uzaya uçmak gibi hayallerimvardı. Fakat ben bu hayallerimin hepsini terkettim,özgürlük peşinde koştum. Dışarıdakiler de eskidöneme, eski yaşama ait ne varsa terk etmelerigerekir.”

Öcalan’ın bu tutarsız ifadeleri ile birlikte “yolharitası”nı açıklamayı ağırdan alması gerçekten de birpazarlık marjı yaratma girişimine yorulabilir. Bunu,devletin tasfiye karşısında Kürt sorunu kapsamındaatacağı iğreti adımların alanını bir parça genişletmekiçin olduğu gibi, kendi koşullarını değiştirmekamacıyla yapması da mümkündür. “Bu süreçteönümün açılması için bunu hep beraberyürütebilmemiz için koşullarımın düzeltilmesi lazım.Bu topyekün bir süreçtir. Anı anına bazı şeylerinyürütülmesi gerekir” diyen Öcalan buna işaret ediyorolabilir. Nitekim Öcalan’ın bu açıklamasının ardındanise zaman geçmeden hükümet, İmralı’ya 8 PKKtutsağının nakledileceğini duyurdu.

Fakat ne olursa olsun açık olan şu ki, Öcalan veKürt hareketi bu süreçte belli bir özgüvenle hareketetmektedir. Kürt halkının büyük mücadele gücü bununböyle olmasında temel etken olmakla birlikte, diğer birneden ise “açılım”ın arkasındaki itici güç olanABD’nin sermaye iktidarını da adım atmaya zorluyorolmasıdır. Zira “açılım” ABD emperyalizmi tarafındanTürk devletinin önüne bir görev olarak konulmuştur.Hedef, ABD’nin Irak’tan çekilmesinin ardından Türkdevletinin burada Amerika hesabına Güney

Kürdistan’ın hamisi olarak çıkacak olası bir Kürt-Arapsavaşında rol oynaması ve böylelikle de bölgepetrolünün güvenliğini almasıdır. PKK’nin tasfiyesi ilebirlikte Kürt halkını düzene entegre edecek adımlarıatmak, “Güney Kürdistan”a yönelik böyle bir“açılım”ın yolunu düzleyecektir.

Bu biçimiyle sürecin genel seyri ile Kürtsorununda Amerikan patentli çözüm planının içeriğive hedefleri ana hatlarıyla ortadadır. Bu plan PKK’ninsilahlı güçlerini ve Kürt hareketinin mücadele gücünütasfiye etmeyi hedeflerken bu hedefe ulaşmak içinKürt sorununda iğreti birtakım adımları atmayı daöngörmektedir. Konuya ilişkin politik-pratik tutumalırken bu gerçeği göz önünde tutmak ve döne döneçözüm beklentisiyle sersemletilmeye çalışılan Kürthalkını uyarmayı temel önemde bir görev saymakgerekir. Bununla birlikte halihazırda birtakım sosyal-şoven akımlar, “açılım”ın gerisinde ABD’ninbulunuyor olmasından hareketle düzenin tanıdığı bazıhak kırıntılarının Kürt halkının meşru hakları olduğugerçeğini karartmaya çalışıyorlar. Oysa “açılımın”gerisindeki gerici güç ve amaçları göstermek, atılanadımların iğretiliğine rağmen meşru ve haklıkazanımlar oldukları gerçeğini söylemek ve Kürthalkının ulusal hak ve özgürlük talebine sahip çıkmayıdışlamaz.

Komünistler, “Kürt açılımı”nın gerisindeki gericigüçleri ve niyetleri döne döne teşhir ediyorlar. Fakatberaberinde atılan adımların Kürt halkının meşruulusal hak mücadelesinin ürünü meşru ve kazanılmışhaklar olduğu gerçeğini de unutmuyorlar. Bununlabirlikte, Kürt sorununun bu tür iğreti adımlarlaçözülmeyeceğini, sorunun tam ve köklü biçimdeçözümünün ancak devrimci yöntemlerle mümkünolacağını anlatıyorlar. Çünkü bu devrimci olmanın,devrimden ve devrimci çözümden yana olmanın birgereğidir. Elbette Kürt halkı dün inkar ediliyordu,bugün hiç değilse varlığı kabul ediliyor. Bunun biranlamı var, ancak ulusal baskı ve sömürünün kaynağıolan egemen sınıflar ayakta kaldıkça, Kürt sorunuhiçbir biçimde çözülmüş olamaz. Komünistler dönedöne bu temel gerçeği anlatacak ve devrimci sınıfmücadelesini büyüteceklerdir.

“Kürt Açılımı”nda son gelişmeler vedevrimci tutum üzerine

“Kürt açılımı”na ilişkin tartışmalar, devletinişbaşındaki ya da emekli olmuş temsilcilerinin de sürecekatılmalarıyla devam ediyor. Devletin temel kurumlarınıtemsil edenler, düzen partilerinin yöneticileri, burjuvamedya ve onların etkili sözcüleri devlet tarafı olarakkonuşuyor, şartlar sıralıyor, açıklamalar yapıyorlar.Devlet adına açıklama yapanların çoğunluğu da, bir“çözüm”ün bugünkü durumdan çıkış için yararlıolacağını söylüyorlar. Elbette tümünün bununlakastettikleri en geri sınırlara çekilmiş olarak “bireyselkültürel haklar”ın kabulüdür.

Bu çerçevede geçtiğimiz günlerde Milliyetgazetesinde “Türkiye Kendi Modelini Arıyor” başlıklı birdizi röportaj yayımlandı. Röportajlar, Kürt sorununailişkin tanınmış pek çok şahsiyete soru sordu ve onların“çözüm”e yönelik düşünce ve önerilerini aktardı.Kuşkusuz bu dizide en fazla dikkat çeken ve tartışılanNATO’nun “12 akil adam”ından biri olarak bilinen, MGKGenel Sekreterliği de yapmış olan emekli büyükelçiÜmit Pamir’in ortaya attığı referandum önerisi oldu.

Pamir’in, Kürt halkına ayrılmayı isteyipistemediklerini referandumla sorulmasını önermesi, ilkbakışta çok demokratik bir öneri gibi geliyor. Oysa dahayakından bakıldığında söz konusu önerinin esas içeriği,Kürt halkı birlik yönünde, Pamir’in ifadesiyle, “3’te2’sinden fazlası ‘ben ayrılmak istemiyorum’ derse...kolektif hak talepleri gündeme gelmez ve bu konu biter”ve bireysel haklarla yetinilir!

Adı geçen röportajda Ümit Pamir şunları söylüyor; “Bence Türklerle Kürtlerin birlikte mi, yoksa ayrı ayrı

mı yaşamak istedikleri saptaması referandumlayapılmalıdır ve bir an önce yapılmalıdır. Bu öncesindekonunun alabildiğine serbest bir ortamda, herkesin herşeyi söyleyebileceği, hiçbir korku altında kalmayacağıbir süreci yaşanmalıdır. Vatandaşlar, neye oy verirlerse,sonradan neyle karşılaşacaklarını baştan bilmeli,tartışmalı, söylenecek her sözü dinleme imkanıbulmalıdır.”

Pamir sözlerini şöyle sürdürüyor; “Referandumda, bütün Türkiye halklarına şu soru

sorulmalıdır: Kendinizi nasıl telakki ediyorsunuz; Türkmü, Kürt mü? Türklerin bir ayrışma talebi olmadığınagöre yanıtı “Kürt” olanlara sorulacak ikinci soru daşudur: Ayrışmadan mı yanasınız, yoksa birlikte yaşamakmı istiyorsunuz?

EĞER KÜRTLERİN 3’TE 2’SİNDEN FAZLASI “BENAYRILMAK İSTİYORUM” DİYORSA: O zaman buayrışmanın aşamaları konuşulur. Mesela, ilk baştaeyalet sistemiyle başlanır, yavaş yavaş gündeme gelir.Bu yapılırken de bin yıllık kardeşlik üzerinden hareketedilir. Çünkü, sonuçta ayrı ayrı da olsa yan yanayaşayacağız.

“EĞER KÜRTLERİN 3’TE 2’SİNDEN FAZLASI “BENAYRILMAK İSTEMİYORUM” DİYORSA: O zamanotonomi anlamına gelen hiçbir hakka gerek yokdemektir. Yani, mesela öğretim olabilir, ama,olmayacaktır. Anayasa’ya Kürtlükle ilgili madde konmasıartık bir ihtiyaç değildir. Yani, bireysel haklar tüm Türkiyeiçin genişletilir, ama, kolektif hak talepleri gündemegelmez ve bu konu biter.

ÖNCE GERÇEK, SONRA O GERÇEĞE GÖREMODEL: Türkiye’nin gerçek bir strateji geliştirebilmesiiçin, önce “Ey Kürt kardeşim, ey Türk kardeşim, sen neistiyorsun?” diye sorması gerekiyor. Bunun yanıtınıalmadan yapılacak tüm arayışlar beni bağışlayın amahafif kalır. Gideceğimiz yolu bulmak, çözümün zemininianlamak için önce buna karar vermemiz lazım.”

Pamir’in önerileri bunlar. Pamir’in referandumönerisinin ilk bölümü Kürtlerin nüfus içerisindekioranının tespitine de hizmet edeceği için nispeten doğruve yararlı kabul edilebilir. Fakat Kürt halkına sorulacakikinci sorunun ilk bölümü doğru, –yani ayrılığın ağır

basması durumunda sancısız, çatışmasız bir ayrılık -ancak ikinci bölüm, yani eğer Kürt halkı ağırlıklı olarakbirlikte yaşamaktan yana oy kullanırsa, bu kez de onabu birliğin koşullarını ortaya koyma hakkı tanınmadığıiçin yanlıştır. Pamir’e göre, referandumda birlikteyaşama eğilimi sonucu çıkarsa, bu kolektif hakları –yaniKürt olmaktan kaynaklanan hakları (anadilde eğitim vb)-ortadan kaldırır. Bu durumda, bireysel haklarıngeliştirilmesi yeterlidir! Yani Kürt halkının Türk halkıylabirlikte yaşamasının önşartı, Kürt halkının ulusalhaklarından vaz geçmesidir!

Bugün Kürt hareketinin ayrı devlet kurma biçimindeherhangi bir talebinin bulunmadığı bilindiğine göre,Pamir besbelli ki Kürt halkının üçte ikisinden çoğununoy vermeyeceğinin rahatlığı ile, “demokratik birreferandum”la “kolektif hak taleplerinin artık gündemegelmemesini” yaman bir şark kurnazlığı ile güvenceyealacağını düşünüyor!

Kuşkusuz ki, bu yaklaşım geleneksel imha, inkar veasimilasyon politikalarının uzantısı şoven-milliyetçi biranlayıştır. Bu; ya sev, ya terket anlayışının daha“demokratik bir makyaj”la, adeta zehirin şekerli suylasunulmasından ibarettir.

Oysa, Kürt halkı birlikte, ama federasyon veyabölgesel özerklik koşullarında yaşamak isteyebilir vebunu istemek de onun en doğal hakkıdır. Devrimci işçisınıfı açısından bakıldığında, ayrılma hakkını kullanmakezilen Kürt ulusunun bileceği bir iştir. Bu kapsamda birreferandumun yapıldığı durumda, eğer birlikte yaşamasonucu ortaya çıkarsa, halkların kardeşliğine hizmet içinKürt halkına doğrudan sorulması gereken soru, bubirliğin koşullarının ne olacağıdır ki, bir federasyon veyabölgesel özerklik vb koşullarda mı yaşayacağıdır.Pamir’in üzerinden kasıtlı olarak atladığı temel soru dabudur.

Bir diğer önemli nokta ise, Kürt sorununda Türkler’e“ey Türk kardeşim sen ne istiyorsun” sorusununsorulmasının saçmalığıdır. Çünkü bugün Türkler ezenulus, Kürtler ezilen ulus konumundadır. Türk ulusuadına zaten bugünkü devlet politika yürütüyor ve Türkulusunun ayrıca ulusal bir sorunu yoktur. Bu tarihselolarak geride kalmış bir sorundur. Kuşkusuz ki,“Türkler’e de soralım” önerisinin gerisinde Kürt halkınıniradesine ipotek koyma anlayışı yatmaktadır. Kürtulusunun kaderini Türk ulusunun iradesine bağlamanınhiçbir demokratik yanı bulunmadığı ise açıktır. Bu olsaolsa, Kürt halkı üzerindeki sömürgeci egemenliğin Türkhalkına onaylatılarak sürdürme tutumu olabilir ancak.

Unutulmamalıdır ki, ezen ve ezilen ulus ayrımı“ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı” sorununda doğrututumun mihenk taşıdır. Ezen ve ezilen uluslar ayrımıyapmadan, ulusal sorunda doğru bir politik tutumbelirlemek imkansızdır.

Bu vesile ile belirtelim ki; ulusların kendi kaderinitayin hakkı, komünistlerin kararlılıkla savunduklarıdemokratik bir haktır. Bu, özünde ayrılma ve kendidevletini kurma hakkıdır. Bu hakkı nasıl kullanacağınaezilen ulusun –Kürt ulusunun- sadece kendisi kararverebilir.

Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının reddi,gerçekte Türk ulusunun ayrıcalıklarının sürüp gitmesiniistemektir. Öte yandan Kürt halkının ayrılma hakkıtanınmadığında, Kürt burjuvazisinin milliyetçipropagandası da daha etkili olacaktır. Bu, onun Kürtemekçi kitlelerini peşinde sürükleme imkanının dagenişlemesi demektir.

Devrimci işçi sınıfı ulusların kendi kaderlerini tayinhakkını savunurken, asıl olarak mücadelenin önderliğinifiilen üstlendiğinde, burjuva milliyetçiliğinin sınırlılığınısergileyerek farklı ulusların emekçi kitlelerinin gönüllübirliğine giden yolun önünü açabilir. Çünkü halklarınkaynaşmasına giden yol, ancak gönüllü birlikten geçer

ki, bu da ancak ayrılma hakkının savunulması temelindeyaratılabilir.

Kuşkusuz ki, komünistler ulusların kendi kaderlerinitayin hakkının tanındığını söylemekle de yetinemezler.Çünkü Pamir örneğinde görüldüğü gibi burjuvazi veonun sözcüleri de, siyasal içeriğinin iyice boşaltılmasıkoşuluyla ulusların kendi kaderlerini tayin hakkınıntanınmasından söz edebilir. Bu nedenle, bu hakkınproleter devrim temelinde savunulmasına bağlı olarak,komünistler şu hususları da gözeten bir mücadeleyürütürler:

Komünistler, ayrılma hakkının fiilen kullanılıpkullanılmayacağına karar vermenin ezilen ulusunsorunu olduğunu savunurlar. Ezen ulusun, siyasalyönden ayrılma hakkı için mücadele eden ezilen ulusakarşı kuvvet kullanmasına kesin olarak karşı çıkarlar.Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkına karşı çıkan,ezilen uluslara ve ulusal topluluklara baskı uygulayan yada uygulanmasını savunan güçlere karşı çok yönlü birmücadele yürütürler. Ulusal ayrıcalıklara ve resmi birdevlet dili olmasına kesinlikle karşı çıkarlar.

İşçi sınıfının tarihsel ve sınıfsal çıkarları açısındantemel olan; Türk ve Kürt işçilerinin ortak devrimciiktidarının kurulabilmesi ve bu nedenle ayrılma hakkınınsavunulması temelinde, ezilen Kürt ulusunun işçi veemekçi kitlesinin birlik yönündeki gönüllü iradesininoluşturulmasıdır.

Ulusal sorunda işçi sınıfının enternasyonalisteğitiminin özünü, ulusal eşitsizliklerin (ezen-ezilen ulusayrımı) işçi sınıfının birliğini baltalamasının önünegeçmek oluşturur. Devrimci işçi sınıfının amacı, darburjuva ulusalcılığının aşılması ve her ulustan işçi veemekçiler arasında gerçek bir mücadele birliğinin(enternasyonalist birliğin) yaratılmasıdır.

Pamir örneği de gösteriyor ki, ezilen Kürt ulusununayrılma hakkını savunuyor görünenleri de dahilburjuvazinin hiçbir kesimi Kürt ulusal sorununu kalıcı birçözüme kavuşturma yeteneğine sahip değildir. Kürtsorununda devrimci işçi sınıfının programı bütünkapsamıyla savunulmadıkça, ulusların kendi kaderlerinitayin hakkı talebi hayata geçirilmedikçe, ulusal sorunaslında varlığını değişik biçimler altında sürdürecektir.Dolayısıyla bu sorun, Türk ve Kürt ulusundan işçisınıfının birliğinin önünde engel oluşturmaya devamedecektir. Açıktır ki, Kürt sorununun kalıcı çözümünüsamimiyetle isteyenlerin işçi sınıfının devrimci programıetrafında birleşmekten başka seçenekleri yoktur.

Ulusların kaderlerini tayin hakkı...4 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/32 H 21 Ağustos 2009

Ümit Pamir’in referandum önerisi üzerine...

Hiçbir burjuva çözüm Kürt sorununu kalıcıbir çözüme kavuşturamaz!

Savrulanlar, sürüklenenler... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 5Sayı: 2009/32 H 21 Ağustos 2009

TKP-SİP, İP’leşmeye doğru yol alıyor!TKP-SİP, Kürt sorununa ilişkin tutumunu “Barış,

kardeşlik ve birlik bildirgesi” başlığı taşıyan birbelgeyle ortaya koydu. TKP-MK imzasını taşıyan bubelge, TKP-SİP’in siyasal alanda nerede durduğunubilenler için yeni bir şey söylemiyor, fakat onun Kürtsorununa ilişkin tutumunu ve konumunu ortayakoyması bakımdan önem taşıyor.

Bilindiği üzere bahse konu parti, henüz SİP ikendüzen içi çatlakların yarattığı politik ortamdakendisine bir alan açmak için MGK operasyonlarınaparalel olarak türbana karşı savaş açmıştı. Aynı SİP,TKP adını aldıktan sonra da bu çizgisini derinleştiripgüncel gelişmelere uyarlayarak yoluna devam etti.Ergenekon operasyonları sırasında dinci gerici cenahınkarşısında yer alırken, küçük-burjuva milliyetçi birçizgiye, esas olarak ulusalcılar takımına doğruyaklaştı. Hatta öyle oldu ki, İP’in belinin kırıldığı birdurumda TKP-SİP onun boşalttığı yere talip oldu. Solve devrimci hareketle arasına kalın çizgiler çekmekaygısı, AKP ve dinci gericilik karşıtlığı adı altındaordu gibi gerici burjuva kurumlarını savunmakonumu, bağımsızlık mücadelesini ordu gibi birgeleneksel ve stratejik uşağını görmezden gelerekABD-AKP karşıtlığına indirgemesi, buradan giderekburjuva cumhuriyetini savunma çizgisine saplanmasıTKP-SİP’in İP’leşmek yönünde attığı adımlarınbaşlıcalarıydı.

Diğer taraftan Kürt sorununda aynı yönde net birdeğişim yaşandı. Siyasal planda, burjuvademokrasisinin sınırlarını aşmamaya özen gösterenTKP; devletle, devletin resmi politikalarıyla vekurumlarıyla karşı karşıya gelmemeye, yani suyasabuna dokunmamaya özen gösterdi. Sonuçta buçizgisiyle TKP, Kürt sorununda küçük burjuvamilliyetçi-sosyal şoven bir yaklaşımın sahibi oldu.Kurulu düzen sınırlarında ve zemininde Kürt halkınınulusal özlemlerine verilen yanıtlar ve birtakım iğretiadımlar TKP-SİP tarafından sadece bu adımlarıniğretiliğini göstermek ve arkasındaki gerici odaklarıortaya koymakla sınırlı bir tutuma konu olmadı. TKP-SİP emperyalizmin ve AKP’nin parmağı olduğugerekçesiyle atılan adımlara toptan karşı durdu. Bunabağlı olarak yer yer düzenin şoven çizgisine ve dilineyaklaşan bir politik söylem tutturdu.

Örneğin, TKP-SİP Güney Kürdistan’dakidevletleşme adımlarının gerisinde ABDemperyalizminin olması ve bu gelişmenin ABDemperyalizmiyle suç ortaklığı yapmanın karşılığıolduğunu ifade etmektedir. Fakat bununla kalmamaktaişi Güney Kürdistan’da atılan adımlara karşı düşmancabir yaklaşıma, onu karalamaya, gözden düşürmeye veen önemlisi düzenin şoven ve saldırgan politikçizgisiyle örtüşen, onu soldan tamamlayan bir konumadüşmektedir. Düşünün ki, düzen cephesinin de zatenbenzer politik argümanlarla Güney Kürdistan’ısaldırının hedefi haline getirdiği bir dönemde vebunun için toplum ölçeğinde dizginsiz ve saldırgan birşoven kampanya örgütlediği siyasal şartlarda, TKPKürt halkının meşru ulusal taleplerini ve gerisindeonlarca yıllık büyük bir mücadelenin de ürünü olankazanımları savunmak ve esasında şovenizmi ve Türkdevletinin iki yüzlülüğünü hedef seçeçeğine, devletleaynı boruyu öttürmekten kaçınmamıştır.

Burada “komünist” sıfatı taşıyor olduğundandolayı biz TKP-SİP’i bu iddia üzerindendeğerlendiriyor, eleştiriyor ve taşıdığı sıfatın aksine

küçük burjuva milliyetçi bir akım olduğunugösteriyoruz. Böyle olmasaydı, siyasal alanda TKPismini taşıyor olmak dışında bir ağırlığı olmayan vegiderek de marjinalleşen bu grubu, küçük burjuvamilliyetçiler olarak tanımlayıp geçmek demümkündü.

TKP-SİP’in “Barış, kardeşlik, birlikbildirgesi”ne gelirsek, bu bildirge onun siyasalçizgisi ve konumu hakkında bütünlüklü ve nispetenayrıntılı açıklıklar sağlıyor.

Bildirgenin ilk paragrafı, iyi bir giriş olmaözelliğine sahip. Zira bildirgenin temel ayaklarınıkısaca özetlemek gibi bir mahiyeti var. Öyle ki,bildirgede “büyük bir fırsatın eşiğinde olduğumuzsöyleniyor” ifadesiyle konuya giriliyor, ardından iseşöyle devam ediliyor: “İyi şeylerin yolda olduğumüjdeleniyor. Devlet reformlara hazır… Belki affabile. Anadil kullanımında daha fazla adım atılacağıkesin gibi. Silahlara nasıl bir formül bulunacağınıkimse bilmiyor henüz; ama Öcalan’ın Ağustosortasında bir plan ortaya atması bekleniyor. Yerelyönetimlerin yetkilerinin genişletilmesi konusundaDTP’nin, bölge belediyelerinin, sermayenin, AB’nin,ABD’nin, AKP’nin, Irak Kürt yönetiminin aynı görüşteoldukları biliniyor. TBMM’de bu yaklaşımın dahageniş bir taraftar kitlesiyle buluşması da şaşırtıcıolmayacak.”

Burada mevcut tabloya ilişkin söylenenler her nekadar nesnel bir durumu tarif ediyor gibi görünse de,işin aslı TKP-SİP’in mevcut duruma ilişkin yargılarınıortaya koyuyor. Zira bildirgede atılacağı söylenen buadımların atılıp atılamayacağı gibi bir tartışmabulunmuyor. Tersine TKP-SİP, tüm bunları tartışmasızveriler olarak ele alıyor ve özünde yerel yönetimlereilişkin olan kısma kadar bunların dışına çıkmayan,birçok noktada ise onun gerisine düşen bir çözümplatformu ortaya koymaya çalışıyor. TKP-SİP’initirazı, temelde “yerel yönetimlerin yetkileriningenişletilmesi konusunda” oluyor. Bu konuyu, AB,sermaye, ABD, AKP ve Irak Kürt yönetiminin ortak

görüşü olarak değerlendiriyor ve Türkiye’ninbölünmesine kanıt sayıyor. Düzenin “Kürt açılımı”nakarşıtlığını da bu temele oturtuyor.

TKP-SİP’e göre “Kürtlerin nasıl, hangi haklarasahip olarak yaşayacakları bu tarafların sorunudeğildir. Onların masaya yatırdıkları Türkiye’dir”.TKP-SİP’in temel kaygısı Türkiye’nin bölünmezbütünlüğüdür, yoksa emperyalistlerin Türkiye’ninegemen iktidarını da kullanarak bölge halklarınayönelik gerici planlarını uygulaması değildir. Dahaaşağıda bu fikir şöyle açılıyor: “EmperyalizmOrtadoğu haritasıyla oynamaya devam etmektedir.Amacın emperyalist merkezlerin dışında herkesigüçsüzleştirmek olduğu açıktır. Bu anlamdaOrtadoğu’da kurulacak yeni devletçikler halklarınözgürleşmesine yardımcı olmayacaktır. Ortadoğu’nunkaderine Ortadoğu halkları karar vermelidir. Bununyolu da emperyalizme karşı mücadeleden geçer.Emperyalizmin belirlediği yeni girişimlere karşıuluslar arası anlaşmalara dayalı sınırlarkorunmalıdır.”(abç)

TKP-SİP’e göre emperyalizm Ortadoğu haritasıylaoynuyor, ama gerçekte olan kendine has özel bir örnekolarak Filistin bir yana bırakılırsa bu temeldebelirlenmiş özel bir politikadan söz edilebilir mi?Elbette emperyalizm egemenlik peşindedir. Bunun içinrejimler değiştiriyor, darbeler tezgahlıyor ve gerekirsebölmeye de çalışıyor. Fakat burada amaç haritaylaoynayarak küçük devletçikler kurmak değil, ne

Savrulanlar, sürüklenenler...6 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/32 H 21 Ağustos 2009

biçimde olursa olsuna bazen parçaları birleştirerekbazen de ayrıştırmayı da göze alarak, bazen de Irak’taolduğu gibi alamayarak egemenliğini tesis etmektir.Ortadoğu’nun kaderine Ortadoğu hakları kararvermelidir, pek tabi ki, bunun yolu emperyalizme karşımücadeleden geçer, ancak bunun ancak özgürlük,eşitlik ve gönüllü birlikten başka bir yolunun olmadığıda eşyanın tabiatı gereğidir. Ama TKP-SİP’in derdi budeğil tabi, bir temel doğruyu kullanarak kendimilliyetçi konumuna destek yaratmaya çalışıyor.Çünkü, “Ortadoğu’nun kaderine Ortadoğu halklarıkarar vermelidir” ifadesini kullanıp sonra lafı getiripyeniden “harita” sorununa bağlıyor: “Emperyalizminbelirlediği yeni girişimlere karşı uluslar arasıanlaşmalara dayalı sınırlar korunmalıdır.”

Sanki mevcut haritaları oluşturan “uluslar arasıanlaşmalar”ı yapanlar emperyalistler değilmiş gibi?Kaldı ki, sınırlar aynı emperyalist orduların sıradanaskerlerine cetvelle çizdirilmiştir. Öyle ki, bugünTKP-SİP’in korumayı temel vazife saydığı bu sınırlar,Ortadoğu’daki birçok açıdan sorunlu, halkları yapaybiçimde bölen ve birçok anlaşmazlığın nedenidir.Onun içindir ki, Ortadoğu’daki geçmişte de ortayaçıkmış birçok burjuva demokratik hareket de temelsorun olarak bu yapay sınırları görmüş vemücadelesinin hedefi haline getirmiştir.

TKP-SİP’in gerçekleri çarpıtması, devletin Kürtaçılımının gerisinde emperyalistlerin bölme hesaplarıolduğunu ispatlamaya çalışmasından dolayıdır. Oböylelikle kendi sosyal-şoven kaygılarını ortayakoyarken burjuva gerici-ırkçılarla aynı zemine düşmüşoluyor. Bölünme korkusunu büyüterek burjuvagericiliğin ekmeğine yağ sürüyor. Oysa komünistolmanın en temel kriteri ulusal sorunda, ezilen ulusunmeşru haklarını kayıtsız-şartsız tanımaktan geçiyor.Özellikle, on yıllarca inkar ve imha sistemi altındaezilmiş, hakları uğruna bedeller ödemiş,emperyalistler ve işbirlikçileri tarafından aldatılıpkatledilmiş bir halksa sözkonusu olan her şeyin başınabu halkın ulusal istemlerinin meşruluğunu koymakgerekir. Bununla birlikte elbette emperyalistler veişbirlikçileri tarafından atılan adımların sınırlılığını vehedefleri döne döne anlatılabilir, bu adımlara belbağlamayıp gerçek ve kalıcı bir çözüm içinemperyalizme ve işbirlikçilerine karşı mücadeleyiyükseltme çağrısı yapılabilir. Fakat, milliyetçiliksuçlamasıyla ezilen bir ulusun meşru taleplerininkarşısına bölücülük umacasıyla çıkmanınkomünistlikle bir ilgisi yoktur.

Dahası komünistler için ulusal sorunda ezilen ulusakendi kaderini tayin hakkını tam ve koşulsuz olaraktanımak ve bu hakkın somutta ayrılma hakkıanlamında kavramak temel bir ilke sorunudur. Bukonudaki ikircikli ve geri her tutum sahibini komünistdeğil, sosyal-şoven yapar. Siyasal yaşamda da bununağır bir bedeli olur. Türkiye sözkonusu olduğunda20’li yıllarda TKP’nin feodal ve emperyalizmindenetiminde bir harekete karşı olmak adına Kürtisyanı karşısında sömürgeci egemen burjuva iktidarınaarka çıkmasının nasıl bir siyasal bedeli olduğubiliniyor. Bu en başta, Kürt halkında ve samimidevrimcilerinde yıllarca devrimci ve komünistharekete karşı bir güvensizlik olarak süren tahribatlarayol açmıştır. Yineliyoruz, bir ulusal hareketin feodal-burjuva ve emperyalizmin denetiminde ya da etkisindeolmasının halkları gerçek bir kurtuluşagötürmeyeceğini söylemek ve uyarmak, ama yanı sıraezilen ulusun hak taleplerini tanımak ve meşru görmekkomünist olmanın bir gereğidir. Fakat, ilkini söyleyipikincisinden sırt çevirmek, dahası ilkini sırtçevirmenin dayanağı yapmak başka bir şeydir. Helehele TKP-SİP’in yaptığı gibi bölücülük umacasınasarılmak, haritalar üzerinde yanıp yakılmak başka birşey.

TKP-SİP, emperyalizmin “bölücülüğü” üzerineahkam kesip vatan topraklarını savunmak dışında,

Kürt sorununun çözümü için bir platform da ortayakoymaya çalışıyor. Fakat bunu yaparken de yine“bölünme” korkusundan vazgeçmiyor. Örneğin,“silahsız çözüm istiyoruz” başlıklı bir ara bölümde,“PKK silah bırakmalı, eş zamanlı olarak TSKoperasyonları durdurmalı”, diyor. Böylelikle PKK’ninsilahlı gücüyle TSK’yı aynı kefeye koyuyor ve silahlıgücünü bir direnç noktası olarak tutan PKK’nin teslimolması isteniyor. Ama bu kadarla kalmıyor,“silahsızlandırma”nın, “eşzamanlı olarak ülke çapındasivil halkın silahsızlandırılmasına yönelik önlemler”lesürdürülmesini isteyerek kurulu düzenin bekasınısavunur bir konuma düşüyor. Ya da tatlı susolculuğuna uygun bir siyasal iklim yaratmasevdasıyla halkın burjuva devlet lehinesilahsızlandırılmasını istiyor, burjuva devletin silahtekelini elinde bulundurma hakkını güvenceyealmanın politikasını yapıyor.

Daha altta ise, anadilin kullanımı ile ilgili bölümdeyer alan ifadeler TKP-SİP’in komünistlikle uzaktanyakından ilgisi olmadığının bir kanıtıdır. Öyle ki,TKP-SİP bugün bazı burjuva aydınlarının bile gerisinedüşerek Kürtçe’yi bir bireysel-kültürel haklarkapsamında ele alıyor, devletin resmi dilinin veiletişim dilinin Türkçe olmasını talep(!) edebiliyor.Ancak bu bir talep değildir, zira zaten devletin,

ordunun, AKP’nin çizgisi de zaten bunuöngörmektedir. TKP-SİP için asıl kaygı Kürt halkınınulusal özlemlerini karşılamak değil, bu özlemlerinnerede durdurulacağıdır. TKP-SİP, “devletin birliği”için Kürt halkının haklarını yok sayıyor. Türkulusunun ayrıcalıklarını korumayı temel bir politikahaline getiriyor.

Oysa komünistler ulusal sorunda ayrılma hakkıanlamına gelen ulusların kendi kaderini tayin hakkınısavunuyorlar. Bununla birlikte “gönüllü birlik”istiyorlar, ancak bunun ise ancak her açıdan “eşitlik veözgürlük” temelinde gerçek anlamını bulacağınıbiliyorlar. Fakat TKP-SİP, mevcut burjuva sınırlarınıve cumhuriyetini temel alarak mevcut eşitsizliğininceltilmiş biçimde sürmesini onaylarken diğertaraftan ne pahasına olursa olsun birliğin korunmasınıöne çıkarmaktadır. İşte komünistlerle sosyal-şovenlerarasındaki ulusal sorundaki temel ayrım çizgileri deböyle ortaya çıkmaktadır.

Son olarak belirtmek gerekir ki, bir dönemTKP’cilik oynayarak TKP’nin kötü bir kopyası olmayolunda ilerleyen TKP-SİP, İP’leşme yolundayürüyüşünü sürdürmektedir. Kürt sorunu kapsamındason dönemki gelişmeler, bu yönelimi daha dagüçlendirmiş ve belli bazı açılardan önemli eşiklerinaşıldığını da göstermiştir.

Çalışmak için Karadeniz bölgesinde bulunan Kürt işçilere yönelik faşist saldırılara bir yenisi eklendi.Rize’de bir inşaatta çalışan Kürt işçiler, taşlı sopalı saldırıya uğradı.

Fatma-Nuri Erkan Bilim Sanat Merkezi inşaatında çalışan Kürt kökenli işçilerden biri, 16 Ağustos günüEngindere Mahallesi’nde marketten poşet kahve almak istedi. İşçi, 25 kuruş olan kahveyi 50 kuruşa satmakisteyen bakkala itiraz edince tartışma çıktı. Tartışma bir süre sonra çevredekilerin de karışmasıyla Kürt işçilereyönelik ırkçı saldırıya dönüştü. Önce mahalledekiler işçilere saldırdı, sonra ise düğünden gelmekte olan birminibüste bulunanlar. Taşlı, sopalı saldırının ardından çok sayıda çevik kuvvet ekibi olay yerine geldi. Polisingelmesinin ardından bir süre sonra galeyana getirilen kalabalık geri çekildi.

Fakat polis saldırganları değil, 12 Kürt işçiyi gözaltına aldı. Dahası Kürt işçilerden ikisi de işten çıkarıldı.Diğer işçilerin bir süre iş yerine uğraması da yasaklandı.

Ağar-Yaşar Öz dalaşması veortaya saçılan pislikler

Mehmet Ağar sermaye düzeninin eli kanlı katiller sürüsünün en kıdemli olanlarındandır. Kıdemlidir,çünkü “1000 operasyon yaptık” diyen bu katil, yıllardır ettiği hizmetlerin karşılığında mükafatlandırılmış,sürekli olarak ünvan ve yetkilerle donatılarak dokunulmazlığı arttırılmıştır. ‘72’de başladığı polislik işinde,kontrgerilla, Özel Harekat ve Özel Harp’te çalışmış, sayısız cinayet, yargısız infaz, köy yakma, toplu katliam,silah kaçakçılığı, linç, tecavüz, işkenceye imza atmıştır. Daha sonra, vali, polis şefliği, emniyet genelmüdürlüğü, milletvekilliği, içişleri, adalet bakanlığı ve son olarak parti genel başkanlığı yapmıştır.

Ağar bu sefer Susurluk davası ile sayısız faili meçhul cinayete, kanlı katliamlara adı karışan, uyuşturucu vekaçakçılığın her türlüsünün uluslararası yürütücülerinden biri olan Yaşar Öz’ün açıklamaları ile gündemegeldi. Ağar’ın, kendisi için “insan simsarı” “muhbirimizdi” demesi üzerine, Tekirdağ F Tipi Cezaevi’ndebulunan Yaşar Öz avukatları aracılığıyla Ağar’a bu iddiaları hemen ispatlamasını, aksi takdirde tümbildiklerini açıklayacağını, Susurluk’tan bu yana 16 yıllık süren suskunluğunu bozacağını söyledi. Aradangeçen sürede Ağar’dan herhangi bir açıklama olmaması üzerine, dediğini de yaparak 26 Temmuz’da buiddialara karşılık 6 sayfalık bir itirafnameyi mahkemeye verdi.

Yaşar Öz’ün itiraflarına göre,’93’te Tarık Ümit tarafından Ağar’la tanıştırılmış. Ağar, kendisine veyakınlarına yeşil, lacivert ve hususi pasaportlar temin ederek bir cephaneliği emrine vermiş, emniyete aitsayısız araç, plaka ile birlikte dokunulmazlık zırhı sağlamıştır. Sözüm ona her yerde aranırken, ama her zamanolduğundan daha rahat ortalıkta dolaşmış, Ağar’ın gözetiminde bir türlü yakalanmamıştır. Örneğin ‘94’tegözaltına alındığında üzerinde ruhsatsız silah, suç unsuru birçok delil ile sahte pasaportlar bulunmuştur. AncakAğar’ın Emniyet Müdürü olduğu bu sırada sadece bir telefonla hemen salıverilmiştir. Ağar, silahları bizzatkendisine teslim ederek “al kardeşim silahlarını” demiştir.

Yaşar Öz’ün ortalığa serdikleri böyle uzayıp gidiyor. Ama özünde söyledikleri farklı değil. Her ikisi dedeğişik görevlerde devlet tarafından kullanılan bu iki pislik, gelinen yerde kullanılıp bir köşeye atılmışlardır.Fakat kullanılıp atılmanın acısıyla bir yandan devlete sitem ediyorlar, diğer taraftan da kendi aralarındadidişiyorlar. Didiştikçe de pisliklerini ortaya seriyorlar.

Ağar ve Yaşar Öz gibi pisliklerden de onları kullanan çürümüş sermaye devletinden de hesabı emekçilersoracak. Pisliği devrim temizleyecek.

Rize’de Kürt işçiler saldırıya uğradı!

Şenlikler ve ötesi... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 7Sayı: 2009/32 H 21 Ağustos 2009

46. Ulusal 19. Uluslararası Hacı Bektaş Veli AnmaTörenleri ve Kültür Sanat Etkinlikleri sona erdi.Hacıbektaş şenliklerinde bazı ilkler de yaşandı. Aleviörgütlerinin şenlik programını 15–16 Ağustos olarakbelirlemesi nedeniyle, Hacıbektaş Belediye Başkanı16-18 Ağustos tarihleri arasında gerçekleşen şenlikprogramını, 15-17 Ağustos tarihleri arasına çekti.Ayrıca alternatif gece etkinlikleri için kullanılabilecektek kapalı mekan olan Hacıbektaş Spor Salonubelediye tarafından kiralandığı halde kullanılmadı.Zira tek amaç alevi örgütlerinin ve ilerici, devrimciyapıların önünü kesmekti.

Hacıbektaş Şenlikleri’ne ilişkin devrimcipropaganda-ajitasyon faaliyetindeki zayıflama,düzenin işini bir ölçüde kolaylaştırdı. Öyle ki; DHFdışında stant açan, gazete satışı yapan, eylemselsüreçlere katılan herhangi bir devrimci yapı yoktu.Komünistler ise, şenlikler öncesi başlattıkları çalışmaile tüm politik eylem ve etkinliklere müdahale ettiler.

Hacıbektaş Şenlikleri’nin bu yılki resmiprogramında, son yıllarda olduğu gibi yine faşist-şovenist propaganda öne çıktı. Panellerin içeriği vepanelistlerin kimliği bu durumun en açıkgöstergesiydi. Hrant Dink cinayetini alkışlayanlarınbaşında gelen Mustafa Cemil Kılıç bunlardan sadecebirisiydi. “Türkçü-Toplumcu” isimli faşist siteninsahibi Mustafa Cemil Kılıç “din sosyoloğu” sıfatıylaşenlikte panelist olarak yer aldı.

“MHP artık düzeldi” diyerek MHP’ye yönelikövgü dolu yazısıyla adından bahsettiren Cemal Şenerde “araştırmacı-yazar” ünvanıyla panellerde boygösterdi. Alevi örgütlerini “siyaset yapıyorlar” diyerekşenlik organizasyonundan çıkaran HacıbektaşBelediye Başkanı, bu yıl da Türkçü/faşist söyleminbayraktarlığını yapan çevrelere her türlü imkanı açtı.

15 Ağustos yürüyüşünün ortaya çıkardığı gerçekler!

Geçen 6 yıl boyunca yasakçı tutuma karşımücadele ettiklerini ve şenliklere yönelik alternatif birçalışma yürüttüklerini iddia eden Alevi kurumlarınınyöneticileri bu iddialarına uygun davranmayaraktutarsız bir konuma düştüler. Bu durum, Hacıbektaş’tayapılan tüm toplantılarda BDSP tarafından açık bireleştiriye konu edildi.

Geçtiğimiz yıl aynı kurum yöneticileri alanamüdahale ve protesto yürüyüşü konusundakomünistlerin çok önceden başlattıkları çalışmanın daetkisiyle, bir parça olumlu bir tutum almak zorundakalmışlardı. Güçlerini eyleme katmak için asgari birçalışma yürütmüşlerdi.

Bu yılki protesto yürüyüşü 15 Ağustos’tagerçekleştirildi. Sınıf devrimcileri, sınırlı güçlerle deolsa protesto yürüyüşüne müdahale ettiler. “Sivas’ınkatili sermaye devleti!”, “Maraş’ın, Çorum’un,Sivas’ın hesabı sorulacak!”, “Kahrolsun sermayedevleti!”, “Direne direne kazanacağız!”, “Kurtuluş yoktek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz!” şiarları,yaklaşık 1000 kişilik kitle tarafından sahiplenildi.

Eyleme devrimci bir atmosferin hakim olması,Alevi örgütlerinin merkezi yöneticilerini ürküttü. Sınıfdevrimcilerine kolluk güçlerinin gözü önünde yasakçıve hasmane bir tutumla müdahale edilmek istendi.

Hacıbektaş Belediye Başkanı Selmanpakoğlu’nunyasakçı tutumundan rahatsız olan bu yöneticilerin sınıfdevrimcilerine dönük benzer yaklaşımlar sergilemesitam bir tutarsızlıktı.

Kuşkusuz ki, sınıf devrimcileri düşmana yaranmakaygısıyla devreye sokulan gerici tutumu boşaçıkartarak hem inisiyatiflerinin kırılmasına izinvermediler, hem de kitle içinde etkin teşhirini yaptılar.15 Ağustos yürüyüşüne damgasını vuran sınıfdevrimcilerine yönelik düşmanca tutumun arkasındaelbette sınıfsal bir kimlik vardır. Alınan bu tutum,Alevi örgütlerinin Alevi orta sınıflarının veburjuvazisinin toplumsal konumunun bir ifadesidir.

Alevi Gençlik Forumu’nda yaşananlar…

Hacıbektaş Şenlikleri “Alternatif Program”ıiçerisinde yer alan Alevi Gençlik Forumu 16Ağustos’ta gerçekleştirildi. “Alevi gençliğininörgütlenmesi”, “Alevi öğretisi ve Alevi gençliği”,“Alevi gençliği ve siyaset” başlıklarının tartışıldığıforumda Pir Sultan Abdal Derneği, Kızılırmak YerelDernekleri Federasyonu, Aydınlık Gençlik Meclisi,Alevi Gençlilk Platformu, Kayseri Pir Sultan AbdalDerneği ve Ekim Gençliği adına sunumlar yapıldı.

ABF Genel Başkanı Ali Balkız, “devletAleviciliği”nden yakınırken bile Alevi emekçileriningerçek kurtuluşuna dair tek bir kelime söylememesidikkat çekti. Pir Sultan Abdal Derneği adına yapılankonuşmada, örgütlenme konusunda belirli bir düzeyyakalandığı, ama bunun yetersiz olduğu ifade edildi.“Eylemin gücüne inanıyorsak, gereğini yerinegetirmeliyiz” denilen konuşmada, Alevi GençlikPlatformları’nın yan yana gelerek sorunlara birlikteçözüm araması gerektiği söylendi.

Toplantıda iki temel anlayış ortaya çıktı.Konuşmacıların önemli bir kısmı, Alevileri “sınıfsızve kaynaşmış bir kitle” olarak sunmaya çalıştılar. Hercümlede kullandıkları “biz Aleviler” söylemininarkasında Alevilik sorununa sınıfsal bakmayan düzeniçi bir anlayış vardı.

Alevi Gençlik Forumu’nda, Alevi örgütlerininyöneticileri yasakçı tutumda ısrar edeceklerini bir kezdaha gösterdi. Öyle ki, Ekim Gençliği konuşmayapabilmek için divanla epeyce cebelleşmek zorundakaldı. Zira divana göre, konuşma hakkı sadece Aleviörgütlerinden gelen gençlere aitti. Ortaya çıkan buyasakçı tutum, “Hacıbektaş, Hacıbektaşlılarındır”diyerek gericiliğin bayraktarlığını yapan, Aleviörgütlerini dışlayan Hacıbektaş Belediye Başkanınınyaklaşımını bir kez daha hatırlattı.

Alevi Gençlik Forumu’nda yapılan konuşmalarınönemli bir kısmında gençliğin devrimci duyarlılığı öneçıktı. Kızılırmak Yerel Dernekleri Federasyonu adınasöz alan gencin “Çözüm düzende ya da yasalpartilerde değildir. Bu düzenin gençliğe verebileceğihiç bir şey yoktur. Aleviler düzene hizmet edenörgütlere prim vermemelidir. İşçi ve emekçi hareketineyüzlerini dönmelidir.” sözleri sonrasında salondakopan yoğun bir alkış aldı. Ayrıca emekçi Alevigençliğini devrim ve sosyalizm için mücadele etmeyeçağıran Ekim Gençliği’nin sunumunun sonunda,salonda bulunan gençlerin; “Gençlik gelecek, geleceksosyalizm!”, “Kurtuluş devrimde, kurtuluş

sosyalizmde!” sloganlarıyla yanıtlaması son dereceanlamlıydı.

Devrimci, ilerici siyasal yapıların durumu

Sermaye devleti bu yılki etkinliklere yönelik ilericive devrimci etkiyi sınırlamak için özel çaba harcadı.Günlerce öncesinden güvenlik gerekçesiyle,Hacıbektaş ilçesinin giriş çıkışları tutuldu. BelediyeBaşkanı tarafından her şeyin sorumlusu olarakgösterilen sınıf devrimcileri yakın ablukaya alındı.

Hacıbektaş Şenlikleri’ne sol yapıların herhangi birpolitik müdahalesi olmadı. Bunun tek istisnası DHFoldu. DHF, kendi cephesinde tanıtım amaçlı birfaaliyet yürüttü. EMEP, tanıtım standı açtı. AyrıcaEvrensel satışı ve şenlikler için hazırlanan özel sayınındağıtımını yaptı.

Sınıf devrimcileri şenlik ön hazırlık çalışmasınıgünler önce başlattılar. Şenliklere yönelik olarakhazırlanan bildirinin yaygın dağıtımı ve KızılBayrak’ın propaganda-ajitasyon konuşmaları eşliğindesatışı gerçekleştirildi. Aynı zamanda tanıtım standıaçılarak, şenliğe katılan işçi ve emekçilerin komünistyayınlarla buluşması sağlandı.

Sınıf devrimcileri, şenlik öncesi ve sırasındaanlamlı bir devrimci müdahalede bulundular. 15Ağustos eylemi sırasında, yaklaşık bin kişilik kitlenindevrimci şiarlar atan komünistlere eşlik etmesi,Hacıbektaş Şenlikleri’ne damgasını vuran “devletAleviciliği” cephesinde açılan önemli bir gediğinifadesiydi. Öte yandan komünistler, eylem sırasındagericiliğin bayraktarlığını yapan Alevi örgütlerininbaşına çöreklenmiş ağaların gerçek konumununanlaşılması açısından da son derece önemli bir pratiksergilediler.

Bu yıl tüm kısıtlı olanaklara rağmen şenliklereanlamlı bir müdahalede bulunan sınıf devrimcileri, hertürden gericiliğin dikkatini çeken bir etki alanıyaratabildiler. Binlerce işçi ve emekçinin katıldığışenliklerin daha etkin bir politik müdahaleye konuedilmesi görevini layıkıyla yerine getirebilmek içindaha yoğun bir çaba harcamak gerektiğininbilincindeyiz. Müdahaleyi daha güçlü hale getirmekgörevi önümüzde duruyor.

Kayseri ve Hacıbektaş BDSP

Hacıbektaş Şenlikleri ve müdahalemiz

Faşist terör sökmedi, sökmeyecek!8 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/32 H 21 Ağustos 2009

Ankara’da faşist baskı ve terör...

Abluka dağıtılacak, saldırı püskürtülecek!Sermaye devleti Ankara’da son günlerde sınıf

devrimcilerine yönelik saldırılarını tırmandırmışbulunuyor. Kurum ve ev baskınları, gözaltılar vetutuklamalarla süren devlet terörüne faaliyetalanlarında yoğunlaştırılan abluka eşlik ediyor. Yinebu süreçte sermaye devleti devrimci mevzilere sahipçıkanların yolunu kesmeye, tehdit ve baskı ileyıldırmaya çalışıyor.

Mamak’ta faaliyet yürüten sınıf devrimcilerini özelolarak hedef alan düzen güçleri biri Kızıl Bayrakçalışanı olmak üzere 3 devrimciyi gözaltına aldılar. 3devrimci “Yasadışı örgüt TKİP’nin faaliyetlerinekatılmak ve örgütün propagandasını yapmak”iddiasıyla tutuklandı.

Saldırıdan Mamak İşçi Kültür Evi de nasibini aldı.Polis tarafından basılan kurumun arşivlerine vebilgisayarlarına el konuldu. Mamak’ta İşçi KültürEvi’ne giden pek çok kişinin de önü sivil ve resmipolislerce kesilerek bu kişiler “kuruma gitmemeleri”yönünde tehdit edildi. Saldırı Mamak’la da sınırlıkalmadı. Sincan’da sınıf devrimcileri ile ilişkiiçerisindeki genç bir işçiye polis tarafından ajanlıkteklifinde bulunuldu.

Devrimcileri tutuklayan mahkemeye delil olaraksunulan ses kayıtları ise başta etkinlik alanı olmaküzere standlarda vb. birçok alanda “ortam dinlemesi”yapıldığını ve birçok insanın telefonlarının bu süreçtekesintisiz bir şekilde denetime tabi tutulduğunugöstermektedir.

Saldırının hedefi devrimci sınıfmücadelesidir!

Kapitalist krizin her geçen gün artan ekonomik-siyasal ve sosyal tüm yükü işçi sınıfına ve emekçikitlelere yüklenmektedir. Toplum gün be günyoksullaşmakta, sosyal sorunlar artmakta, toplumsalyaşamda hoşnutsuzluklar ve öfke giderekyoğunlaşmaktadır. Tüm bu gelişmeler sosyalmücadelelerin önünü açabilecek imkanlarbarındırmaktadır. İşte sermaye düzeninin asıl korkusuburada yatmaktadır. Saldırganlığı, toplumu daha sıkıbir biçimde denetleme arzusu bunun içindir ve bununher zaman ilk hedefi ilericiler, devrimciler vekomünistler olmuştur.

KESK’e yönelik saldırılar, Kürt halkının haklı vemeşru taleplerinin azgın devlet terörü ile bastırılmayaçalışılması, Sabra’da olduğu gibi sınıf devrimcilerininsiyasal faaliyetinin patron kurşunları ve devlet zoruylaengellenmek istenmesi, devrimci tutsaklar üzerindekibaskının artması güncel örneklerdir. Son olarakMamak’ta yaşanan devlet terörünün hedefinde bir kezdaha devrimci sınıf mücadelesi ve onun mevzileri yeralmaktadır.

Bütünlüğü içerisinde düşünüldüğünde sermayeninbu saldırılarının kendi içerisinde bir mantığı vardır,zira gerisinde bir sınıf tutumu yatmaktadır. Geçtiğimizhafta boyu Mamak’ta yaşanan saldırıların mahiyeti debudur. Özelde ise sebep, Mamak’ta yılları bulankesintisiz bir devrimci faaliyetin giderek bölgedekiemekçiler ile güçlü bağlar kurmasından duyulankorkudur. Devletin sistematik saldırılarına rağmenyıllardır bu bölgede yürütülen devrimci siyasalfaaliyetin ve bu eksende ortaya konulan kararlılığınher koşul altında korunabilmesi sermaye devletinirahatsız etmektedir.

Saldırıları boşa çıkarmak için devrimcimücadeleyi yükseltelim!

Devrimci güçlere yönelik saldırılarına hız verensermaye iktidarı ileride gelişebilecek sosyalhareketlenmeleri öncüsüz ve etkisiz hale getirmeninhesaplarını yapmaktadır. Burjuvazi bu konuda açık birsınıf bilincine sahiptir. İşte bu noktada yaşanansaldırıları boşa çıkarmak, dahası buradan güçlenerekçıkmak için devrimci siyasal mücadeleyi yükseltmekve emekçilere mal etmek büyük önem taşımaktadır.Genel planda siyasal faaliyetin yaşanan tüm saldırılararağmen kararlılıkla sürdürülmesi, krizin faturasınınemekçilere ödetilmesi çabalarına karşı mücadeleningeliştirilmesi ve sınıf mücadelesinin yükseltilmesitemel bir yerde durmaktadır.

Komünistlerin, kriz dönemini çok yönlü birhazırlıkla karşılamaya dönük vurgusu işte bu açıklıklakavranmalıdır. Komünistler olarak kriz döneminintemel yönlerine dair bir dizi değerlendirmeyi öndentüm yönleri ile ortaya koymuştuk. Şu an yaşananlar veen başta sermayenin artan saldırganlığı budeğerlendirmeleri doğrular niteliktedir.

Siyasal faaliyetin kesintisiz sürdürülmesi ile paralelolarak saldırıya uğrayan her mevzinin geniş emekçikitleler tarafından sahiplenilmesi oldukça önemlidir.Buradan hareketle emekçiler taraflaştırılabilmeli vedahası hareket ve eylem içerisine çekilebilmelidir. Zirasaldırının hedefinde çoğu zaman sınıfın ve emekçikitlelerin mücadele mevzileri bulunmaktadır. Sınıf veemekçi kitleler her zamankinden daha fazla ısrarla bumevzileri sahiplenmeye çağrılabilmelidir.

Tabii ki bu hiçbir zaman siyasal faaliyetinkendisinden ve gündemlerinden ayrı düşünülemez.Tek başına kurumlara yönelen devlet terörünügündemleştiren; saldırının temel hedefini, sermayedüzeni ve kriz ile bağını kuramayan bir pratik, dahabaştan kısır sonuçlar doğurmaya mahkumdur. Bubilinçle süreci örmek, devrimci faaliyeti hedef alan

saldırılara karşı sınıfın gündemleri eksenindemücadeleyi yükseltmek görevi komünistlerinomuzlarındadır. Bu konuda Mamak’ta saldırınınardından hızla verilen eylemli yanıt, tümsınırlılıklarına rağmen anlamlıdır. Bu süreçte birçokemekçi ve genç kurumlarımızı ve tutuklu devrimcilerisahiplenmek için harekete geçirilebilmiştir. Birçokinsan olanaklarını devrimci faaliyete açabilmiştir.

Sürecin bir başka önemli ayağı ise devrimci veilerici güçlerin saldırılar karşısında ortak bir mücadelehattında buluşabilmeleridir. Sınıf devrimcileri olarakdevrimci hareketin genel durumu ve sınırlılıklarınıbilerek hayallere kapılmadan, ama yaşanan saldırınıntüm devrimci hareketi hedeflediği gerçeğinin altını dakalınca çizerek bu alanda gerekli adımları çok dahagüçlü ve hızlı atabilmeliyiz.

Sesimizi boğmaya hiçbir güç yetmeyecek! Abluka dağıtılacak, saldırılar boşa

düşürülecektir!

Komünistler olarak sermaye devletinin her saldırısıkarşısında açık bir bilinçle siyasal görevlerimize çokdaha sıkı sarılmasını bildik. Saldırılardan öğrenerek,sınanarak ve dahası güçlenerek çıkma hedefi ilehareket ettik. Bu bugün de böyledir. Bu saldırılarmevzilerimizi pekiştirmekte, dahası öfkemizibüyütmektedir. Dolayısıyla sermaye düzeninin tüm busaldırganlığı beyhudedir.

Biz komünistler bunun bilinci ile çok daha kararlıve soluklu bir şekilde devrimci siyasal mücadeleninsorumluluklarını omuzlayacak, yaşanan ablukayıdağıtarak saldırıları boşa çıkaracağız. Bundan hiçkimsenin kuşkusu olmasın. Buradan bir kez daha tümişçileri, emekçileri ve gençleri devrimci mücadeleyiomuzlamaya, mevzilere sahip çıkmaya, tutuklu sınıfdevrimcileri ile dayanışmayı yükseltmeye çağırıyoruz!

Ankara’dan Komünistler

Devrimci-sosyalist gazete ve dergiler, 18 Ağustos akşamı Taksim Tramvay Durağı’nda gerçekleştirdiğieylemle aralarında gazetemiz Ankara muhabiri Eda Ünalan’ın da bulunduğu üç BDSP’linin tutuklanmasınıprotesto ettiler. Devrimci-sosyalist basın yayın organları üzerindeki baskıların son bulmasını istediler.

“Devrimci-sosyalist basın susturulamaz!” ozalitinin açıldığı eylem Kızıl Bayrak, Atılım, DevrimciDemokrasi, Devrimci Hareket, İşçi-Köylü, Mücadele Birliği, ODAK, Proleterce Devrimci Duruş, ÜrünSosyalist Dergi, Barikat, Kaldıraç gazete ve dergileri adına gerçekleştirildi. Eyleme Alınteri ve Yürüyüşdergisinin yanısıra Emekli-Sen Aksaray ve Kadıköy şubeleri ile KESK / Yapı Yol Sen İstanbul Şubesi de destekverdi.

Kızıl Bayrak gazetesi çalışanı Özgün Çetin tarafından okunan açıklamada, mücadeleye yol gösteren vedüzenin pisliklerini ortaya seren devrimci-sosyalist basının sansür, kapatma cezası, dergi bürolarının basılması,gözaltı ve tutuklamalarla yıldırılmaya çalışıldığı vurgulandı. TCK ve TMY ile bu sürecin daha daağırlaştırıldığı ifade edildi.

Sosyalist-devrimci çizgide yayın hayatını sürdüren çeşitli gazette ve dergilerin karşı karşıya kaldığısaldırıların da sıralandığı açıklamada bu saldırılara son olarak Kızıl Bayrak gazetesi Ankara muhabiri EdaÜnalan’ın tutuklanmasının eklendiği ifade edildi.

Yapılan açıklama şu sözlerle sona erdi: “Bugüne kadar gazete binalarının bombalanmasına, çalışanlarınınkaçırılmasına-katledilmesine, sansüre, yayın yasaklarına, ekonomik zorlanmalara rağmen geri adım atmayandevrimci-sosyalist ve ilerici basın, işçi ve emekçilere gerçekleri açıklamaya, çürümüş ve kokuşmuş düzeni vedevleti teşhir etmeye, devrimin ve sosyalizmin sesini kitlelere taşımaya devam edecektir.”

Kızıl Bayrak / İstanbul

Devrimci-sosyalist basından tutuklamasaldırısına karşı ortak yanıt…

Faşist terör sökmedi, sökmeyecek! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 9Sayı: 2009/32 H 21 Ağustos 2009

Ankara'da devlet terörü 3 sınıfdevrimcisinin tutuklanmasıyla sürüyor!

Baskılar bizi yıldıramaz! Devlet terörü 14 Ağustos günü İzmir’de Çiğli

İşçi Kültür Evi tarafından yapılan basın toplantısıylaprotesto edildi.

İzmir İnsan Hakları Derneği’nde (İHD)gerçekleştirilen toplantıda ilk olarak İHD İzmir ŞubeBaşkanı Ahmet Alagöz söz aldı ve son dönem artandevlet terörüne değinerek devrimcilere ve Kürtleresürekli saldırı ve baskı uygulandığını vurguladı.

Çiğli İşçi Kültür Evi tarafından yapılanaçıklamada ise bu saldırının, KESK’e, Kürt halkınave Kent A.Ş. işçilerine yönelik polis saldırısından,devrimci-sosyalist basına yönelik saldırılardanbağımsız olmadığı söylendi.

Bu saldırılarla devletin, toplumsal mücadeledinamiklerini ezmek, ülkeyi dikensiz gül bahçesinedönüştürmek, devrim ve sosyalizm mücadelesinigüçsüz bırakmak istediği belirtildi, tutuklularınserbest bırakılması talep edildi.

Kızıl Bayrak / İzmir

Adliye önünde eylem14 Ağustos günü Ankara Adliyesi önünde basın

açıklaması gerçekleştirdiler. Açıklamada, bu saldırının Bedrettinler’den, Pir

Sultanlar’dan bugüne insanın insanı sömürmediği birdünyanın özlemine; Nazımlar’dan, YılmazGüneyler’e, Jaralar’dan Nerudalar’a sanatı işçi veemekçilerin kurtuluş mücadelesinin bir parçasıolarak görenlere ve sınıf devrimcilerinin faaliyetineyönelik olduğu vurgulandı.

Basın açıklaması şu sözlerle son buldu: “Bir kezdaha buradan haykırıyoruz: işçi sınıfının veemekçilerinin örgütlülüklerine saldırarak devrimcikültür sanat faaliyetimizi engelleyemediniz,engelleyemeyeceksiniz.

Eyleme Halk Cephesi, Partizan, DEV-LiS (SDP),78’liler Birlik ve Dayanışma Derneği, DevrimciDemokrasi ve TÜM-İGD destek verdi.

Kızıl Bayrak / Ankara

İstanbul: “Devrimci faaliyetengellenemez!”

Ankara’daki tutuklama terörü 15 Ağustos günüBDSP tarafından Galatasaray Lisesi önündegerçekleştirilen eylemle protesto edildi. Açıklamada,devrimci faaliyetin engellenemeyeceği ifade edildi.

BDSP adına yapılan açıklamada, krizi fırsataçevirmeye çalışan burjuvazi ve onun yürütme organıolan AKP hükümetinin, krizin faturasını işçi veemekçilere ödetmek için tüm imkanlarını seferberettiği, arka arkaya çıkarılan teşvik paketleriyle,krizin yükünü işçi ve emekçilere yıktığı ifade edildi.

Ankara’da sınıf devrimcilerine yönelik saldırının,devrimci sınıf mücadelesini hedeflediği vurgulandıve “saldırıları püskürtmenin yolu, sınıfın gücünüaçığa çıkarmaktan geçiyor” denildi.

DTP ve ODAK’ın da destek verdiği eylemcoşkulu biçimde sona erdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Mamak’ta gözaltı vetutuklamalara karşı yürüyüş...

Devlet terörü 15 Ağustos akşamı Mamak’tagerçekleştirilen yürüyüşle protesto edildi. Mamakİşçi Kültür Evi tarafından Tuzluçayır’dagerçekleştirilen eylemde devletin sınıfdevrimcilerine yönelik gözaltı ve tutuklamaterörünün devrimci faaliyetten duyduğu korkununifadesi olduğu belirtildi.

Mamak İşçi Kültür Evi önünden başlayan eylemTuzluçayır Meydanı’nda gerçekleştirilenaçıklamayla son buldu. “Faşist baskılar ve devletterörü bizi yıldıramaz! / Mamak İşçi Kültür Evi”pankartının açıldığı eyleme ESP, Marksist Bakış,AKA-DER, UİD-DER, DHF, Alınteri, İdilcan KültürMerkezi ve Halkevleri destek verdiler.

Kızıl Bayrak / Ankara

Baskılar, tutuklamalar bizi yıldıramaz!

Ankara’da 7-8 ve 9 Ağustos tarihlerindegerçekleştirilen Mamak Kültür Sanat Festivali’ninardından 11 Ağustos 2009 tarihinde Terörle MücadeleŞube ekipleri tarafından Mamak İşçi Kültür Evi’ne veBDSP’lilerin kaldığı evlere baskınlar düzenlendi, 2BDSP’li gözaltına alındı.

Sabah erken saatlerde Mamak İşçi Kültür Evi’nibasan TMŞ ekipleri, fotoğraflar, CD’ler, bilgisayarkasaları, Eksen Yayıncılık’a ait kitaplardan oluşan 6 koliile kurum arşivindeki bazı materyallere el koydu.Mamak İşçi Kültür Evi bünyesinde oluşturulan müzikatölyesinin gitaristi Gülnür Ertaş ve Kızıl Bayrakgazetesi çalışanı Eda Ünalan ise evlerine yapılanbaskınlarla gözaltına alındı.

Devreye sokulan gözaltı terörünü 14 Ağustos günütutuklama saldırısı izledi. 11 Ağustos günü yapılan evbaskınlarında gözaltına alınan devrimciler savcılıktaalınan ifadelerinin ardından tutuklama istemiyle sevkedildikleri mahkemece tutuklandılar.

Baskınlar sırasında gözaltına alınan Eda Ünalan veGülnür Ertaş hakkında “yasadışı örgüt TKİP’ninfaaliyetlerine katılmak ve örgütün propagandasınıyapmak” gerekçesiyle Ankara 11. Ağır CezaMahkemesi tarafından tutuklama kararı verildi.Haklarında tutuklama kararı verilen BDSP’liler SincanKadın Cezaevi’ne gönderildiler.

Tutuklama kararı verildiği sırada adliyenin önündebekleyiş devam ediyordu. Cezaevine götürülürken zaferişareti yaparak dışarıya çıkan sınıf devrimcileri“Devrimci irade teslim alınamaz!”, “Baskılar biziyıldıramaz!”, “Devrimci tutsaklar onurumuzdur!”,“Yaşasın devrim ve sosyalizm!” sloganları ve alkışlarlauğurlandılar.

Eda Ünalan ve Gülnür Ertaş Sincan KadınHapispanesi C-1’de kalıyor.

Tutuklama terörü sürüyor!

14 Ağustos akşamı ise devlet terörü yeni bir gözaltıile sürdü. Mamak İşçi Kültür Evi çalışanı ve geçtiğimizgenel ve yerel seçimlerde BDSP’nin adayı olan EvrimErdoğdu da akşam saat 20.00 sıralarında gözaltınaalındı.

3 gün boyunca gözaltında tutulan Evrim Erdoğdu, 17Ağustos günü çıkarıldığı mahkemece “Yasadışı örgütTKİP’nin faaliyetlerine katılmak ve örgütünpropagandasını yapmak” gerekçesiyle tutuklandı veSincan Kadın Cezaevi’ne gönderildi.

Aynı zamanda ağır bir “astım” hastası olan EvrimErdoğdu gözaltında bulunduğu süre zarfında iki kezAnkara Numune Hastanesi’ne kaldırıldı. Avukatlarının“Erdoğdu’nun astım hastalığı nedeniyle yargılanmasınatutuksuz devam edilmesi” yönündeki talepleri isemahkeme tarafından reddedildi.

Erdoğdu’nun savcılıkta ifadesi alındıktan sonramahkemeye getirilişi sırasında BDSP’liler basınaçıklaması gerçekleştirdi. Açıklamaya DHF destekverirken Evrim Erdoğdu’nun saat 17.30 sıralarındatutuklandığı haberi avukatlar aracılığıyla alındı. GülnürErtaş ve Eda Ünalan’ın cezaevine gönderilişinin bireyleme dönüştürülmesi üzerine Evrim Erdoğdu’nuncezaevine gönderilme işlemi saklı-gizli yapıldı.

Evrim Erdoğdu’nun da tutuklanmasıyla birlikte 11Ağustos sabahı Ankara’da devreye sokulan devlet terörüsonucunda tutuklanan BDSP’lilerin sayısı üçe çıktı.

Kızıl Bayrak / Ankara

Katleden kapitalizmdir!10 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/32 H 21 Ağustos 2009

Marmara depreminin 10. yılında...

Kapitalizm öldürmeye devam ediyor!İzmit merkezli yaşanan ve tesiri Yalova, İstanbul,

Adapazarı, Bursa’ya uzanan, milyonlarca insanıdoğrudan etkileyen depremin üzerinden tam 10 yılgeçti. Kentlerin harabeye döndüğü, taşın taş üstündekalmadığı günlerde bir başka gerçek daha ölümlerlebirlikte karşımıza çıktı. Deprem bizi, ölüm kadarsoğuk, ölüm kadar insana yabancı bir yüzle,kapitalizmin insana, emekçiye yabancı yüzüyle birkez daha tanıştırdı.

Enkazın altında resmi rakamlara göre, 17 bin 480,resmi olmayan rakamlara göre ise 50 bin ölümüzvardı. Enkazın üstünde ise yine resmi kayıtlara göre23 bin 781, yok sayılan rakamlara göre ise 100 bineyakın yaralı... 285 bin 211 konut, 42 bin 902 işyerihasar görmüştü. Çöken 133 bin 683 bina yaklaşık 600bin kişiyi evsiz bırakmıştı. Yaklaşık 16 milyon insanıise deprem farklı şekillerde etkilemişti. Her sarsıntıdatelaşa kapılan insan gerçeği bu toplumsal travmanınbir sonucuydu.

Fakat “yaralar sarılacaktı”, “devlet dimdikayaktaydı”. Bu doğal felaketi almadıkları önlemlerlebir katliama dönüştürenlerin sarf ettiği çaba busözcüklerden ibaretti.

Oysa bilinmekteydi ki “Deprem BölgeleriHaritası”na göre ülke nüfusunun %95‘i depremtehlikesi altında yaşamaktaydı. Yani ülkenin %92’sideprem hattı üzerindeydi. Keza büyük sanayimerkezlerinin %98’i, barajların %93’ü de öyle.

İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) MadenFakültesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü Yer FiziğiAnabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Haluk Eyidoğandanışmanlığında Jeofizik Mühendisi Caner Uysaltarafından da bir rapor hazırlandı. “Türkiye’de Nüfusve Çeşitli Sektörlerin Deprem Riskinin İncelenmesi”konulu bu rapora göre de; Türkiye’nin 71 milyon 517bin 100 olan nüfusunun yüzde 45’inin birinci, yüzde26,6’sının ikinci, yüzde 14,6’sının üçüncü, yüzde12,3’ünün dördüncü ve yüzde 1,5’inin beşinci derecedeprem bölgesinde yaşamaktadır.

Yine son 60 yılda meydana gelen depremler, resmirakamlara göre 60 bin insanımızı aramızdan almıştır.

Milyonlarca insan deprem dehşetiyle sarsılmışken,enkaz altında kalan yakınlarını ararken burjuvazininmebusları da iş başındaydı. Meclislerinden, emeklilikyaşını da yükselten sosyal yıkım yasalarını geçirmeklemeşgul olanlara depremi hatırlatan enkaz altındangelen ceset kokularıydı. Yani onları harekete geçirenenkazın altından yükselen “sesimi duyan var mı”çığlıkları değildi. Zaten kulakları emekçilere her daimkapalıydı.

Ve şimdi, tam on yıl sonra, sosyal yıkımsaldırısının doğrudan sorumlularından döneminÇalışma Bakanı Yaşar Okuyan bunu farkında olmadanitiraf etmektedir. “Ankara, yüzyılın en büyükdepremine hazırlıksız yakalandı. Başkent uzun birsüre bölge ile irtibat kuramadı... Yardımları bölgeyeulaştıramadı... Adapazarı, Yalova ve Gölcük’te ilk üçgün başıboşluk yaşandı...”

Sağlık Bakanı olan MHP’li Osman Durmuş’un isebaşka bir uğraşı daha vardı. Ermenistan’dan gelen kanbağışını, “Türk kanının saflığını korumak” içinreddeden, Yunanistan’ın yardım önerilerini geriçeviren, Kızılhaç’ın yardımlarını istemeyen“vatansever” bir bakandı o.

Emekçiler tıbbi yetersizlikler sonucu can verirken“damarlarındaki asil kanı” hatırlayanlar, aramakurtarma ekiplerinin yok denecek kadar azlığı

nedeniyle on binlerce insanı toprağa gömenler“yabancı”, “el”in yardımlarını geri çevirirken, hizmetettikleri sınıfın, sermayenin çıkarları için IMF’nindirektiflerini yerine getirmekten memnundular.

Daha çok kara, ranta dayalı olarak yapılandenetimsiz binalar çökerken sorumlularyargılanmamış, yargılananlar ise aklanmıştı.Depremden sonra Kocaeli’de açılan 932 cezadavasından 921’i, Sakarya’da 418 davanın 394’ümüteahhitlerin lehine sonuçlanırken, Bolu veAfyon’da dava bile açılmadı. Yalova’daki davalarınbirçoğu sonuçlandırılmadı. Devlet kurumlarıaleyhinde açılan davalar 60 günü geçtiği için işlemekonmadı. Müteahhitler aleyhinde açılan davalarınkanunen reddedilmesinin gerekçesi ise, suç tarihiolarak binaların yapım tarihini başlangıç saydığı için“zamanaşımı” idi.

Kızılay üzerinden o günlerde süren rant kavgasıise çürümenin bir başka göstergesiydi.

Ancak yine de bir suçluya ihtiyaç vardı. O suçluda sadece Veli Göçer oldu. Devlet, Göçer’le göçenkapitalizmi aklarken yine emekçileri zor durumdabıraktı. Deprem mağdurları Göçer’e açtıkları tazminatdavasını kazandıklarına bile pişman oldular. Çünkühem kazandıkları tazminat parasını alamadılar, hemde mahkemenin kararı gereğince, Göçer’in avukatınınvekâlet ücretini ve mahkeme masraflarını ödemezorunluluğuyla karşılaştılar. Bu parayı ödeyemeyenailelerin evlerine şimdi birer birer haciz gelmektedir.

Önce deprem vurdu, şimdi AKP vuruyor

Bugün Başbakan Erdoğan Marmara depreminin10. yılı dolayısıyla yayınladığı mesajında “Onbinlerce vatandaşımız evsiz, barksız kaldı. Ülkemiztarihinin en büyük felaketlerinden birisi olmasınarağmen, o tarihten günümüze yaraların sarılması vezor durumda olan vatandaşlarımızın ihtiyaçlarınıngiderilmesi bakımından çok önemli mesafeleralınmıştır. Özellikle depremin ilk günlerindesergilenen sosyal dayanışma ve yardımlaşma bütündünyaya örnek olacak niteliktedir” demektedir.Görüldüğü üzere başbakan deprem sonrası önlemleralındığını söylemekte ve kendinden önceki hükümetinseyrederek toprağa gömdüğü on binlerinsorumluluğunu da paylaşmaktadır.

Ne gibi önlemler alındığına geçmeden öncedeprem mağdurlarının mağduriyetinin nasıl devamettiğine bakmakta fayda var. Depremde yakınlarınıkaybedip kendileri sağ kalanların hayatı yinesarsılmakta, başlarını soktukları evleri ellerindenalınmak istenmektedir. Irak Kızılayı’nın 10 milyondolarlık bağış petrol yardımı ile depremzedelerinoturması şartıyla İzmit’te deprem konutları yapılmıştı.Arızlı’daki bu 230 konut, kalıcı konutlardan haksahibi olamayıp fakat depremde aile fertlerindenbirden fazlasını kaybeden depremzedelere verilmişti.5 yıllık süre sonunda Kocaeli Valiliği ve Özel İdareMüdürlüğü, buradaki depremzedelere, “Buradaoturma süreniz doldu” diyerek çıkmalarını istedi.Boşalan konutlar ise Vali yardımcıları ve dairemüdürlerine lojman olarak verilmeye başlandı. 80daireye bu şekilde kentin ayrıcalıklı zatlarıyerleştirilmiş oldu. Diğer konutları ise depremzedelerboşaltmadı. Son olarak Bölge Çalışma MüdürYardımcısı Ercan Kale polis korumasında Arızlıkonutlarına taşınmak istendi. Depremzedeler ise buduruma isyan ettiler. Sitenin girişinde barikat kurarakeşyaları getiren kamyonu engellemek istediler. Ancakpolis ekipleri barikat önünde duran depremzedelerevahşice saldırarak, kamyonu içeri aldı. Saldırısırasında 4 depremzede gözaltına alınırken, çok sayıdainsan da yaralandı. 16 Aralık’ta gerçekleşen busaldırıdan 2 gün sonra bu kez gece saat 02.00’de ismiaçıklanmayan bir vali yardımcısının evi taşınmakistendi. Arızlı’da oturan depremzedeler yinedirendiler. Polis yine saldırdı. Vali yardımcısınınevinin taşınmasına izin vermeyen depremzedeleresabaha karşı polis saldırısı gerçekleşti. Bu saldırıda da6 depremzede yaralandı. “Sarılmaya devam edilenyaralar” işte böyle kanatılmaya devam edilmektedir.

Beklenen yıkımın sorumlusu deprem değil,yine kapitalizm olacak!

Deprem tehlikesini magazin haberleri gibisunanların, bu tehlikeye karşı aldığını söyledikleritedbirlerin hiçbir inandırıcılığı yoktur. Yapılanaraştırmalar ve TBMM’deki soru önergelerine verilenyanıtlar bunu doğrulamaktadır.

“Ülke çapında 2005 yılında yapılan bir envanterçalışmasına göre 80 bin kamu binasından 4 bininin

depreme dayanıklılık analizi yapılmıştır. Bunlarınbüyük bölümünün deprem yönetmeliğinin öngördüğüperformans düzeyine ulaşamadığı belirtilmektedir.2002–2008 yılları arasında Sağlık Bakanlığı’na bağlısağlık kurumlarının 265’inde deprem dayanıklılıkanalizi yapıldığı ve 30 hastanenin güçlendirildiği busüre zarfında güçlendirilen hastaneler arasındaİstanbul’daki hastanelerin bulunmadığıgörülmektedir.”

Yine TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası İstanbulŞube Başkanı Cemal Gökçe, okulların yüzde 92’siningüçlendirilmeyi beklediğini, sadece 12 okul binasınınyıkılarak yeniden yapıldığını söylemektedir.İstanbul’da 300’den fazla hastane olduğunu belirtenGökçe, bu hastanelerden 2 hastane binası 1’i de semtpolikliniği olmak üzere sadece 3 tanesiningüçlendirildiğini ifade etmektedir. Bugün işçi veemekçilerin kaldığı hangi evde ve mekânda denetimyapılmıştır sorusunun cevabı ise herkesçe malumdur.

Yine yasalar çevresinde yetkisi ve yaptırım gücüolmamasına rağmen ilgili bakanlıkların ve devletkurumlarının yerine getirmesi, alınması gerekenönlemler vb. bir dizi çalışmayla tanınan UlusalDeprem Konseyi’nin 2007’de kapatılmış olmasıayrıca dikkat çekicidir.

Bu birkaç örnekten de anlaşılacağı üzere birdeprem hattı üzerinde yaşamamıza rağmen hastanelerve okullar başta olmak üzere depreme dair alınanhiçbir önlemden bahsetmek mümkün değildir. İşçi veemekçilerin yaşam alanları büyük bir tehlikealtındadır.

Burjuvazi için deprem de bir fırsattır

Öte yandan sermaye devleti deprem tehlikesini defırsata çevirmeyi bilmiştir. İstanbul SerbestMuhasebeci Mali Müşavirler Odası (İSMMMO)konuya dair bir açıklama yaptı. “Deprem VergileriBütçeye Yama Oldu” başlıklı bu açıklamaya göre; “ekgelir, ek kurumlar, ek emlak, ek motorlu taşıtlarvergilerinden sağlanan gelir hariç sadece, özel işlemve özel iletişim vergileriyle 16 milyon haneninyaşadığı Türkiye’de devletin deprem için her ailedentahsil ettiği tutar aile başına 1,7 bin lirayı buldu. Kişibaşına ödenen deprem vergisinin miktarı da 375 lirayıbulacak.” İSMMMO’nın yaptığı hesaplamaya göre,2000 yılında “yaraları sarmak” gerekçesiyle getirilendeprem vergilerinden bu yıl sonuna kadar eldeedilecek gelir 27,2 milyar lira olacak.

İşte bu elde edilen miktarın nereye harcandığı bellideğildir. Deprem için alınan tedbirlere gitmediğianlaşıldığına göre bu fonun da sermayenin kasasınaaktığı açıktır. Binaları depreme dayanıklı halegetireceğim diye işçi ve emekçilerden parakeseceksin, sonra bunları hortumlayacaksın. İşsizlikfonunda biriken paranın akıbeti her nasılsa, depremfonunda biriken paranın akıbeti de aynıdır. Ölüsoyucuları, insanlar yaşama gözlerini yumduktansonra cesetler üzerindeki paraya dönüştürülebilirdeğerli şeyleri çalmaktadır. Bunlar ise daha ölmedenönce bizleri soyup, ardından ölümümüze ortamhazırlamaktadırlar. Bir düşünün, aralarında nasıl birfark vardır?

Gerçek felaket deprem değil, kapitalizmdir!

Sözün kısası on binlerce insanın hayatınıkaybetmesine neden olan gerçekte deprem ya da diğerdoğal felaketler değildir. Alınmayan önlemlerle budoğal felaketleri doğal olmayan felaketler halinegetiren, trajediye dönüştüren kapitalist sistem, busistemin uygulayıcıları, tüm “devlet erkânıdır.” Yanidoğal afetler değil kapitalizm öldürmektedir. Çünkügelişen teknoloji, bilim ve modern tıp insanlığınhizmetine sunulduğu takdirde, doğal felaketlerinhepsini engellemek mümkün olmasa da, zararlarını en

aza indirmek mümkündür.Güvenceli, depreme ve felaketlere dayanıklı

malikânelerde yaşayanlar için 17 Ağustos’un tek biranlamı olabilir. Yaşanacak böylesi büyük felaketlerinyaratacağı toplumsal tepkiye şimdiden hazırlıklıolmak. En büyük endişeleri budur. Silah tekellerininkarlı çıktığı haksız savaşlar ile ceset torbalarınınrağbet göreceği bir felaket arasında onlar için özde birfark yoktur. Yeter ki düzenlerini tehlikeye sokan birbaşkaldırı olmasın. Onların en büyük korkusu budur.Deprem üzerindeki bu duyarsızlığın ve ilgisizliğin

başka hiçbir mantıklı açıklaması yoktur. O halde kırılan fay hatlarından oluşacak derin

çatlaklar bize mezar olmadan önce biz kapitalizmimezara gömelim. Çünkü herkesin ihtiyacına uygun,sağlıklı, depreme ve doğal felaketlere dayanıklı konut,yaşanılabilir bir kent ve insanca bir yaşam ancaksosyalizmle mümkündür.

Yoksa Nazım’ın dediği gibi; “Bir şehir vardı.Yeller eser yerinde. Beş şehir vardı. Yeller eseryerinde. Yüz şehir vardı. Yeller eser yerinde. Yok olanşehirlere şiirler yazılmayacak. Şair kalmayacak ki.”

Katleden kapitalizmdir! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 11Sayı: 2009/32 H 21 Ağustos 2009

Büyük Gölcük Depremi’nin 10. yılında Şehir Plancıları Odası 25. Dönem Afet ve Risk Komisyonu, içindemevcut durum tespiti, yaklaşım ve önerilerin bulunduğu bir deprem değerlendirme raporu hazırladı. 17Ağustos 2009’da, depremin 10. yıldönümünde hazırlanan bu rapor, Şehir Plancıları Odası internet sitesinde(www.spo.org.tr) yayınlanarak kamuoyuna deklare edildi.

Bilimsellikten uzak planlamada ısrar

Raporda, üzerinden geçtiğimiz on sene boyunca yapılan etkinliklerin sorunu çözme adına yetersiz kaldığıbu noktada karar verme erkini elinde bulunduranların ise konuya bilimsel yaklaşmadıkları gibi, süreci sadeceizlemekle yetindikleri belirtildi.

Yasal, yönetsel ve finansal çalışmaların bir açıdan, soruna bir nebze de olsa katkı sağladığı belirtilmekleberaber hazırlanan bilimsel raporlarda ortaya konulan önerilerin yine o erki elinde bulunduranlar tarafındanısrarla uygulamaya konulmaması, afet öncesi risk azaltma ve risk sektörlerini esas alan uzun vadeli kalıcıçözümler üreten sosyal-mekansal planlamaya önem verilmemesi hatta planlamanın reddedilmesi raporda sıksık eleştirilere konu oldu.

Bununla birlikte bilimsellikten uzak, kent topraklarına sadece rant gözüyle bakan bir anlayışınkentlerimize her geçen gün ağır ve geri dönüşü olmayan hasarlar verdiği vurgulandı. Kent planlamasındakiparçacıl plan anlayışının ve beraberinde getirdiği parçacıl yasaların, (Büyükşehir, Belediye, İl Özel İdaresi veKentsel Dönüşüm gibi) yerel yönetimlerde ve İmar Mevzuatı’nda bir reform oluşturamayacağı belirtilerek buyasalara ek olarak çıkarılan Afet Yasası’nın afet durumlarında sorunların çözümünde yeterli kolaylığısağlayamadığına değinildi.

Raporda, plan disiplininin olmaması, denetimlerin yapılmaması, yapı teknolojisinin gelişmemiş olması veyapı inşasında kullanılan malzemelerin kalitesiz olması, kayıt dışı oluşan yapı stoku ve beraberinde getirdiğiimar afları, kentsel yönetimlerin bilimsellikten uzak rant odaklı plan yapmaları, hızlı kentleşme, buna karşıhızla karşılanmayan altyapı hizmetleri gibi bir çok sorun Türkiye kentlerinin boğuştuğu sorunlar olaraksıralandı.

Rant anlayışına son

Sonuç olarak 17 Ağustos gibi olayların önüne geçilmesi için sadece deprem sonrası yapılacak çalışma iledeğil, ancak duruma bir süreç olarak bakılıp o şekilde müdahale edildiği takdirde olumlu sonuçlar alınacağıvurgulandı. Kentsel toprakları rant kapısı olarak gören anlayışın bir an önce terk edilmesi, onun yerinebilimsel, planlama ilkelerine uygun imar planlarının hazırlanmasının kentlerimiz açısından önemli olduğusöylendi. Çözüm önerileri olarak özellikle “risk yönetim” sistemlerinin oluşturulması ve yerleşmelerimizinrisklerden arındırılması için bölgesel ve kentsel ölçeklerde acil olarak “sakınım planları”nın hazırlanması dilegetirildi.

Toplumcu Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları

Deprem raporundan yansıyan gerçekler!

Sınıfa karşı sınıf!12 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/32 H 21 Ağustos 2009

Sendikal hareket içindeki bürokratik yozlaşmauzun yıllardır kabul gören bir gerçeklik. Her ne kadarher bir bürokrat kendisinin bu çarkın dışında olduğunuiddia etse de en “devrimci” geçineni bile bu bürokratikkastlaşmanın bir parçası olabiliyor. Bugün karşımızdaher geçen gün tabanından daha fazla kopan,bulunduğu konumun ekonomik ayrıcalıkları bir yanasağladığı sosyal statü ile gözleri kamaşan ve tümpratiğini bu statüsünü daha da yükseltmeyeendekslemiş bir bürokratik kastlaşma ve yozlaşmagerçeği var.

İster “Üretmek, kazanmak, kazandırmakistiyorum!” diyerek doğrudan sermayeye hizmet etsin,ister “Üretimde söz sahibi olmak istiyorum!” diyerekdaha dolambaçlı yollardan burjuva ideolojisini işçisınıfına taşımaya hizmet etsin her iki anlayış daözünde işçi sınıfının iktidar mücadelesini kendiiçinden hançerlemektedir.

Bu iki anlayışın işçi sınıfının gündelikmücadelesinde elbette birbirinden ayrılan temelyanları var. Ancak kendisini sendikaların sahibigörme, eleştirilere karşı tahammülsüzlük ve tabanınsöz-karar hakkını geliştireceği mekanizmaları iğdişetme noktasında birleştiklerini ve bu yanlarıyla daözünde hiçbir fark taşımadıklarını söyleyebiliriz. Sınıfbilincinin gelişimine bilinçli tutumlarla engel olmak,işçi sınıfının kolektif üretim yeteneğinin kolektifyönetim yeteneğine dönüşmesini baltalamakbahsettiğimiz bürokrasinin en temel özelliğidir. Yanisendikaların sınıfın kitlesel örgütleri olduğunuunutarak buralarda kaba denetim mekanizmalarıyaratanların işçi sınıfının devrimci geleceğinden ya daproletarya enternasyonalizminden dem vurmaları eğerbirer aymazlık örneği değilse en iyisinden kendinibilmezlik anlamına gelmektedir.

Bu gerçeği bugüne kadar birçok vesile ile dilegetirdik. Bu dönemde ise yürütülen kurultay çalışmasıile çok daha kapsamlı bir şekilde ele alıyoruz. Ancakburada bizi bir kez daha bir değerlendirme yapmayazorlayan şey bir süre önce Birleşik Metal İşçileriSendikası’nda yaşanan iç gerilimler ve bu gerilimlerinortaya çıkardığı sonuçlar oldu.

Birleşik Metal’de neler yaşanıyor?

Metal sektörünü ve Birleşik Metal’i yakından takipedenler burada yaşanan iç mücadeleleri de az çokbilirler. İki dönemdir yönetimde olan ve kamuoyundadaha mücadeleci yanlarıyla öne çıkan mevcutanlayışın karşısında bir önceki genel başkan ZiyaYılmaz şahsında ifadesini bulan uzlaşmacılığı açıktansavunan bir anlayış vardır. Her ne kadar son merkezgenel kurulunda oldukça ileri bir program etrafındakenetlenmiş bir örgüt görüntüsü yaratılmaya çalışılsada halen Birleşik Metal’de bu iki anlayış arasındakihesaplaşma devam etmektedir.

Bu iki anlayış türlü biçimlerle birbirinin defterinidürmeye çalışırken sendikanın tabanında ise derin birhoşnutsuzluk da alttan alta birikmektedir. Gerçekanlamda bir sınıf bilincinin oluşmadığı, haklarınkitlesel mücadelelerle değil yöneticilerin bireyselyetenekleri ile kazanılacağı eğiliminin ağırlıkta olduğubugünkü koşullarda mevcut yönetimin bu beklentilerikarşılayamıyor oluşu ise bu hoşnutsuzluğu daha daarttırmaktadır. Yani işin özünde son grup TİS’lerindeve kriz sürecinde yaşanan saldırılarda ortaya çıkanolumsuz tablo Birleşik Metal tabanını yeniden bir

arayışa itmekte, kendi kolektif gücünün bilincindeolunmadığı oranda ise bu arayış bir kez daha ZiyaYılmaz anlayışına doğru yol alma tehlikesitaşımaktadır.

Son genel kurul sürecinde türlü ayak oyunlarıylasendikayı yeniden ele geçirme hesapları yapan ZiyaYılmaz’ın bu hesapları boşa düşmüş, sendika içindekietkisi ise bu nedenle oldukça sınırlanmıştı. Artık bualanda mevzilenemeyeceğini anlayan bu zat birkaç ayöncesinde ise Türk Metal çetesinde örgütlenmeuzmanı olarak çalışmaya başlamıştı. Böylece bugünekadar gerçekleştirdiği ihanetleri kendi anlayışınauygun bir yerde gerçekleştirme fırsatına da kavuştu.Burada ise, Türk Metal’in bildiğimiz saldırganlıklarınakendi kişisel intikam hırsını da ekleyen Ziya Yılmaz,Birleşik Metal’in örgütlü olduğu bir dizi fabrikayıTürk Metal’e geçirmek için harekete geçti. ZiyaYılmaz’ın bu saldırganlığı Birleşik Metal GenelYönetim Kurulu’nun “Bir ihanetin ibretlik öyküsü”başlıklı bildirisi ile kamuoyuna da duyuruldu.

Buraya kadar yaşananlar, türlü ayak oyunları iledönen bir anlayış çatışmasıydı. Ancak yukarıdabahsettiğimiz bildiri ile birlikte bu çatışma bir dönemZiya Yılmaz ile birlikte görünen kişilerin sendikadantasfiyesini amaçlayan bir iç hesaplaşmaya dönüştü.

Bu bildiride Ziya Yılmaz’ın son genel kuruldapatronların ve İstanbul 2 No’lu Şube yönetiminindesteği ile delege seçildiği ifade ediliyordu. İşte bugerekçe ile birlikte aradan iki yıla yakın bir zamangeçtikten sonra şube başkanı Yılmaz Bayram hakkındadisiplin soruşturması başlatıldı. Açılan disiplinsoruşturmasının bir diğer gerekçesi ise çeşitliişyerlerinde sendika aleyhine propaganda yaptığıiddiası idi. Peki ne olmuştu da aradan bunca zamangeçtikten, tasfiye operasyonunun belirli bir bölümü(özellikle İstanbul 1 No’lu Şube’de) başarı ilegerçekleştirildikten sonra böyle bir soruşturmayaihtiyaç duyulmuştu? Dahası sendikal demokrasinin entemel ilkelerini ters yüz eden, şubenin anahtarınıdeğiştirerek şubenin kapısına kilit vurduran, tabanayansıtılmamaya çalışılırken fabrikalara çekilenfakslarla sınıf düşmanına yansıtılan, daha bir yılöncesinde örgütlenilen bir fabrikanın Türk Metalçetesi tarafından ele geçirilmesine seyirci kalınmasınaneden olan gerilim neydi?

Bürokratik kastlaşmanın tablosu

Bu gerilimin bir yanı hiç kuşku yok ki son dönem

sendikada yaşanan kan kaybıdır. Kriz dönemi ilebirlikte örgütlülüğe yönelen saldırılardan BirleşikMetal de payına düşeni almış, ilk etapta belli birdireniş ile karşı koymaya çalışsa da o da bir süre sonrabu saldırılara boyun eğmiştir. İşte bu saldırılarınsonucunda son genel kurulda büyük bir gurur kaynağıyapılan %50’lik büyüme buhar olmuş, sendika bir kezdaha 4 sene öncesinin üye düzeyine gerilemiştir. Budönemde başlatılan grev ve direnişler ise yabaşarısızlıkla sonuçlanmış ya da iğdiş edilerek içiboşaltılmıştır.

Bununla birlikte Ziya Yılmaz ve Ali Rıza İkisivrigibi kaşarlanmış hainlerin tehditleri büyük orandageride bırakılsa da mevcut yönetim halen sendikayıdenetim altında tutmakta zorlanmaktadır. Ciddi biralternatiften yoksun olmakla birleşen bu tablo sendikaüzerindeki denetimi sağlayabilmek adına bu beyleriböylesi ayak oyunlarına yöneltmekte, ancak tabanıniradesine yaslanarak püskürtülebilecek gericilikleretersinden bir gericilikle yanıt verilmesine nedenolmaktadır.

Gerici bir anlayışın ürünü olan bu yaklaşımlarakimi yöneticilerin kişisel koltuk kaygılarını daeklediğinizde ortaya çıkan tablo işte böyle ibret vericibir hal almaktadır. Eğer siz eğitim süreçleriniişletmiyor, tabanın söz ve karar hakkının hayatageçirileceği mekanizmaları geliştiripgüçlendirmiyorsanız, dahası mevcut mekanizmalar daellere tutuşturulmuş metinlerle gerçek tabloyu örtenbir seremoniye dönüşüyorsa kastlaşıp yozlaşmanınzeminini oluşturursunuz. İşte Birleşik Metal’e hâkimanlayışın artık farkına varması gereken gerçek budur.

Mazlum rolüne soyunanların hiç suçu yok mu?

Buraya kadar ifade ettiklerimiz Birleşik Metal’ehakim genel anlayışı eleştirse de madalyonun diğeryüzünü, yani yaşanan olayın mazlum karakterinisahiplendiğimiz anlamına gelmez. Tam tersine mevcutgerilimde konumunu korumayı başarsa da şubebaşkanı Yılmaz Bayram da bu genel anlayıştan çokfarklı bir yerde durmamaktadır. Şube genel kurulundamerkez yönetime yönelttiği eleştirileri varılan gericiuzlaşma ile merkez genel kuruluna taşımaması,sonraki süreçte bu sessizliğini koruması, içhesaplaşmanın başlaması ile birlikte kaldırdığı“mücadele” bayrağını indirmesi, dahası bugüne kadarfabrikalardaki mücadele süreçlerine yaklaşımları onun

Birleşik Metal ve bürokratik yozlaşma

Sınıfa karşı sınıf! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 13Sayı: 2009/32 H 21 Ağustos 2009

da genel anlayış planında çok farklı bir konumdabulunmadığının kanıtıdır.

Fabrikalarda krizle birlikte yoğunlaşan saldırılardamücadeleyi örgütlemek dururken patronla pazarlıkyapıp atılan işçi sayısını düşürmekle övünen buanlayıştır. Sendikal eğitimlerin gerçekleşmesinisağlayıp sınıf bilincini geliştirme görevini pas geçen,bunun sonucu olarak Surtel Kablo işçilerine “Özündebir fark görmediğimiz için Türk Metal’e geçtik!”dedirten yine bu anlayıştır. Genel merkezyöneticilerine yakın bir temsilcinin fabrikasındakigelişmeleri saklamasını, temsilcilerin bir kısmıemeklilik bahanesi ile istifa ettirilirken başka birkısmının aynı koşullarda olmasına karşın atanmasınısessizlikle izleyen, iç hesaplaşmanın doruğa çıkmasıile birlikte önce fabrikalara dönüp kendisini korumasıiçin işçileri örgütleyen, emeline erdikten sonra dasessizliğe bürünen yine Yılmaz Bayram’ın kendisidir.Hiç kuşkusuz ki eğer eleştirilerinde samimi olsaydıyapması gereken sınıf sendikacılığı bayrağına sarılıpmücadeleyi sürdürmek olurdu. Ancak o aldığı“ihtar”la konumunu korumayı başardığı anda yenidensessizliğe bürünmeyi tercih etti. Önümüzdeki süreç buaçıdan bir kez daha sınamalara vesile olacak olsa damevcut haliyle o da hasmının konum ve olanaklarınasahip olduğunda hiç de geri kalmayacak pratiklereimza atacaktır.

Yaşanan gerici bir hesaplaşmadır!

Bu yaşananlarda üzerinde durulması gereken birdiğer nokta ise, tüm bu yaşananların sendika içindeciddi bir tepkiye neden olduğudur. Bu tepkilerinönemli bir bölümü ise genel anlayışa yönelmiştir. Şubeüyesi işçilerde kendi gücüne güvensizlikle birlikteşube başkanlarını koruma içgüdüsü baskın olarak önplana çıkarken, farklı şubelerden yansıyan tepkilerdeise sendikal ilkelerin savunulması adı altında yarınöbür gün benzer operasyonlarla karşı karşıya kalmanıntedirginliği kendisini hissettirmektedir.

Neresinden tutarsanız tutun yaşanan olay gerici biriç hesaplaşmadır. Sendikal mücadeleyi ve ilkelerisavunma maskesi altında yaşanan tüm bu olayların tekgerekçesi iktidar hırsı ve konumunu korumakaygısıdır. İfade ettiğimiz örneklerin ise bu durumuifade etme adına oldukça açık örnekler olduğunudüşünüyoruz.

Ancak bunun başka bir boyutu da buhesaplaşmanın yaşanış biçimidir. Sendikaların birerkitle örgütü olduğunu ve sınıfın tamamına karşısorumlu olduğu genel kabulünü bir tarafa koysak bile,

Birleşik Metal tüm metal işçilerinin temsilcisi olduğuiddiasındadır. Bu iddia ise onu bu genel kabulden ötebu iddiası ile bu tabana karşı sorumlu kılmaktadır. Busorumluluğun bir parçası ise kuşkusuz ki tüm butartışmaların kendi tabanına ve kamuoyuna açık birşekilde yapılabilmesidir. Ancak tarafların birbirine dişgeçiremediği ve böylece gerici ve geçici bir uzlaşmaile şimdilik ara verilen bu hesaplaşmada da daha öncebirçok kez yaşandığı gibi kapalı kapılar arkasındakonuşulanlar belirleyici olmuştur. Tarafların hiçbirikendisine ve tabanına güvenen bir pratiğin taşıyıcısıolmamıştır. Bu ise bir kez daha mevcut gerilimdekitarafların aynı konum ve anlayışta olduklarının birkanıtı ve itirafıdır. Sınıfın devrimci ideolojisindenbeslenenlerin kitlelerin önünde savunamayacakları yada özeleştirisini veremeyecekleri hiçbir pratikleriyoktur. Bu pratikten kaçanlar ise işçi sınıfının değil,tam tersine burjuvazinin ideolojisi ile sorunlarayaklaştıklarını ve yürüttükleri siyasetin de burjuvasiyaseti olduğunu unutmamalıdırlar.

Bürokrasiyi tabanın devrimci ruhu ile temizleyeceğiz!

Sendikalardaki bürokratik kastlaşmanın son örneğiolan bu olayda da çözüm hiç kuşkusuz ki bir kez dahatabanın devrimci enerjisinde yatmaktadır. İşçi sınıfınınve onun bir parçası olarak metal işçilerinin sınıfsalbilinci geliştikçe ve taban inisiyatifine dayalı içörgütlülükleri güçlendikçe bu ihanet şebekeleri debirer birer sınıf mücadelesinin tarihinde hak ettikleriyeri alacaklardır.

Sınıf devrimcileri olarak biz tüm engellere rağmenbu devrimci ruhu açığa çıkartmak iddiasındayız ve buyönlü bir pratiği ise tüm gücümüz ile ortayakoyuyoruz. Bugün metal sektöründe gündemde olankurultay çalışması da bu enerjinin açığaçıkarılmasında kritik bir eşiği ifade etmektedir.Sermaye sınıfının tüm saldırılarına ve bürokrasininihanetlerine rağmen bu vesileyle yoğunlaştıracağımızçalışmamız metal işçilerinin kendi inisiyatifine dayalıtaban örgütlülüklerinin de yaratılmasının ilk adımıolacak, bu ise metal işçilerinin bir kez daha sınıflarmücadelesinde oynaması gereken rolü oynadığı birsürecin başlangıcı olacaktır. Bugün sınıfın devrimciideolojisi ile buluşmasının önüne set koyan, sınıfbilincini ve kimliğini körelterek burjuvazinindeğirmenine su taşıyanlara ise cevabı metal işçilerininsınıfın ideolojisine ve taban inisiyatifine dayalı birliğiverecektir.

BDSP’li Metal İşçileri

GOP İşçi Platformu 16 Ağustos Pazar günü “Sosyal yıkım saldırıları ve mücadelenin önemi” başlıklı birpanel gerçekleştirdi. Eğitim-Sen 4 No’lu Şube’de gerçekleştirilen panele Volkan Yaraşır ve BMİS 2 No’luŞube yöneticisi RSA Baş Temsilcisi Bayram Dilek konuşmacı olarak katıldı.

GOP İşçi Platformu adına yapılan açılış konuşmasının ardından söz Volkan Yaraşır’a verildi. Kriz tanımlaması yaparak konuşmasına başlayan Yaraşır, kriz döneminde hayata geçirilmek istenen sosyal

yıkım saldırılarına karşı mücadelenin önemi ve araçları üzerinden bir anlatım yaptı. Volkan Yaraşır’ın canlı ve akıcı sunumunun ardından sözü Bayram Dilek aldı. Dilek, sosyal yıkım

saldırıları ve sendikaların durumu üzerine bir sunum gerçekleştirdi. Konuşmasında gerçekleştirilen hakgasplarına karşı sendikaların üzerine düşeni yapmadığını vurgulayan Dilek, bunun nedeninin ise tabandakidağınıklık olduğunu ifade etti. Her türlü hak gaspına karşı güçlü bir mücadele vermek için örgütlü olmanınönemine değinen Dilek, “en kötü sendika bile sendikasızlıktan iyidir” diyerek sözlerini sonlandırdı.

Son olarak GOP İşçi Platformu temsilcisi söz aldı. GOP İşçi Platformu temsilcisi işçi ve emekçilere yönelik gerçekleştirilen hak gasplarının ve çıkarılan

kölelik yasalarının ancak tabanın iradesinin açığa çıkarılmasıyla durdurulacağını ifade etti. Bunun için tek tekfabrikalarda kurulacak fabrika komitelerinin, havzalarda oluşturulacak işçi birliklerinin ve sendikalı-sendikasızöncü işçileri bir araya getirmenin önemini vurguladı.

GOP İşçi Platformu temsilcisinin sunumunun ardından söz katılımcılara bırakıldı. Katılımcılar, fikirleriniifade ederek sorular sordular. Sorulara cevap verilmesinin ardından program sonlandırıldı.

Kızıl Bayrak / GOP

GOP’ta kölelik yasalarına karşı panel

Resmi işsizlik oranı 13.6,4 gençten 1’i işsiz!

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerinegöre, Mayıs’ta işsizlik oranı geçen yılın aynıdönemine göre 4.4 puanlık artışla yüzde 13.6 oldu.İşsizlik oranı Nisan’da yüzde 14.9, Mart’ta yüzde15,8 düzeyinde bulunuyordu. İşsizlik 16.1’le tarihirekor düzeye çıkmıştı.

Türkiye genelinde işsiz sayısı geçen yılın aynıdönemine göre 1 milyon 179 bin kişi artarak 3milyon 382 bin kişiye yükseldi. Mevcut işsizlerinyüzde 11’ini (373 bin kişi) bu dönemde iştenayrılanlar oluşturdu.

Mayıs’ta istihdam edilenlerin sayısı, geçen yılınaynı dönemine göre 387 bin kişi azalarak, 21milyon 455 bin kişiye düştü. Bu dönemde tarımsektöründe çalışan sayısı 69 bin kişi artarken, tarımdışı sektörlerde çalışan sayısı 455 bin kişi azaldı.

Kentlerde işsizlik kırsal bölgelerin iki katı

Kentsel yerlerde işsizlik oranı 5.4 puanlık artışlayüzde 16.5, kırsal yerlerde ise 2.5 puanlık artışlayüzde 7.8 oldu. Genç nüfusta işsizlik oranı geçenyılın aynı dönemine göre 8.3 puan artarak yüzde24.9 düzeyine yükseldi. Genç nüfusta işsizlikNisan’da 26.5 olmuştu.

Tarım dışı işsizlik oranı geçen yılın aynıdönemine göre 5.5 puanlık artışla yüzde 17düzeyine çıktı. Bu oran erkeklerde geçen yılın aynıdönemine göre 5.4 puanlık artışla yüzde 15.8,kadınlarda ise 5.4 puanlık artışla yüzde 21.1 oldu.

Mayıs döneminde istihdam edilenlerin yüzde25.3’ü tarım, yüzde 18.6’sı sanayi, yüzde 6’sıinşaat, yüzde 50.1’i ise hizmetler sektöründe yeraldı.

İş arama umudu kalmayanlarınsayısı 2.7 arttı

Mayıs’ta iş aramayıp, çalışmaya hazır olanlarınsayısı yüzde 7.3 artışla 1 milyon 944 bineyükselirken, iş bulma ümidi olmayanlar yüzde 2.7artarak 723 bine çıktı.

Kronik işsizlik: Dört kişiden biri en az biryıldır iş arıyor

Mayıs itibariyle işsizlerin profili şöyle: • Yüzde 71.9’u erkek nüfus • Yüzde 60.4’ü lise altı eğitimli • Yüzde 26.1’i bir yıl ve daha uzun süredir iş

arıyor • İşsizler sıklıkla (yüzde 31.4) “eş-dost”

vasıtasıyla iş arıyor • Yüzde 90.1’i (3 milyon 47 bin kişi) daha önce

bir işte çalışmış • Daha önce bir işte çalışmış olan işsizlerin

yüzde 47,4’ü hizmetler, yüzde 25.7’si sanayi, yüzde16.8’i inşaat, yüzde 7.6’sı tarım sektöründeçalışmış, yüzde 2.5’i ise 8 yıldan önce işindenayrılmış

• İşsizlerin yüzde 25.1’ini çalıştığı iş geçici olupişi sona erenler, yüzde 25.4’ünü işten çıkarılanlar,yüzde 14.2’sini kendi isteğiyle işten ayrılanlar,yüzde 9.8’ini işyerini kapatan/iflas edenler, yüzde7.2’sini ev işleriyle meşgul olanlar, yüzde 8.2’siniöğrenimine devam eden veya yeni mezun olanlar,yüzde 10.1’ini diğer nedenler oluşturdu.

Sınıfa karşı sınıf!14 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/32 H 21 Ağustos 2009

Krizi sınıfa dönük yeni saldırıları hayatageçirmenin fırsatı olarak gören sermaye sınıfı, dahailk andan yol haritasını çizerek icraata geçti. Biryandan sadık hizmetkârı AKP hükümetine“ısmarladığı” yasal düzenlemelerle her türlü teşvik,vergi indirimi vb. kolaylıklardan yararlanarakkârlarına kâr katarken, diğer yandan da sınıfın elindekalan son kırıntı hakların da gasp edilmesi için vargüçleriyle bastırdılar. Sınıfın genelini hedef alan bumerkezi saldırılara bir de tek tek fabrikalarözgülünde yaşanan fiili saldırılar eşlik etti. Ücret vesosyal hak gaspları, “sıfır zam” dayatmaları, iştençıkartmalar, ücretsiz izinler, esnek üretimuygulamaları vb. saldırılar asalak patronların budönemde sıklıkla başvurduğu yöntemler oldu.

Sermaye sınıfının “öldük, bittik” sızlanmalarıylahayata geçirdiği bu saldırılarla gerçekte nasıl birvurgunun tezgâhlandığını ise İSO’nun sanayideki ilk500 firmaya dair açıkladığı veriler ortaya koydu.Kriz döneminde hangi firmalar daha çok işçiçıkartmışsa, hangileri ücret, sosyal hak vb.leriningaspında daha başarılı olmuşsa ve bu sayede işçilerüzerindeki sömürü yükünü artırmışsa o sermeyekuruluşları da listenin en üst sıralarına tırmanmışoldular.

Elbetteki tüm bunlara karşılık, dünyada olduğugibi ülkemizde de sermayenin krizin faturasını işçive emekçilere ödettirme çabaları, sınıf ve kitlehareketinde yeni bir kıpırdanışın ilk işaretlerisayılabilecek çeşitli eylemlerin doğmasına vesileolmuştur. “Grev, işgal, direniş” vb. biçimlerüzerinden kendisini açığa vuran bu “eylemsel hat”gün geçtikçe daha da yaygınlaşan bir hal alıyor.

Metal TİS’leri öncesinde, krizi bir fırsataçevirmek isteyen MESS patronlarının işten çıkartmave ücretsiz izin uygulamalarına karşı kimifabrikalarda gerçekleşen işyeri terk etmemeeylemleri, Meha Tekstil örneğinde de olduğu gibiözellikle de tekstil sektöründe yaşanan ücret ve hakgasplarına karşı gerçekleşen eylemler, Kent AŞişçilerinin verdiği mücadelede olduğu gibi iştençıkartmalara karşı gerçekleştirilen direnişler, Alpagutişçilerinin fiili grevleri, “sıfır zam” dayatmasınakarşı grev silahını kuşanan Halkalı Kâğıt işçileriningrevi bu süre zarfında yaşanan örneklerden bazılarıolmuştur. Üstelik bunlara gerek kriz öncesi, gereksede kriz dönemiyle birlikte kamuoyunun gündeminegiren (DESA, Sinter, Gürsaş, Ünsa, ATV-Sabah vb.)sendikal örgütlenme mücadelesi çerçevesinde gelişeneylemleri de eklediğimizde sınıf hareketinde uzunsüredir yaşanan sessizliğin kırılmaya yüz tuttuğusöylenebilir.

Halen birleşik bir karakterden yoksun ve lokalkalan bu eylemler, işçi ve emekçi kitlelerde yaşananhoşnutsuzluğun ve direnme isteğinin ilk dışa vurumuolmakla birlikte gerek sorunlara karşı çözüm yolunugöstermesi, gerekse de birleşik bir mücadeleninzeminini döşemesi bakımından son derece önemlidir.Yine bu eylemler sayesinde “mücadele okulundan”geçen işçilerde yaşanan değişim ve dönüşümü şudönemki sınıf hareketinin önemli kazanımlarındanbiri olarak görmek gerekir.

“Grev aslında bize çok olumlu etkiler yaptı.

Grevin bize en büyük katkısı kendi gücümüzügöstermesidir. Grev, işçi sınıfının aslında çok büyükbir güce sahip olduğunu, bu gücü kullanmasıgerektiğini gösterdi” diyen Halkalı Kâğıt işçisininsözlerinden de yansıyan bu gerçeklik mevcuteylemliliklerin içerdiği sınırlarının ötesindetaşıdıkları anlamı da ortaya koymaktadır. Bundanbirkaç yıl öncesine kadar sermaye çevrelerinin adetabir zafer edasıyla grevin “demode” olan, “unutulan”bir araç olduğuna dair gerici propagandası sondönemdeki eylemlerle birlikte tuzla buz olmuştur. Bubakımdan yaşanan tüm bu eylemlikler, özelikle deiçinde bulunduğumuz kriz dönemi nedeniylebaşlangıcındaki amacından ve hedeflerinden öteyebir anlam taşımaktadır.

Şimdi bu mücadeleye yeni bir mevzi dahaeklenmiştir. TİS görüşmelerinin anlaşmazlıklasonuçlanması üzerine 13 Ağustos günü ETİ GıdaSanayi ve Tic. AŞ’de örgütlü olan Tek Gıda-İşSendikası 2067 işçiyle birlikte greve başlamıştır.Şirketin gıda sektöründe tuttuğu yer ve de bir dünyamarkası olması nedeniyle yaşanan grevin önemli etkive sonuçlarının olacağı kesindir.

İşçilerin genelinin 550 TL ücret karşılığındaçalıştırıldığı ETİ Gıda’da 175 gün süren TİSgörüşmeleri sonucunda bir anlaşmaya varılamamışve greve çıkılmıştır. Tek Gıda-İş Sendikası TİSmasasına “hem açlık hem de yoksulluk sınırı” altındayaşayan üyeleri için ücretlerde yüzde 22’lik bir artış(185 TL) ve sosyal haklarda kademe dengesizliğinindüzenlenmesi talepleriyle oturduklarını ifadeetmektedir.

Sendikanın teklif etmiş olduğu bu son derecesınırlı taleplere bile uzlaşmaz bir tavırla yaklaşanETİ Gıda A.Ş’nin tutumu kriz dönemiyle birliktesermaye sınıfının nasıl da pervasızlaştığının somutbir göstergesidir aynı zamanda. Zira İSO’nun 2008yılına ilişkin 500 büyük firma sıralamasında ETİGıda A.Ş, bir önceki yıla göre 6 basamak yukarıçıkarak 110’dan 104. sıraya yükselmiştir. Bu dagöstermektedir ki, ETİ AŞ, açlık ve yoksulluk sınırıaltında çalıştırdığı işçiler üzerinden kurmuş olduğubu sömürü mekanizmasını sonuna kadar işletmekistemektedir.

ETİ Gıda’nın uzlaşmaz tavrı, grev başladıktansonra yerel basın aracılığıyla grevi karalamayadönük yalan beyanların sunulması üzerinden dedevam etmiştir. Tıpkı bir zamanlar YÖRSANişçilerinin sendikal mücadelesine karşı patronunyerel ve ulusal basını kendi çıkarları doğrultusundakullandığı gibi. Ya da İzmir Kent AŞ direnişindeyaşanılanlar gibi…

Tek Gıda-İş adına yapılan açıklamada; ETİGıda’nın TİS masasında teklif ettiklerini söyledikleribirinci altı aya ilişkin yüzde 13.20’lik zammıngerçeği yansıtmadığı, bunun devlete ödenen vergiyide içeren brüt rakamlar olduğu söylenmektedir.Ayrıca brüt haliyle bile bu rakamın yüzde 9,6oranına tekabül ettiği belirtilmektedir. Yine sosyalhaklar da yüzde 26’lık artışın teklif edildiğiiddialarının doğru olmadığı, işletmede çalışanişçilerin 7 kademeye ayrıldığı bu yüzden de işçilerinmaaş ve sosyal haklardan farklı farklı yaralandıkları

ifade edilmektedir. 2 bin işçiden sosyal haklardantam olarak yararlanabilenlerin sayısının 707 kişiolduğunu belirten sendika ayrıca bukademelendirmenin de çalışma yılına göreyapılmayışının mantıksızlığına dikkat çekmektedir.

Sonuç itibariyle ETİ Gıda’da başlayan grev,sermaye sınıfının krizi fırsata çevirme çabasınındoğrudan sonuçlarından biri olarak gündemegelmiştir. Grevin ne kadar süreceği patronuntutumuna ve tabandaki işçilerin sendika üzerinde neoranda bir basınç oluşturacağına bağlı olacaktır.Elbette grevin kamuoyuna ne kadar mal olacağı,dayanışmanın ne oranda gösterileceği gibi etkenlerde sürecin gidişatını belirleyecektir.

Sendikanın Ramazan ayını da bahane ederek ilkfırsatta kapağı anlaşma masasına atacak olmasıkuvvetle muhtemeldir. Zaten Türk-İş 2. BölgeTemsilcisi Nejat Kılıç’ın “Biz 110 lira gibi birücretle grevi sonlandırmaya hazırız” ifadesisendikanın ilk teklifinden de çark etmeye hazırolduğu göstermektedir.

Yine de son yıllarda bu nicelikte bir grevinyaşanmamış olması ve bulunduğu sektörde önemlietkiler doğuracak olması nedeniyle ETİ grevi özelbir ilgiyi hak ediyor. Ayrıca krize karşı son dönemdeartan eylemsel hattın büyütülmesi bakımından sonderece önemli bir yerde duruyor. Bu yüzden de baştayerel planda olmak üzere ETİ greviyle gereklidayanışmanın örülmesi sınıf devrimcilerinin vesınıftan yana tüm güçlerin önünde acil bir görevolarak durmaktadır.

Bahsedilen dayanışma ise çeşitli sendika vekonfederasyon başkanlarının “grevinizidestekliyoruz” mealindeki açıklamalardan öteye birpratiği gerektiriyor. Bu gün direniş, grev vb.şekillerde kendisini ifade eden sınıfın eylemselhattının birleşik bir karakter kazanması ve gereklidayanışmanın somuta indirgenmesi için kurulmuşolan “direnişçi işçilerle dayanışma platformu” gibiaraçlar bu noktada oldukça işlevsel ve önemli bir roloynayabilirler.

Ayrıca grevin işçiler için gerçekten bir mücadeleokulu işlevi görmesi bakımından da sınıftan yanagüçlerin sergileyeceği müdahalenin ve dayanışmanınözel bir rolü olacaktır. Zira direniş ve eylemlerinsınıf kitleleri üzerinde yaratacağı etkiler aynızamanda bu mücadelenin başını çeken onuyönlendiren anlayışların izleyeceği politikalarladoğrudan alakalı olmaktadır. Sendikanın dahabaşından yelkenleri suya indirmesinin önünegeçilmesi, işçilerin tabandan uygulayacağı basıncınsendikacılar üzerinde bir etkide bulunması ve dahada önemlisi işçilerin kazanımlarını ancak dişe diş birmücadele sonucunda elde edebilecekleri bilincinevarabilmesi bir yanıyla da sergilenecek olan sınıfdayanışmasının düzeyine bağlı olacaktır.

Ancak bu sayede sınıf hareketi birleşik militanbir merkezi hatta çekilebilir ve sermayenin krizinfaturasını işçi ve emekçilere ödettirme saldırısınakarşı topyekûn bir cevap verilebilir. Bunun içingerçekleşmekte olan her türlü mevzi direnişi büyükbir ilgiye konu edilerek gerekli dayanışma ağıörülmelidir.

“Dünya markası” ETİ Gıda’da 2 bin işçi grevde!

Krizin faturasını reddeden Eti işçisiyle dayanışmayı yükseltelim!

Sınıfa karşı sınıf! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 15Sayı: 2009/32 H 21 Ağustos 2009

İşçi ve emekçi hareketinden...Uluslararası Af Örgütü’nde TİS

töreniUluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi ile

DİSK’e bağlı Sosyal-İş Sendikası arasında şubenin 9çalışanını kapsayan bir TİS imzalandı. Uluslararası AfÖrgütü Türkiye Şubesi’nin Taksim Talimhane’dekiofisinde gerçekleştirilen imza törenine DİSK GenelBaşkanı Süleyman Çelebi, Sosyal-İş Sendikası GenelBaşkanı Ali Cancı, Uluslararası Af Örgütü TürkiyeŞubesi Başkan Yardımcısı Recep Kavuş ve Af Örgütüçalışanları katıldı. İmza töreninin ardından Çelebi veCancı da UAÖ üyesi oldular.

Toplantıda Recep Kavuş, Ali Cancı ve SüleymanÇelebi söz alarak imzalanan sözleşmenin anlamındanbahsetti.

Yapılan konuşmaların ardından TİS imzalandı.TÜFE yerine refah payı 7,6 olan İTO geçimendeksinin ücretlere yansıması, kıdemliliğe bağlı refahpayı, evlilik, doğum, eğitim yardımları, iş güvencesi,esnek çalışma koşulları ve sağlık sigortası imzalananTİS’in kazanımları oldu.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Doğalgaz işçileri eylemde!İstanbul Gaz Dağıtım Anonim Şirketi’nde

(İGDAŞ) Beypınarlılar adlı taşeron firmadaçalışırken ücret, tam sigorta hakları ve asgari geçimindirimleri gaspedilen doğalgaz sayaç okuma işçilerihakları için başlattıkları mücadelenin 12. günündeSaraçhane’deki İstanbul Büyükşehir Belediyesi önüneyürüdüler.

“Haklarımızı almak için 12 gündür direnişteyiz /Doğalgaz sayaç okuma işçileri” pankartının açıldığıeyleme Yapı Yol Sen İstanbul Şube, BDSP, Tüm İGD,Birlik ve Dayanışma Hareketi, Harita ve KadastroMühendisleri Odası, Metalurji Mühendisleri Odası,Dev Sağlık-İş ve Sosyal-İş destek verdi.

İBB önünde işçiler adına açıklama yapan TarıkYüce, her türlü olumsuz çalışma koşullarına karşıonurlu bir yaşam mücadelesi verdiklerini söyledi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

ATV-Sabah’ta G-R-E-V S-Ü-R-Ü-Y-O-R!

Mahkeme kararıyla yasaklanmasına rağmencanlılığını koruyan ve devam eden diğer direniş vegrevlerden de destek gören ATV-Sabah grevcileri, herCumartesi günü olduğu gibi 15 Ağustos akşamı bir kezdaha Taksim’deydi.

Grevlerinin 184. gününü geride bırakan ATV-Sabah grevcilerinin yürüyüşüne Selüloz-İş üyesiHalkalı Kağıt işçileri, DESA direnişçisi EmineArslan, Entes direnişçisi Gülistan Kobatan, Genç-Sen üyesi öğrenciler de destek verdi.

Taksim Tramvay Durağı’nda toplanan kitleharflerden oluşan “G-R-E-V S-Ü-R-Ü-Y-O-R”dövizleri ile Galatasaray Lisesi’ne doğru yürüyüşegeçti.

Galatasaray Lisesi önünde ATV-Sabah grevcileriadına basın açıklamasını okuyan Nuh Köklü, bugünyanlarında meslektaşları değil işten atılanlar,okullardan uzaklaştırılanlar ve haksızlığa uğradığı içindirenenlerin olduğunu ifade etti. Köklü, bu durumunda ne kadar haklı bir yolda yürüdüklerinin ispatıolduğunu belirtti.

Basın açıklaması, “Yaşasın sınıf dayanışması!”

sloganı ile karşılandı. Halkalı Kağıt işçileri adına sözalan Selüloz-İş İstanbul Şube Başkanı AydınParlakkılıç, TİS görüşmelerinde işverenin “0” zamdayatmasına karşı köleliğe hayır dediklerini ve 31gündür grevde olduklarını belirtti ve insanlık onuruiçin eylemde olduklarını söyledi. Konuşmanınardından, direnişinin 94. gününe ulaşan GülistanKobatan söz aldı. Kobatan, direnişinin 100. günündegerçekleştirilecek etkinliğe çağrı yaptı.

Kobatan’ın konuşması, “Kahrolsun ücretlikölelik düzeni!” sloganı ile karşılandı. Eylem,“Vardık, varız, var olacağız!” sloganı ile sona erdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Halkalı Kağıt grevi sona erdi17 Temmuz 2009 sabahı İstanbul Halkalı’da greve

çıkan Selüloz-İş Sendikası üyesi Halkalı Kağıt işçilerigrevlerinin birinci ayında Halkalı Kağıt patronuylayapılan TİS görüşmelerinde anlaşmaya varılmasınınardından grevi sonlandırdılar.

Halkalı Kağıt patronunun, 18 Ağustos Salı günü,müdürleri aracılığıyla Selüloz-İş Sendikası’na yaptığıgörüşme çağrısıyla masaya oturuldu. Sendikayöneticileri ve işyeri temsilcilerinin de bulunduğu TİSgörüşmesi, patronun bir önceki teklifini sendikayatekrar sunması ile başladı. 2009 yılı için %0, 2010 yılıiçin ise 80 TL’lik zam “teklifinde” direten patronunısrarı üzerine tıkanan görüşmelere sendikanın ilk yıliçin 90 TL, ikinci yıl için 90 TL teklifi ile devamedilmiş oldu.

Görüşmeyle beraber varılan anlaşma sonucunda2009 yılı için 20 TL, 2010 yılı için ise, 90 TL’lik netücret zammı belirlenmiş oldu. Görüşmelerin akşamadoğru 18.00 sularında bitmesi üzerine grev yerinegelen sendika yöneticileri ve işyeri temsilcileri varılananlaşmanın sonucunu işçilere aktardılar. İçeridestokların dolup taşıyor olmasının yanısıra, siparişalamama noktasına gelen bir fabrikada sendikanındaha iyi şartları dayatarak masadan kalkmasıgerektiğini söyleyen işçiler, bunun bir kazanımolmadığı yönünde hemfikirdiler.

Buruk bir sevincin hakim olduğu grev yerindeişçiler, 33 günlük grev boyunca birlik, mücadele vedayanışma bilincini geliştirdiklerini, birlikte iş yapmave örgütlü faaliyetin gücünü gördüklerini belirttiler.

Kızıl Bayrak / Küçükçekmece

BERİCAP işçileri direnişte!Kocaeli’nin Gebze ilçesinde kurulu bulunan

BERICAP Kapak Sanayi Limited Sirketi’ndeçalışan işçiler bir süre önce Türk-İş’e bağlı Petrol-İşSendikası’nda örgütlendiler. BERİCAP patronununkriz bahanesiyle giriştiği işten atma saldırısına yanıtveren 6 işçi ise fabrika önünde direnişe başladı.

Gebze Çayırova’da 200’e yakın işçinin çalıştığıfabrikada 128 işçinin sendikaya üyelikleritamamlanarak işyerinde çoğunluk sağlandı.

İspanya, Fransa, İtalya, Macaristan gibi pek çokülkede kurulu bulunan fabrikalarla uluslararası alandafaaliyet gösteren BERİCAP’ın Gebze’dekifabrikasında Coca Cola şişelerinin kapakları üretiliyor.

Ağır çalışma koşullarının yanısıra düşük ücretuygulamasıyla karşılaşan BERİCAP işçileri haftatatilinin gaspı gibi pek çok saldırıya maruz kalıyorlar.Bir süre önce Gebze’deki fabrikası Çalışma ve SosyalGüvenlik Bakanlığı tarafından ödüle “layık” görülenve dünya genelinde ilk 500’e giren BERİCAP’tageçtiğimiz günlerde işçi kıyımı yaşandı.

İşçileri kölelik koşullarına mahkum etmek isteyenBERİCAP krizi bahane ederek sendikal örgütlenmegirişimine saldırdı. Patron tarafından işten atılan 6 işçiÇayırova’daki fabrika önünde direnişe geçti.BERİCAP işçileri, sendika hakkı ve işe geri dönmetalebiyle başlattıkları direnişlerini sürdürecekleriniifade ediyorlar.

Kızıl Bayrak / Gebze

19 Ağustos 2009 / Kadıköy

KESK’in içinde bulunduğu durum ve sosyalist kamu emekçilerinin görevleri16 H Kızıl Bayrak H Sayı: 2009/32 H 21 Ağustos 2009

CMYK

Sermaye devletinin KESK’e dönük saldırganlığıgeçtiğimiz aylar içinde tırmandı. KESK yönetici veüyelerine yönelik gözaltı ve tutuklama terörükesintisiz olarak sürdü. Keyfi baskınları, gözaltılarıtutuklama terörü izledi. Böylesi bir süreçte yapılmasıgereken bir yandan KESK şahsında kamuemekçilerine yönelik devlet terörüne karşı militan birkarşı koyuşu tabana dayalı olarak örgütlemekti. Diğeryandan ise KESK üyelerine yönelik saldırıları TİSsüreciyle birlikte ele alıp sermaye devletine gerekliyanıtı vermekti.

Peki, KESK yöneticileri ne yaptı? KESKyöneticileri saldırılar karşısında son derece silik birtutum aldı. Neredeyse devlet terörüne maruz kalanyönetici ve üyelerini yalnız bıraktı. KESKbürokratlarının TİS sürecine yönelik ilan ettiği eylemtakvimi ise sermaye devletini zorlamaktan uzaktı.

KESK yöneticileri, tutuklama terörüne karşıdevrimci militan tutumlardan özenle kaçınıpprotestocu anlayışla hareket ederek yasak savmacinsinden eylemlerle süreci geçiştirdiler. 29 Mayıs’taİstanbul ve Ankara’da gerçekleştirilen eylemlerde,kamu emekçilerinin önüne barikat kuranlar sadecekolluk güçlerinden ibaret değildi. Taksim’desaldırılara karşı sokağa çıkan öfkeli emekçilerinönündeki engellerden biri de KESK bürokratlarıydı.Emekçilerin haklı tepki ve öfkesini barikat önünde 3-4 saat süren oturma eylemiyle dindirmeye vedizginlemeye çalışan KESK içindeki reformistanlayışlar eylemi basın açıklamasıyla geçiştirdi.

KESK, 20 Haziran Ankara eylemi için malisorunlar gerekçesiyle illerden gelecek araç sayısını vedolayısıyla kitle katılımını kısıtladı. İllerden katılım 1otobüsle sınırlandı. Kitlesel militan eylem çizgisindenözenle uzak durdu. Sadece araç sayısını ve böylecekatılımı sınırlayarak değil, saldırının kapsamınauygun eylemlilikler örgütlemekten uzak durarakaslında böylesi bir sürecin önünü açmayı engellemişoldu. Böylelikle KESK bürokratları, Kasım ayındayapacaklarını ilan ettikleri grev kararınısomutlamaktan ne denli uzak olduklarını da göstermişoldular.

KESK’te yaşanan bunalım ve sonuçları…

KESK’in geldiği noktayı anlamak, geçmişinikavramaktan geçiyor. 80’li yılların sonlarının sınıf vekitle hareketinin rüzgârıyla büyüyen kamu emekçilerihareketi, bir dönemin, özellikle işçi sınıfının da bahareylemleri sonrasında uzun bir uykuya çekildiği birdönemde sınıf hareketinin dinamik bir unsuru olarakönemli bir rol oynadı. “Eylemci memur” tipi busüreçte toplumsal etki alanını büyüttü.

Kamu emekçileri, emek mücadelesi cephesindeözel bir yer tuttu. Sermaye devletinin tüm baskı veengellemelerine rağmen bir dizi sendikayı fiilenkurdular. Fiili, meşru, militan mücadele çizgisi ilekamu emekçileri içinde büyük bir politik etkiyarattılar. İşyerlerinde ve şubelerde devrimci kamu

emekçilerinin etkin oluşu, fiili-meşru mücadele hattıizlenmesine ve “hak verilmez alınır” anlayışınınhareketin geneline hâkim olmasına yol açtı. Tabandanda destek gören militan mücadele anlayışı,sendikalarda bulunan reformist anlayışlarınuzlaşmacı-pasif mücadele eğilimini ortaya koymasınıbir süre de olsa engellemeyi başardı.

Kamu emekçileri hareketi, fiili-meşru birmücadele hattı izledikçe tempolu bir gelişme seyriizledi. Tam da bu zeminde sermaye devleti, fizikibaskı ve şiddet yoluyla hareketi ezemeyeceğini gördü.Sermaye devleti yeni manevralara girişti. Bumanevranın bir ayağını sendikal bürokrasi eliylekamu emekçilerinin devrimci hareketliliğini düzen içikanallarda boğmak oluşturuyordu. Diğer ayağını ise,grevsiz-toplu sözleşmesiz sahte bir sendika yasası ilekamu emekçileri hareketini cendereye almayıplanladı. Sendikal mücadele yerine devletle uzlaşarakbirtakım ekonomik iyileştirmeler peşinde koşanKESK’e egemen reformist anlayışlar devletin açtığıbu kanallara akmakta gecikmediler.

Yüzbinlerce üyesi ile KESK, sınıf mücadelesininen önemli dinamikleri içinde yer alıyor. Dolayısıylada son dönemlerde KESK’in ve ona bağlısendikaların içinde bulunduğu kriz, Türkiye’de sınıfmücadelesini de etkileyen olumsuzluklara yolaçmaktadır. İçinde bulunduğumuz dönemde kamuemekçileri hareketi artık sınıfın etkili ve dinamik biröğesi olmaktan çıkmış, sınıfın içinde bulunduğuçaresizlik tablosunun bir parçası olmuştur.Reformistlerin hegemonyasının sürdürdüğü KESK,her geçen gün daha fazla iddiasızlaşmaktadır.

20 Haziran eylemi, KESK’in hak alıcı, fiili vemeşru, militan mücadele çizgisinden uzaklığını tümçıplaklığı ile ortaya koymuştur. Eylem stratejisi,eylemin niteliği ve amacının ne olduğu sorularınınyanıtını bile veremeyen bürokratların sonuç alıcıeylemler yerine, protestocu-uzlaşmacı eylemleritercih ettikleri tümüyle ortaya çıkmıştır. Sadecesokağa çıkmak, “hava boşaltma” özelliği ağır basaneylem tarzı, KESK bürokratlarının kamuemekçilerinin talep ve istemlerinden ne denlikoptuğunu ortaya koydu.

“TİS yoksa, grev var” diyerek Kasım ayında işbırakma eyleminden bahseden KESK yöneticileri, yazsürecini büyük ölçüde tatil havasında geçiriyorlar.Haziran ayından Kasım’a kadar geçen süredeemekçilerin temel taleplerinin belirlenmesi ve butaleplerin kamuoyu ile paylaşılması sürecinin nasılele alınacağını net olarak ortaya koymaktan özenlekaçınıyorlar. Yapılmak istenen grevin nasıl bir şeyolacağını MYK belirlemiş olmalı ki (!), üyeleriyletartışma gereğini bile hissetmemektedir. Oysa grev,çift yönlü bir silahtır. Eğer KESK bu grevi bir önhazırlığa konu edip başarılı bir biçimdesonuçlandıramazsa, saflarında yaşanan dağınıklığındaha da artacağı aşikârdır.

KESK bürokratları, icazetçi tutumu tümüyleiçselleştirmişlerdir. Sahte sendika yasasına karşı

grevli toplu sözleşmeli sendika hakkını savunmadatutukluk, konulan hedefler ve talepler için tutarlımilitan bir mücadele örgütlemekten uzak durma, anadilde eğitim hakkını savunma yerine rejimin “kırmızıçizgiler”ine uyarlanma vb. tutumlar içselleştirilmişicazetçi tutumun doğrudan yansımalarıdır. Gelinennoktada, bürokratlar tüm bu tutumlarında ısrar ederekKESK’in alanındaki diğer konfederasyonlardanfarkını silikleştirmişlerdir.

İçinde bulunduğumuz dönemde KESK hantalherhangi bir sendikaya dönüşmüştür. Bu durumundoğrudan sonuçlarından ilki, KESK’in kamuemekçilerinin gözünde mücadele eden örgüt olmakimliğini ve çekim gücünü yitirmiş olmasıdır.İkincisi, kamu emekçilerinin KESK’e yabancılaşmasıve onun örgütlediği eylemlere giderek daha mesafeliyaklaşmasıdır. Bugün KESK’e bağlı sendikalarınneredeyse tümünün yetki alamamış olmasınıngerisinde, yılların biriktirdiği bu olumsuzluktablosunun yarattığı tahribatlar belirleyici bir roloynamaktadır.

KESK yönetimine hâkim olan reformistler,“faydacılık” temelinde sendikayı kendi arkabahçelerine dönüştürmeye odaklanmışlardır.Reformistlerin politik pragmatizmi “kullan at” ve“benden sonrası tufan” yaklaşımına yol açmaktadır.Reformistler arasındaki kısır çekişmeler, rekabetedayalı sürtüşmeler ve ilkesiz ittifaklar, KESK’i hergeçen gün daha fazla güçten düşürmektedir.

Sosyal reformizmin politik platformundanbeslenen KESK bürokratlarının sınıf hareketininönünü açmak gibi en küçük bir kaygılarıbulunmamaktadır. Tek dertleri KESK merkezindekibürokratik konumlarını koruyabilmektir. Bunun içinher yolu mübah sayan anlayışlarının sonucu olarakküçük burjuvaziye özgü basit ayak oyunları sadeüyelerin KESK’e olan inancını aşındırmaktadır.

Bugün KESK’e damgasını vuran sendikalizm veekonomizmdir. KESK yöneticileri demokratikhakların mücadele ile kazanılması anlayışındantümüyle kopmuşlardır. Tüm umutlarını devletindemokratikleştirilmesine, diğer deyimle “burjuvademokrasisi”ne bağlamışlardır. AB hayranlıkları tamda bu anlayıştan kaynaklanıyor. Bu nedenle “sökesöke hakların alınması” çizgisinin yerini, düzendenhak dilenme yaklaşımı aldı.

Fiili-meşru mücadele hattının izlendiği süreçtegeniş kamu emekçisi kitlesini harekete geçirebilenkamu emekçileri sendikaları, konfederasyonlaşmasürecinin tamamlanması ve KESK’in kurulmasıylabirlikte, reformist anlayışların yönetimlere gelmekiçin kimi zaman amansız bir rekabete giriştikleri,kimi zaman ilkesiz birlikteliklere imza attıklarıalanlar olarak görüldüler. Hareketin ihtiyaçlarına göredeğil, reformist legal partilerin politik ihtiyaçlarınagöre şekillendirilmeye çalışılan KESK’in mücadeleprogramı ve çizgisi, böylelikle devletin çizdiğisınırlara hapsolmuş oldu. Tüm programını vemücadele anlayışını “devleti ikna etmeye”

KESK’in içinde bulunduğu durum ve sosyalist kamu emekçilerinin görevleri

KESK’in içinde bulunduğu durum ve sosyalist kamu emekçilerinin görevleri Sayı: 2009/32 H 21 Ağustos 2009 H Kızıl Bayrak H 17

CMYK

endekslemiş reformizmin düzenle bütünleşme sürecitam da bu zeminde hız kazandı.

KESK’in “toplu görüşmeyi toplu sözleşmeye”çevireceğiz iddialarının ne denli dayanaksız olduğu“toplu görüşme” süreçlerinde tüm açıklığı ile ortayaçıktı. KESK, kamu emekçilerinin grevlitoplusözleşmeli sendika hakkı yerine, toplu görüşmesüreçlerinin basit bir fügüranı olma noktasınagetirildi. KESK bürokratları, kamu emekçileriningerçek taleplerini değil, hükümet yetkililerinin kabuledebileceği “makul” maddeleri esas alan toplugörüşme taslakları hazırladı.

KESK yöneticileri, programsızlık vepolitikasızlığın rahatsızlığını hiç mi hiç duymadı.Birbirini izleyen, “hava boşaltma” odaklı pasif vekısır eylem biçimleri, KESK üyelerini sendikalardanher geçen gün daha fazla uzaklaştırdı. Sendikaşubeleri, öylesine gelip gidilen sıradan lokalleredönüştü. İşyerleri, seçim döneminde delege çıkarmamantığıyla “kafa-kol” ilişkileri üzerinden çalışmayürütülen alanlar olarak görüldü.

Gelinen noktada, KESK’in başına çöreklenmişreformistlerin üyeleri nesneleştiren yaklaşımları hiçde azımsanmayacak olumsuz sonuçlara yol açtı.KESK üye kitlesinin çoğunluğuna egemen ruh hali,artık taleplerin kazanılacağına dair inançların önemlioranda zedelenmesi ve moral dayanaklarınzayıflamasıdır.

Sosyalist Kamu Emekçileri’ni bekleyen görevler

KESK’te yaşanan bunalımın iki önemli nedenibulunuyor. Bu nedenlerden ilki, KESK yönetimindeetkisini sürdüren reformizmdir. İlkine sımsıkı bağlıolan ikinci neden ise, hala reformizmin panzehiridevrimci önderliğin yaratılamamış olmasıdır.Üçüncüsü ise, geniş kamu emekçileri kitlesinibirleştirecek devrimci mücadele programınınoluşturulamamış olmasıdır.

Devrimci bir kamu emekçileri hareketi yaratmak,yüzünü tabana dönmüş uzun soluklu bir mücadeleninsonucunda, yükselen bir sınıf ve kitle hareketininvarlığı koşullarında gerçek zeminini bulacaktır.Ancak devrimci olma iddiası taşıyan tüm güçlerinbugünden bunun koşullarını zorlaması, birliğinimkanlarını yaratmak için çaba harcamasıgerekmektedir.

Tüm devrimci ve sosyalist kamu emekçilerinibekleyen temel görev, kamu emekçilerinin tabanörgütlenmelerini yaygınlaştırmak, tabanörgütlülüklerin günlük politik çalışma noktasındaaktifleştirmektir. Bunun için alana dönük politikalarüretilmeli, sistemli ve çok yönlü bir politik-pratikçalışma yürütülmelidir.

Reformist önderliğin sonuçsuz politikalarınıneleştiri ve teşhirini yapmak elbetteki önemlidir. Asılgörev ise, tabandaki öncü kamu emekçileri birikiminidevrimci mücadele programı etrafında birleştirmektir.

Tam da bu zeminde devrimci kaygılarla hareket edenanlayışların ve tek tek kamu emekçilerinin birliktedavranmaları kamu emekçilerine dönük devrimcietkiyi büyütecektir. Zira geniş kitleleri kucaklayacakbir önderlik düzeyi ortaya koyabilmek devrimci vesosyalist kamu emekçilerinin ortak sorumluluğudur.

KESK yönetimi, grevli-toplu sözleşmeli sendikaperspektifini tümden yitirmiştir. Grevli-toplusözleşmeli sendikayı kamu emekçilerinin mücadelegücüne inanmadığı için AB labirentlerindearamaktadır. Devrimci ve sosyalist kamu emekçileribu durumu kamu emekçilerine kesintisiz olarakanlatmalı, hakların ancak militan devrimci politikmücadeleyle kazanılacağı bilincini yaratmak içinetkin, birleşik bir mücadele yürütmeli, tüm kamuemekçilerini devrimci sınıf çizgisine kazanmak içinseferber olmalıdırlar. Hareketin biriktirmiş olduğugüç devrimci sınıf çizgisine kazanmak için çabalarınıbirleştirmelidirler.

Devrimci, sosyalist kamu emekçileri yakıcısorunların kapsam ve niteliğini açıklıkla belirleyereksomut talepler halinde ortaya koymalıdırlar.Sorunların çözümünü devrimci mücadele programı vemilitan mücadele çizgisine bağlamalıdırlar. Devrimcimücadele programı işyerlerine taşınmalı, tabanınkatılımı sağlanmalı, tam da bu zeminde KESKyönetimine basınç uygulanmalıdır.

Tabanının iradesini yok sayan KESK’inbürokratik sendikal işleyiş teşhir edilmeli, sendikalarıgerçek bir mücadele aracı haline getirmek içintabanın iradesini temel alan sendikal demokrasininişletilmesi sağlanmalıdır.

KESK reformistleri tarafından dile getirilen,karmaşaya yol olan “çağdaş sendikacılık”, “kitlesendikacılığı” vb. türünden belirli bir eğilimi ifadeeden kavramların mücadeleye zarar verdiği veeylemsizliğin teorisine dayanak yapıldığıvurgulanmalıdır. Bu tür kavram ve eğilimlerin emek-sermaye çelişkisini örtmesi nedeniyle sermayesınıfına hizmet ettiği tok bir şekilde ifade edilmelidir.Sınıf sendikacılığı anlayışıyla hareket edilmeli, sınıfmücadelesi esas alınmalıdır.

Hem alanda hizmet üreten hem de bu

hizmetlerden faydalanan geniş işçi ve emekçikesimler düşünüldüğünde, özelleştirme saldırısınakarşı ortak mücadelenin zemini fazlasıyla geniştir.Ancak bu olanağın önündeki en temel engel sendikabürokrasisidir. Bunu aşmak için tabanda özelleştirmekarşıtı birlikler oluşturulmalıdır. KESKyönetimlerine, işçi sınıfıyla alanlarda ve mücadeledebirleşmesi için basınç uygulanmalıdır.

Kamu emekçilerini de doğrudan ilgilendiren ülkegündemleri, anti-emperyalist ve anti-kapitalistmücadelenin önemini arttırmaktadır. Kamuemekçilerine yönelik saldırının uluslararası ve ulusaldayanakları sürekli ve sistemli bir şekilde teşhiredilmeli, uluslararası sermaye ve işbirlikçi sermayeiktidarına karşı mücadelenin önemi döne dönevurgulanmalıdır.

Tabanda devrimci birleşmenin sağlanması içindevrimci siyasal mücadele temel alınmalıdır. Tümgüç ve imkanlar, araç ve yöntemler kamuemekçilerinin devrimci siyasal mücadeleyekazanılması için harekete geçirilmelidir.

Kamu emekçileri hareketinin sosyalist vedevrimci güçleri; bulundukları her alanda politiktutumlarına ve iddialarına uygun bir çaba içerisindeolmalıdırlar. Kamu emekçileri hareketinin sorunlarınıKESK’i de kapsayan içeriği ile tabandaki ilerici,devrimci güçlerle tartışmalı, devrimci bir mücadeleprogramı etrafında kamu emekçilerini birleştirmek,yönetimlere hakim reformist-uzlaşmacı anlayışlarlave politikalarıyla hesaplaşmak, kamu emekçilerinindevrimci birliğini sağlamak amacıyla tartışmazeminleri ve ilkeli birliktelikler yaratmak için herolanağı değerlendirmelidirler. İyi niyetli, samimi vedevrimci kaygı taşıyan her kamu emekçisiyle birlikteyürümek için çaba göstermeliler. Genel kurullardankamu emekçilerinin devrimci mücadelesinigeliştirmenin bir imkanı olarak yararlanmak için çabagöstermelidirler.

Sosyalist kamu emekçileri güncel mücadeleyi veistemleri kendi içinde amaçlaştırmadılar. Alana dönükgüncel politika üretirken; iktisadi, sosyal vedemokratik hak ve özgürlüklerin önündeki temelengelin çürümüş sermaye düzeni olduğu bilinciyle

KESK’in içinde bulunduğu durum ve sosyalist kamu emekçilerinin görevleri

Toplu görüşme sürecine ilişkin eylem takviminiaçıklayan KESK, İstanbul ve Diyarbakır’dan olmaküzere iki kol halinde Ankara’ya yürüyüş başlattı.

13 Ağustos günü İstanbul’da Altıyol’da toplananve Kadıköy Evlendirme Dairesi önüne yürüyenKESK’liler, yürüyüşün bir sonraki ayağı olanGebze’de polis saldırısına maruz kaldı.

Kadıköy’de TİS yürüyüşüYaklaşık 300 kişinin katıldığı eylemde “TİS ve

Grev hakkımızı kullanmak için yürüyoruz / KESK”ve “Tutuklular serbest bırakılsın / KESK İstanbulŞubeler Platformu” pankartları açıldı. Yürüyüşöncesinde Kadıköy Altıyol’da KESK adına açıklamayapan KESK Genel Başkanı Sami Evren, kamuemekçilerinin gaspedilen haklarını almak, işsizliğe,sefalete ve sömürüye dur demek için, TİS talebiniortaya koymak amacıyla yollara çıktıklarını belirtti.

Açıklamasında son dönemde KESK’e yönelikgözaltı ve tutuklama saldırılarına da değinen Evren,tutuklu KESK’lilerin serbest bırakılmasını istedi.

Eylemde Kamu Emekçileri Bülteni’nin dağıtımıgerçekleştirildi.

Gebze’de polis saldırısı Ankara’ya yola çıkacak olan otobüslerin

bulunduğu Söğütlüçeşme’ye doğru yürüyüşe geçenKESK’liler buradan otobüslere binerek Gebze’yehareket ettiler.

Gebze’de Atatürk Caddesi üzerinden yürüyerekCumhuriyet Meydanı’nda basın açıklamasıgerçekleştirmek isteyen KESK’lilere polis müdahaleetti.

Saldırı üzerine yolu trafiğe kapatan KESK’lileregaz bombası ve coplarla saldırıldı. Saldırınınardından bir süre devam eden oturma eylemininardından barikatın açılmasıyla meydana yüründü veburada konuya ilişkin basın açıklamasıgerçekleştirildi.

Gebze’deki basın açıklamasının ardındanKocaeli’ye hareket edildi.

Bursa Kamu emekçileri 14 Ağustos günü Bursa ve

Adana’da eylemdeydi. Bursa Heykel’deki Kızılay Kan Merkezi önünde

karşılanan KESK’liler yolun bir şeridini trafiğekapatarak yürüyüşe geçti.

Yürüyüş sonunda Orhangazi Parkı’na gelindi.Burada KESK Başkanı Sami Evren bir basınaçıklaması yaptı. Evren’in yaptığı açıklamanınardından eylem sona erdi ve KESK’liler Eskişehir’euğurlandı.

Adana 14 Ağustos günü şehir dışından gelenlerin Kültür

Sitesi önünde sloganlarla karşılanmasıyla başlayaneylem İnönü Parkı’na doğru yürüyüşle devam etti.İnönü Parkı’na gelindiğinde yol çevik kuvvettarafından kesildi. Emekçileri doğrudan parkın içinegirmeye zorlayan ve aksi halde yürüyüşe izin

vermeyeceğini söyleyen polisin tutumu “Emekçiyedeğil, çetelere barikat!” sloganlarıyla karşılandı. Birsüre bekleyişin ardından yürüyüş devam etti.

İnönü Parkı’na gelindiğinde KESK GenelSekreteri Emirali Şimşek açıklama gerçekleştirdi.

Yapılan açıklamanın ardından eylem sloganlarlasona erdi. Eylemde, Kamu Emekçileri Bültenidağıtıldı.

Manisa’da KESK eylemiGebze’deki polis saldırısı KESK tarafından 14

Ağustos günü Manisa’da gerçekleştirilen eylemleprotesto edildi. Manolya Meydanı’nda KESK Şubeler Platformu adına HamdullahMüftüoğlu tarafından yapılan açıklamada, busaldırının AKP’nin sahte demokrat yüzünü gösterdiğiifade edildi.

Eyleme Manisa İşçi Birliği Derneği de destekverdi.

“Toplu Görüşme” oyunu gerginbaşladı

Hükümet ile memur sendikaları arasındaki toplugörüşmelerin ilk oturumu ise 15 Ağustos 2009tarihinde gerçekleşti. İçeride hükümet tarafı vekonfederasyon başkanları arasındaki gerginliksürürken “TİS yoksa grev var!” talebiyle Ankara’yayürüyüş düzenleyen KESK’liler eylemdeydi.

Sabah saatlerinde Ankara’ya ulaşan KESKyürüyüş kolları gerçekleştirdiği yürüyüşleBaşbakanlık önüne geldi.

Önleri polis barikatıyla kesilen KESK’lilereseslenen KESK Genel Başkanı Sami Evren,hükümetle yapılan görüşmeleri oyun olaraknitelendirirken KESK olarak meşru olmayan masayıkabul etmediklerini sözlerine ekledi.

Yapılan konuşmaların ardından KESKyöneticileri Başbakanlık binasına girdi.

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı HayatiYazıcı başkanlığındaki toplantıya katılan KESK,Memur Sen ve Kamu Sen başkanları, Yazıcı’nıntoplantı öncesinde açıklama yapmasına tepkigösterdiler. Bunun üzerine konfederasyonbaşkanlarından açıklama yapmaları istendi.

İlk olarak söz alan KESK Genel Başkanı SamiEvren, toplu görüşme masasının bir meşruiyetiolmadığını belirterek, “Son sözü Başbakansöyleyecek. İrademizin yansımadığı bir masayı meşrugörmüyoruz. Bu toplantı hukuken meşru değildir”dedi.

Evren’in “bu masa meşru değildir” sözüne tepkigösteren Bakan Yazıcı da söz alarak KESKbaşkanının açıklamasını “sürç-i lisan” olarakdeğerlendirdi. Yazıcı, Evren’in “1 milyon kişi iştençıkartıldı, onların da sorunları görülmeli” sözüne detepki göstererek, “onlar özel kesimde iştençıkartılmıştır” diye konuştu.

Toplu sözleşmenin toplantının gündeminde yeralmamasına tepki gösteren KESK Başkanı SamiEvren toplantı salonundan ayrıldı. KESK’lilerinGüvenpark’ta gerçekleştirdiği basın açıklamasınınardından eylem son buldu.

KESK’in içinde bulunduğu durum...18 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/32 H 21 Ağustos 2009

KESK’ten Ankara yürüyüşü:

TİS yoksa grev var!

hareket ettiler. Günlük pratik mücadeleyi, sermayeninsınıf iktidarına karşı mücadeleden kopuk olarak elealmadılar. Mücadeleyi sermayenin sınıf iktidarına karşısavaşıma bağladılar. Sömürü düzeni varlığını koruduğusürece, tüm ezilen ve sömürülen kesimler gibi kamuemekçilerinin de gerçek kurtuluşunun mümkünolmadığını, gerçek kurtuluşun devrim ve sosyalizmmücadelesi ile kazanılacağı bilinciyle hareket ettiler.

Kurumsallaşmış bürokratik yapının bugün tabanınmücadele isteğine yanıt veremeyeceği, aksine bueğilimi körelteceği ve düzene yedekleyeceği açıktır.Tabandaki dinamik ve mücadelede kararlı unsurlarıbiraraya getirecek birliktelikler oluşturmak, sosyalistkamu emekçilerinin acil ve güncel görevidir.

Sosyalist kamu emekçileri, sendikaların gerçekemekçi örgütlerine dönüşümünü sağlamak, onlarıkamu emekçilerinin güncel taleplerini kazanmanın vebu mücadeleyi temel hedeflere bağlamanın bir aracıhaline getirmek için çalışırlar. Kamu emekçilerinin acilve güncel istem ve sorunlarından hareket eden, militanmücadeleci bir eylem çizgisine dayanan geniş katılımlıbirliktelikleri oluşturmak için çaba harcarlar.

Sosyalist kamu emekçileri, KESK’in içindebulunduğu krizin aşılması yolunda politika yapabileceken dinamik güçlerdir. Bu misyon duygusuyla hareketetmek ertelenemez temel görevdir.

Ortaya çıkan kimi zaaflarda ideolojik-politik-pratikzaafların rol oynadığı biliniyor. Sosyalist kamuemekçilerinin bu görevleri yerine getirmede en büyükdayanakları ideolojik-politik-örgütsel düzeyleridir.

Mücadele ve eylem birliğini sağlayamayanKESK’in durumunu ifade etmek elbette ki önemlidir.Öte yandan asıl önemli olan mücadele kanalını alttanzorlayabilmek, kamu emekçileri içindekökleşebilmektir. Sosyalist kamu emekçilerininyapması gereken, KESK’te yaşanan tıkanmanın nedeniolan refomizmin eleştirisiyle yetinmemek, süreçleriönden karşılayan somut bir faaliyet ve eylem çizgisiortaya koyabilmektir.

Sosyalist kamu emekçileri, bulundukları her yerdetaban örgütlülüklerini yaratmayı özel bir sorumlulukolarak kavramalıdırlar. Bu başarıldığı oranda KESKreformist yönetimi üzerinde bir basınç yaratılabilir.

Reformistlerin etkisindeki kitle ile reformistyönetimi aynı görmemek gerekiyor. Gerçekte reformistyöneticilerle, tabanın anlayışının bire bir örtüşmediğiaçık bir gerçektir. Reformizmin etkisindeki kamuemekçileri, tıpkı 4-5 Mart eyleminde olduğu gibi,reformizmi aşan son derece militan bir tutum içindeolabiliyorlar. Devrimci duyarlıkla yönetimmekanizmalarını eleştirebiliyorlar. Sosyalist kamuemekçileri tam da bu mücadele zemininde diri güçlerledaha yoğun bir etkileşim içinde olmaya çalışmalılar.

Sosyalist kamu emekçileri “yeni bir çizgi, yeni birgelenek ve kültür”ün taşıyıcısı olduklarının bilinciyledavranmalı, sermaye iktidarının saldırılarını karşısınaalan her türden mücadelenin pratik örgütleyicisiolmayı başarabilmelidirler.

Sosyalist kamu emekçilerinin yaşadığı zorlanmaalanlarının nedeni politik perspektifteki yetersizlikdeğil, tam tersine yakalanmış ideolojik-politik açıklığauygun bir pratiğin ortaya konamamasındankaynaklanıyor.

Bülten, gündemle bağlantılı sosyalist kamuemekçilerinin politik yaklaşımlarını ortaya koymadadaha işlevsel olmalı, propaganda- ajitasyon veörgütlenme ekseninde etkin olarak kullanılmalıdır.

Sosyalist kamu emekçileri, tüm toplantılara katılımsağlamaya özen göstermeli, tüm sorunları açıklıklatartışmalı, kamu hareketine ilişkin özgün politikalarıkollektifizmi temel alarak üretebilmelidirler. Öncükamu emekçileri yerellerden gelen her türden öneriyeönem vermeli, yanlış da olsa sosyalist kamuemekçilerinin yaptığı değerlendirmeler tartışmayakonu edilmeli, ikna yöntemi en üst düzeyde işletilmeli,bastırmacı yaklaşımdan özenle kaçınılmalıdır.

- Entes direnişi 100. gününde kararlılıklasürüyor. Direniş sürecini bize kısaca anlatır mısın?

Gülistan Kobatan: 13 Mayıs’ta kriz gerekçesiyleişten atıldım. Tek sebep kriz de değildi. Asıl sebepbölgede çalışma yürüten OSB-İMES İşçileriDerneği’nde örgütlü olmamdı. “Seni bu yüzdençıkartıyoruz” demeseler de “çok çalışkan birkızımızsın, ama yaramazlık yapıyorsun” gibi sözlerleimalarda bulundular. İşten çıkartıldığımda ve haklarımıistediğimde “yasalara göre bu mümkün değil” diyenpatron uşaklarının, direnişe başlayacağımı duyduklarızaman yaptıkları ilk iş tazminatımı yatırmak oldu.Orada bir kez daha sermayenin ikiyüzlülüğünügördüm. Entes Elektronik’te her geçen gün işçileratılmaktaydı. Her patron gibi Entes patronu da krizifırsata çevirdi. Faturayı bizim omuzlarımıza yükledi.Ben işten atılan birçok işçi gibi sessiz kalmayı değil,sınıf bilincimle krizin faturasını ödemeyi reddederekdireniş yolunu seçtim.

- Entes direnişinin tüm işçi sınıfına verdiği mesajnedir?

- Kadın olarak, özellikle de tek başına direnen birkadın işçi olarak verdiğim en büyük mesaj, işçilerekurtuluşun direnişten geçtiğini göstermektir.

Ayrıca tek başımıza bile patronları huzursuzedebiliyorsak, birlik olduğumuzda işçi sınıfının neleryapabileceği de görülmüştür. Biz bugün birçok hakkasahipsek bu geçmişte verilen bedeller sayesindedir. Oyüzden haklarımız için mücadele edip var olanhaklarımızın birer birer gasp edilmesine gözyummamalıyız.

- 100 gün içerisinde emekten yana muhalif kesimdirenişe sahip çıktı mı?

- Sahip çıkanlar var ama yeterli değil, birçok kurumise örgütlü olmamdan kaynaklı bırak sahiplenmeyigörmezden geliyor. Ben örgütlü bir işçiyim, işçi sınıfıiçin mücadele ediyorum. Tüm sınıf bilinçli insanlarınsadece Entes direnişini değil, bütün direniş ve grevdekiişçileri sahiplenmesi gerektiğini düşünüyorum.

Entes patronunun Elektrik Mühendisleri Odası’nınbir dönem başkanlığını yapmış olması ve şu anda ise,hem EMO’da görev alması hem de Dudullu OSB’ninyönetim kurulunda olması dikkat çekicidir.Bakıldığında diğer direnişleri sahiplenen EMO, Entesdirenişine aynı desteği göstermiyor. Bir diğer rahatsızeden nokta ise, yine Dudullu OSB’de direnişte olanSinter Metal Fabrikası’nın örgütlü olduğu BirleşikMetal İş Sendikası’nın, Entes metal iş kolunagirmesine rağmen direnişe hiçbir destektebulunmamasıdır. Benim üyesi olduğum OSİM-DERdireniş başladığı günden itibaren etkin bir propaganda,ajitasyon çalışması yürüterek Entes direnişini özelliklebölge işçi ve emekçilerine ulaştırmaya çalıştı. İzmir’debaşlatılan Entes direnişiyle dayanışma kampanyası daoldukça anlamlı. Onun haricinde direniş sürecindetemsili ziyaretler gerçekleştirildi.

- Son olarak bizimle paylaşmak istediğiniznelerdir?

- Direnişin bir okul olduğunu söylemişlerdir.Benim için eğitim süreci olduğunu ve bana çok şey

kattığını söyleyebilirim. Bana kattıkları dışında esasönemlisi Entes işçisine ve bölgedeki diğer işçilere nekattığıdır? Asıl önemli olan niye direndiğimi veamacımın ne olduğunu tam anlamıyla anlatmışolmamdır. Bunun için OSİM-DER ile birlikte gerekençabayı gösterdiğimizi düşünüyorum. Korkutmaçabalarına rağmen işçilerin yanıma gelip“destekliyoruz” demeleri anlamlıdır. Ama en büyükcevabın içeride bir örgütlülük yaratmak olduğunubiliyoruz. Bunun için değişik adımlar attık, atmayadevam edeceğiz. Entes patronunun 100 gündür işçiatmıyor olması, her yere kamera yerleştiriyor olması,direniş başladığı ilk günler yanıma gelip sınıf kininikusması tam anlamıyla sermaye sınıfının biz işçi veemekçilerin örgütlülüğünden ne kadar korktuğunugöstermektedir.

Bana göre bu direnişin kazanımı fabrikaya giripgirmemek ya da tazminat alıp almamak değildir.İşçileri sermaye sınıfına karşı mücadele etmek

noktasında bir adım ileri taşıyabiliyorsam, yaşamınneresinde durduğunu, ne anlam ifade ettiğinitartıştırabiliyorsam benim için asıl kazanım budur.Bugün tekil direnişlerle sermayeye cevap versek bileasıl amacımız sömürüyü ve sömürüyü yaratan sistemiortadan kaldırmaktır. Bugün yaşamın her alanındasorunlar yaratan, insanı insanlıktan çıkaran,bireyselleştiren, yer yer mezhepsel, dinsel ayrımlarabaşvurarak işçi ve emekçi çocuklarını bir birinedüşüren tam da bu sistemin kendisidir. Bugün GülerZereler’i ölüme mahkûm eden bir sistem, işsizlikfonundaki paraları patron denen asalaklara peşkeşçektiriyorsa, hastane kapılarında işçi ve emekçiçocuklarını ölüme terk edip zengin adamın parmağıkesildi diye özel uçak tutuyorsa, tersanelerde güvenlikönlemi almayıp yüzlerce işçiyi öldürüyorsa, biz deinsan olarak bu yaşananlara duyarsız kalmamak içinmücadele etmek zorundayız.

Kızıl Bayrak / Ümraniye

92. gün…Direnişimin 92. gününde fabrikaya gelen bir işçi,

deneme süresi içinde çalıştırılıp paraları verilmedençıkartılan iki yeğeninin hakkını almak için fabrikaönünde saatlerce bekledi. Beklerken yanımıza gelipsohbet eden işçi direniş hakkında bilgi almak istedi.Niye beklediğimi, amacımın ne olduğunuanlattıktan sonra “En iyisini yapmışsın. Keşkeherkes senin gibi olsa” dedi. Patronun “yarın tekrargel” demesi üzerine işçiye Entes’in 100. günçağrısının yapıldığı bildiri ve OSİM-DER’inadresini verdim. (...)

93. günDireniş Platformu olarak Tuzla Yan Sanayi

Bölgesinde bulunan Birleşik Metal-İş’te örgütlüAKS Otomotiv işçilerine ziyarete gittik. İşçilersendikal örgütlenme yürüttüklerinden kaynaklı iştenatılmışlar ve 6 aydır fabrika önünde direniyorlar.Güzel bir örgütlenme çalışması yürüten işçilerintakdir edilmesi gereken davranışları ise bu sendikalçalışmanın hiçbir şekilde patrona yansımamasıdır.Patronun en son haberi olması oldukça umut vericibir gelişme. Örgütlenme yürüten öncü işçilerin deiçinde bulunduğu 19 kişi işten çıkartılmış. Şu andakapı önünde direnen 19 işçinin 7 tanesi işe iadedavasını kazanmış, diğerlerinin de kazanacağıgaranti gözüyle bakılıyor. (...)

94. gün…Atv-Sabah eylemine gittiğimizde yine Halkalı

Kağıt işçileri kitlesel bir şekilde yerlerini almışlardı.Geçen hafta olduğu gibi bu hafta da “Atv- Sabah’dagrev sürüyor” dövizleri taşındı. Sloganlar eşliğindeGalatasaray Lisesi önüne geldiğimizde Atv-Sabahişçileri, Halkalı kağıt işçileri adına sendika başkanıve ardından Entes’in 100. gün etkinliğini duyurmak

için ben söz aldım. (...)DESA’dan Emine Arslan’ın da katıldığı eylem

sonrası Halkalı Kağıt işçileri ve Emine Arslan ileberaber Red Kültür Merkezi’ne gittik. Kültürmerkezinde direnişlerin sorunlarının aslında ortakolduğuna ve ileriye dönük neler yapılabileceğinedeğindik. (...)

96. gün… Pazar akşamı (16 Ağustos) Kartal’da açılan

Sinter Metal dayanışma standına desteğe gittik.Çevrede bulunan çay bahçelerine kalem veanahtarlık sattık. Kartal Belediyesi’nin düzenlediğifestivale gelen işçi ve emekçilere ajitasyon eşliğindeSinter Metal’in bildirilerini dağıttık.

Bugün (17 Ağustos) ise Sinter Metal’denziyarete gelenler oldu ve “Sinter’de direnen işçilerbile desteğe gelmezken siz geldiniz, size teşekkürediyorum” dedi. Direnişte yaşanan sıkıntılardanbahsedilen sohbette ben de “Sen doğrularıgörüyorsun, ama herkes senin gibi değil. Sabırlıolmak ve diğer işçiler de aynı sorunu görene kadaranlatmak gerekiyor” dedim.

97. gün… Parot işçisi ve Sinter Metal işçilerinden

ziyaretime gelenler oldu. Yoldan geçerken “buradane oluyor?” diye soranlar yine çoğunluktaydı.

Kızıl Bayrak gazetesine röportaj verdim. Biryandan da 100. gün etkinliği için programhazırlıkları devam ediyor.

Sinter Metal’in paydos saatinde yaptığı eylemekatıldık. Bugün Atv-Sabah işçilerinin dayanışmagecesi var ve orada bulunmaya çalışacağım.

Entes direnişçisi Gülistan Kobatan

Direniş 100. gününde! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 19Sayı: 2009/32 H 21 Ağustos 2009

Entes direnişinin 100. gününde direnişçi Gülistan Kobatan’la konuştuk...

“Dünyayı üreten biz isek değiştiren de biz olmalıyız!”

Entes güncesinden...

Direnişlerle dayanışmayı yükseltelim!20 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/32 H 21 Ağustos 2009

13 Şubat 2009’da başlayan ATV-Sabah grevi,İstanbul 2. İş Mahkemesi’nin kararıylayasaklanmasından sonra haftalık eylemlerle fiilendevam ediyor. Son cumartesi eyleminde grevin 184.günü idi, yani grevin 154. gününde yasaklandığınıdüşünecek olursak fiili eylemin 30. günü.

Mahkemenin grevin durdurulması yönündekikararının ardından bir haftalık durgun bir süreçyaşandı. Ancak direnişe devam diyen grevcilerlebirlikte cumartesi eylemleri sürdürüldü. Bu süreçteCumartesi eylemlerine katılım ise neredeyse bitmenoktasına geldi. Altı hafta boyunca yürüyüşün polistarafından engellendiği cılız eylemlerinde elbette busüreçte büyük payı vardı. Son üç haftadır ise Taksimyolunun “Güler Zere’ye Özgürlük” eylemleriyleaçılması ve grevleri boyunca eyleme iki kez katılanHalkalı Kağıt işçileri eylemleri bir nebze olsuncanlandırdı.

Cumartesi eylemleri, “Direniş Platformu”nunkurulmasıyla birlikte İstanbul’daki diğer grev vedirenişlerin eylemsel bir zeminde gerçekleşebilmesineönemli bir katkı sundu. Bunu göz önüne aldığımızdada greve ve yürüyüşe yönelik saldırılarıanlamlandırmak çok da zor olmaz. İl çapındaki direnişve grevler için ortak bir mevzi haline gelen bir eylemsermaye adına açık bir tehdit oluşturmaktaydı.

Ancak gelinen yerde bu eylemlerin kendilerini solve emekten yana olarak tanımlayanlar adına artık bircazibe merkezi olmadığı ise açık bir gerçek. 100. günyürüyüşünde 1000’i aşkın kişiye ve onlarca siyaset,kurum, sendikanın katılımına ulaşan eylem, bu günegeldiğimizde ise oldukça zayıflamış durumda. Aynısaate eylem koyan belli sol güçler eylemlerin bittiğinibile düşünebiliyorlar.

Bu durum bir yandan grevcilerin ve artık eylemlebütünleşmiş olan Direniş Platformu’nun eksiklerinigöstermekle birlikte emekten yana tüm güçlerindayanışma bilincinin zayıflığını da gösteriyor. ATV-Sabah, MEHA, DESA, Kurtiş, Sinter, IBM gibibileşenlerle başlayan ortaklık, düzensiz olarak hemenhemen bütün siyaset, sendika ve sol güçlerin desteğinigörmüştür. Esas önemli olan yanı ise süreç içerisindebaşlayan direnişleri bünyesine katabilmesi olmuştur.

Hasta tutsaklara özgürlük talebiyle yürütülenmücadelede sağlanan birleşiklik, mücadelenin emekcephesinde de yaratılabilmelidir. Sabah ATVgrevcilerinin kendi sınırlarına rağmen burjuvahukukunun yasağına karşı direnirken dayanışmayaduydukları ihtiyaç işin bir yanını oluşturmakta. Birdiğer yanda ise en genel ifadesiyle sınıf dayanışmasınıyükseltme ihtiyacı var. Uzunca bir süredir birleşikmücadelenin zemini olan Cumartesi eylemlerini emekgüçlerinin değerlendirmesi gerekiyor.

Emekten yana tüm güçlerle her Cumartesi 19.00’daTaksim tramvay durağında “Grev!” sloganlarıylabuluşmak üzere!

Direniş Platformu’ndan bir işçi

Tuzla Gemi Endüstrisi Güven Raspa Boya taşeronunda çalışan Tokat nüfusuna kayıtlı 35 yaşında üççocuk babası İrfan Uçkur isimli tersane işçisi elektrik akımına kapılarak yaşamını yitirdi. Elle kumandaedilen vincin (çelik cooper) sepeti içerisinde bulunan iki işçi ana mekanizmanın elektrik kaçırması sonucuelektrik akımına kapıldı.

İşçilerden İrfan Uçkur (35) olay yerinde hayatını kaybetti. Yaralanan diğer işçinin durumunun da ağırolduğu belirtildi. Her iki işçinin de elle kumanda edilen vinç sepeti içerisinde “kum raspası” yaparken çelikcooper’ın diz boyu su olan gömme havuzun içerisinde olduğu ifade edildi.

Yaşanan iş cinayetinin ardından yazılı açıklama yapan Tersane İşçileri Birliği Derneği (TİB-DER)ölümlerin sorumlusunun tersane patronları ve devlet olduğunu belirtti.

Direnişçi işçilerle dayanışmaya!Cumartesi yürüyüşleri

dayanışma bekliyor!

129. ölüm: İrfan Uçkur

Direnişçi işçilerle dayanışmayıyükseltelim!

İzmir BDSP direnişçi işçilerle dayanışmayı yüksetmekiçin başlattığı kampanyayı kamuoyuna duyurmak amacıyla15 Ağustos günü Kemeraltı girişinde basın açıklamasıgerçekleştirdi.

“Direne direne kazanacağız! / BDSP” pankartınınaçıldığı eylemde, krizin faturasını ödemek istemeyenişçilerin grevde ve direnişte olduğu belirtilerek, direniştekiişçilerle sınıf dayanışmasının yükseltilmesi gerektiğivurgulandı.

Entes, Sinter Metal, E-Kart, Kent AŞ, ATV-Sabah, AsilÇelik, Asemat işçilerinin direnişlerinin kararlılıklasürdüğünün belirtildiği açıklamada sınıf dayanışmasınınönemine vurgu yapıldı.

Basın açıklaması bittikten sonra Kemeraltı girişindeimza masaları açıldı ve 350 imza toplandı. 1000 adetbildiri ajitasyon konuşmaları eşliğinde dağıtıldı. EylemeAlınteri gazetesi de destek verdi.

Kızıl Bayrak / İzmir

İzmir’de dayanışma çağrısıİzmir BDSP, direnişte olan işçilerle dayanışmak için

başlattığı kampanyanın bir ayağı olarak çeşitli bölgelerdeimza masaları açmaya devam ediyor.

Kampanyanın ilk günü olan 15 Ağustos’taKemeraltı’nda, ikinci gün Çiğli merkezde masalar açılmıştı. İmza masalarının açıldığı üçüncü gün olan 19Ağustos günü ise çalışma 15.00-17.00 saatleri arasında Karşıyaka Çarşısı girişinde sürdü. İşçi ve emekçilereneden direnişlere sahip çıkılmaları gerektiği anlatıldı.

Buca ve Konak’ta faaliyet sürüyor...

Diğer yandan 6 Eylül 2009 tarihinde İzmir’de direnişçi işçilerle dayanışmayı yükseltmek için Buca veKonak’ta imza masaları açıldı.

İmza masalarından dağıtılan bildirilerde; hem 6 Eylül’de yapılacak etkinliğin duyurusunu hem de grev vedirenişte olan işçilerin sesi yükseltiliyor.

Merkezi noktaların dışında da Çamlıkule’de ve Kuruçeşme mahallelerindeki emekçilere bir taraftan KızılBayrak satışlarıyla bir taraftan da bildiriler ve imza föyleriyle grevdeki-direnişteki işçileri sahiplenme vekampanyaya destek çağrısı yapılıyor.

İzmir BDSP

Sakarya’nın Hendek İlçesi’ne bağlıYukarıçalıca Köyü yakınlarında kurulu bulunanHüseyin Coşkun’a ait Coşkunlar Havai FişekOyuncak Kimya Sanayi Şirketi’ne ait tesislerde17 Ağustos günü büyük bir patlama meydanageldi.

37 kişinin yaralandığı patlamada 10 yıllık işçiMehmet Arıcı (42) iş cinayetine kurban gitti.Tesislerin laboratuvarında yapılan ramazan topuimalatı sırasında meydana gelen şiddetli

patlamanın etkisiyle fabrikanın bir bölümü çöktü. Coşkunlar Havai Fişek Fabrikası’nın Hukuk

Danışmanı Mehmet Mangıroğlu’nunaçıklamasında ise yaşanan iş cinayeti vepatlamanın üzerini kapatma çabası vardı.

Mangıroğlu gazetecilere yaptığı açıklamada,patlamanın nedeninin belirlenmesi için çalışmayapıldığını söyledi. “Fabrikamızda daha önce hiçpatlama olmamıştı” diyerek fabrikanın sözde“temiz” siciline dikkat çekti.

Her yer Davutpaşa gibi...

Bir direnişin ardından... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 21Sayı: 2009/32 H 21 Ağustos 2009

Seyhan Belediyesi’nde yaşanan işten atmaların gösterdikleri

İşçi sınıfı örgütlüyse her şey, örgütsüzse hiçbir şeydir!

Adana’da Seyhan belediyesinde Miray Temizlikbünyesindeki temizlik ve sinekle mücadele işkolundaçalışan 1.050 işçi ve Parla Peyzaj bünyesindeki SeyhanBelediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nde çalışan150 işçi 31 Temmuz günü işten çıkartıldılar. İştençıkartmaların gerekçesi olarak da SeyhanBelediyesi’nin küçülmesi gösterildi. Alınan kararagöre işten çıkarmaların ardından belediye işleri 438kişilik bir kadro tarafından gerçekleştirilecekti.

İşten atılmaların yaklaşık bir buçuk ay öncedenbilinmesine rağmen bu konuda güçlü bir hazırlıkyapılamamış olması, işçilerin var olan örgütsüzlükleri,işçilere öncülük yapabilecek ileri işçilerin tam dabugün işten atılan işçilere dayanılarak 2006’da tasfiyeedilmeleri, sendikanın bu konuda tamamen işçilerdenuzak durması, bu güne gelen yolu düzlemiş oldu.

Bugünü önceleyen süreç 2006 yılında haklarınıalamayan belediye işçilerinin örgütlenme ve direnişegeçmeleriyle başladı. O dönemde oldukça kötükoşullarda çalışan belediye işçileri buna karşıörgütlenme arayışına girmiş ancak TİS dönemindebelediye yönetimiyle arasını bozmak istemeyensendika tarafından ortada bırakılmışlardı. Bununsonucu olarak direnişin başını çeken ve bu direnişteyer alan yüzlerce işçi kapı önüne konuldular. Bu aynızamanda saldırılar karşısında bir duruş sergileyecekileri unsurların da belediye bünyesinden tasfiyeedilmesi demek oldu. Bugün işten atılan işçilerin birkısmı da o dönem işten atılan işçilerin yerine işealınmış ya da atılmalar karşısında sessizcebeklemişlerdi. Hatta bir kısmı AKP kontenjanından işealınmanın, seçimlerde AKP çalışması yürütmüşolmalarının ve AKP’li olmanın kendilerinikoruyacağını sanmanın getirdiği çarpık anlayışladirenen işçilere saldırmıştı. Ancak dün direnen işçilerkarşısında tam bir umursamazlıkla hareket eden işçilerbugün kapı önüne konulmuş oldular. Bu yaşananlar birkez daha işçilerin sınıf kardeşleriyle birleşmek yerinekendi düşmanlarına hizmet ettikleri ölçüde, aslındakendilerini vurmuş olacaklarının da somut birgöstergesi oldu. Nitekim kendileri işten atıldıklarındayaşadıkları hayal kırıklığını defalarca ifade etmişAKP’li belediye başkanının kendilerini aldattığınıiddia etmişlerdir.

İşçilerin direnişe geçmesini engellemek isteyentaşeron firmalar ve belediye yönetimi son ana kadarçıkarılacakların listesini açıklamayarak işçileri birbekleme havasına sokmayı başardı. Birçok işçikendisinin atılmayacağı umudu ve harekete geçerse deişten atılacağının kesinleşeceği korkusuyla hareketegeçmekten uzak durdu. Bu durum aynı zamanda öndengerçekleştirilecek bir çalışmayla saldırının boşadüşürülmesi ihtimalini de ortadan kaldırmış oldu. Busüreç içinde işçiler burjuva partiler ya da belediyeiçindeki kişiler üzerinden kendilerine torpil bularakişte kalmanın yollarını aramışlar ve kendikurtuluşlarını bir kez daha sınıf düşmanlarınasığınmakta aramışlardı. Bunun doğal sonucu daişçilerin bu boş hayallerinin 31 Temmuz gecesi iştençıkartılmaları oldu. Zira belediye meclisinde temsiledilen tüm partiler bu saldırının bir parçası ve suçortağı olmuşlardır. Seyhan Belediye Başkanı AzimÖztürk’ün tüm meclis üyelerine 5’er adet kontenjanişçi alma sözü vermesi, geri kalan sayının ise başkan

yardımcılarına AKP, MHP ve CHP il ve ilçeteşkilatlarına dağıtılması işçilerin nasıl bir oyunla karşıkarşıya kaldığını da gösteriyor. Düzen partileri tam dakendi konumlarına uygun davranmış ve işçilerkarşısında tek vücut olmuşlardır. Bu nedenle deişçilerin harekete geçtikleri süreç içinde normalkoşullarda sürekli dalaşan bu partilerden göstermelikde olsa bir ses çıkmamıştır. Seyhan Belediyesi’ndebelediye meclis üyeleri bulunan DTP’de işten atmasaldırısına sessiz kalarak ,diğer partilerle aynı konumadüşmüştür.

Tüm sıkıntılara rağmen bazı işçiler bir araya gelmişve yapılabilecekler konusunda ortak hareket etmeyeçalışmışlardır. Bu işçilerin önemli bir kısmı avukatlaragidip dava açmaya hazırlanırken bir kısmı dasendikaya başvurarak destek istemişlerdir. AncakGenel- İş 2006’da olduğu gibi işçilere üye ve kadroluolmadıkları gerekçesiyle sahip çıkmamıştır. Bu durumzaten örgütlülükleri olmayan işçileri daha da zordurumda bırakmış ve yenilgiyle sonuçlanacak yoluören taşlardan biri olmuştur. Zaten 2006’daki süreçtenkaynaklı olarak sendikaya karşı güvensizlik taşıyanişçiler sendikanın bu tutumu üzerine mücadeleazimlerini de önemli ölçüde kaybetmişlerdir.

Ön sürecine bu şekilde gelinen işten atma saldırısıkarşısında ilk tepkiler daha çok refleks biçimindegelişmiştir. Seyhan Belediyesi Park ve BahçelerMüdürlüğü’nde çalışan işçilerin 2006’daki saldırıdanetkilenmemiş olması ve burada çalışan işçilerinnispeten daha hazırlıklı olmaları nedeniyle burada ilkelden bir eylem yapılabilmiş hatta birlikteliğinsağlanabilmesi amacıyla temizlik işçilerine temsilcidahi gönderilebilmiştir. İlk eylemin ardından yineburada çalışan işçilerin inisiyatifiyle çarşı merkezindegeniş katılımlı bir eylem yapılması kararıalınabilmiştir. Bunun karşısında temizlikte isehareketlilik işten atılacakların listelerinin asılmasındansonra başlamıştır. Atılan işçiler şantiyede toplanmış,giriş çıkışları kapatmışlar, ancak ne yapacaklarınıbilmedikleri, herhangi bir örgütlülükten yoksunoldukları için kendiliğinden başlayan eylem aynışekilde kendiliğinden sönümlenmiştir.

Sonrasında şehir merkezinde ve belediye önündegerçekleştirilen eylemlere de bu örgütsüzlük damgasınıvurmuş yaşanan dağınıklık daha ileri adımlarınatılmasını engellediği gibi var olan durumunkorunmasını da imkansız hale getirmiştir. Yapılaneylemler hak alma bilinciyle değil daha çok bir ölçüdebelediye yönetimini sıkıştırarak rica minnet işe dönmeekseninde şekillendi. Bunun doğal sonucu olarak daişçiler belediye yönetimi tarafından muhatap dahialınmamıştır. Her geçen gün eyleme katılım daha daazalmış henüz sürecin 6. gününde alınan tüm kararlararağmen eyleme 6 işçi gelmiş ve bunun sonucu olarakda direniş sona ermiştir.

Bütün bu sıkıntılı sürece ek olarak ilde, çalışmayürüten politik güçler işten atmaların uzun zaman öncebiliniyor olmasına rağmen sürecin dışındabeklemesidir. Bir iki istisna dışında işçilere dönükherhangi bir seslenme dahi yürütülmemiştir. Ancakişten atmalar yaşandıktan ve işçiler eyleme geçtiktensonra bu güçler sürece destekçi olarak dahil olmuşancak bu da yetersiz kalmıştır.

Sınıf devrimcileri sürece erken bir dönemde

müdahil olmuş, henüz işten atmaların tartışıldığı birdönemde buna karşı bir süreci örgütlemeyeçalışmışlardır. Sanayi İşçileri Bülteni’nin Haziransayısında konuyu işlemeye başlayan sınıf devrimcileribülten üzerinden işçilere ulaşmaya çalışmış, gerekişçilerin bulunduğu şantiyede gerekse de çalışmaalanlarında işçilere ulaşmış ve bir örgütlülüğünyaratılması noktasında çaba harcamışlardır. İştenatılmaların yaklaştığı bir süreçte hazırladıklarıbildiriyle işçilere seslenmişlerdir. Bildiri güvenliğinengelleme çalışmalarına rağmen şantiye içindeajitasyon konuşmaları eşliğinde dağıtılmış, işçiservislerinin yolu kesilerek araçlarda bildiri dağıtımlarıgerçekleştirilmiştir. Bunun yanında çalışma alanıdışında işçilere ulaşılmış bir direniş komitesikurulması noktasında çaba harcanmıştır. Bu durumbelli yerlerde işçilerle ilişkilerin güçlenmesini sağlamışancak yetersiz kalmıştır. Nitekim kurulan bağsayesinde Seyhan Belediyesi Park ve BahçelerMüdürlüğü’nde yapılan eylemde işçiler bildirilerimizidiğer işçilere ulaştırmış ve çalışanlarımıza sahipçıkmışlardır. İşten atılmaların kesinleşmesinden sonrasınıf devrimcileri yaşanan örgütsüzlük üzerinden birkez daha yeni bir bildiriyle işçilere seslenmiş ve işyerikomitesi kurulması konusunda çaba harcamaya devametmişlerdir.

Ancak varolan örgütsüzlüğün aşılamamış olması,işçilerin geri bilinci ve bunun hak alıcı eylemlerdenziyade “tanıdık, torpil, rica minnet” ilişkileri üzerindenişe dönüş ekseninde şekillenmesi ve bu konudadışarıdan yapılan müdahalelerin yetersizliği gibi birdizi nedenle süreç yenilgiyle sonuçlanmış, direniş sonaermiştir.

Yaşanan süreç bir kez daha göstermiştir ki; işçisınıfının kurtuluşu ancak kendi elindedir. Ancak bunugerçekleştirebilmesi buna uygun bir örgütlülük içindekararlı bir mücadeleyle mümkün olacaktır. İşçi sınıfıkendi kurtuluşunu kendi dışındaki güçlerden destekbekleyerek aradığı sürece, kendi gücüne güvenipörgütlenerek mücadele etmediği sürece kaçınılmazolarak yenilecektir. Seyhan belediye işçilerininyaşadığı süreç bu gerçeği bir kez daha doğrulamıştır.

Adana BDSP

Harçlara %500’e kadar zam yapılmasını gündemegetiren hükümet, üniversite gençliğinin tepkileri sonucuharç zamlarını %8 ile sınırladığını açıklamıştı.Belirlenen zamlı harçlar bugün Resmi Gazete’deyayınlandı. Zam oranları düşük de olsa harçlarneredeyse özel okul ücretlerine yaklaşmış görünüyor.

“2009-2010 Eğitim-Öğretim Yılında YükseköğretimKurumlarında Cari Hizmet Maliyetlerine ÖğrenciKatkısı Olarak Alınacak Katkı Payları ile İkinciÖğretim Ücretlerinin Tespitine Dair Karar” başlığı ilebugünkü Resmi Gazete’de yayınlanan harçlar arasındaen yüksek olanlar beklendiği gibi Tıp, konservatuvar veSivil Havacılık Yüksek Okulları. İkinci öğretimler iseharç ücretleri ile özel okul statüsüne getirilmişgörünüyor.

Maliyet-katkı demagojisi

Yayınlanan kararnamede bir kez daha maliyet-katkıdemagojisine de başvurulduğu görünüyor. Eğitim alanöğrencilerin devlete maliyetinin de yer aldığı tablolardabu maliyetin bir kısmının öğrenci tarafındankarşılanacağı yönündeki neoliberal anlayış açıkçagörülüyor. Şişirilmiş maliyetlerin yanında yer alanharçlar bu vesileyle mazur ve meşru gösterilmeyeçalışılıyor.

Açıklanan rakamlara göre en yüksek harç ödemesigerekenler 591 TL ile Tıp Fakülteleri, 589 TL ileDevlet Konservatuvarı, 494 TL ile Diş Hekimliği veEczacılık Fakülteleri ile 470 TL ile Sivil HavacılıkYüksekokulu öğrencileri.

İkinci öğretimlerde ise harç tarifeleri hayli kabarık.Özel okul statüsüne getirilen bu bölümlerde harçlarbirkaç bin TL ile ifade ediliyor. İkinci öğretimlerarasında başı 4 bin 268 TL ile Devlet Konservatuvarlarıve Sivil Havacılık Yüksek Okulları çekiyor.

Saldırı neoliberal dönüşümün parçasıdır!

Resmi gazetede yayınlanan rakamlar mücadeleninzam karşıtlığı ile sınırlanamayacağının bir kez dahaaltını çiziyor zira harçların kendisi artık eğitiminticarileştirilmesin önemli bir ayağı halini almışdurumda. Öğrenciyi müşteri, üniversiteleri ticarethaneyapmaya çalışan sermaye devleti uluslararasıanlaşmalara ve gençlik hareketinin içinde bulunduğuatalete yaslanarak saldırılarını birbiri ardına sürdürüyor.Bu saldırıyı püskürtmenin yolu ise birleşik, kitlesel,devrimci bir gençlik hareketini yükseltmekten geçiyor.

Gençlik gelecek...22 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/32 H 21 Ağustos 2009

Genç-Sen’in harç zamlarına karşı başlattığıeylemler %500’lük harç zammının geriçektirilmesinin ardından %8’lik zammın geriçektirilmesi hedefiyle sürüyor. Genç-Sen buçerçevede 16 Ağustos Pazar günü saat 16.00’da, 6ilde eş zamanlı olarak eylem gerçekleştirdi.

İstanbulBeyoğlu Tünel’de biraraya gelen Genç-Sen’liler

“%500 zammı geri çektirdik %8 harç zammını geriçektireceğiz /Genç-Sen” pankartı arkasındatoplanarak Taksim Tramvay Durağı’na yürüyüşgerçekleştirdiler.

Hasta devrimci tutsakların da unutulmadığıyürüyüşte devrimci hasta tutsak Güler Zere’ninserbest bırakılması istendi.

Yürüyüş, İstiklal Caddesi üzerindeki insanlartarafından alkışlarla desteklenirken iki farklı noktadaoturma eylemi gerçekleştirildi. Yürüyüş sırasındaayrıca öğrenci velileri tarafından harç zamlarınailişkin açıklamalar yapıldı.

Taksim Tramvay Durağı’na gelindiğinde ilk öncebir öğrenci velisi söz aldı. Ardından Genç-Sen adınaÖzge Akman basın açıklamasını okudu.

Akman, hükümet sözcüsü Cemil Çiçek’in yapılanzammı müjde olarak duyurduğunu, Genç-Sen’lileriise provokatörlükle suçladığını vurguladı.

Akman’ın yaptığı açıklama şu sözlerle sona erdi:“%8 zammın müjde değil daha da yoksullaşmayıgetireceği açıktır. Bu nedenle harçlara zamyapılmamasını talep ediyoruz. Çünkü biz eğitiminparasız olması gerektiğini biliyoruz. Bu sebepleBakanlar Kurulu kararını bozma istemiyleDanıştay’a taşıyacağız. Sürecin takipçisi olaraksesimizi sokaklarda yükseltmeye devam edeceğiz.Mücadelemizle %500 zammı geri çektirdiğimiz gibi%8 harç zammını da geri çektireceğiz. Özellikleannelerimizi, babalarımızı, hocalarımızı ve toplumuntüm kesimlerini öğrencilerle birlikte, ‘asla yalnızyürümeyeceksin!’ demeye çağırıyoruz.”

Kızıl Bayrak / İstanbul

Eskişehir Eskişehir Genç-Sen saat 18.00’de Sağlık

Müdürlüğü önünde bir araya gelerek harçlara yapılan%8’lik zammı protesto etti.

Hamamyolu Yediler Parkı güzergahında yürüyenGenç-Sen’liler %500 zammın geri çektirildiğini%8’lik zammın da geri çektirileceğini vurguladılar.Ajitasyon konuşmaları, alkış ve sloganlarla coşkulubir şekilde yürüyen öğrenciler, yürüyüş yolu boyuncuçevridekilerin alkışlı desteğini aldı.

Yediler Parkı’na gelindiğinde okunan basınaçıklamasının ardından serbest kürsü bölümünegeçildi. Bu bölümünde konuşan herkes zamlaratepkisini dile getirdi.

Basın açıklamasında, %8’lik zammınşükredilecek bir tarafı bulunmadığı, emekliye %1.83,işçiye %3 zam yapılan bir ülkede harç zammına karşıdurulması gerektiği ve Genç-Sen’in sürecin takipçisiolacağı dile getirildi.

Bakanlar Kurulu kararının iptali için Danıştay’abaşvurulacağı ve bugün asıl talebin parasız eğitimolduğu vurgulandı.

Kızıl Bayrak / Eskişehir

İzmirİzmir Genç-Sen Kemeraltı girişinde basın

açıklaması gerçekleştirdi. “Harçlar kaldırılsın! /Genç-Sen” ozalitinin açıldığı açıklamada, harçlarınkaldırılması için mücadelenin sonuna kadargötürüleceği vurgulandı.

Gözaltıların, baskıların ve tutuklamaların Genç-Sen’i asla yıldırmayacağının belirtildiği açıklamadaöğrencilere yönelik baskıların arttığı ifade edildi.

Aynı zamanda devrimci, demokrat veyurtseverlere dönük baskı mekanizmalarınınderinleştiğinin söylendiği açıklamada, Ankara’daBDSP’lilerin evlerinin basılması ve 2 BDSP’linintutuklanması protesto edildi.

Kızıl Bayrak / İzmir

Genç-Sen’liler %8’lik harç zammına karşı yürüyor...

“%500 zammı geri çektirdik, %8

harç zammını geri çektireceğiz!”

2009-2010 yılı har(a)çları açıklandı!

Harç ve ticari eğitim

uygulamaları gençliğin

mücadelesiyle püskürtülecek!

Gelecek sosyalizm! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 23Sayı: 2009/32 H 21 Ağustos 2009

10 Ağustos günü toplanan Bakanlar Kurulu’na harç zammını protesto etmek için düzenlenen yürüyüştegözaltına alınan ve gözaltında tacize uğrayan Genç-Sen’li kadınlar için 14 Ağustos günü İstanbul veEskişehir’de basın açıklamaları gerçekleştirildi.

İstanbulTaksim Tramvay Durağı’nda gerçekleştirilen basın açıklamasında “Tacizci Polis Genç-Sen’li Kadınları

Yıldıramaz! / Genç-Sen’li Kadınlar” pankartı açıldı. Ankara’da gözaltına alınan ve Çankaya Polis Karakolu’na götürülen Genç-Sen’li kadın üyeye uygulanan

polis tacizinden bahsedildi ve bu yaşananın ilk olmadığı söylendi. Açıklamada “Özellikle örgütlü mücadele eden kadınlara yöneltilen bu saldırılar en ufak bir örgütlü

mücadeleye dahi tahammülsüzlüğün göstergesidir.” denildi. Kızıl Bayrak / İstanbul

EskişehirAdalar Migros önünde Genç-Sen’li kadınlar tarafından yapılan basın açıklamasında, kadınların örgütlü

mücadelesi sonucu hiç bir yıldırma politikasının amacına ulaşamayacağı söylendi. Açıklamada,“Cezaevlerinde, gözaltında şiddet, işkence, taciz ve tecavüzler son bulacak. Polis, asker,

devlet bu baskıyı daha fazla meşrulaştıramayacak. Biz kadınların örgütlü gücü dünyayı değiştirecek. Buyüzden Genç-Sen’li kadınlar olarak haykırıyoruz tacize uğrayan arkadaşlarımızın yanındayız.” denildi.

Açıklamaya BDSP ve Halkevleri destek verdi. Kızıl Bayrak / Eskişehir

EHP’den “polistacizi” protestoları...

Emekçi Hareket Partisi (EHP), Ankara’da harçeylemi sırasında gözaltına alınan ve polis tacizinemaruz kalan Genç Sen’li kadınlar için İstanbul veEskişehir’de eylemler gerçekleştirdi.

13 Ağustos akşamı Taksim Tramvay Durağı’ndagerçekleştirilen açıklamada “Gözaltında tacizkadınları yıldıramaz” pankartı açıldı.

Eylemde, basın açıklamasını EHP adına Genç-Sen’den Özge Akman gerçekleştirdi. Akman yaptığıaçıklamada, 10 Ağustos Pazartesi günü toplananBakanlar Kurulu’na taleplerini iletmek isteyen Genç-Sen’in yürüyüşüne polisin saldırdığını hatırlatarak,gaz, cop, tekme ve sopalarla saldıran polisin,kalabalığı dağıttıktan sonra gözaltı saldırısıgerçekleştirdiğini belirtti.

Akman, çevik kuvvet polisinin Genç-Sen’lilerigözaltına alırken şiddet uyguladığı gibi, bir kadınarkadaşlarına yönelik cinsel tacizde bulunduğunusöyledi. Gözaltına alınan ve Çankaya PolisKarakolu’na götürülen arkadaşlarının polisin darp vehakaretlerine, sözlü tacizine maruz kaldığını vekarakolda camları içerinin görünmesine engelolmayan bir odada soyunmaya zorlanma gibi incearama dayatmasına maruz bırakıldığını ifade etti.Kadınlardan bazılarının ise yerlerde sürüklenerekzorla arama yapılmaya çalışıldığını söyledi. Akman,Pazartesi günü yaşanan polis tacizini teşhir etmeyedevam edeceklerini belirterek, arkadaşlarının suçduyurusunda bulunduklarını ifade etti.

EHP’li Kadınlar da saat 19.30’da Eskişehir’deAdalar Migros önünde basın açıklaması yaptı. EHP’likadınlar adına açıklama yapan Çiğdem Fidangözaltına alınan kadınların Çankaya PolisKarakolu’nda polisin darp ve hakaretlerine maruzkaldığını, sözlü tacize uğradıklarını ve karakoldacamları içerinin görünmesine engel olmayan birodada soyunmaya zorlandıklarını ifade etti. Tacizeuğrayan Genç-Sen’li kadınların suç duyurusundabulunduğunu belirterek, hiçbir baskının ve sindirmepolitikasının kadınları yıldıramayacağını vurguladı.Açıklamaya BDSP, Halkevleri ve SDP destek verdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul-Eskişehir

Bakanlar Kurulu ardından üniversite harçlarına yapılacak zammın %8’e çekileceğine dair yapılanaçıklanmasının ardından 14 Ağustos günü Galatasaray Postanesi önünde toplanan öğrencilerin talebi parasızeğitimdi. DGH, Ekim Gençliği, Gençlik Muhalefeti, Öğrenci Kolektifleri, TÜM-İGD ve YDG’nin birlikteörgütlediği eylem öğrencilerin Postane önünde toplanmaları ile başladı. “Parasız eğitim istiyoruz!” şiarlıÜniversite Öğrencileri pankartının açılması ardından ajitasyon konuşmaları ile yapılan zamların eğitiminticarileştirilmesi anlamına geldiği vurgulandı. Zam kararının %8 ile sınırlandırılmasının ortaya konulanmücadele azminin bir sonucu olduğu ifade edildikten sonra çevrede toplanan ilgili kitle yürüyüşe davet edilerekkonuşma sonlandı.

Galatasaray Lisesi önünden yürüyüşe geçilmesi ile birlikte, yol boyunca ajitasyon konuşmaları devam etti veortak sloganlar gür bir şekilde hep bir ağızdan atıldı. Yürüyüş boyunca korteje katılanlar ile birlikte sayısı 250’yiaşan kitle, alkışlar ve ıslıklar ile Taksim Tramvay durağı önüne geldi.

Durak önünde gelindiğinde okunan asın metninde “Yapılması planlanan yüksek oranlardaki zam geriçekilmiş olsa da, bizler biliyoruz ki aslında asıl hedefledikleri tüm bölümlere yüksek meblağlarda fiyat biçipeğitim masraflarını tamamen kişinin üzerine yıkmaktır.” denilerek saldırının bütünlüğü ortaya kondu vezamların taşeronluğunu yapan bu zihniyetin “herkesin okumasına gerek” görmediği belirtildi.

Neo-liberal ekonomi politikaları ile birlikte temel hakkımız olan her şeyin alınır satılır hale getirilmekistendiğinin altının çizildiği basın metninde piyasalaştırma saldırılarının AKP eli ile yoğunlaştırıldığı ifadeedildi.

Öğrencilerin harçlara ve paralı eğitime karşı bugün bir araya geldikleri ve sermayenin saldırılarına karşı işçive emekçiler ile omuz omuza durabilmenin gerekliliği vurgulandı. “Şimdi zaman sokakları ısıtmaya devametmenin zamanıdır! Şimdi zaman sokaklarda sesimizi yükseltmeye devam etmenin zamanıdır!” denilereksonlandırılan konuşma ardından sloganlar ve alkışlar ile eylem sona erdirildi.

Ekim Gençliği / İstanbul

Önce faşistler, sonrapolis saldırdı

Sivas’ta Amerika’ya karşı karikatür sergisi açtıklarıiçin “DHKP-C’nin faaliyetlerine katıldıkları” iddiasıyla27 Mayıs 2008 tarihinde gözaltına alınan 29 kişiden 5kişi tutuklanmıştı.

Tutuklu bulanan 5 kişinin 18 Ağustos’ta günüErzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek ilkduruşmalarına destek için gelen Gençlik Federasyonuüyelerine polis saldırdı.

Gençlik Federasyonu, 18 Ağustos’ta görülecek davaöncesinde, 17 Ağustos Ankara Kızılay YükselCaddesi’nde mahkemeye katılmak için bir basınaçıklaması yapmış ve mahkemeyi sahiplenme çağrısıyaparak saat 20.00’de Erzurum’a doğru yola çıkmıştı.

Adliye önünde basın açıklaması yapan GençlikDerneği üyelerine önce gerici -faşist güçlerce saldırıdüzenlendi. Yaşanan provokatif saldırıya “sözde” engelolan polis ise, saldırganları uzaklaştırdıktan sonraeylemcilere saldırdı.

Polisin vahşi saldırısına maruz kalan GençlikDernekliler toplu halde gözaltına alındı.

Gençlik harçalara karşı Taksim’de!“Pazarlık yok, harçlara hayır!”

Genç-Sen’li kadınlardan açıklama

Hasta tutsaklara özgürlük!24 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/32 H 21 Ağustos 2009

Hasta tutsaklara özgürlük!Taksim’de, Güler Zere ve hasta

tutsaklar için üçüncü hafta yürüyüşü!“Güler Zere ve hasta tutsakların serbest

bırakılması” talebiyle Taksim Tramvay Durağı’ndanGalatasaray Lisesi’ne yürüyüş gerçekleştiren “GülerZere’ye Özgürlük Platformu” 14 Ağustos akşamıyüzlerce kişinin katılımıyla “Zere’ye özgürlük”eylemlerinin üçüncü haftasında sloganlarını haykırdı.

Taksim Tramvay Durağı’ndan toplanmayabaşlayan kitlenin sayısı yürüyüşün başladığı ana kadarartmaya devam ederken, “Kanser hastası GülerZere’ye özgürlük! Hasta tutsaklar serbest bırakılsın!”pankartı açıldı.

Yürüyüş boyunca alkış ve sloganlar susmazken,oturma eylemi sırasında Grup Yorum’un seslendirdiğive yüzlerce kişinin eşlik ettiği devrimci marşlarsöylendi.

Galatasaray Lisesi önüne gelindiğinde ilk olaraksöz alan Av. Taylan Tanay, Güler Zere’nin sağlıkdurumunun giderek kötüleştiğini, Zere’nin herkesingözleri önünde açıkça katledilmeye çalışıldığını ifadeetti. 27 Ağustos’ta Güler Zere hakkında karar verecekolan Adli Tıp’ın demokratik kitle örgütlerine,hekimlere, ailelere ve halka rağmen ölüm kararıveremeyeceğini söyledi.

Tanay, konuşmasının sonunda 27 Ağustos günüAdli Tıp önünde buluşma çağrısı yaptı.

Ardından İTO Yönetim Kurulu Üyesi Dr. NazmiAlgan tarafından basın açıklaması gerçekleştirildi.Açıklamada, siyasal iktidarın, siyasi tutuklu vehükümlüleri ağır sağlık sorunlarına rağmen serbestbırakmayarak hastanelerin mahkum koğuşlarındaölüme terk ettiği söylendi. Adli Tıp Kurumu 3. İhtisasKurulu tarafından Güler Zere hakkında düzenlenmişkapsamlı raporların yok sayıldığı ve Zere’nin mahkumhücresinde tutularak katledilmeye çalışıldığıvurgulandı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

ÇHD’den “Özgürlük Nöbeti”neziyaret

Güler Zere’nin serbest bırakılması talebiyle, AdliTıp Kurumu önünde başlayan “Özgürlük Nöbeti”sürüyor. ÇHD, 18 Ağustos günü Adli Tıp Kurumuönünde gerçekleştirdiği ziyaretle Güler Zere’ninserbest bırakılmasını istedi.

Saat 12.30’da bir araya gelen avukatlar, nöbetyerine yaptıkları ziyaretin ardından basın açıklamasıgerçekleştirdiler. “Güler Zere’ye özgürlük / ÇHD”pankartının açıldığı basın açıklamasında, ÇHDİstanbul Şube Sekreteri Güray Dağ, bilirkişiraporlarına rağmen Adli Tıp Kurumu’nun verdiğiraporla Güler Zere’yi ölüme mahkum ettiğini ifadeetti. Kurumun kararına itiraz ettiklerini belirten Dağ,son kararın 27 Ağustos’ta verileceğini söyledi. AdliTıp’ın vereceği bu kararın Güler Zere’nin yaşamasınaveya ölmesine neden olacağını belirtti.

27 Ağustos’ta Adli Tıp önünde gerçekleştirilecekeylemde yer alacaklarını belirten Dağ, “Güler Zere’yiserbest bırakın. Ölümüne izin vermeyin” diyerekkonuşmasını sonlandırdı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Bursa’da Zere için eylem... 14 Ağustos günü Kent Meydanı önünde toplanan

yaklaşık 100 kişilik kitle üzerinde Güler Zere’ninfotoğrafı olan “Güler Zere’ye özgürlük / Hasta

tutsaklar serbest bırakılsın” pankartı ve yine üzerindehasta tutsakların isimlerinin yazılı olduğu“Öldürtmeyeceğiz” pankartıyla Fomara’da bulunanAKP il binası önüne doğru yürüyüşe geçti.

AKP il binası önüne gelindiğinde basın açıklamasıyapıldı. Açıklamada, Güler Zere ve diğer hastatutsakların yaşadığı işkence anlatılırken şu ifadelereyer verildi:

“Bugüne kadar onların dışarıdaki sesleri olmayaçalıştık. Onların haklı taleplerini seslendirdik. Bundansonra da böyle olmaya devam edeceğiz. Buradan birkez daha AKP iktidarına, Adalet Bakanlığı’na çağrıdabulunuyoruz: Kendi koyduğunuz yasalara uyun!Kanunun ilgili hükmünü uygulayın!”

Basın açıklamasından sonra eylem sloganlarla sonaerdirildi.

Kızıl Bayrak / Bursa

Eskişehir: Hasta tutsaklar serbestbırakılsın!

14 Ağustos günü Eskişehir Merkez Postanesiönünde Güler Zere ve hasta tutsaklarla ilgili bir basınaçıklaması ve faks eylemi gerçekleştirildi.

BDSP, DHF, DİSK, DPG, DTP, EHP, EMEP,Eskişehir Genlik Derneği, ESP, Halkevleri, İHD, İKP,KESK, ODAK, ÖDP, SDP, TÖP, TKP VE TTB’ninörgütlediği açıklamada şunlar söylendi: “Oluşankamuoyundan rahatsız olan AKP iktidarı kendiniaklamak için bakanlarını, komisyonlarını seferberetmiş, katliamcı kimliklerini gizlemek için durumunbasın tarafından abartıldığını iddia etmiştir…

Adli Tıp lağvedilmeli, iktidar kendi koyduğuyasaları uygulayarak, Güler Zere, Erol Zavar ve diğerhasta tutsakların tahliyesi için gerekeni yapmalıdır.”

Basın açıklamasının ardından tüm kurumlarıntemsilcilerinin imzasının bulunduğu hasta tutsaklarınserbest bırakılmasını talep eden metin AdaletBakanlığı’na gönderildi.

Kızıl Bayrak / Eskişehir

Adana’da eylem14 Ağustos günü Adana’da İnönü Parkı’nda

gerçekleştirilen KESK eyleminin ardından KESKyöneticilerinin de katılımıyla Güler Zere ve hastatutsakların serbest bırakılması talebiyle sloganlar

eşliğinde yürüyüşe başlayan kitlenin önü parkçıkışında polis tarafından kesildi. Polisin pankartlı-sloganlı yürüyüşe izin vermeyeceğini söylemesinerağmen kitlenin yürümekteki kararlılığı üzerinekortejin önü açıldı. Çevik kuvvet eşliğinde yürüyüşsürerken bu kez de dört yol girişinde çevik kuvvettarafından yol kesildi. Yürüyüşün yasa dışı olduğu bunedenle de izin vermeyeceklerini söyleyen poliskarşısında kitle oturma eylemi geçekleştirdi. Sloganlareşliğinde kararlı bir şekilde süren oturma eylemininardından polis barikatı açıldı.

Adli Tıp önüne gelindiğinde yapılan basınaçıklamasında, “Adli Tıp, hukuki, bilimsel değil siyasikararlar vermektedir” denilerek aylardır süren “GülerZere’ye özgürlük” haykırışıyla Güler Zere ve hastatutsakların sesi olmaya çalışıldığı, bilimin, hukukun,vicdanın, insanlığın kabul etmediği, etmeyeceği bututumun sorumlularını bir kez daha uyarmak içineylemin gerçekleştirildiği söylendi.

Basın metninin okunmasının ardından KESKGenel Sekreteri Emirali Şimşek’de Güler Zere’nindurumu hakkında bir açıklama yaptı.

Konuşmaların ardından eylem sloganlarla sonaerdi.

Kızıl Bayrak /Adana

Kayseri’de Zere’ye özgürlük eylemi18 Ağustos günü Kayseri Merkez Postanesi

önünde, Güler Zere ve hasta devrimci tutsaklarınserbest bırakılması için bir basın açıklaması yapıldı.

14 Ağustos 2009 / Taksim

Basın açıklaması, BES Kayseri Şube BaşkanıFatma Gül Bayat tarafından okundu. Bayataçıklamada, hapishanelerde uygulanan tecritinölümlere yol açtığını ifade etti. 14 yıldırözgürlüğünden mahrum olan 37 yaşındaki devrimcitutsak Güler Zere’nin ölüme mahkum edildiğinisöyledi.

Eylem sonunda “Güler Zere’ye özgürlük!”,“Devrimci tutsaklar onurumuzdur!” sloganları atıldı.

Demokrasi Platformu’nun gerçekleştirdiğiaçıklamaya yaklaşık 50 kişi katıldı. BDSP’de eylemedestek verdi.

Kızıl Bayrak / Kayseri

TUYAB’dan “Özgürlük Nöbeti”neziyaret...

TUYAB, 19 Ağustos günü Güler Zere ve hastatutukluların serbest bırakılması talebiyle Adli TıpKurumu önünde sürdürülen “Özgürlük Nöbeti”nedestek ziyareti gerçekleştirdi.

TUYAB adına yapılan açıklamada, hâkimsınıfların “demokrasi”, “özgürlük” ve “insan hakları”aldatmacalarının kamuoyunda geniş bir yer kapladığışu günlerde Güler Zere şahsında devrimci tutsaklarakarşı uygulanan “yok etme” politikalarının, devletingerçek yüzünü tekrar tekrar gösterdiği ifade edildi.

Devrimci tutsakların işkenceden tedavilerininengellenmesine, mektup ve ziyaretçi yaşağındansakat bırakılmaya kadar bir dizi saldırı ile teslimalınmaya çalışıldığının ifade edildiği açıklama şusözlerle son buldu: “Duyarlı kamuoyundan vehalkımızdan isteğimiz Güler Zere’yi ve devrimcitutsakları daha fazla sahiplenmeleridir. Biz sahipçıkarsak ve sokakları daha da kalabalıklaşarakdoldurursak Güler Zere’yi ve hasta tutsaklarıyaşatabiliriz.”

Basın açıklamasının ardından, nöbet yerindesohbetler gerçekleştirildi. Güler Zere’nin sağlıkdurumuna ve yasal sürece ilişkin bilgiler alındı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Hasta tutsaklar yalnız değildir!Erol Zavar’a Yaşama Hakkı Koordinasyonu,

Ankara’da Erol Zavar ve hasta tutuklular içinbaşlatılan 5 günlük açlık grevine destek için 18Ağustos günü Galatarasaray Lisesi önünde saat19.30’da bir eylem gerçekleştirdi. Erol Zavar ve hastadevrimci tutsakların derhal serbest bırakılmasınıistedi.

“Ankara / Erol Zavar’a Yaşama HakkıKoordinasyonu açlık grevinin 3. gününde hastatutsaklar serbest bırakılsın” pankartının açıldığıeylemde, basın açıklamasını Ebru Kızıl okudu.

Kızıl, son 6 ayda hapishanelerde 6 tutsağınhayatını kaybettiğini ve Erol Zavar, Güler Zere,Samet Çelik ve onlarca tutsağın tahliye edilmeyerekölüme terkedildiğini vurguladı.

Hasta tutsakların bir an önce tahliye edilmesiniisteyen Kızıl’ın yaptığı açıklama şu sözlerle sonaerdi: “Ankara/Erol Zavar’a Yaşam HakkıKoordinasyonu olarak, arkadaşlarımız, olasıölümlerin önüne geçmek, kamuoyunu bilgilendirmekve hasta tutsakların serbest bırakılmasını sağlamakiçin Ankara’da 5 gün süreli açlık grevinibaşlatmışlardır. Bilinmelidir ki, Erol, Güler, Samet vetüm hasta tutsakların tahliyesi sağlanıncaya kadarmücadelemize devam edeceğiz.”

Devrimci kurumların da destek verdiği eylemde,“Erol Zavar / Güler Zere serbest bırakılsın!”, “Hastatutsaklar serbest bırakılsın!”, “Devrimci irade teslimalınamaz!”, “Devrmci tutsaklar onurumuzdur!” ve“Yaşasın devrimci dayanışma!” sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Devrimci tutsaklara özgürlük! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 25Sayı: 2009/32 H 21 Ağustos 2009

Devrimci tutsakları sessiz bir katliama tabi tutansermaye devleti, son olarak Güler Zere hakkında ölümkararı verdi.

Devletin zindanlarında hayata geçirilen bu “sessizkatliam”a karşı seslerini yükselten ilerici ve devrimcigüçler ise Güler Zere ve cezaevlerinde ölümübekleyen onlarca hasta tutsağın serbest bırakılmasıtalebiyle sürecin başından itibaren alanlara çıktılar.Adli Tıp Kurumu üzerinden estirilen devletkatliamının arkasında yatan gerçekleri geniş toplumkesimlerine anlatmaya çalıştılar.

Güler Zere ve hasta tutsakların karşı karşıyakaldığı tecrit terörüne karşı aylardır gerçekleştirileneylemler devletin ve onun kurumların kamuoyunezdinde teşhir olmasını sağlarken Adli Tıp Kurumuşahsında katliamcı devlet geleneği de köşeye sıkıştı.

Katledilmek istenen insanlığımızdır: 27 Ağustos’ta Adli Tıp önüne!

Birçok ilerici devrimci kurumun da içerisinde yeraldığı “Güler Zere’ye Özgürlük Platformları” çeşitliillerde gerçekleştirdiği yürüyüş ve basın açıklamalarıile devletin bir süredir işçi ve emekçilerin gözlerindenuzak tutmayı başardığı zindanlar gerçeğininbelirginleşmesini ve tartışılmasını sağladı. Baskı veterör üzerine kurulu rejimini her daim korumayaçalışan sermaye devletinin gerçek yüzünü bir kez dahateşhir etti.

Özellikle İstanbul’da her hafta gerçekleştirilenCuma yürüyüşlerinin kitleselliği, coşkusu vekararlılığı devletin devrimci tutsaklar üzerindeestirdiği teröre henüz yetersiz de olsa verilen bir yanıtoldu. İlerici ve devrimci güçler yok edilmeye, teslimalınmaya çalışılanın devrimci tutsaklar şahsındadevrim ve sosyalizm mücadelesi olduğunu bueylemlerle dile getirdiler. “Devrimci tutsaklaronurumuzdur!” sloganını hep bir ağızdan haykırdılar.

Yine İstanbul’da oluşturulan ve birçok kurumuniçerisinde yer aldığı “Güler Zere’ye ÖzgürlükPlatformu”nun Yenibosna’daki Adli Tıp KurumuBaşkanlığı önünde başlattığı “Özgürlük Nöbeti”,konunun gündemde kalması, Zere ve hasta tutsaklarınzulmün elinden çekip alınması kararlılığıngösterilmesinin başka bir önemli parçasını oluşturdu.

Gerçekleştirilen eylemler ve konunun burjuva

medya cephesinden dahi sıkça işlenmesi Güler Zerehakkında verilen “ölüm fermanı”nın gelecekmücadelesi verenlere rağmen kolay kolay hayatageçirilemeyeceğini gösterdi. Sermaye düzeninintemsilcileri ve has uşağı Adli Tıp Kurumu, süreçboyunca gösterilen kararlı duruşun basıncıyla 27Ağustos’ta Güler Zere’nin sağlık durumuna ilişkintekrar biraraya gelme kararını almak zorunda kaldı.

Şimdi ise, Güler Zere şahsında hasta tutsaklarınzulmün elinden çekip alınması görevi ilerici, devrimcigüçlerin önünde bir görev olarak duruyor. Sermayedevletinin uyguladığı tecrit terörüne karşı devrimcitutsakların içeride yürüttüğü mücadeleyi dışarıya dahagüçlü taşımak ve mücadeleyi büyütmek ertelenemezbir sorumluluktur.

Bu yüzden, 27 Ağustos günü, yani Adli Tıp GenelKurulu’nun Güler Zere’nin sağlık durumuna ilişkinkarar vereceği gün dışarıda yüzler ve binlerle olmak,Güler Zereler’i yaşatma mücadelesinin önemli biryanını oluşturuyor. Çünkü Güler Zere şahsındazindana kapatılmak ve ölüme mahkum edilmekistenen devrim ve sosyalizm mücadelesinin kendisidir.

Güler Zere’yi zulmün elinden almakiçin 27 Ağustos’ta Adli Tıp önüne!

Devrimci 78’liler Federasyonu’nun girişimleri sonucu, 29 Ocak 1983 tarihinde idam edilen dört devrimcidenbiri olan Erdoğan Yazgan’ın son mektubu açığa çıktı. 26 yıl boyunca Kara Kuvvetleri Komutanlığı tarafındansaklanan mektup uzun uğraşlar sonucunda alınarak Yazgan’ın ailesine teslim edildi. Geçtiğimiz günlerde idamedilen diğer bir devrimci olan Mehmet Kanbur’un son mektubu da açığa çıkarılarak ailesine teslim edilmişti.

Erdoğan Yazgan’ın 26 yıl önce idamından hemen önce yazdığı ve ‘Sevgili ve değerli aileme’ diyerek başladığımektubu şöyle:

“Bu size yazacağım son mektup. Sizlerle uzun bir zamandır cezaevinde görüşüyorduk. Hepinize olan sevgimi

bilirsiniz. Bunu burada uzun uzun yazmayacağım kanaatimce bu kadarı yeterli; Kardeşlerim Güldoğan ve

Hatice’yi bir anlık sinirlilikle kırdım, kusura bakmasınlar. Ahmet, Sabire, Fatoş ve Selma’ya da ayrıca çok

selamlar. Hepiniz, her şeyimden mahrum hayatımda bana destek ve moral oldunuz. Sizlerin benim dünyamda ayrı

bir yeri vardı. Sizlere onurlu bir yaşam mı miras bırakabildiysem ne mutlu bana. Şuan tek dileğim sizlerin

sağlığının bozulmaması. Acı olacak ama dayanmanız gerek. Kimseyi suçlamayın, bu işin tek sorumlusu bugünkü

yönetim ve devlettir. Yani suçlu olan bizi asanlardır. Görüşlerimi ve neyi savunduğumu burada yazmayacağım.

Çünkü sizler bunları biliyorsunuz. Yaşamım kısa ve onurlu oldu. Hepinizi candan kucaklar, ayrı ayrı öperim. Soran

bütün dost ve akrabalara selamlar. Acele ediyorlar, kısa oldu. Sizi hep seven, oğlunuz ve abiniz. Erdoğan Yazgan.”

Erdoğan Yazgan’ın son mektubu bulundu!

Emperyalizmin Afganistan bataklığı...26 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/32 H 21 Ağustos 2009

Savaş aygıtı NATO komutasındaki işgalci güçler,son aylarda Afganistan’daki saldırılarınıyoğunlaştırdılar. 2001’den beri hava saldırılarıylasivil halkın üzerine bomba yağdıran işgal orduları, budefa Taliban güçlerini hedef aldıklarını iddiaediyorlar. Resmi açıklamalara bakılırsa, NATOorduları hergün başarılı operasyonlar gerçekleştiriyor;oysa Afganistan’dan tabutlarla taşınan askersayısındaki artış, bu iddianın temelden yoksunolduğunu gözler önüne seriyor.

Afganistan’ı “güvenli bir ülke” yapmaya antiçtiklerini öne süren savaş aygıtının şefleri, bu yöndebaşarılı adımlar attıklarını propaganda ederken,başkent Kabil’deki NATO karargahının ana girişkapısı önünde bomba yüklü bir araçla saldırıdüzenlendi. Saldırının sorumluluğunu üstlenenTaliban, saldırıda NATO karargahı ile aynı caddedebulunan ABD Büyükelçiliği’nin hedef alındığınıbildirdi. Çoğunluğunu NATO askerlerininoluşturduğu 7 kişi ölürken, 91 kişi de yaralandı. Özelbir şekilde korunan başkentinin göbeğindeki birbölgede gerçekleştirilen bu saldırı, savaş aygıtıNATO’nun şefleri tarafından uydurulan yalanları boşadüşürdü.

ABD emperyalizminin bütün saldırılarınakatılarak aktif suç ortaklığı yapan emperyalistİngiltere rejimi, Afganistan’da da en çok askerbulunduran ikinci devlet konumundadır. Çatışmalarınyoğunlaşması üzerine son haftalarda büyük kayıplarveren işgalci Britanya ordusu da sarsıcı darbeleralmaya başladı. Nitekim kayıpların 200’ü aşmasıüzerine İngiliz basını, uzun bir aradan sonraAfganistan işgalini sorgulamaya başladı.

Konuyu başyazısına taşıyan Daily Telegraphgazetesi, şu ifadeleri öne çıkardı; “Taliban şimdiVietkong’unkine benzer bir sebat gösteriyor. O zamanAfganistan’da kalmaya neden devam ediyoruz.Başbakan ulusal güvenliğimizin Afgan teröristlerinyenilgiye uğratılmasına bağlı olduğunu söylüyor.Başbakan halka bunu izah etmeli. Yoksa arkasındakamuoyu desteği bulamayacak.”

Diğer İngiliz gazetelerinin de benzer vurgularyapması Londra’daki savaş baronlarının huzurunukaçırmış bulunuyor. Sık aralıklarla Afganistan’danLondra’ya üçer-beşer tabut taşımak zorunda kalansavaş baronlarının şefi İngiliz başbakan GordonBrown, sonunda “Zor bir yaz” geçirdiklerini itirafetmek zorunda kaldı. Hezimeti kabul eden Brown,umutsuz bir şekilde ilerleme sağladıkları palavrasınısavurmaktan da geri durmadı. Ölen askerlerinailelerine başsağlığı dileyen savaş baronu Brown,“İngiltere’nin Afganistan’daki mücadelesiyle dünyayıdaha güvenli bir yer haline getirmeye çalıştığı”nı önesürdü. Daily Telegraph başyazısındaki vurgular, iyicebayatlayan Brown’ın yalanlarına kimsenininanmadığını gösteriyor.

Afganistan işgalini sorgulayan tartışma yenibaşlamışken ölen İngiliz askerlerinin sayısı 204’eulaştı. Belli ki, bu artış önümüzdeki günlerde dedevam edecek. Zira işgalci Britanya ordusu birsüredir Afganistan’ın güneyindeki Helmandeyaletinde kapsamlı bir saldırı yürütüyor. Geçenhaftalarda, “Panter Pençesi” adı verilen saldırının ilkaşamasının başarıyla tamamlandığı açıklanmıştı;

ancak tabut akışındaki istikrarlı artış bu palavranıntutmasını önledi.

Bu saldırıya son verilmemesi halinde -ki böyle birkarar, savaş aygıtı NATO’nun hanesine yazılan birfiyasko olurdu -Londra’ya taşınan tabut sayısındakiartışı önlemek mümkün olmayacak. Bu ise, diğerişgalci güçlerin yanısıra Afganistan’ın Britanyaemperyalizmi için de tam bir bataklığa dönüşmeküzere olduğunu gösteriyor.

Ezilen halkların direnme iradesini küçümseyenküstah emperyalistlerin Irak’tan sonra Afganistanbataklığına saplanması, Washington’daki savaş

baronları ile suç ortaklarının hedeflerine ulaşmaşanslarını giderek zorlaştırıyor. Görünen o ki, tavizlervererek Taliban güçleriyle anlaşma yolunagitmemeleri durumunda, emperyalist işgali bu haliylesürdürmenin olanağı kalmayacak. Zira bu durum hemişgalin maliyetini çok yükseltecek hem işgalciülkelerdeki savaş karşıtı mücadelenin yenidengelişmesine yol açabilecektir. Verili durumdaemperyalist zorbaların tek avantajı, işgal karşıtıdirenişin devrimci önderlikten yoksun olmasıdır;fakat buna rağmen direnen halklar er ya da geçkazanacaktır.

Britanya emperyalizmi Afganistan

bataklığında çırpınıyor!

Afganistan, emperyalist işgal altında bir seçim sürecine daha girdi. ABD’nin 2001 yılında Afganistan’agirmesi ve Taliban’ı devirmesiyle beraber, işgalden sonra ikinci seçimler 20 Ağustos günü yapılacak.Taliban’ın açıktan seçim merkezlerini bombalamakla tehdit ettiği ve halka seçimlere katılmamak yönlü çağrıyaptığı bir süreçte, seçim günü “güvenliği” sağlamak için 200 bin Afganistanlı ve 100 bin NATO askeri görevyapacak.

Taliban güçlerinin Afganistanlılar’a seçim merkezlerinin bombalanacağının ifade edildiği bildirilerdağıtması konusunda Taliban sözcüsü “Bu mesaj, halkı seçime katılmaması konusunda bilgilendirmeyi veoperasyonlarımızın mağduru olmamalarını hedefliyor’’ dedi. “Seçim bürolarına yönelik yeni taktiklerkullanacağız. Bu merkezlerde yaralanan kişiler, bundan kendileri sorumlu olacak, çünkü onları öncedenbilgilendirdik’’ diyen Taliban sözcüsü aynı zamanda seçimlerde oy kullananların mürekkepli parmaklarınınkesileceğini ifade etti.

CIA tarafından yetiştirilen ve başkanlık koltuğuna oturtulan Hamit Karzai’nin ise azınlıktaki Şiiler’inoyunu alabilmek için erkeklerin karılarına tecavüz etmesine göz yuman yasal düzenlemeye onay vermesi,ABD’nin Afganistan işgalini gerekçelendirmek için öne sürdüğü gerekçelerden biri olan Afganistanlıkadınlara özgürlük sağlanacağı ifadelerinin yalan olduğunu bir kez daha gösterdi.

Seçimlerde favori aday olarak gösterilen Cumhurbaşkanı Hamid Karzai’nin en büyük rakibi ise sonhaftalarda cumhurbaşkanının oy oranının yarıya indiren ve “Hapisteki katilleri, uyuşturucu kaçakçılarınıserbest bırakan bir cumhurbaşkanına oy vermek istiyor musunuz?” diyen eski Dışişleri Bakanı AbdullahAbdullah. Karzai’nin bakanlığını yaptığı dönemde benzer politikaların altına imza atan Abdullah’ın geçmişpratiği ise bu söylemlerin bir seçim malzemesi olmaktan öte bir şey ifade etmediğini gösteriyor.

Bunun dışında ise, Karzai’nin cumhurbaşkanlığı seçiminde 30’dan fazla rakibi var. Sonuç itibariyle özellikle İngiltere basınında sıkça yer aldığı gibi Afganistan’da özgür ve demokratik bir

seçim olmayacağı doğrudur. Fakat Afganistanlılar’ın özgür iradesi ile kendi sorunlarını çözmesini sağlayacakemperyalistlerin denetimindeki bir seçim değildir.

Emperyalist işgal gölgesindeAfganistan seçimleri 

Amerikan destekli faşist çetelerin 28 Haziran’dagerçekleştirdiği askeri darbe iki ayına yaklaştı; ancakaskeri rejimin uyguladığı baskı ve teröre rağmen,Honduraslı emekçilerin darbeye karşı yükselttiklerimücadele güçlenerek sürüyor. Enternasyonal dayanışmaamacıyla gerçekleştirilen eylemlerde de gelişmegözlenirken, çetelerin devirdiği Manuel Zelaya da, LatinAmerikalı liderlerin desteğini güçlendirmek için çabaharcıyor.

“Darbe Karşıtı Ulusal Cephe” oluşturan sendikalar,kitle örgütleri, köylü örgütlenmeleri ile diğer ilericikurumlar, geçen hafta binlerce kişinin katılımıylaülkenin dört bir yanından başkent Tegucigalpa’yagelerek cuntayı protesto etti. Kolluk kuvvetlerinin azgınsaldırılarına maruz kalan kitle, taş ve sopalarla polisekarşı direndi. 100’e yakın göstericinin tutuklandığıgösterilerde, cunta şefinin yardımcısı Ramon Velazquezde eylemcilerin öfkesinden nasibine düşeni aldı.

İki gün boyunca eylemlerini sürdüren Honduraslıemekçiler, cuntaya karşı direnmede kararlı olduklarınıbirkez daha dosta düşmana gösterdiler. Başkentdışındaki kentlerde de eylemler yapan cunta karşıtıcephe, Latin Amerika başta olmak üzere, dünyahalklarından destek istedi. Via Campesina (UluslararasıKöylü Hareketi) Honduras bürosu tarafından yapılanaçıklamada, Honduras halkının cuntaya karşısürdürdüğü direnişin desteklenmesi istendi.

Açıklamada, “darbenin gerçekleşmesinden bu yana

46 gün geçti ve bu süre boyunca sürekli ve şiddetli insanhakları ihlalleri yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor.İnsanlar yaralanıyor, katlediliyor ve hapsediliyor.Darbeye tepki veren insanlar isyan, terörizm ve vatanaihanet gibi suçlamalarla yargılanıyor…” sözlerine deyer veren Via Campesina, faşist çetelerin saldırganlığınıteşhir etti.

Bu arada Brezilya, Meksika, Şili, Arjantin ve diğerkıta ülkelerini ziyaret eden devrik devlet başkanıManuel Zelaya ise, Latin Amerikalı liderlerden cuntayakarşı daha aktif tutum almalarını istedi. Zelaya’nınisteği üzerine harekete geçen Arjantin ile Şiliyönetimleri, darbecileri destekleyen Hondurasbüyükelçilerini “istenmeyen kişi” ilan etti. Cuntayönetimi ile tüm ilişkileri kestiklerini açıklayan iki ülkeyönetimleri, faşist çeteleri gayr-ı meşru gördükleriniteyit ettiler.

Hem ülke içinde hem dünyada yükselen tepkilererağmen yönetimden çekilmeyeceklerini açıklayan cuntaşefleri, Washington’dan aldıkları desteğe yaslanarak,Kasım ayında yapılacak seçimlere kadar yönetimdekalacaklarını söylüyorlar. Beyaz Saray’ın savaşbaronlarında güç alan bu küstahlık, bir özgüvendendeğil, cunta karşıtı mücadelenin henüz faşist çetelerdenhesap soracak düzeye ulaşamamış olmasındankaynaklanıyor. Buna karşın enternasyonal dayanışa iledesteklenen Honduraslı emekçilerin direnme iradesi,muhakkak ki, faşist çetelerden hesap soracaktır.

Toplumsal muhalefetin basıncı altındakalan Arjantin yönetimi, son yıllarda çoksayıda işkenceci katili uzun süreli hapiscezalarına çarptırmak zorunda kaldı. Hapseatılan işkenceci katiller sürüsüne, 15yaşındaki genç bir komünisti katletmektensuçlu bulunan emekli general SantiagoRiveros ile dört suç ortağı da eklendi.

Emekli general ile diğer 4 askeri yetkiliBuenos Aires’teki Federal Mahkemetarafından, işkence ve adam öldürmedeninsan hakları ihlali nedeniyle suçlu bulundu.Emekli general ömür boyu hapis cezasınaçarptırılırken 4 suç ortağı ise 14 yıldan 25yıla kadar hapis cezası aldı.

Komünist Parti’ye bağlı sendika başkanıbaba Avellaneda’nın yerini öğrenmek içinKomünist Gençlik Örgütü üyesi 15 yaşındakiFloreal Avellaneda ile annesi Iris Pereyra’yıgözaltına alan askerler, anayla oğluna vahşiişkenceler uyguladılar.

Anne Pereyra 3 yıl sonra serbestbırakılmış ancak oğlu Avellaneda Uruguaysahilinde vücudunda işkence izleriyle ölübulunmuştu. Mahkemede tanık olarakdinlenen Iris Pereyra, “Dirseklerime,göğsüme, ağzıma ve genital bölgeme elektrikverdiler, aynı işkenceyi oğlum da gördü”sözleriyle maruz kaldıkları işkenceyi anlattı:

Emekli general ile suç ortağı işkencecikatiller, ayrıca 40 devrimcininkaybedilmesinden de sorumlu tutuluyor.

Arjantin’de 1976-83 yılları boyuncadevam eden faşist askeri cunta dönemindeyarıdan fazlası öncü işçi 30 bini aşkındevrimci katledilmişti.

Türkiye gibi ülkelerde işkenceci katillerel üstünde tutulup terfi ettirilirken,Arjantin’de general ve polis şefidüzeyindekiler de dahil olmak üzere üstdüzey işkencecilerin yargılanması toplumsalmuhalefetin rejimler üzerinde yaratabildiğibasıncın göstergesidir.

Hugo Chavez liderliğindeki Venezüella yönetimi,“ülkeyi harap eden kapitalist sistem”e karşı yeniönlemler almaya hazırlanıyor. Chavez yönetimininuygulamalarına emekçilerin ezici çoğunluğu tam destekverirken, kapitalistlerle Washington’daki efendileri isediş biliyor. Nitekim eğitim reformuyla ilgili yasatasarısına karşı çıkan Amerikancı güçler tekrar sokaklaraçıktı. Yasa görüşülürken meclis önünde gösteri yapangerici güçler, sosyalizmden duydukları korkuyu dilegetirdiler.

Fakat belirtmek gerekiyor ki, Hugo Chavez’in gericicephedeki rahatsızlığı iyice derinleştirecek olan hazırlığı,eğitimle ilgili reformdan çok daha çarpıcı hedeflersaptayan yeni yasal düzenlemelerdir.

“Venezüella’yı harap eden kapitalist modeli terketmek ve bir daha bu modele dönmemek amacıylaradikal bir yasa paketinin Aralık ayında parlamentonunonayına sunulacağını” duyuran Venezüella DevletBaşkanı Hugo Chavez, yasa paketinin 21.yüzyılsosyalizmine geçişi olanaklı kılacağını belirtti.“Önümüzdeki yıllarda sosyalist modele geçebilmek adınadevletin ekonomik gücünü arttırmayı ve özel sektörünpayını azaltmayı hedefliyoruz” diyen Chavez,Venezüella’nın bundan böyle tüketim toplumukimliğinden kurtulması gerektiğini söyledi.

Hazırlığı devam eden geniş kapsamlı yasa paketindeyatırım, seçimler, mülkiyet, ticaret, gazetecilik, emekörgütlenmesi, eğitim, sağlık, kaynakların bölüşümüalanlarında radikal dönüşümlerin altyapısını hazırlayanyasa tasarılarının olduğunu belirten Chavez,

“tartışmaları hızlandırarak ulusal çapta devrimciyasaları hayata geçirmeli ve karşıdevrime imkântanımamalıyız” dedi.

Kapitalizmi yıkıp sosyalizmi kurmak yasaldüzenlemelerle olabilecek bir iş değil elbet. AncakChavez yönetiminin geniş kitle desteğine dayanması,dahası yönetimi destekleyen toplumun emekçikesimlerinin gerektiğinde alanlara çıkıp aktif mücadeleyeatılan nitelikte olması, yasal düzenlemeleri etkili kılıyor.Emekçiler lehine kararlar alıp uygulayan Chavezyönetimi de, emekçilerden aldığı bu destek sayesindeyeni kararlar alıp uygulama gücünü kendinde bulabiliyor.

Chavez’in açıkladığı yeni yasal düzenlemeler,kapitalizmin temeli olan mülkiyet, üretim, değişimilişkilerinin özünü değiştirmese de, kapitalistlerin artıdeğerden altıkları payı azaltacağı gibi, ülke ekonomisiüzerindeki egemenliklerini de sınırlayacaktır. Yasaldüzenlemeler belirtildiği şekilde uygulandığındatoplumun emekçi kesimlerinin yaygın desteğini alacak.Yeni uygulamalarla mevzi kaybedecek olan karşı-devrimci güçlerin ise, daha tahammülsüz daha saldırganbir tutum içine girmeleri muhtemeldir. TabiVenezüella’daki işbirlikçilerinin zor duruma düşmesiWashington’daki savaş baronlarını da hareketegeçirebilir; buna karşın milyonlarca emekçinin süreceaktif bir şekilde katılımı devam ettiği sürece, asalakkapitalistlerin diledikleri gibi saltanat sürmeleri mümkünolmayacaktır. Nihai hesaplaşma için ise, kapitalizmintemeli olan özel mülkiyeti ortadan kaldırmak ve tümburjuva kurumları dağıtmak şarttır.

Latin Amerika’dan... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 27Sayı: 2009/32 H 21 Ağustos 2009

“Venezüella’yı harap eden kapitalistmodel”e karşı yeni önlemler...

Honduras halkının faşist cuntayakarşı direnişi devam ediyor!..

Arjantin’de işkencecigenerale ömür boyu

hapis cezası!

Emperyalizmin Güney Amerika planları...28 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/32 H 21 Ağustos 2009

ABD emperyalizmi Güney Amerika’yıkana bulamaya çalışıyor!

Emperyalist ABD, Güney Amerika kıtasındaki enönemli işbirlikçisi Kolombiya’yı kullanarak bubölgede savaş ve istikrarsızlık yaratmayı planlıyor.Özellikle Kolombiya ile Venezuela arasındaki ilişkilerigerginleştirerek Güney Amerika kıtasında, kendiemperyalist politikalarını hayata geçirmek üzere uygunortam ve hamle hazırlığı peşinde.

Bir dönemden beri ABD’nin Orta Asya veOrtadoğu gündeminin nispeten gerisinde kalan GüneyAmerika, çok yanlı bir emperyalist müdahalenineşiğine getirilmeye çalışılıyor. Bu bölgenin, Ortadoğuve Orta Asya gündemlerinin nispeten gerisindekalmasının en önemli nedenlerinden biri, Küba’yı biryana bırakırsak, bu bölgede Venezuela’da HugoChavez ve Bolivya’da Evo Morales gibi solculiderlerin geniş halk yığınlarına dayananhükümetlerinin başta olmasıdır. Bu hükümetler, her nekadar bir proleter sınıf devriminin öncüsü ya da ürünüolmanın uzağında olsalar da emperyalist dayatmaya vekuşatmaya kafa tutan söylem ve pratikleriyle yoksulGüney Amerika halkları tarafından sempatiylekarşılanıyor, anti-Amerikancı ve anti-emperyalistşiarları genel olarak kıta halkları arasında bir yankıbuluyor. Ve bu sempati, bu bölgeye yapılacakemperyalist müdahalenin önündeki en büyük engeldir.Bunun gayet iyi farkında olan ABD, adı geçenhükümetleri gözden düşürmek için her türlü yalanadolana ve provakatif eyleme başvurmaktadır. Ayrıcabölgede emperyalist yuvalanmanın boyutunu artırmakiçin Honduras’taki ABD destekli faşist askeri darbeninde son aylara denk düşmesi tesadüf değildir.

11 Eylül saldırılarının ardından Orta Asya’ya ve2003 Mart’ından itibaren Irak’a yapılan emperyalistsaldırılar, bu ülkelerin emekçileri ve yoksul kitleleritarafından büyük bir direnişle karşılanmıştı. Bubölgelerde ABD’nin ve küresel sermayenin bellisiyasal ve ekonomik kazanımlar elde ettiğisöylenebilirse de, emperyalistlerin arzuladıkları tablo,bugünkü verili durumun uzağındadır. Bu durumküresel sermayeyi, özelde de ABD emperyalizminiköşeye sıkıştırıyor ve artık ertelenmesi daha fazla sözkonusu olamayacak emperyalist müdahaleler yapmayazorluyor. Müdahalenin hedef ülkesi de doğal olarakVenezuela. Fakat ABD emperyalizminin işi bu bölgedeçok daha zor. Örneğin Irak’ta herhangi bir devrimciparti ya da önderliğin olmadığı koşullarda bile halkdirenişinin emperyalistlerin devasa savaş aygıtlarınınasıl çaresiz bıraktığını tüm dünya gördü. Oysa GüneyAmerika halklarının belirgin bir devrimci siyasalgeçmişleri, Venezuela ve Bolivya’da gerçek birproleter sınıf iktidarı olmasa da geniş halk yığınlarınınkendi özgücünün ifadesi olan siyasal önderlikler var.

Yapılması planlanan müdahalenin merkezindeABD’nin bölgedeki en has işbirlikçisi Kolombiyaburjuvazisi ve onun sözcüsü faşist lider Alvaro Uribevar. Washington’un Kolombiya’ya sağladığı askeriyardım miktarı, 5 milyar dolarla Latin Amerika’dakidiğer bütün ülkelere yapılanın toplamından dahafazladır; dünya çapında ise İsrail’den sonra ABD’ninaskeri yardımlarından en büyük payı alan ikinciülkedir. Uribe rejimi 2004 yılında Venezuela’dabulunan Kolombiyalı solcu lider Rodrigo Granda’yı,Venezuelalı bazı ordu ve istihbarat yetkililerin rüşvetlesatın alındığı bir operasyonla kaçırmış, durum açığaçıkınca da iki ülke arasında ciddi bir politik gerginlik

doğmuştu. Bu olayın hemen akabinde Uribe, Bushyönetiminin yansıması olan ve Uribe Doktrini olarakanılan bir dış politika açılımını ilan etti: “Kolombiyahükümetinin, devlet güvenliği açısından tehditoluşturabilecek siyasi muhaliflerini barındırdığını yada koruduğunu düşündüğü herhangi bir ülkede tektaraflı müdahalede bulunma hakkı.” Uribe’nin tektaraflı müdahale doktrini Bush’un 2001 sonunda ilanettiği önleyici savaş doktrininin aynısıdır. Bu doktrinesasta, Uribe ya da Bush’un değil, bugünlerde barış vekardeşlik “meleği” Obama’nın sözcülüğünü yaptığıABD emperyalizminin Güney Amerika politikasıdır.

Uribe rejimi, Kolombiya’daki 7 tane üssü,uyuşturucuyla mücadele bahanesiyle ABD’ninkullanımına açmayı planlıyor. EkvadorCumhurbaşkanı Rafael Correa, Hugo Chavez’eyakınlığı ile bilinen bir liderdir. Daha önce Ekvadorhükümeti, ABD’nin uyuşturucu kaçakçılığıylamücadele amacıyla ülkedeki bir askeri üssükullanmasına olanak sağlayan programa son vermişti.Bu kararın, ABD’nin Latin Amerika’daki uyuşturucuoperasyonlarını (“ticareti” diye okumak lazım)zorlaştırdığı belirtilmişti. Şimdi bu durum bahaneedilerek Kolombiya’daki askeri üsler ABD’ninhizmetine sunuluyor. Hugo Chavez ise ABD’nin,Kolombiya’yı Venezuela’ya saldırtıp, arkasından bir“barış operasyonu” ile ülkesini, özellikle de OrnicoNehri bölgesindeki zengin petrol yataklarını elegeçirmeyi planladığını söylüyor. Çünkü bir süredenberi Venezuele, başta Çin olmak üzere daha birçokülkeye petrol ihraç etmektedir. Bu sayede iktisadiaçıdan güçlenmekte olan Chavez rejimi, dünyaüzerinde ve özellikle de Güney Amerika’da dahabelirgin bir siyasal güç haline gelecektir, ki ABD’ninkesin olarak istemediği de budur. Bu iktisadi büyümeaynı zamanda Küba ve Bolivya gibi ABDemperyalizmine belirgin bir tutumla karşı duranülkelerle ilişkilerin güçlenmesi ve anti-Amerikancıpolitikaların kıtanın diğer halkları arasında dahabelirgin bir biçimde yayılması tehlikesini beraberindegetiriyor. Venezuela’nın Küba’yla olan ilişkilerininkesilmesinin, özellikle Küba’yı zayıf düşürme olanağıaçısından ABD için ne kadar önemli olduğununüzerinde durmaya bile gerek yoktur. Ayrıca Chavez,ABD’nin başta Ortadoğu ve Orta Asya olmak üzere

tüm emperyalist politikalarına karşı çıkan ve bupolitikaları uluslararası kamuoyu önünde deşifre edenbir liderdir. Bu ise, Obama yönetimi ile uluslararasıkamuoyunda kendini aklama kampanyası yürütenABD emperyalizminin işini oldukça zorlaştırmaktadır.Yani ABD emperyalizmi için Chavez ve rejimi,ortadan kaldırılması gereken “can sıkıcı” bir engeldir.

Diğer yandan Kolombiya, Venezuela’yı FARC(Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri) gerillalarınadestek verdiği gerekçesiyle suçlamakta ve tehditetmektedir. FARC yaklaşık 20 bin gerillasıyla bugündünyadaki en büyük gerilla güçlerinden biridir veKolombiya topraklarının yaklaşık yarısını denetimialtında tutmaktadır. Bu sadece Kolombiya için değil,aynı zamanda ABD emperyalizmi için de büyüksorundur. Kolombiya’daki üslerin ABD’ninkullanımına açılmasının gerisinde FARC gerillalarınınyok edilmesi düşüncesinin de olması büyük olasılıktır.Kolombiya, geçen yıl FARC gerillalarınınEkvador’daki kampını basmıştı. Uluslararasıkamuoyunda Ekvador ve Venezuela’nın FARCgerillalarına (emperyalist söyleme göre “teröristlere”)destek verdiğine dair bir gündem oluşturma çabası,bölge ülkelerini açıkça tehdit etmeye kadar varıyor.Ayrıca Uribe, Interpol’ün, Kolombiyalı gerilla lideriRaul Reyes’in bilgisayarında bulduğu iddia edilenraporun, Venezuela’nın FARC gerillalarına verdiğidesteğin delili olduğunu savunuyor. Chavez, iseyaptığı açıklamada Urbine`nin Venezuela`nınKolombiyalı gerillalarla ilişki içinde olduğu iddiasınısürdürmeye devam etmesinin onun “savaş istediği”anlamına geleceğini söyledi ve Interpol’ün, Reyes`inbilgisayarında bulunduğu söylenen belgeler vasıtasıylaVenezuela ve Ekvador`u gerilla ile ilişkilendirmeye veuluslararası kamuoyunun buna inanmasını sağlamayaçalıştığını belirtti.

ABD emperyalizmi bir kez daha kardeş halklarıbirbirine düşürmeye ve kendi vahşi politikalarınıhayata geçirmeye çalışıyor. Bu sefer hedef GüneyAmerika halkları. Emperyalist vahşetin panzehiri birproleter devrimdir. Emperyalizmin vahşeti altında kankusan kardeş halklarla dayanışmayı yükseltmenin tekyolu, bulunduğumuz coğrafyada işbirlikçi sermayesınıfına karşı mücadeleyi yükseltmek ve işçi sınıfınınkızıl bayrağına daha sıkı sarılmaktan geçmektedir.

Filistin’de iç karışıklık Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 29Sayı: 2009/32 H 21 Ağustos 2009

Siyonist İsrail rejiminin Filistin halkına karşı dörtkoldan yürüttüğü fütursuz saldırılar devam ederken,ilki Batı Şeria’da, ikincisi Gazze Şeridi’nde etkili olanEl Fetih ile Hamas örgütleri direnişten farklı işlerleuğraşıyorlar.

20 yıl aradan sonra kongre gerçekleştiren El Fetihhareketi bütünlüğünü yitirirken, Hamas ise, kontrolaltında tuttuğu Gazze’de örgütlenen Cünd-üEnsarullah adlı kökten dinci grupla uğraşıyor. Yıllardıraralarında çatışan Hamas-El Fetih hareketleri,emperyalist/siyonist kuşatmaya karşı birleşik direnişinzeminini parçalamakla kalmamış, Gazze Şeridi ileBatı Şeria’yı birbirinden ayırarak Tel Aviv’dekisiyonist şefleri memnun da etmiştir.

El Fetih hareketi yaygın kitle desteğini koruyabilsede, direnişi terk eden, yozlaşmış, ABD işbirlikçisiolduğu gerçeği Filistin halkı nezdinde bir sır değil.Hamas ise, beslendiği kitle tabanından dolayı zorunluolarak direnişçi bir hat izlese de, siyasal islamcıçizgisinden dolayı, Filistin halkının direnme iradesinikucaklama yeteneğinden yoksundur. Devrimciörgütlerin zayıf olduğu verili koşularda iki hareketinde, “siyonist işgal karşıtı direnişi her şeyin üstündetutma” anlayışından yoksun olması, Filistin’dekiparçalanmayı iyice körüklemiştir.

Böylesi bir ortam, dünya ve bölgedeki koşullarında elverişli olmasıyla birleşince, El Kaide çizgisinitemsil ettiğini savunan bir grubun Gazze Şeridi’ndeörgütlenme zemini bulmasını sağlamıştır. Buörgütlenmenin Hamas denetimi dışında gelişmesimümkün değil, nitekim Cünd-ü Ensarullah adlı buoluşumun şefi Abdüllatif Musa, camide “GazzeŞeridi’ni İslami bir emirlik ilan ediyoruz” şeklindevaaz verince, Hamas’ın sert saldırısına maruz kaldı.

Refah’tan başlayarak, dini kurallara dayalı biryönetimi tüm Filistin’de uygulayacaklarını söyleyenAbdüllatif Musa’nın, “yeterli ölçüde İslami olmadığı”gerekçesiyle Hamas’ı eleştirmesi ile iş çığırından çıktı.Musa’nın vaaz verdiği camiyi kuşatan Hamasidaresine bağlı güvenlik güçleri ile hareketin silahlıkanadı İzzeddin El Kassam Tugayları militanları,Cünd-ü Ensarullah güçleriyle kıyasıyla bir çatışmayagirdi. İkisi kız çocuğu 6 sivilin öldürüldüğüçatışmalarda toplam 22 kişinin öldüğü açıklandı.Hamas idaresine bağlı yetkililer ölenler arasındaAbdüllatif Musa ile yardımcısının da bulunduğunu,çatışmalarda 100’ü aşkın kişinin de yaralandığınıbelirttiler.

Hamas yönetimi, ellerinde Cünd-ü Ensarullah adlıgrubun çeşitli saldırılar planladığına dair belgelerolduğunu, dahası örgütün bir Arap ülkesinden destekaldığını iddia ediyor. Bu iddiaları çatışmanın gerekçesiolarak sunan Hamas sözcüleri, Hamas militanlarının,Abdüllatif Musa’nın evini havaya uçurdukları bilgisinide yalanlamadılar.

Gazze’deki delegelerin Batı Şeria’da düzenlenenEl Fetih’in 6. kongresine katılmalarına izin vermeyenHamas yönetiminin tutumu İsrail’in uygulamalarınıçağrıştırmış, Abdüllatif Musa’nın evinin yıkılması isebu çağrışımı iyice pekiştirmiştir.

El Kaide çizgisini savunan bir grubun Filistin’deörgütlenmesinin, anti-emperyalist/anti-siyonistdirenişe zarardan başka bir şey sunması mümkün

değil. Ancak böylesi bir grubun örgütlenmesindeHamas yönetiminin egemen kılmaya çalıştığıatmosferin önemli bir payı olduğunu da vurgulamakgerekiyor. Bununla birlikte hiçbir gerekçe Hamasyönetiminin uyguladığı “fiziki imha taktiği”ni meşrukılmaz. Zira bu taktik, ileride Hamas’ın muhaliflerekarşı ne tür yöntemler kullanabileceğinin işaretinivermektedir.

Filistin halkının eşsiz direnme iradesini şu anakadar ne siyonist vahşet ne emperyalist kuşatma vezorbalık kırabilmiştir. Hal böyleyken bu direnişdinamiğinin -küçük bir kısmı dışta tutulursa- devrimci

önderlikten yoksun oluşu, işgalci siyonistlerüzerindeki etkisini giderek sınırlamakta, daha vahimiise, iç parçalanma ile direniş dinamiklerinin önemli birkısmı heder edilmektedir.

Bu uğursuz kısırdöngünün kırılması, ancakdirenişin, Filistin halkının özgür yaşama iradesini herşeyin üstünde tutan devrimci bir önderliğe kavuşmasıile mümkün olacaktır. Direnişin devrimci önderliğekavuşması hem anti-emperyalist/anti-siyonist birleşikmücadeleyi yeniden örmek hem Filistin halkıylaenternasyonal dayanışma eylemlerini örgütleyebilmekaçısından da hayati bir önem taşımaktadır.

Gazze’de Hamas-Cünd-ü Ensarullah çatışması…

Devrimci önderlikten yoksunluk Filistindirenişinin dinamiklerini heder ediyor!

Sovyetler Birliğinin dağılmasının ardından ortayaçıkan “Türki Cumhuriyetler” emperyalizm ve onunkuklası Türkiye tarafından özel bir ilgiye konu edildi.Bunların içerisinde Azerbaycan ise ilk kez Türkiyetarafından tanınmasından başlanarak ilişkileringeliştirilmeye çalışıldığı bir ülke oldu.

“İki devlet tek millet” ve “Kardeş ülke” sözleriyletanımlanan Azerbaycan’ın “demokrasi” anlayışınında Türkiye ile “kardeş” olduğu geçtiğimiz günlerdeyaşanan bir örnekle pekişmiş oldu.

Geçtiğimiz Mayıs ayında finali gerçekleştirilenEurovision Şarkı Yarışması’nda 43 Azeri, Ermenistanadına yarışmaya katılan müzik grubuna kısa mesajlaoy verdi. Hayli düşük olan bu rakam bile Azerbaycaniçin tehlikeli bulunmuş olacak ki, yarışmadan üç aysonra oy veren 43 kişi hakkında soruşturmabaşlatıldı.

Ermenistan’ın şarkısı için oy verenlerin“vatansever davranmamak ve ülke güvenliği içinpotansiyel bir tehdit olmakla” suçlandığı öğrenildi.

İsveç’in çok satan gazetelerinden Aftonbladet sayfalarında İsrail ordusunun Filistinlilerin organlarınıçaldığı haberine yer verdi.

Donald Bostrom’un “Oğullarımızın organlarını çaldılar” başlıklı yazısında İsrail’in yasadışı organticaretinde önemli bir paya sahip olduğu, 2000 yılından bu yana Türkiye, Doğu Avrupa ve Latin Amerika’dayapılan organ nakillerinde kullanılan böbreklerin yarısının İsrail’den yasadışı yollarla elde edildiği ifadeediliyor. Sağlık Bakanlığı başta olmak üzere İsrailli yetkililerin de buna göz yumduğu belirtiliyor.

Yazıda öne çıkan ve aslında yazının ses getirmesini sağlayan ise İsrail ordusunun Gazze Şeridi’nde ve BatıŞeria’da katlettiği ya da tutukladıkları Filistinlilerin organlarını çaldığını ifade etmesi. Ailelere teslim edilencesetlerin bazı organlarının eksik olması ise, Bostrom’un söylemlerini güçlendiriyor.

Filistinli ailelerle konuşan Bostrom, İsrail askerleri tarafından kaçırılan çocuklar ve gençlerinöldürülmeden önce organlarını “bağışladıklarına” dair bir belge imzalamak zorunda bırakıldıklarını belirtiyor.

Filistinli gençlerin organlarının çalınması ise 1992 yılında İsrail’de ciddi bir organ bağışı talebininkarşılanamamasının ardından başlıyor. Filistinli ailelerin anlatımlarına göre; İsrail ordusunun öldürdüğüFilistinli gençler ölüm nedenlerinin açık olmasına rağmen 5 gün boyunca otopsi bahanesi ile alıkoyuluyor.Cenazelerin teslim edilmesi için ise geç bir saat tercih ediliyor ve bu sırada elektrikler kesik oluyor. Buuygulamanın katledilen her Filistinli için yapılmıyor oluşu da ifade edilenler konusunda kuşkulara yerbırakmıyor.

Boström, ilk Filistin İntifadası’nda İsrail askerleri tarafından vurulan Nablus’ta taş fırlatan Bilal AhmedRanian isimli Filistinli gencin göğüs, bacak ve karnından vurulduktan beş gün sonra hastane sargıları içindeailesine iade edildiğini yazısında ifade ediyor ve mezar kazılırken Bilal’in açılan göğsünde, naaşınınmidesinden çenesine kadar yarıldığını gösteren izlere rastladığını söylüyor.

Her ne kadar İsrail ordu sözcüsü gazetede çıkanları yalanlıyor ve herkese otopsi yaptıklarını iddia ediyorsada geçtiğimiz yıl çeşitli nedenlerle öldürülen ya da ölen 133 Filistinli’nin yalnızca 69’unun otopsiye sokulmuşolması sözcünün söylediklerini boşa düşürüyor.

2004 yılında Brezilya’da İsrail Ordusu’ndan emekli Geldaya Tauber Gady adlı bir İsrailli’nin yasadışıorgan ticareti yapmaktan tutuklanması sonrasında Gady, mahkemede, ordunun ve hükümetin organkaçakçılığını teşvik ettiğini ve bu sayede milyonlarca doların İsrail’e aktığını anlatıyor.

İsrail Filistinliler’in organlarınıçalıyor

Kardeş ülke, kardeş demokrasi

Onları insanlığın vicdanında canlı tutmak için...30 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/32 H 21 Ağustos 2009

“Ömrümde gerçekten hiç suç işlemediğim gibi,bütün ömrümce suçu, yani bugünkü yasaların veahlakın suç saydığı şeyleri yeryüzünden yok etmeninmücadelesini verdim. Bunların yanı sıra bugünküyasaların ve ahlakın haklı bulduğu ve kutsadığı suçuda yani insanın insanı ezmesi ve sömürmesi suçunu daişlemedim. Ve burada bir suçlu olarak bulunmamın birnedeni varsa, birkaç dakika sonra beni mahkûmetmeniz için bir neden varsa, o da işte bundan başkabir şey değildir.”

Bu bir savunma metni, Burjuvazininmahkemelerine sunulan. Yargılananlar Nikola Saccove Bartolemeo Vanzetti... İki İtalyan Anarşist... Birisiişportacı diğeri ayakkabıcı olan bu iki İtalyan göçmeni15 Nisan 1920’de, Boston’un banliyölerinden birininana caddesinde, bir soygun sırasında iki kişininöldürülmesi üzerine gözaltına alınırlar. 1. dünya savaşıyeni bitmiştir. Amerika’da gericilik ve ırkçılık… Olaymahallinde, polis, teşhis edilen 3 kişiyi aramaktadır.Bu esnada 2 göçmen durdurulur. Dönemin malumşüphelileri arasında göçmenler ön sıralardadır. İşte buşahıslar Sacco ve Vanzetti’dir. Aramada üzerlerindensilah ve Anarşist bir bildirinin müsvettesi çıkar.Cinayetle alakaları yoktur oysa. Amerikan polisi içinanarşist kimlikleri yeterlidir. Delilleri uydurmakAmerikan adaletinin öncelikli görevidir. Böyleceadlarına piyeslerin yazıldığı, dünyanın ayağa kalktığı,yüz binlerin sokaklara çıktığı “suçsuzların” serüvenibaşlar. Burjuvazinin mahkemelerinin işleyişine ençarpıcı örneklerle dolu bu serüven 7 yıl sürer. 23Ağustos 1927’de elektrikli sandalyede biter. Geridekalan burjuvazinin komplolarla dolu adalet anlayışıdır.Ve dünyanın direnen emekçilerine mal olan iki isimdirgeride kalan.

Albert Einstein “Sacco-Vanzetti’yi insanlığınvicdanında canlı tutmak için her şey yapılmalıdır” der.23 Ağustos gecesi yerkürede sokaklar yüz binlertarafından zaptedilir. Sacco ve Vanzetti kapitalistsisteme karşı verilen mücadelede bir semboldür artık.İdam kararının durdurulması için aralarında H. G.Wells, George Bernard Shaw, Romain Rolland,Katherine Ann Porter, Sinclair Lewis, Marie Curie,Albert Einstein’ın da bulunduğu yüz binlerce imzatoplanır. Nazım Hikmet kaleme sarılır:

“Onların cebinde fırkamızın bileti yoktu.Onlar kurtuluşun kapısına varmayı,ferdin cesur hamlelerinden umaniki saf ve namuslu çocuktu!Ne milyonların rehberiydi onlar,ne de inzibatlı bir inkılap ordusunun askeri!İhtilalin sıra neferiydi onlar,ihtilalin namuslu iki neferi.Yanıyordu kanlarında şavkı İtalya güneşlerinin,Koştular temiz esmer alınlarla hayatın sesine,dövüştüler yanında dövüşen kardeşlerinin.Yeni dünyada düştüler eski zulmün pençesine!Yedi yıl ölümün karşısında gülerek durdular.Elektrikli iskemleyekadife bir koltukmuş gibi oturdular.Yürekleri dört bin volta yedi dakka dayandı,yandı yürekleriyedi dakka yandı!..

Cani değildiler, kurban gittiler bir cinayete,kurban gittiler dolarların emrindeki adalete!Hayatlarında olmadılarsa da kitlelerin rehberi,ölümleriyle şaha kaldırdı kitleleribu iki ihtilal neferi!

Kıssadan hisse

Burjuvazi,katletti içimizden ikimizibu iki ölü ölmeyen iki ölümüzdür!Burjuvazi,kavgaya davet etti bizidavetleri kabulümüzdür!Biz nasıl bilirsek hep bir ağızdan gülmesini,biliriz öylece yaşamasını ölmesinihepimiz - birimiz için,birimiz - hepimiz için!..”

Vanzetti, Sacco’nun oğlu Dante’ye yazdığımektupta ise şöyle der:

“Hiç aklından çıkarma Dante, bunları hep hatırla;biz suçlu değiliz, bizi bir yığın uydurma ve yalanlamahkûm ettiler; yeniden yargılanmamıza karşıçıktılar ve eğer yedi yıl, dört ay, on bir gün sürentarifsiz acılardan sonra bizi idam ediyorlarsa, bununsebebi sana demin söylediklerimdir. Çünkü bizyoksullardan yanaydık, insanların insanlar tarafındanezilmesine ve sömürülmesine karşıydık.”

İşte Vanzetti’nin ağzından burjuvazinin adaletanlayışı… Aynı adalet anlayışı değil midir bu ülkezindanlarına darağaçları kurduran. Gerektiğindeyaşını büyütüp çocukları asan... 12 yaşındaki birçocuğu 13 kuşunla öldüren. Aleyhinde açılan davalarızamanaşımına uğratan. O güne dek bu davalarısürünceme de bırakan. Komplolara başvuran budüzendir.

Vanzetti, Sacco’nun hayatı bize adil olmayanburjuva düzenin adaletinin hep zincirli olduğunu birkez daha göstermiştir. İşçi sınıfı ve burjuvazi nasıl eşitdeğilse, bu düzende adalet terazisi de eşit değildir. İşçisınıfı, emekçiler ve ezilen mazlum halklar adaletterazisini kendi ellerine aldığı vakit, gerçek eşitlikbaşlayacaktır.

Burjuvazi, katletti içimizdenikimizi, bu iki ölü

ölmeyen iki ölümüzdür!

Coca Colahayata karşı

Emperyalist savaşa verdiği destek ve kirlitarihiyle bilinen Coca Cola, Türkiye’de toplumsal veçevresel sorunlara “çözüm üretmek” için “HayataArtı Vakfı”nı kurduğunu açıkladı.

Büyük tekellerin, kültür-sanat faaliyetlerinidesteklemeleri, “sosyal” projeler ve kampanyalarörgütlemeleri gerçekleştirdikleri azgın sömürüyü vekirli işlerini perdelemek için sıkça kullandığıyöntemler olarak bilinir.

Bu çerçevede 18 Ağustos günü Coca Cola,Hilton Oteli’nde düzenlenen toplantı ile

“toplumsal ve çevresel sorunlara çözümüretmek”, “kamu-sivil toplum ve özel sektörişbirliklerinin gelişmesine katkıda bulunmak”amacıyla “Coca-Cola Hayata Artı Vakfı”nıkurduklarını açıkladı.

2008 yılında yaklaşık 82 milyon dolar kaynağıtoplum odaklı projeler için kullandıklarını belirtenCoca Cola yetkilileri, vakfın öncelikli hizmet alanın,çevre ve su kaynaklarının korunması olacağını ifadeetti. Coca Cola yönetimi, görevlerinin çevreselsorunlara çözüm üretmek ve toplumun refah vesürdürülebilirliğine katkı sağlamak olduğunuaçıkladı.

Bu açıklamalar elbette ki; emperyalizmin ilk aklagelen sembollerinden biri olan Coca Cola’nın,çevreye verdiği tahribatın, vahşice sömürülen kadınve çocuk emeğinin, gaspedilen işçi haklarının,silahlanmaya verilen desteğin üstünü örtemez. CocaCola’nın kısa bir suç dosyası bile bunların boş sözlerolduğunu belgeler nitelikte.

ABD’nin tüm işgal politikalarını destekleyen,Afganistan, Irak vb. emperyalist işgallerinfinansmanını sağlayan, Filistin halkının celladıİsrail’e mali destek veren Coca Cola’nınOrtadoğu’daki yıkımın dolaysız sorumlusu olduğugözönüne alındığında toplumsal refah üstüne yapılangüzellemelerin de ne kadar boş olduğu görülebilir.

Coca Cola’nın kısa bir suç dosyası

* 5 Aralık 1996’da Kolombiya’daki Bebidasşişeleme fabrikası sendika temsilcisi İsidroSengundo Gill’in katledilmesi

1994 ‘te Carepa’da iki sendika üyesini, 1989 ve2001’de iki sendika temsilcisini öldürmek

* Guatemala’daki şişeleme şirketi “United Fruit”in sağladığı maddi destek ile buradaki faşist darbeyidesteklemek. Yine buradaki Coca Cola fabrikasınınsendika temsilcisine üç kez silahlı saldırıdüzenlemek

* Nijerya’daki fabrika atıklarının yerel göleakıtılarak balıkların ölümüne yol açmak ve buradakihalkın geçim kaynağını yok etmek

* Türkiye’de direnişteki Coca Cola işçilerinindövülmesini sağlamak

* Sendikalaşmanın önünü alabilmek için Peru,Brezilya, ABD, Venezüella, Filistin gibi birçokülkede suikastlar düzenlemek, cinayet işlemek,tehdit etmek* Su üretim üssü haline getirdiği Çorlu’nun surezervini tüketmek.* Küresel ısınmaya yol açan Hidroflorokarbongazlarını kullanarak çevreye zarar vermek* Hindistan’da üretilen içeceklerde normalin 25 katüstünde tarım ilacı bulundurmak* NATO’ya sponsor olmak* Suyu sınırsız bir şekilde kullanmaları ve insanlarınsu kaynaklarını tüketmek...

Her Pazartesi MLPD tarafından düzenlenen veMonaksdemostranten - Pazartesi eylemleri- olarakisimlendirilen “Harz IV Muss Veg” mitinglerindenbir yenisi 17 Ağustos günü Almanya’nın Stuttgartşehrinde gerçekleştirildi.

Mitingte kurulan serbest kürsüde, ekonomik kriz,işsizlik ve savaşa değinilerek 27 Eylül’de yapılacakseçimlere dikkat çekildi.

Bizle de İşçilerin Birliği Halkların KardeşliğiPlatformu (BİR-KAR) olarak bu mitinge katıldık.Elimizdeki Almanca kriz ile ilgili bildirimizidağıttık. Miting sonrası Neo Nazilerin, Hitlerin sağkolu olan Rudolf Hess’in ölüm yıldönümü olmasıvesilesiyle miting yapacağı alana hareket ettik.

Alan, yerli yabancı ilerici, devrimci güçlertarafından tam bir abluka altına alınmıştı. Alandabulunan bazı Neo-Naziler polisler tarafındanarabalara konularak kaçırıldılar. Alanda saatlercebekleyen ilerici ve devrimciler “Nazi Ravus” sloganıeşliğinde dağıldılar.

BİR-KAR / Stuttgart

Almanya’da 27 Eylül’de yapılacak parlamento seçimleri için MLPD, ATİK Derneği’nde bir toplantıdüzenleyerek seçim çalışmasını başlattığını açıkladı.

17 Ağustos günü gerçekleştirilen toplantıda, MLPD adına yapılan açılış konuşmasında, MLPD’nin,devrimci bir seçim faaliyeti ile kitlelere ulaşmaya çalışacağı, seçime giren diğer partilerden farklı olarakpartinin temel programına da uygun bir biçimde devrim ve sosyalizm propagandası yapacağı belirtildi.

İşçi ve emekçilerin temel ekonomik ve siyasi taleplerini birleştirerek MLPD’nin kendini net bir biçimdeanlatacak araçlar kullanacağının ifade edildiği konuşmada, göçmenlerin taleplerinin de çalışmanın birparçası olacağı vurgulandı.

Aday tanıtımının ardından görüşlerini belirten katılımcılar, kampanyanın devrim ve sosyalizme hizmetetmesi gerektiğini vurguladı.

Toplantıyı göçmen kurumlarından BİR-KAR, ATİK ve AGİF temsilci düzeyinde katıldı. BİR-KAR’ın,seçimlerde parlamentoyu adres olarak göstermeyen, sorunların esas çözümünün devrim ve sosyalizmdeolduğuna işaret eden ve bunu açıkça parti programlarında da ifade eden MLPD’nin seçim faaliyetinekatılacağı ifade edildi.

BIR-KAR / Hamburg

Azgın sömürü koşullarının ve insanca yaşamadüşman olan kapitalizmin ortasında direnen,fabrikalarda, atölyelerde tekstil ve metal tozlarınıngözleri kapatmaya, beyinleri bulandırmayaçalıştığı sırada yaşamı yeniden ve yeniden üreten,devrimci-işçi kadınlar şahsında, GülistanKobatan’a...

Direnişinle sadece Entes’te değil tüm dünyadaemeği gaspedilen milyonlarca kadını temsilediyorsun. Bugün sindirilen, şiddet ve tacizeuğrayan, alınteri sömürülen, aşağılanan ve baskılaramağruz bırakılan işçi kadınlara öncülük ediyorsun.

Ve 100. gününde, güneşe doğu ilerleyen buyolculukta yalnız değilsin. Bir tarih yazıyorsindirilen, ezilen kadınlar yüzyıllardır. Mirabelkardeşler, Claralar, Zilanlar, Emineler, Haticeler,

Gülerler...ve fabrika yangınlarında yitirdiğimizAyşeler.. ve adını sayamadığımız milyonlarca amamilyonlarca kadın.

Bu tarihe eklenen her direniş her mevzibüyütüyor mücadeleyi. Bir çocuk büyütür gibi,besler gibi büyütüyor emekçi kadınlar umudu vegeleceği. Ve bu geleceği sömürüsüz bir dünyanınmayalanmasında görenler, özgürleşiyor veçelikleşiyor. Bizler de bugün seninle birlikte işçikadınları boyun eğmeye değil, başkaldırmaya çağırıyoruz.

Emekçi Kadın Komisyonları olarak direnişinive mücadeleni selamlıyor, patronlara korku salanyüreğinin ve bilincinin yanında olduğumuzu bir kezdaha belirtiyoruz.

Emekçi Kadın Komisyonları

CMYK

MücadelePostası

Hacı Ali Bey Mah., Çelikel Sok., Sakarya İş Hanı Kat: 5No: 58 ESKİŞEHİR

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel/BURSATel: 0 (224) 220 84 92

EKSEN Yayıncılık Büroları Gazetene sahip çık! Abone ol! Abone bul!Adı : ........................................................................Soyadı :........................................................................Adresi : ........................................................................

.........................................................................Tel : ........................................................................

6 Aylık Yurt içi 60.000 000 TL Yurt dışı 100 Euro 1 Yıllık Yurt içi 120.000 000 TL Yurt dışı 200 Euro

Gülcan Ceyran adına,* TL için : Yapı Kredi Bankası İstanbul/Aksaray Şb. 0097680-3* Euro için : İş Bankası İstanbul/Aksaray Şb. 10021127094No’lu hesaba yatırdım. Makbuzun fotokopisi ektedir.

Cemal Gürsel Cd. Shell Karşısı Vakıf İşhanı Kat: 3 No: 306 ADANA Tel: 0 (322) 363 19 94

853. Sok. Bilen İşhanı No: 27/710Konak/İZMİR Tel-Fax: 0 (232) 489 31 23

Ben bir metal fabrikasında çalışıyorum.Çalışma yaşamına girmeden önce çalışankadınların kötü yolda olduğu, en azından bunameyilli olduğu gerekçesiyle ailem çalışmamıistemedi. Ama ısrarım ve yaşam koşullarınınzorluğu nedeniyle çalışmaya başladım. Çünküevin o boğucu atmosferi ve kadın olduğumdankaynaklı yapılan baskıların son bulacağınıdüşünerek daha özgür bir hayat olabileceğidüşüncesiyle çalışmak istedim. Ama işegirdiğimde gördüm ki evdekinin daha da ağırınıyaşıyoruz. Bu sefer emeğim de sömürülüyor,üstelik maaşlarımızı bile binbir zorlamaylaalıyoruz.

Buna karşılık ilk önce iş değiştirmenin sorunuçözeceğini düşündüm. Bir çok iş değiştirdiktensonra gördüm ki, ayrı işler bile olsa sömürükoşuları aynı. Son girdiğim fabrikada mücadeleyiseçtim.

Bulunduğumuz her yerde mücadele etmemiz

gerekiyor. Bugün krizi gerekçe göstererek bizleridaha da çok açlığa ve yoksulluğa sürüklüyorlar.Benim olmasa bile bir çok fabrikada işçilerinmaaşları ödenmiyor. O da yetmiyor işten atıyorlar.İşlerine devam edenler bile “ya sigortasız çalış yada çık” diyorlar. Yani her hakkımızı gaspediyorlar.Binbir zorlukla yaptığımız evlerimiz bile kentseldönüşüm projesiyle yıkılmak isteniyor. Bizlerburaya geldiğimizde burası dağdı. Bütünmahalelinin ortak çabasıyla inşa ettik buraları.Şimdi burası zenginleri cezbediyor. Emeğimizisömürenler şimdi de evimizi istiyorlar. Belediyebaşkanı her bir fidanın parasını ödeyeceğiz diyor.Benim onlara verecek tek bir ağacım bile yok.İnsan anılarını, beklentilerini, çocuklarınıngeleceğini nasıl satar ki? Şimdi bizler direniyoruz.Tek başıma kalsam da haksızlıklara karşıdireneceğim ve haksızlıklara uğrayan herkesimücadele etmeye çağıracağım

Gebze’den bir kadın işçi

Stuttgart’tamiting ve eylem 

EKK’dan Entes’e 100. gün mesajı...

Hamburg’ta MLPD seçim kampanyasını başlattı!

Mücadeleyi seçen bir kadın işçinin kaleminden....

“Biz şimdi “dışarıda”daha fazla tutsağız!”

Bu köhnemiş düzenin yöneticileri halkın,devrimin, sosyalizmin “çocuklarından” hepkorktular. Ücretli kölelik düzeninin,yöneticilerinin korkuları haksız değil. Onlara bukorkuyu yaşatan BDSP’nin bu yiğit, militan, halkına,sınıfına sorumlu davranıp yaşayan kardeşlerim,yoldaşlarım, arkadaşlarım bir onur bayrağı olarakyüreğimde, aklımda dalgalanıyor.

Biliyorum ki dün olduğu gibi bugün ve yarın dabu büyük kavgada yerlerini alacaklar. “Tutuklanan”,“özgürlükten” yoksun bırakılanlar BDSP’nin bugüzel üç militanı değil, buna köklü ve güçlü karşıkoyamayan, onların üzerinden tehdit edilen herkestir.

Onlar şimdi “içeride” çok özgür, biz şimdi“dışarıda” daha fazla tutsağız. Tutsaklığımız, onlarınözgürlüğü ile mümkün.

Yüksel Akkaya

e

Tecrite son!Devrimci tutsaklara

özgürlük!

Hasta tutsaklar ölüme giderken, kontrgerillacılar tahliye ediliyor...“Ömrümde gerçekten hiç suç işlemediğim gibi, bütün öm-

rümce suçu, yani bugünkü yasaların ve ahlakın suç saydığı şeyleri yeryüzünden yok etmenin mücadelesini

verdim. Bunların yanısıra bugünkü yasaların ve ahlakın haklı bulduğu ve kutsadığı suçu da yani insanın insanı

ezmesi ve sömürmesi suçunu da işlemedim. Ve birkaç dakika sonra beni mahkûm etmeniz için bir neden varsa,

o da işte bundan başka bir şey değildir."Bartolomeo Vanzetti

“Burjuvazi, katletti içimizden ikimizi, bu iki ölü

ölmeyen iki ölümüzdür!”

Mücadelemizde yaşıyorlar...