1. sayı kolaçan

32

Upload: genc-dergi

Post on 08-Mar-2016

234 views

Category:

Documents


4 download

DESCRIPTION

www.kolacan.net

TRANSCRIPT

Selamlama - Selman Özpınar / Hatice Sarı

Türkiye’ye Hoş Geldiniz - Selman Demirkesen

Röportaj: Serdar Gündoğan ileİnsana Yapılan Yatırım Boşa Gitmez!

Türkçe Öğrenecekseniz Korkmayın! - Neslihan Akar

Dil Öğrenmeyi Eğlence ve Hobi Haline Getirin - Serdar Metreş

Röportaj: Gazmir Zalli ileMüslümanlık Varsa Her Şey Vardır!

Röportaj: Salim Ramadhan ileKıyafetlerimiz Sizi Şaşırtmamalı!

Röportaj: Nabila Salehin ileBaşörtülü Okuyamasaydım Türkiye’ye Gelmezdim

Röportaj: Vecihe Mozaffari ileSizler Bizim Ailemiz Gibisiniz!

Röportaj: Rabia Brodbeck ileTürkiye’de Cenneti Yaşıyorum

Değişmezsen Değiştiremezsin - Mehmet Lütfi Arslan

Ülkemizdeki Yemeklere Alışabildiniz mi?

Taşa Ruh Üfleyen Büyük Usta: Mimar Sinan - Mehmet Emin Gül

Eşsiz Bir Mana Sultanı: Mevlana Hazretleri - Mehmet Emin Gül

Ülke Tanıtımları

Kitap

Şiir - Chaimae Laaroussi el Kati

Geziler

Uluslararası Futsal Şampiyonası - Yilli Rama

Dünyadan Kur’ân Sesleri - Othmane İdhannou

UGED’den Kareler

Ödüllü Test

Karikatür - Yasir Buğra Eryılmaz

1

2

4

6

10

9

7

11

12

13

1416

18

19

20

21

21

22

24

25

26

29

28

Neden Kolaçan?Dünyanın tüm gençlerine gönlümüzü ve kollarımızı açtık...

Onlarla birlikte tüm dünyayı kolaçan etmeye hazırız...Bu dergi YTB’nin hibe desteği ile hazırlanmıştırGenel Yayın Yönetmeni :Süleyman Ragıp Yazıcılar

[email protected]

Uluslararası Genç Derneği’nin Ücretsiz Yayınıdır

Küresel Gönüllüler Yetişsin Diye…Türkiye, sahip olduğu tarihî

ve kültürel birikimi, insanlığı kuşatıcı dostane politikası, bü-

yüyen ekonomisi, gelişen insan kaynakları ve küresel barış siyaseti sayesinde, hem Avrupalı hem de Asyalı olmanın verdiği avantajla önemli bir ülke olarak dikkatleri üzerine çekiyor.

Bu gelişmelere paralel olarak, her geçen gün okumak için ülkemizi tercih eden uluslararası öğrencilerin sayısı giderek artıyor. 2012 rakamları itibariyle Türkiye’de okuyan 35.000 misafir öğrenci mevcut.

Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı öncülü-ğünde devletimiz uluslararası öğrencilere çok büyük imkanlar sunuyor. Burs, yurt, harçsız eğitim, sigortalı olma, ücretsiz uçak bileti gibi pek çok imkan burslu öğrencilere yönelik sunuluyor. Bunun yanı sıra başarı bursu, ihtiyaç bursu gibi başvurular açılarak burssuz öğrencilere de ulaşılmaya çalışılıyor. Yine çeşitli yurt, eğitim, staj, çalışma hakkı gibi düzenlemeler için çaba gösteriliyor. Sivil toplum kuruluşları uluslararası faaliyetlerde bulunsun diye Başkanlık tarafından sürekli teşvik ediliyor.

Bizler Uluslararası GENÇ Derneği olarak, Türkiye’yi tercih eden öğrencilere, misafirperverliğimizle sıcacık bir arkadaş olmak için çabalıyoruz. Onlarla bir aile olmak, sıkıntılarında, garipliklerinde ellerinden tutacak birer dost olmak, kültürümü-zün güzelliklerini sergilemek, ülkelerindeki problemlere dair çözüm ortamları oluşturmak, kişilik ve karakter gelişimlerine katkı sağlayacak sportif ve kültürel faaliyetler gerçekleştirmek için gayret ediyoruz. Gurbet hayatının zorluğunu biliyor, ül-kemize gelen öğrencilere kardeş olabilmek için koşturuyoruz.

Dünyanın en büyük ilacının “gönül merkezli çalışmalar” olduğuna inanıyoruz. Bu anlamda, küreyi kuşatan bir anlayış ve karşılıksız sevgi iklimi içerisinde, küresel gönüllüler yetişsin diye çabalıyoruz. Gerek kendi arkadaşlarımıza, gerekse tüm misafir öğrencilere alttan alta şu sihirli formülü fısıldıyoruz: “Gittiğin her yere gönlünle git, yaptığın her işi gönlünle yap. Gönülle ol, gönüllü ol…”

Son olarak, ülkemizde eğitimlerini sürdüren misafir öğ-rencileri yürekten selamlıyorum ve şunu unutmamalarını istiyorum: Uluslararası GENÇ Derneği bizlerin değil sizlerindir.

Muhabbetle…

14 asır öncesinin kardeşliğini yaşa-maya ne dersiniz?

Hani yerini yurdunu bırakıp göç eden muhacirlerle, ev sahibi ensarın kardeşliğini…

Bazı şeyler hiç eskimiyor, tıpkı bu kardeşlik gibi… Dünyanın belki de hiç görmediğiniz bir coğrafyasından üniversite okumak için gelmiş kardeşlerine ev sahipliği yapıyor olmak, Afrika’dan, Orta Doğu’dan, Balkanlardan gelen kardeşlerimizle buluşuyor olmak ensar-muhacir ilişkisinin bu yüzyılda hâlâ diri tutulduğunun en büyük delili.

Türkiye’nin maddi ve manevi anlamda uluslararası alanda sahip olduğu statü, büyük bir kültür zenginliğine sahip olması, uluslararası öğrenciler için ülkemizi adeta bir cazibe merkezi haline getirdi. Yurtdı-şı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı’nın ve çeşitli sivil toplum kuruluşlarının uluslararası öğrenciler için sunduğu imkanlar, öğren-cilerin Türkiye’de geçirecekleri yıllar boyunca onların rahat bir eğitim hayatı sürmelerini sağlıyor.

Uluslararası Genç Derneği olarak, misafir öğrencilere “hep birlik-te büyük bir aile olduğumuzu” hissettirmek için buradayız. Birlikte yaptığımız gezilerle yaşadıkları ülkeyi tanımalarına ve sevmelerine yardımcı oluyoruz. Nitekim Kuzey Afrika’dan İstanbul’a gelip, bu şehre sevdalanıp da uğruna şiir yazan öğrencimizin şiirini ileriki sayfalarda göreceksiniz.

Ayrıca öğrencilerimizin en büyük problemi olan dil sorununu çözmelerine yardımcı olmak için düzenlediğimiz Türkçe kurslarımız sayesinde dildeki sıkıntıları gideriliyor. Dünyanın değişik ülkelerinden gelen bu öğrencilerimizin geldikleri ülkeleri tanıtıp en güzel yemek-lerinden bir bukle sunmaları için ülke tanıtım ve yemek günleri dü-zenliyoruz. Bu vesile ile bizler de farklı ülkelerin kültürlerini tanıma ve muhabbet eşliğinde yemeklerinden tatma imkanı buluyoruz.

Hasılı, bu dergide okuyacağınız her şey yoğun bir çalışmanın ürünü olup, yüzlerce kilometre uzağımızdan yanımıza gelip bizlere bambaşka kapılar açan öğrencilerimiz sayesinde şekillenmiştir. Çünkü onlar, birlikte yaptığımız çalışmaları bu dergi vesilesiyle kendi üslup-larıyla anlatma imkanı buldular.

Yunus Emre’nin eskimeyecek sözleriyle bitirelim sözümüzü;

“İster isen var bin hacca,

Hepsinden iyice bir gönüle girmektir…”

Gönlüne girdiğimiz, kalbine dokunduğumuz tüm öğrencilerimi-zin başarılarının devamını diliyoruz.

Gönüllere Girebildiysek,

Mesele Tamamdır!

Hatice SarıUluslararası Projeler Yrd. Koordinatör

Selman ÖzpınarUluslararası Projeler Koordinatörü

Dergide yayınlanan malzemelerin her hakkı saklıdır.Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Yazıların

sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu reklam sahiplerine aittir.

Mimar Sinan Mah. Dr. Fahri Atabey Cad. No: 19

Üsküdar / İstanbul / TürkiyeTel: +90 216 532 00 41

[email protected]

Yazı İşleri Müdürü:Selman Demirkesen

[email protected]

Görsel Yönetmen & Tasarım :Abdurrahim Yüce

[email protected]

Uluslararası Öğrenciler Yrd. Koordinatör:Samet Demir

[email protected]

Genel Yayın Yönetmeni :Süleyman Ragıp Yazıcılar

[email protected]

Yazı İşleriMehmet Emin Gül

İllustrasyon:Sait Aveder

Fotoğraf:Zübeyir Süğlün, Alparslan Öngel

2

Selman DemirkesenTürkiye’ye Hoş Geldiniz

Türkiye’deki sosyal hayatta en çok kullanı-lan hitap şekilleri şunlardır: Kaptan, usta, reis, baba, şefim, patron, müdürüm, hacı, yenge, bacım, hocam, hanımefendi, beyefendi, kızım, yavrum, kuzum, balam, paşam, ağam vs… Bunlardan birini duyduğunuz zaman, size sesleniyor olabilirler, şöyle çaktırmadan bir bakın etrafınıza.

Yüzünüze uzun uzun bakan amca-lardan ve teyzelerden çekinmeyin

sakın. Onlar yabancıları çok severler, çekinmeyin selam verin ve muhab-

bet tadını çıkarın.

Birisi size “nörüyon?” derse,

bunun “nasılsın, ne yapıyorsun, hayat nasıl

gidiyor” demek olduğunu aklınızdan çıkarmayın ve ona göre bir cevap verin. Espri yapmak isterseniz

eğer, “çorap örüyom” diyebilirsiniz.

“Türkiye’de herkes İngilizce

biliyordur nasılsa, rahat ederim” diye düşünenler, sözüm size: Çok beklersiniz.

(Wait, you, so much)

Gençler ara-sında sıkı dost

olanlar birbirlerine genelde “kanka” der. Kanka demek, kardeş

kadar yakın olan kimse demektir.

“Bir çay çek”

denildiği zaman, anlayın ki size çay ikram edilmiştir. Sütlü falan değil, demli mi demli

hem de.

Türkiye’de futbol önemlidir. Mutlaka üç büyük

takım hakkında bil-giniz olsun, her yerde sözü açılabilir çünkü. (Fenerbahçe, Gala-tasaray, Beşiktaş)

Kokoreç, baklava, kebap,

simit, döner, kum-pir, ayran ve hamsiyi

tadın. Başarınız artıyor mu artmıyor mu kendiniz görün.

Arabanızı park ederken, o an orada bulu-nanlardan biri “topla gel abi” diyebilir. Bu şu demektir: Daha fazla yanaşma, direksiyonu kır ve arabayı park edecek konuma getir. Yani olayın futbol topuyla bir ilgisi yoktur.

3

Türkiye’ye Hoş Geldiniz

Minibüslerde ve dolmuşlarda, en arka koltukların “dörtlenmesi” istenir genelde. Bu yüzden de şoförler sık sık “arkayı dörtleyelim” derler. Bu ikazı duy-duğunuz an, arka koltukta oturuyorsanız, biraz kenara kayın. Yok eğer en arka sı-rada ve ayaktaysanız, hızlıca bir bakın, üç kişi varsa en arkada, dörtleyin hemen.

“Ye ye, gençsin, eri-

tirsin” demek ve misafiri tıka basa

doyurmak âdetimizdir. Yemek davetlerine çok aç gidin, biz-den söylemesi.

Rama-zan’da Türkiye’de

karnınız aç kalmaz. Her akşam iftar çadırı bulabilirsiniz, rahat olun. İkram etmeyi seven bir milletiz.

Bu top-raklarda fiziki

temas önemlidir. El sıkışmak yetmez

genelde, sarılmak ve musafaha etmek

yaygındır.

Alışverişte pazarlık çok önem-lidir, sünnettir. Be-

ğendiğiniz bir ürün varsa etkilendiğinizi belli etme-

yin. Sabırla fiyatı indirmeye çalışın. “Ölümü gör daha

aşağı olmaz” diyebilir esnafımız, hemen geri

adım atmayın.

Türkiye’yi İstanbul, Ankara

ve İzmir’den ibaret sanmayın. Doğu’ya

doğru gittikçe daha da güzelleşir bu ülke. Bir başkadır bizim mem-

leketimiz. Valla.

Birisi sizi evine davet ettiğinde, ayakka-bıyla içeri girmeyin sakın. Türkiye’de evler kutsaldır, en özel ve temiz alanlardır, içinde secde edilen mekanlardır.

4

Başkanlığın çalışma alanlarından biri de ülkemize eğitim görmek amacıyla gelen uluslararası öğrenciler. Rengi, dili, kültürü, ülkesi farklı binlerce öğrenci için atılan adımlar mevcut. Bu hususun sizler için önemi nedir?

T.C. Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB) olarak birçok alanda önemli işlere imza atıyor, yurtdışında yaşayan vatandaşlarımız, soydaş ve akrabalarımız başta olmak üzere bütün dünya vatandaşlarını az çok ilgilendiren birçok çalışma yapıyoruz. Ama işimizin en heyecan verici kısmının, belki Uluslararası Öğrenciler Daire Başkanı olmamdan dolayı, uluslararası öğrencilerle ilgili kısmı olduğunu söyleyebilirim. İfade ettiğiniz gibi, farklı ülke-lerden, farklı kültürlerden, rengârenk binlerce genç yükseköğrenim görmek üzere ülkemize gelmekte ve belli bir süre bizim misafirimiz olmaktadırlar. Bu durumun hem ülkemiz için, hem de ülkemize gelen gençler için birçok fırsat ve imkân kapısını açması bakımından çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Her öğrenci gelirken kendi dilini, kültürünü, tarihini kısaca büyük bir medeniyet birikimini ve kültür hazinesini de beraberinde getir-mektedir. Bu fırsat iyi değerlendirilebilirse hem dünya ile sağlıklı ilişkiler kurmak isteyen, bölgesinde ve dünyada önemli bir aktör olma yolunda hızla ilerleyen Türkiye kazanır, hem de ülkemizde eğitim görmek için gelen gençler ve dolayısıyla bu gençlerin geldiği ülkeler kazanır diye düşünüyorum. Hepimizin bildiği gibi ekonomik, kültürel ve sosyal tüm faaliyetlerin, ilişkilerin aktörü insandır. Dolayısıyla eğitime ve insana yapılan yatırım hiçbir zaman boşa gitmez. Biz bu inançla çalışıyor, bu istikamette elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz.

Artık uluslararası ilişkilerde devletlerden çok şirketlerin, sivil toplum kuruluşlarının ve iyi organize olmuş bireylerin ağırlığının arttığı bir süreç yaşıyoruz. Her konuda olduğu gibi uluslararası ilişkilerde de halkın kanaati, insanların düşünceleri gittikçe daha fazla önem kazanıyor. Devletler, şirketler, siyasi hareketler meşrui-yetlerini temellendirmek için halkı ikna etme ihtiyacı içindeler. İşte bu noktada da uluslararası öğrenci hareketlerinin oldukça önemli fırsatlar sunduğunu düşünüyorum. Bugün bölgemizde ve dünyada yaşanan birçok sorunun tarihin omuzlarımıza yüklediği sorumlu-

luğun gereklerini yeterince yerine getiremediğimiz için yaşandığını düşünüyorum. İşte uluslararası öğrenciler konusu bize az da olsa bu sorumluluğumuzu yerine getirmek için bir fırsat sunduğu için heyecan verici bir konudur.

Ülkemizde burslu eğitim görmesi uygun görülen uluslararası öğrenciler hangi kriterlere göre seçilmekte, yani arzuladığımız öğrenci profiliniz nasıl?

YTB olarak “Türkiye Bursları” için öğrenci seçiminde çok hassas davrandığımızı söyleyebiliriz. Hassas davranıyoruz çünkü buna mecburuz. Sizin de bildiğiniz gibi bu burslar kamu kaynaklarından ödeniyor. Yani Hakkâri’deki ayakkabı boyacısı çocuğun bakkaldan ekmek alırken verdiği, Çukurova’daki çiftçinin kızgın güneşin altında hasat ettiği ürününü satarken ödediği ya da Rize’deki köylünün çayını, fındığını satarken ödediği vergilerden geliyor bu bursun kaynağı. Kısacası bu ödenen paralarda bütün milletimizin emeği, alın teri var. Tüyü bitmemiş yetim diyoruz ya, işte onun hakkı var bu burs olarak ödediğimiz paralarda. Bu yüzden öğrenci seçimine azami derecede dikkat etmeye çalışıyoruz.

Türkiye burslarını kazanabilmek için öncelikle çok başarılı bir öğrenci olmak gerekiyor ama tek başına başarılı olmak da yetmiyor. Hem başarılı olacaksınız hem de ülkenize, milletinize, insanlığa karşı bir sorumluluk bilinciniz olacak. İşte bu sonucu temin etmek için, en uygun adayları seçebilmek için kılı kırk yarıyoruz. Bu istikamette önemli adımlar attık, birçok yeni düzenleme gerçekleştirdik ve ger-

çekleştirmeye devam ediyoruz.

Kamu kaynakları ile verilen burs-ları daha verimli yönetebilmek için ilk olarak Devlet, Hükümet ve Di-yanet burslarını tek bir çatı altın-da toplayarak “Türkiye Bursları” markasını oluşturduk. Daha sonra başvuru sürecini kolaylaştırmak ve online başvuru sitemini hizmete

sunmak suretiyle erişilebilirlik

İnsanaYapılan Yatırım

Boşa Gitmez!

T.C. Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB) Uluslararası Öğrenciler Daire Başkanı

Serdar Gündoğan gayretli ve başarılı ça-lışmalara imza atıyor. Kendisi ile YTB’nin faaliyetleri ve ülkemizde okuyan misafir

öğrenciler hakkında konuştuk.

5

noktasında önemli bir atılım yaptık. Böylece aracıları aradan kaldırdık ve internete erişimi olan herke-sin, tüm dünya gençlerinin, Türkiye burslarına başvurabilmesine imkan tanıdık. Bu uygu-lamanın olumlu neticelerini aynı yıl içinde almaya başladık. Online başvuru sistemini ilk kez uygulamaya koyduğumuz geçen yıl başvuru sayısı 10.000’den 45.000’e çıktı.

Başlattığımız bir diğer yenilik ise lisansüstü başvuru takviminin lisans başvuru takviminden ayrı yürütülmesi ve verilen burslarda lisansüstü bursların önceki yıllara göre biraz daha önce çı-karılması uygulamasıdır. Hem lisanstan lisansüstüne doğru yönelmemize hem de geçmiş yıllara göre başvuru kriter-lerini daha da zorlaştırmamıza rağmen 2013 yılında başvuru sayısında ciddi bir artış yaşandığını büyük bir memnuniyetle ifade etmek isterim. Türkiye Bursları internet sitesini bir ay içerisinde 150 ülkeden 324.000 tekil kullanıcı ziyaret etti, bunlardan 78.000 kullanıcı sisteme kayıt yaptırmıştır. 23.975 kişi ise başvurusunu başarıyla sonuçlandırarak değerlendirilmeye hak kazanmıştır.

Mutlaka öğrencilerinizden yorumlar alıyorsunuzdur, Türkiye’de hallerinden memnunlar mı?

Genel olarak memnun olduklarını söyleyebiliriz. En azından bize yansıyan önemli sıkıntılar yok. Fakat özellikle taşrada vatan-daşlarımızın uluslararası öğrencilere aşırı ilgileri bazen öğrencileri-mizi rahatsız edebiliyor. Bazı illerde Afrikalı ve Asyalı öğrencilerimizi görünce vatandaşlar onlarla fotoğraf çektirmek konuşmak, iletişim kurmak istiyorlar. Bu durum tabi bazen biraz da abartılınca öğrenciler rahatsız oluyorlar.

Bir de arada sırada Türkiye’deki bürokrasiden rahatsız olduk-larını duyuyoruz. Gerçi, YTB olarak öğrencilerin muhatap oldukları bürokratik süreçleri azaltmak için Emniyet Genel Müdürlüğü’nden Kredi ve Yurtlar Kurumu’na, Üniversitelerden Türkçe Öğretim Mer-kezlerine birçok kurumla işbirliği içerisinde uluslararası öğrencilerin muhatap oldukları bürokratik süreçleri azaltmak için birçok iyileştirici düzenleme gerçekleştirdik ve gerçekleştirmeye devam ediyoruz ama henüz tam olarak istediğimiz yerde olduğumuzu da söyleyemeyiz.

Halkımızın ve basının bu çalışmalara bakışı ne durumda?

Halkımızın ve basının yapılan çalışmalara yaklaşımının çok olumlu bulmakla birlikte uluslararası eğitim konusunun gerek üni-versitelerimiz gerekse halkımız tarafından tam olarak anlaşıldığı kanaatinde değilim. Uluslararası öğrenciler konusunun sadece dış politika ya da sadece üniversiteleri ilgilendiren bir konu olmadığını düşünüyorum. Bu hususun özellikle altını çizmek istiyorum. Ba-kınız 150 ülkeden 32.000 öğrenci ülkemizde eğitim görmektedir. Neredeyse Birleşmiş Milletlerde temsil edilen ülke sayısına eşit bir sayı bu. Üniversite kampüslerimizde ve ülkemizin sokaklarında kaç farklı dil konuşulduğunu bir düşünün. Meseleye sadece yabancı dil zaviyesinden baksanız bile ülkemiz gençlerinin ne büyük bir fırsata sahip olduğunuzu görebilirsiniz. 32.000 gönüllü öğretmen! Adeta milyarlarca lira harcasanız öğrenemeyeceğiniz dilleri öğretmek için ayağınıza kadar gelmiş öğretmenler ordusu. Size düşen, ülkelerin-den çok uzakta türlü güçlüklerle mücadele eden bu öğrencilerle ilk teması sağlamak için bir iki küçük yardım, ders arası ısmarlanan bir bardak çay ya da sıcak bir tebessüm...İnanın arkası gelecek ve herkes bu alışverişten çok karlı çıkacak.

Uluslararası statüye sahip bir kurum olarak geleceğe dönük ne gibi plan ve projeleriniz var? Amacınız, hedef ve gayeleriniz nelerdir?

Kurum olarak uluslararası eğitim konusunda çok iddialı olduğumuzu söyleyebilirim. Orta vadede hedefimiz Türkiye’yi bölgenin en önemli eğitim üssü yapmak. Bu istikamette de hızla ilerliyor, olumlu sonuçlar alıyoruz. Aldığımız olumlu so-nuçlar bizi daha da cesaretlendiriyor ve önümüze daha büyük

hedefler koyuyoruz. Bugün dünyada 4 Milyon 100 Bin uluslararası öğrenci olduğunu söylemiştik. Uluslararası

öğrencilerin ülkelerin kendi öğrencile-rine oranı açısından dünya ortalaması %

2 civarında. Türkiye’de ise bu oran maalesef % 1 bile değil. Bu oran 2023 hedefleri arasına

dünyanın en büyük ilk 10 ekonomisi arasına girmiş bir Türkiye’ye yakışmıyor. İnşallah çok kısa bir sürede uluslararası öğrenci sayısında önce dünya ortalamasını yakalayacağız daha sonra da bu oranı ortalamanın iki üç katına çıkaracağız.

Sayın başkanım yaklaşık üç yıl-dır önemli çalışmalara imza atmış bir kurum olarak, ilerleyen dönem-ler için yeni misyon ve vizyonunuz

hakkında neler söylemek istersiniz?

Misyonumuzu “bölgesinde ve dünyada daha güçlü bir Türkiye ve daha yaşanabilir bir dünya için stratejiler üreten bir kurum ol-mak” şeklinde, vizyonumuzu ise “Türk dış politikasında uzmanlığa dayalı strateji üreten etkin, öncü ve dinamik bir kurum” olmak diye özetleyebiliriz.

Uluslararası Genç Derneği (UGED) olarak başkanlığınızın deste-ğiyle, ülkemizde eğitim gören misafir öğrenciler ile ilgili faaliyet-lerimize devam etmekteyiz. Bununla ilgili ne söylemek istersiniz?

Uluslararası Genç Derneği’nin çalışmalarını çok yakından takip ediyor ve takdir ediyoruz. Gerçekten alanında öncü denilebilecek bir sivil toplum kuruluşusunuz. İnşallah bu azminiz ve heyecanınız daim olur ve çok daha güzel işlere imza atmaya devam edersiniz.

Son olarak, ülkemizdeki misafir öğrencilere iletmek istedik-leriniz neler?

Onlara mesajımız şudur; burası sizin ikinci evinizdir, size verdiğimiz değeri size sunulan imkanlara bakarak anlayabilirsiniz. Türk öğren-cilere verilen imkanların neredeyse iki katını size veriyoruz. Yurtlara önce sizi yerleştiriyoruz ardından boş yatak kalırsa Türk öğrencileri yerleştiriyoruz. Bu bizim millet olarak ayırt edici biz özelliğimiz olan misafirperverlik geleneğimizin de bir parçasıdır. Türkiye’de misafir olmak ayrıcalıktır ve bu sizlere nasip olmuştur. Bunun karşılığında sizden tek bir şey istiyoruz. Sizlere sunulan bu fırsatları iyi değer-lendirin. Hepiniz bugün ülkelerinizin Türkiye’deki gönül elçileri yarın Türkiye’nin dünyadaki gönül elçileri olacaksınız. Omuzlarınızdaki sorumluluk çok büyük, yarının güzel dünyasını hep birlikte sizler inşa edeceksiniz. Kendinizi geliştirin, hepiniz alanlarınızda zirveye oynayın. Kendinize güvenin, çünkü biz size güveniyoruz...

150 ülkeden 32.000 öğrenci ülkemizde eğitim görmektedir. Neredeyse Birleşmiş Milletlerde temsil edilen ülke sayısına eşit bir sayı bu. Üniversite kampüslerimizde ve ülkemizin sokaklarında kaç farklı dil

konuşulduğunu bir düşünün. Meseleye sa-dece yabancı dil zaviyesinden baksanız bile

ülkemiz gençlerinin ne büyük bir fırsata sahip olduğunuzu görebilirsiniz. 32.000

gönüllü öğretmen!

6

Güzel Türkçemiz, günümüzde öğrenilmek istenen bir dil haline gelmiştir. Türkçeyi en iyi şekilde öğrenmeye gönül veren uluslararası arkadaşlarımız belli kurslara giderek bu istekleri için emek harcamaktadırlar. Benim de Türkçe dersi verdiğim sınıf-ta İstanbul’da üniversite kazanan misafir öğrencilerim var. Bu öğrencilerim okulla sınırlı kalmayıp kursta verilen derslere de katılarak Türkçelerini en iyi seviyeye getirmeye çalışıyorlar. Hepsi Türkçe öğrenmek için birbirinden istekli. Türkçeyi çok seviyorlar ama bunun yanı sıra da Türkçe öğrenmenin hiç kolay olmadığını, Türkçenin en zor dillerden biri olduğunu söylemekteler. Dışarıdan biri olarak onların bu düşüncelerini değerlendirecek olursam kendilerince haklı olduklarını söyleyebilirim. Ama unutmamak gerekir ki her dilin kendi içinde zorlukları ve kuralları vardır. Bir insanın hiç duymadığı, aşina olmadığı bir dili öğrenmesi ne kadar kolay olabilir ki?

Benim sınıfımın çoğunluğunu ana dilleri Arapça olan Afrika bölgesinden gelen öğrenciler oluşturmaktadır. Türkçede de Arapça kelimeler oldukça fazladır. Bu yüzden diyebilirim ki öğrencilerim kelime öğrenme konusunda daha rahatlar, daha çabuk kavrayıp anlayabiliyorlar.

Arapça’da rakamların yazılışlarının ve okunuşlarının Türkçeden tamamen farklı olması öğrencilerimin rakamları öğrenmesinde, yazmalarında ve söylemelerinde biraz sorun yaşamalarına sebep olmaktadır. Diğer zorlandıkları konu ise cümlede kelimelerin yani öğelerin dizilişidir diyebilirim. Arapçada öğe dizilişi Türkçe-de olduğu gibi değildir. Örneğin: Arapçada yargı başta gelirken Türkçede sonda gelmektedir. Bu cümle yapısındaki farklılık ise yabancı öğrencilerin yazmada zorlanmasına sebep olmaktadır. Sadece yazmada değil konuşmada da zorlanırlar.

Son olarak şunu belirtmek isterim ki, genç yaşında doğup büyüdüğü memleketini bırakıp Türkiye’ye üniversite okumaya gelen, bu cesareti gösteren, ders verdiğim ve vermediğim tüm öğrencileri canı gönülden selamlamak isterim. Ortaya koydukları gayret Türkçe öğrenmeyi ne kadar çok istediklerini, ne kadar çok cesaretli olduklarını ve bu işe gerçekten gönül verdiklerini gösterir. İşte bu yüzden diyorum ki, bu öğrenciler yolun başında bazı şeyleri zaten başarmış oldular, devamı gelecektir, şüpheleri olmasın...

TürkçeKorkmayın!

Öğreneceksiniz

CESARET VE GAYRETİNİZ

ORTADA:

NESLİHAN AKAR / Türkçe Öğretmeni

Nihad Sami Banarlı diyor ki:Türk Dili, şiir söylemek, hatta söz söylemek için,

türlü sazlardan başka, dile ses katan âhenk unsurları-nın en mühimlerinde olan kâfiye’yi îcat eden lisandır. Türkçe, daha ilk şiirlerinden başlayarak aliterasyon’ları büyük zevkle ve alışkanlıkla kullanan ilk şiir dilidir. Böylelikle, şiiri, yalnız sazla değil, dilin kendi mîmârisi içinde de mûsıkî ile söyleyen bir milletin lisanıdır.

Ali Şir Nevai diyor ki:‘’Türkçe sözler üzerinde düşünmeye koyuldum,

gözlerime onsekiz bin bayraktan daha engin bir evren göründü. Süsler, bezekler içindeki bu bayrağın göğü, dokuz gökten üstündü. O bilgiler ve yücelikler hazine-siydi. İncileri, yıldızları parlaktı. Onun güllükleri vardı ki, gülleri, güneşler gibi ışıldıyordu.’’ 

7

Günümüzde Türkçe öğrenenlerin ve öğrenmek isteyenlerin sayısı giderek artıyor. Bu bizler için çok güzel bir duygu. Ülkemiz sokaklarında gezerken karşımıza çıkan bir yabancının size kendi dilinizde bir soru sorması kadar güzel bir his olmasa gerek.

Yaklaşık üç yılı aşkın süredir dünyanın farklı ülkelerinden gelen yabancılara Türkçe öğretmiş olmanın verdiği duygu paha biçilmez. Küçük bir sınıfı bir dünya turuna dönüştürmenin en kolay yolu bence bu iş. Birbirlerini tanımayan, aynı dili konuşmayan ve sadece bir amaç için bir araya gelmiş bir grup öğrencinin buluşmasıdır bu. Amaçları çok değişiklik gösteriyor, bazıları ülkemizde üniversite okumak istiyor, bazıları yeni bir hayat kurmak için gelmiş, bazıları bir aşkın peşinde, bazıları ise sadece tatil kitaplarında gördüğü İstiklal Caddesi’ni, Kız Kulesi’ni görmek için gelmişler ve nihaye-tinde tek ortak nokta; Türkçe.

Gelelim biraz da öğretim kısmına: Kıtalara ayırmak gerekirse batılı öğrencilerin öğrenme hızlarıyla Orta Asyalı ve Afrikalı öğren-cilerin öğrenme hızları arasında bir hayli fark var. Bunların farklı sebepleri var, örneğin; dil yapıları, gramer kuralları ve alfabedeki benzerlikler.

Batılı öğrencileri ele alırsak, çoğu genelde birden fazla dil biliyor ve bu dilleri zorunlu olarak öğrenmemişler ve kendileri ekstradan bir gayret sarf etmişler. Bu öğrencilerin de büyük kısmı Türkçeyi kendi istekleriyle öğreniyorlar, bu da onlar için büyük bir motivasyon kaynağı. Latin alfabesi biliyor olmalarının da büyük bir katkısı var.

Diğer yandan Orta Asyalı öğrencilerin Türkçe kökenli bir dil biliyor olmaları onlara bir artı sağlasa da gramer yapılarındaki değişikliğe uyum sağlamaları bir hayli zorlaşıyor. Konuştukları dilin Türkiye Türkçesiyle benzeşiyor olması sanılanın aksine olumsuz bir etki yaratabiliyor. Uzak Doğu’da ise durum tamamen daha kar-maşık, Korece ve Japoncanın Türkçe ile aynı dil ailesinden gelmesi ve bu üç dilin de sondan eklemeli bir dil olması öğrenme sürecini hızlandırıyor ama bu bir avantaj olsa da sesletim farklılıkları ve alfabenin tamamen farklı olması bu avantajı olumsuz etkiliyor. Orta Doğulu ve Afrikalı öğrenciler Türkçe’deki Arapça ve Fransızca pek çok kelimeyi tanıyor olsalar da gramerdeki güçlü farklılıklar ve o ülkelerdeki insanların dil öğrenimine yatkın olmamaları yeni bir yabancı dil öğrenmelerini olumsuz yönde etkiliyor. Örneğin Afrikalı öğrencilerle uzun süreden beri çalışmaktayım ve şöyle bir özet yapabilirim: O öğrenciler hem Arapça hem Fransızca ve hem de yerel bir dil konuşuyor olabilirler fakat bu dilleri doğuştan bildikleri

için bu onlar için bir avantaj değil. Afrika’da Kamerunlu öğrenciler dil öğrenme konusunda (Kamerun - Burkina Faso - Somali – Mali – Gana - Fildişi Sahili – Sudan – Gabon - ülkeleri arasında) daha başarılılar. Bütün bunları küçük bir tabloda özetlemek istiyorum.

Sözcük Gramer Alfabe

Uzak Doğu(Kore-Japonya) X √ X

Orta Doğu √ X X

Afrika √ X √

Avrupa √ X √

Tablodan da gördüğümüz gibi Türkçe ile diğer ülke dilleriyle tüm alanlarda bir ortaklığımız yok. Yani bütün yabancıların Türkçe öğreniminde karşılaştıkları güçlükler farklılık gösteriyor.

Anadil öğrenme etkenine ek olarak öğrencinin Türkçe öğrendiği yer, Türkçe kaynak kullanımı, Türklerle Türkçe konuşma yoğunluğu, pratik yapma imkanı ve öğrenme isteği gibi birçok etken de dil öğrenimini yakından etkilemektedir.

Türkçeyi yabancı dil olarak öğretirken gruplarımızda bir sentez oluşturuyoruz ve genellikle gruplarımız bir gökkuşağı gibi oluyor. Bunun bize faydaları oluyor, mesela aynı dili konuşmayan öğren-cilerin olması onları tek bir dilde konuşmaya iterken öğreticiyi de bu tek dilin etrafında topluyor. Bir kural olarak da öğreticinin Türkçe dışında başka bir dil kullanılması önerilmez, hatta yasaktır.

Kaynak konusunda bazı eksiklerimiz var. Ülkemizde çok sayıda yayın var ve bu yayınlardan çoğu akademik olarak hazırlanmış kaynaklar ama daha ilerleyen zamanlarda yapılması gereken bir çalışma var: Kaynakların içeriklerini hedef kitlelerin kültürlerine uygun şekilde sınıflandırmaya, ders dışı kullanım için okuma ki-taplarına, özel hazırlanmış şarkılara ve görsel materyallere büyük ihtiyaç duyulmaktadır. Bu alanlardaki eksikler hem öğrencilerin hem de biz öğreticilerin işini zorlaştırıyor. Bu eksikler giderildikçe Türkçe’nin yaygınlığı artacak ve öğrenim süresi kısalacaktır.

Sonuç olarak Türkçe öğrenenlere ve öğrenmek isteyenlere birkaç tavsiyem olacak; yeni bir dil öğrenmek muhakkak ki kolay değildir ama istek ve motivasyon çok önemli. Dil öğrenmeyi bir zorunluluk olmaktan çıkarıp bir hobi haline getirmek, eğlenceye dönüştürmemiz gerekiyor.

Dil ÖğrenmeyiEğlence ve HobiHaline Getirin!

Uzak Doğu Asya

Balkanlar

Afrika

AvrupaOrta Doğu

Serdar METREŞ / Türkçe Öğretmeni

8

Uluslararası GENÇ Derneği, küreyi kuşatan bir gönül ve küresel vizyon eşliğinde, sosyal sorumluluk projelerinde öncü olmaya devam ediyor. “Kendi menfaatini başkasının menfaati içinde gör” anlayışıyla tüm insanlığa faydalı olacak çalışmalara imza atıyor. Bu bağlamda, yaklaşık bir senedir, yurt dışından gelen misafir öğrenciler için birbirinden güzel faaliyetler ve aktiviteler düzenliyor. Dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen bu öğrencilere “candan bir dost olabilmek” için gayret ediyor. Bu sayımızda, Uluslararası GENÇ Derneği’nin birebir ilgilendiği misafir öğrencileri yakından tanımak istedik. Ülkemiz hakkındaki kanaatlerini sorduk, burada karşılaştıkları zorlukları masaya yatırdık. Ve Vecihe Mozaffari’nin şu ifade-sini kapağa taşıdık: “Bu ülke insanı daha da gençleştiriyor.” Gazmir Zalli ile başlayan renkli röportajlarımız, ilerleyen sayfalarda Salim Ramadan, Vecihe Mozaffari, Nabila Salehin ile devam ediyor. Ardından da, yıllardır ülkemizde yaşayan İsviçreli yazar Rabia Brodbeck’e

uzatıyoruz mikrofonu. Şimdi söz Gazmir’de, buyurun birlikte dinleyelim:

9

Gazmir kimdir ve ne zamandır Türkiye’de?

Herkese selam! Ben Gazmir Zalli. Deli gibi özle-diğim İşkodra şehrinden yani Arnavutluk’tan gel-dim. İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde okuyorum. Bilgisayar Mühendisliği bölümünde 1. sınıftayım. Yaklaşık 2 yıldır da Türkiye’de yaşıyorum.

Arnavutluk ve Türkiye kardeş vatanlar bizim gözümüzde. Siz bir Arnavut olarak ne düşünü-yorsunuz Türkler hakkında. Yabancılık çektiniz mi mesela ilk zamanlarda?

Dürüst olacağım. Çocukken okullarda ve tele-vizyonda anlatılan tarih çok ilgimi çekmedi. Çün-kü herkes farklı şeylerden bahsediyor, kimisi taş atarken Türklere kimisi de çok seviyordu. Ben çok önemsemedim açıkçası, kime inanmam gerektiği hususunda çok yormadım kafamı. Ta ki Türkiye maceramın başladığı güne kadar. Artık Türkleri biraz araştırmak istedim, çok bir şey öğreneme-sem de şunu dedim hep kendime: Müslüman bir ülkeye gidiyorum, yani sıkıntı yok, kardeşiz biz. Ve gerçekten yanılmadığımı görüyorum, biz kardeşiz.

Yabancılık çektiniz mi mesela ilk zamanlarda?

Yabancılık mı? Ben burada yabancı değilim ki. Dedim ya kardeşiz. Ben çok rahattım her zaman. Sadece ilk iki ayda dil sıkıntısı yaşadım. Türklerin büyük çoğunluğu hiç İngilizce bilmediği için sıkıntı oldu benim açımdan. Ama bunun haricinde kültür olarak da Arnavutlar ve Türkler çok yakın olduğu için zorlanmadım hiç. Yemekleri, insanları, ilişkileri çok benzer iki ülkeden bahsediyoruz. Kendimi Arnavutluk’ta gibi hissediyorum burada.

Türk yemeklerini beğendin mi? Favori ye-meğin hangisi?

Türk yemekleri aslında aynı Arnavut yemek-leri gibi. Yemek konusunda hiç sıkıntım yok bu sebepten. Ama favori yemeğimi söylemekte zor-lanıyorum, çünkü çok güzel yemekler var Türk mutfağında. Ama illa ki söylememi istiyorsanız İskender derim.

Ülkemize gelmeden önce beklentileriniz ne idi, 2 yıldır gördükleriniz ne oldu?

Dediğim gibi ülkeniz hakkında çok bilgim olmadığı için fazla bir beklentim yoktu ama “Müs-lümanlık varsa, her şey vardır” dedim hep. Ger-çekten de böyle oldu. Türkiye’nin kalabalık olması biraz şaşırttı ama bunlar basit şeyler ve çok sıkıntı yaşamadım ülkenizde. Ama şunu da mutlaka söy-lemeliyim ki bu iki yıl boyunca, dünya ülkelerine karşı her zaman heybeti artan bir Türkiye gördüm.

Türk üniversitelerinin uluslararası geçerliliği ve eğitimi konusunda ne söylemek istersiniz?

Üniversitelerin ve eğitimin yüksek seviyede ve kaliteli olduğunu düşünüyorum. Fakat buradan hocalarıma sesleniyorum: Ödev olarak verilen

slaytlar bizleri çok yoruyor, biraz azaltın lütfen. :)

Türkiye’de okumak, yurt dışında yaşamak size neler kazandırdı?

O kadar çok şey var ki belki anlatmaya say-falar yetmez. Dillendirebileceğimiz belki bir iki maddi faydadan bahsedebilirim ama sayısız manevi zenginlikleri de var bunun yanı sıra. Öncelikle kendimi daha iyi tanıdım, insanlığı daha iyi tanımadım, her şeyden önemlisi ailemin ve vatanımın özle-miyle kıymetlerini daha iyi anladım. Sonuçta belli bir yaşa kadar ana baba yardımıyla geldik ama artık kendi ayaklarımız üzerinde dur-maya çalışıyoruz, hem de farklı bir ülkede. Bunun da çok önemli geti-rileri olacaktır diye düşünüyorum.

Türkiye’de karşılaştığınız sıkıntı-lardan bahseder misiniz bize?

İlk önce sizlere, uluslararası öğrenciler ile ilgilenen derneklere teşekkür ediyorum, bu imkanı veren Türkiye Devleti’ne de çok teşekkür edi-yorum. Çünkü bu kadar imkanı başka bir ülkede bulmamız mümkün görünmüyor. Uluslararası öğrenciler için İstanbul şeh-rinin çok pahalı ve kalabalık olmasından kaynaklanan sıkıntılar doğabiliyor ama yine de bu şehirde yaşamak bile büyük keyif. Hem okumak hem yaşamak için buradayız ve hayatımızın en önemli tecrübelerini edi-niyoruz. Eminim dünyanın hiçbir ülkesinde burada olan imkanlar yoktur.

Konusu geçmişken İstanbul’u soralım size. Dünyada başka İstanbul yok deriz bizler, katılır mısın bize?

Kesinlikle. ‘’Dünya tek bir devlet olsaydı başkenti İstanbul olurdu’’ diyen Napolyon’a da katılıyorum :) Ama şunları da ekleme-liyim ki kalabalığın, telaşın ve gürültü-nün de başkenti İstanbul. Öğrencilik ve gençlik için kesinlikle çok uygun bir şehir ama ailemle yaşayamam diye düşünüyorum.

UGED ile tanışmanız nasıl gerçek-leşti ve faaliyetleri hakkında ne düşü-nüyorsunuz?

UGED’de bizimle ilgilenen insanlara ne kadar teşekkür etsem az olur. Tüm kalbimle söyleyebilirim ki her şey için Allah onlardan razı olsun. Faaliyetle-rine katılıyorum. Hatta çok sevdiğim gitarımı çok sevdiğim Yusuf Goncagül hocamın sayesinde orada öğrendim. Diğer derneklerde olmayan faaliyetleri de bulabiliyorum orada.

Müslümanlık Varsa,Her Şey Vardır!

10

Seni biraz tanıyabilir miyiz Salim?

Adım Salim Ramadhan. Kenyalıyım. 5 aydır Tür-kiye’deyim. Burada Türkçe öğreniyorum. Kursum bit-tikten sonra Türkçe sınavını vereceğim ve inşaallah Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü’ne başlayacağım.

Türkiye’ye gelme maceranı anlatır mısın bize Salim? Hangi rüzgar getirdi seni buralara?

Bir arkadaşımdan Türkiye bursları sınavının oldu-ğunu öğrendim. Bunu öğrendiğim zaman Kenya’dan

Türkiye’ye ilk kez burslu öğrenci alacaklardı. Arka-daşım ile beraber başvuru yaptık internetten,

kabul edildim. Sonra Kenya’da bulunan YTB ofisinde mülakata katıldım ve kazandım. Ka-zanmak bana nasip oldu. Sonra da Türkiye’ye geldim.

Buraya gelmeden önce Türkiye’de her-kesin İngilizce bilebileceğini düşünmüştüm, çünkü siz Avrupa’ya yakın bir ülkesiniz. Ama geldiğimde gördüm ki, büyük çoğunluk hiç İngilizce bilmiyor. Çok yadırgadım, şaşırdım

ve ilk zamanlarda zorlandım.

Türkiye ile ilgili ilk izlenimlerin nelerdir? Nasıl buldun Türkiye’yi?

Türkiye’yi iyi tanımıyordum. Buraya ge-leceğim kesinleşince araştırmaya başladım. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu hakkında bilgilere ulaştım. Öğrenebildiğim kadarıyla Türkiye’nin ekonomisi çok daha iyi idi Ken-ya’ya göre. Bu biraz beklentimin artmasına yol açtı. Okuduğum kadarıyla Türkler mi-safirperver ve sıcak insanlardı. Gerçekten de doğruymuş yazılanlar. Yemekleriniz çok çeşitli ve bir o kadar da Kenya yemeklerin-den farklı. Bu benim yemeklere alışmamı zorlaştırdı. Hatta hâlâ yiyemediğim yemekler var. Çünkü kültürlerimiz çok farklı.

Kesinlikle eklemek istediğim husus si-gara meselesi. Burada herkes Müslüman olduğu halde kadın, erkek, çoluk, çocuk sigara içiyorlar. Bunun bizim ülkemizde

olması imkansız. Çocuklar bile içiyor burada, buna inanamıyorum. Ben Türkiye’nin tamamının Müslü-man olmasıyla gurur duyuyorum fakat gördüğüm kadarıyla sözde Müslüman da çok. Pratikte Müslüman olmak gerek. Evet gerçekten dinini yaşayan insanlar var ama sözde Müslümanlar da az değil. Yine de misafirperver olmanız bizim için harika bir durum. İstanbul’a bayılıyorum mesela. Boğaz manzarasından vazgeçemiyorum bir türlü.

Türkiye’ye eğitim için gelmek isteyen öğrencilere ilk tavsiyen ne olurdu?

Kesinlikle dil için hazırlanın derim. En azından yeni bir dil öğrenmek için kendilerini psikolojik olarak hazırlasınlar derim ben. Çünkü burada ne İngilizce ne de Arapça işe yaramıyor.

Türkiye’de okumak, yurt dışında yaşamak sana neler kazandırdı?

Ülkemden uzaktayım ve çok farklı diyarlardan insanlarla beraber yaşıyorum. Onları tanıyorum, çok farklı kültürleri, farklı ülkeleri tanıyorum. Hatta farklı dinden insanlarla tanışıyorum. İşte bu sebepten dolayı farklı insanlarla uyumlu yaşamayı öğreniyorum. Her insandan öğrenmem gereken bir şeyler olduğunu dü-şünüyorum. Benim kaldığım yurtta ve gittiğim kursta her ülkeden insanlar var ve onlardan kendi ülkelerini öğreniyorum, sanki dünyayı dolaşmış da her yerden arkadaş edinmiş gibi hissediyorum kendimi. Bunların her biri benim için çok büyük kâr ve tecrübe oluyor.

İmkanın olsaydı Türkiye’de neyi değiştirmek isterdin?

Kesinlikle burada sigaraya yasak koymak isterdim. Benim ülkemde görmediğim için çok yadırgıyorum bu durumu. Kenya’da sigara içmek yasaktır.

UGED ile tanışmanız nasıl gerçekleşti ve faali-yetleri hakkında ne düşünüyorsun?

UGED bizimle arkadaş gibi. Dertlerimizle ilgileni-yor. Ayrıca yapılan etkinlikler de çok hoşuma gidiyor. Geziler, dersler, seminerler, sportif faaliyetler hepsi tam zamanında oluyor ve hepsine katılmaya çalışıyorum. Özellikle YTB ile aramızda irtibatı sağladıkları için UGED’e teşekkür ediyorum.

Türkiye’de karşılaştığın sıkıntılardan bahseder misin bize?

YTB ile iletişimi UGED vasıtasıyla sağlamaya ça-lışıyoruz fakat yine de bizzat irtibatı sağlayabilmeyi isterdim. Mesela İstanbul gibi bir şehirde irtibat bü-rolarının olmamasına çok şaşıyorum. Belki bu sayede sıkıntılarımız hızlı hızlı halledilebilir. Ayrıca Türk insan-larına sesleniyorum. Ben Kenyalıyım ve doğal olarak kültürlerimiz çok farklı. Ben geleneksel kıyafetimiz olan celabi giyip dışarı çıktığım zaman insanlar çok farklı bakıyorlar bana. Beni rahatsız ediyor bu durum. Ben niye şaşırdıklarını anlayamıyorum. Lütfen şaşırmayın diyorum sizlere.

KıyafetlerimizSiziŞaşırtmamalı!

Burada herkes Müslüman olduğu

halde kadın, erkek,

çoluk, çocuk sigara

içiyorlar. Bunun bizim

ülkemizde olması imkansız. Çocuklar

bile içiyor burada,

buna inanamıyorum.

11

Öncelikle sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

Ben Nabila Salehin. Afganistan’ın Belh şehrinden geldim. Siz Belh’i Mevlana Hazretlerinin doğduğu şehir olarak da biliyorsunuz. :) Marmara’da Tıp Fakültesi öğrencisiyim. Üniversite sınavında Belh şehrinin en yüksek puanı alan üçüncü öğrencisiydim. Ülkemizde, her ilde yaklaşık 13 öğrenci Afganistan bursu kazanarak yurt dışında üniversite okuma hakkı elde etti. Ben de bu sayede Türkiye’ye geldim. Bu yıl hazırlık okuyorum. Bölümüm İngilizce olduğu için İngilizce hazırlık sınıfındayım.

Peki onlarca ülke varken, üniversite okumak için neden Türkiye’yi tercih ettiniz?

Afganistan’daki eğitim sistemi, Türkiye’deki eğitim sisteminden biraz farklı. Afganistan’da her bölüm için farklı ülke seçenekleri var. Mesela bilgisayar bilimleri okumak isteyen Afgan öğrenciler Hindistan’a gidiyorlar. Bunun dışında Japonya, Azerbaycan, Ma-lezya ve Pakistan gibi ülke seçenekleri de var. Yine bu sisteme göre Tıp ya da Mühendislik okumak isteyen öğrenciler Türkiye’yi tercih ediyorlar. Bu nedenle ben de Tıp okumak istediğim için Türkiye’ye geldim. Tabii bir de bunun dışında annem ve babam da Türkiye’de okumamı çok istediler. Ailem, başka bir ülkede okuyor olsaydım çok zorlanacağımı düşünüyorlardı. Ben de Türkiye’ye gelmeyi çok istiyordum. Bu ülkeyi merak ediyordum.

Türkiye ile ilgili ilk izlenimleriniz nelerdir? Buraya gelince neler şaşırttı sizi? Ya da alışamadığınız bir şey oldu mu?

Burası benim ülkemden çok farklıydı, özellikle de İstanbul. Trafik ve üniversite sistemi bana çok değişik geldi. Türkiye’ye gelirken en korktuğum şeylerden biri üniversitede başörtüme izin vermemeleriydi. Buraya gelirken en çok bunu düşündüm. Eğer başörtülü okumama izin vermeselerdi, Türkiye’ye gelmezdim. Benden önce gelenlerden bu konuda bilgi aldım. Afganistan İslam Cumhuriyeti olduğu için, üniversitede başörtüsüz öğrenci yoktur. Türkiye’ye gelince okulda başörtüsüz öğrencileri görün-ce çok şaşırdım. Bunların dışında bana en enteresan gelen şey, ikamet tezkeresi almanın ne kadar zor olduğu ve Afganistan’dan getirdiğimiz cep telefonunu pasaporta işletmemizdi. Bunlar bana çok ilginç geldi. Alışamadığım en büyük şey ise, yurttaki pilav. :)

Peki Türkiye’ye geldiğiniz zaman ne gibi sıkıntılar yaşadınız?

Türkiye’ye gelmeden önce Milli Eğitim Bakanlığı ile iletişim halindeydik. Türkiye’ye gelince hava alanında Milli Eğitim Ba-kanlığı Türkiye öğrenci birliği memurları tarafından karşılandık. Karşılanma konusunda hiç sıkıntı yaşamadık, ta ki yurda gidene kadar. İlk iki gün Edirnekapı’daki yurtta kaldık. Yurttan çıkmak için bizden öğrenci belgesi ve ikamet tezkeresi istediler. Ama ikamet tezkeremiz olmadığı için yurttan çıkışımız yaklaşık iki saat sürdü. Daha sonra Ataşehir Kız Öğrenci yurduna kayıt oldum.

Üniversitede yaşadığım sorunlar da oldu. Afganistan’daki lise diplomamı ve pasaportumu Türkçe’ye çevirtmemi istediler. Bir de hastaneden sağlık raporu almamı istediler. Tüm bunları hazırlamam üç hafta sürdü. Bu sebeplerden ötürü 18 gün okula gi-

demedim. Bunun dışında cep telefonumun kaydını yaptırmam için pasaportumun tercümesini istediler. İlk geldiğimde Türkçe bilmediğim için üniversiteden pasaportumu alamadım. Bu yüzden yeni bir telefon almak zorunda kaldım.

YTB’den özellikle istediğiniz şeyler var mı?

Afganistan ile Türkiye arasında öğrenci alımlarının devamını sağlamalarını isterim. Bir de sadece Tıp ve Mühendislik fakültesi öğrencilerini değil, Türkiye’ye okumak için Afganistan’dan her bölümden öğrenci alımını sağlamalarını isterim.

Okul dışında neler yaparsınız?

Türkçe ve İngilizce dersleri için Uluslararası Genç Derneği’ne gidiyorum. Aynı zamanda Genç Derneği’nin düzenlediği ülke tanıtım günleri, geziler ve sosyal aktivitelere katılıyorum. Bunların dışında bol bol ders çalışıyorum ve bol bol uyuyorum. :) Düzenli olarak akrabalarım ve ailemle konuşuyorum. Kütüphaneye ders çalışmaya da gidiyorum.

Son olarak söylemek istediğiniz neler?

Türkiye’ye ve Uluslararası Genç Derneği’ne geldiğim için çok mutluyum. Türkçe derslerine seneye de devam etmenizi çok isti-yorum, çünkü bunun uluslararası öğrenciler açısından çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Türkçe hocamızdan çok memnunuz, derslerimize hep onunla devam etmek istiyoruz. :) Bütün Türk arkadaşlarımı, sizleri ve sınıf arkadaşlarımı çok seviyorum. Eğer siz olmasaydınız Türkiye’de yaşamak çok zor olurdu.

Gelmezdim!Türkiye’yeOkuyamasaydım

Başörtülü

Afganistan İslam Cumhuriyeti olduğu için, üniversitede başör-tüsüz öğrenci yoktur. Türkiye’ye

gelince okulda başörtüsüz öğren-cileri görünce çok şaşırdım.

12

Sizler BizimAilemizGibisiniz!

Seni tanıyabilir miyiz Vecihe?

Ben Vecihe Mozaffari, Afganistanlıyım. İran’ın Meshat şehrinde doğdum. 21 yaşındayım. Anadilim Farsça. Yaklaşık 2.5 senedir ailemle birlikte Konya’da yaşıyorum. Bu yıl Yabancı Öğ-renci Sınavına (YÖS) girdim ve Marmara Üniversitesi’ni kazandım. İşte bu sebeple İstanbul’a geldim ve Marmara Üniversitesi’nde Sağlık Bilimleri fakültesinde okuyorum.

Türkiye’ye geldikten sonra alışamadığınız, hoşlanmadığınız ya da sevdiğiniz şeyler oldu mu? İlk izlenimlerinizi bizimle paylaşır mısınız?

Türkiye çok güzel ve çok renkli bir ülke. Ayrıca çok iyi bir hava durumuna sahip. :) Tür-kiye’nin insanları çok sıcak ve samimi. Buraya ilk geldiğim zaman dil bilmememe rağmen insanlarla iletişim kurabildim ve bunu kolaylıkla başarabildim. İletişim konusunda dil bilmek gerekmiyormuş. Bunun dışında benim mezhebim Caferi-Şii mezhebi. Türkiye’ye geldiğim zaman insanların bunu nasıl karşılayacağını çok merak ediyordum. Burada çoğu insan buna çok saygı gösteriyor. Tabii Şii olmanın ne demek olduğunu hiç bilmeyenler de var. Mesela, çok komik ve üzücü bir soru sormuşlardı bana. Şii olduğumu öğrenen biri “Acaba Müslü-man mısınız?” diye sormuştu. Bu çok garip… Bir de Türkiye’ye geldiğimde alışamadığım

ve hoşuma gitmeyen şeyler de oldu. Mesela yemekler ve içtiğiniz çay. :) Bilmiyorum belki tadı biraz farklı geldi, o yüzdendir… Ama son zamanlarda Uluslararası Genç

Derneği’nde bir çay ikram ettiler, onu çok beğendim, tadı hâlâ damağımda. :)

Peki Türkiye’ye geldiğiniz zaman nasıl sorunlar yaşadınız?

Buraya ilk geldiğimde tabii ki ilk sorunum dil oldu. Türkçe çok zor bir dil ve hâlâ iyi öğrenemediğimi itiraf etmeliyim. Güzel bir söz var: “Dil; Arap dilidir. Farsça şekerdir. Türkçe sanattır.” Bu yüzden çok zorlandım sanırım. Bunun dışında Türkiye’de yaşadığım diğer bir büyük sorun da ikamet tezkeresi almaktı, hâlâ çözemedim bu sorunu maalesef, gerçekten çok enteresan. Bir başka sorun da İstanbul ve Ankara için; tabii ki trafik.

Türkiye’de yaşamak size neler kazandırdı?

Yeni bir ülke, değişik insanlar ve farklı arkadaşlar tanıdım. Bu sayede dünyadaki en güzel yerlerden birini gördüm. En önemlisi çok büyük tecrübeler yaşadım ve kendimi şu an çok daha güçlü hissedi-yorum. Çok mutluyum ki Türkiye’ye geldim ve hayatımda değişik ve unutulmaz zamanlar yaşadım. Bu ülke insanı daha da gençleştiriyor.

Uluslararası Genç Derneği’nden ne gibi beklentileriniz var?

Sağ olsunlar, bence ihtiyacımız olan her şeyi sağlıyorlar. Türk-çe kursu, İngilizce kursu, İstanbul gezileri, ülke tanıtımları ve diğer programlar…

Biraz hususi sorular soralım. Türkçe müzikle aranız nasıl? :)

Türkçe müzik çok dinliyorum. Karmate diye bir grup var, onların Nayino isimli şarkısını çok seviyorum. Bir de Mustafa Ceceli’nin şarkılarını

çok dinliyorum. Bu şarkıları ilk olarak oda arkadaşlarımdan duydum ve çok hoşuma gitti. Bir de Barış Manço’nun şarkılarını bayılarak dinliyorum.

Peki Türk filmlerini izliyor musunuz?

Türk filmleri bence çok iyi ve çok izliyorum. Sadece televizyondaki dizilerin süreleri çok uzun geliyor bana. Birçok dizi takip ediyordum, bu dizilerin kaç yıl sürdüğünü sayamadım bile… Son zamanlarda çok yorucu gelmeye başladı. Türk filmleri içinde de en sevdiğim film Kelebeğin Rüyası filmiydi, inanılmaz beğendim.

Son olarak eklemek istediğiniz şeyler var mı?

Sıcacık derneğiniz ve sizlerin sayesinde, İstanbul’da kendimizi hiç yalnız hissetmiyoruz. Siz bizim ailemiz gibi problemlerimizi halletmeye çalışıyorsunuz, bunun için çok teşekkür ederim sizlere.

Sıcacık derneğiniz ve sizlerin

sayesinde, İstanbul’da kendimizi

hiç yalnız hissetmiyoruz. Siz

bizim ailemiz gibi problemlerimizi

halletmeye çalışıyorsunuz, bunun

için çok teşekkür ederim sizlere.

13

Türkiye’deCenneti

Yaşıyorum!İsviçreli meşhur bir dansçıyken, New York’ta bir mescide giden ve çok etkilenen Christine Brodbeck, bir süre bu mescide devam eder

ve 1987 yılında Müslüman olarak Rabia ismini alır. 1993 yılında “hicret ederek” İstanbul’a ta-şınır. Burada tasavvufun derinliklerine dalar. O kadar çok ilahî güzellikle karşılaşır ki bu

derin tecrübeleri ifade etmekten başka bir şey yapamaz ve Ayşe Şasa’nın teşvikiyle yazdık-larını yayınlamaya başlar. Şu zamana kadar

birbirinden güzel beş kitabı çıkmıştır: Modern Dansçının Dönüşümü, Hz. İnsan, Fakr’a Övgü,

Sonsuz Kulluk, Aşk Mesleği.

Ne zamandır Türkiye’desiniz Rabia Hanım?

Türkiye’ye ilk ziyaretim 1987 senesinde oldu. Ardından altı sene düzenli ziyaretler devam etti. Ve nihayet 1993 yılında İstanbul’a yerleştim. Yirmi senedir İstanbul’da yaşıyorum, Türkiye’deyim. Fakat ben Türkiye’ye farklılık olsun, iş olsun diye yerleşmedim. Ben Türkiye’ye hicret ettim. İslam dinini öğrenmek için geldim. Çünkü din yaşanarak öğrenilir. Ben de dinimi yaşayarak öğrenmek için geldim.

Peki bu yirmi sene sizin için ne ifade ediyor? Türkiye’yi nasıl buldunuz?

İsviçre’den buraya ilk geldiğimde, her şey çok farklıydı. Geldiğim ülkede yani İsviçre’de güven vardı, huzur vardı, zenginlik ve refah vardı. Lakin o zamanlar Türkiye’de sıkıntılar çoktu, stres ve kalabalık vardı, güven ve huzur yoktu. Fakirlik vardı, yokluk vardı. Her an

bir sürpriz bekleniyor gibiydi.

Mesela o yıllarda, hafta-da iki üç gün su ve elektrik olmazdı. Sosyal hizmetler çok kötüydü. En lüks ülkeden gelip böyle bir şey yaşamak şaşırtı-cıydı tabii.

Yıllar içinde, Türkiye’nin re-fahı arttı, hizmetler gelişti. Bu-gün artık büyük zenginlikler ve rahat içinde olduğumuzu söy-leyebilirim. Standartlar yükseldi yani. Her alanda bir gelişme var.

Peki ülkemizin insanını nasıl buldunuz? Bu konudaki duygu ve düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

Bu konuda da İsviçre’nin tam tersi bir durumla karşılaştım. Yani bizim oranın insanı soğuk kalpli ve içine kapanıktır. Ama Türkiye’de tam tersini gördüm, insanlar çok sıcak kalpli ve dışa dönük, misafirperver. Gittiğim yerlerde sımsıcak ilgi görüyorum, çok dikkatli bir şekilde dinliyor insanlar. Hiç yabancılık çekmiyorum. Bu bakımdan cenneti yaşıyorum Türkiye’de…

Fakat, tüm bu güzelliklerine rağmen, iki olumsuz özellik gör-düm bu ülkede. Birincisi tembellik. İnsanlar çok tembel, genel bir huy gibi olmuş. İkincisi ise tefekkür azlığı. Çok az düşünüyorlar, ya da hiç düşünmüyorlar gibi. Buna ihtiyaç duymuyorlar sanki.

Bir de, bence Türkiye şizofren bir ülke. Çünkü yarısı dindar ama diğer yarısı ise seküler ve dine karşı gibi. Birçok insan da sadece kimlik Müslümanı. Oysa iman etmek bir saraya girmek demektir. Lakin bu sarayın sultanı kim, çok merak edilmiyor. Çay içelim, muhabbet edelim, lak lak yapalım, ömür böyle gelsin geçsin… Olmaz ki… İslami anlamda çok gayret etmemiz lazım…

Neler yapıyorsunuz İstanbul’da?

Hayatımın bir parçası olan ziyaretlerim var. Sadece kitap yazmaktan ibaret değil hayat. On beş senedir haftada iki-üç defa Dârulaceze’ye gidiyorum. Çok büyük bir tecrübe oluyor benim için. Yaşlılarla, düşkünlerle birlikte oluyorum. Elden ayaktan düşmüş kimsesizleri yediriyorum. O kadar muhtaçlar ki… Kimseleri yok. Senelerdir yatanlar var. Göremeyen, oturamayan, duyamayan çok kimse var orada. Benim gerçek ve sâdık dostlarım oradalar. Onlar ve onlar ve onlar…

Son olarak şunu soralım: Dünyanın çeşitli ülkelerinden Tür-kiye’ye gelen öğrencilere neler söylemek istersiniz?

Dünyanın en güzel yerine geldiler. Diğer İslam ülkeleri çeşitli sıkıntılar içinde kaynarken Türkiye’de maddi ve manevi bir bolluk var. Bunu bilsinler ve bu zenginliklerden istifade etsinler.

Rabia Brodbeck

14

Yeni bir sahneye giriyorsun, hayırlı olsun. Beklentin, yeni insanlar, yeni bir çevre, yeni ilişkiler ve yeni bir hayattır. Çoktandır hayalini kurmuştun zaten. Ama uyarayım; ilk elde fark edemeye-ceğin, loş bir odada gözlerin zamanla alışması gibi zamanla fark edeceğin bir gerçek seni bekliyor: Aslında hiçbir şey değişmemiş olacak. Evet, acı ama gerçek budur; bulduğun, maalesef umduğun olmayacak, bulduğun, terk edip geldiğin olacak. O kadar tanıdık, o kadar aşina yani…

Neden böyle olmuştur ki?

Sen değişmemişsindir çünkü. Sen değişmeden etrafındaki hiçbir şey değişmez. Sen değişirsen her şeyin değişebileceğini ümit edebilirsin. Ama sen değişmezsen ne imtihanın, ne imkânların ne de şartların değişeceğine dair bir ümit hakkın olmaz, çünkü değiştirmek bizimle alakalı bir keyfiyet değildir, biz istediğimizi değiştiremeyiz. Hattızatında biz hiçbir şey değiştiremeyiz. Değişti-rebildiğimiz ancak kendimizdekilerdir. Onları değiştirme iradesini

göstermek ise her şeyin değişebilmesinin önünü açmak demektir.

Madem değişiklik istiyorsun, önce kendi nefsinde bir değişim başlatmalısın. Bu ise kardeşim, çoğalmakla olur. Kendini, dostlarını, zamanını ve ümidini “çok” kılmalısın. Artmalı, genişlemeli, yalnız kalmamalısın. Tek kalırsan değişemez, değişim için gereken ener-jiyi ve hareketi temin edemezsin. Hayalini kurduğun bir değişim mevsimini başlatmanın yolu kendini çoğaltmaktan geçer. Sana lazım olan budur işte: Çoğalma… “Dört dörtlük” bir çoğalma...

1. Kendini çoğaltmalısın: Kendini ta-nımadan kendini çoğaltamazsın. Kendini tanımak demek, potansiyelini görmek demektir. Hep aşina olduğun ortamlara takılmak potansiyelini görmenin önündeki en büyük engeldir. Ne kadar çok ortam, insan ve vesile ile yüzleşirsek kendimizi o kadar çoğaltırız. Ne kadar çoğalırsak, o kadar mutlu ve mutmain olma vesilesi buluruz demektir.

2. Dostlarını çoğaltmalısın: Dostları-mız, aynalarında kendimizi seyrettiğimiz refiklerimizdir. Ne kadar dostumuz varsa biz de o kadar varızdır. Dostlarını çoğaltan, dünyaya baktığı pencereleri çoğaltır. Her pencerenin gösterdiği ayrıdır; vaat ettiği de, yönelttiği de…

3. Zamanını çoğaltmalısın: Vaktin içinde vakit bulmak, vaktin kıymetini bilmekten öte, ânı yaşamakla alakalı bir şeydir. Ânını kıymetlendirenler, ânının hakkını verenler, ânlarının çok kılındığını, ân içinde ânlar bulduklarını fark ederler. Ânın hakkını vermek, o ân en faydalı ve lüzumlu ne gerektiriyorsa onu yaşamakla mümkündür.

4. Ümidini çoğaltmalısın: Gördüğümüz, aklımızın erdiği ve ümit ettiğimiz, aslında kendi kendimize koyduğumuz engellerdir.

Kendi dar havsalamızın, şaşı bakışımızın bize biçtiği ile de-ğil, bizi bizden daha çok bilenin bize biçtiği

ile ümitlenmek gerekir. Bizim kendimize biçtiğimiz içimizdeki karanlık yanın bula-nıklığı kadar sönük, O’nun bize biçtiği ise azameti ve şanının ululuğu kadar parlaktır. Kendi dar ümitlerimizi satıp, O’nun bizden istediğinin yüce ufuklarını almak gerekir. Ümidimizi O’nun bizden beklediği kadar çoğaltmak, O’nun hakkımızdaki muradını ümitlerimizin şahı yapmaktır.

Kendini, dostlarını, zamanını ve ümidini çoğaltırsan değişirsin, değişirsen değiştirme şansın

doğar. Çoğalmadan değişemez, değişmeden değiştiremez, istediğin değişim rüzgârını estiremezsin.

Kimse ve hiçbir şey değişmez, ancak sen değişir-sin. Sen değişirsen her şeyin değişebileceğini ümit edebilirsin. Ama sen değişmezsen ne imtihanın, ne

imkânların ne de şartların değişeceğine dair bir ümit hakkın olmaz, çünkü değiştirmek bizimle alakalı bir

keyfiyet değildir, biz istediğimizi değiştiremeyiz. Hattızatında biz hiçbir şey değiştiremeyiz. Değiştire-bildiğimiz ancak kendimizdekilerdir. Onları değiştir-me iradesini göstermek ise her şeyin değişebilmesi-

nin önünü açmak demektir.

DeğiştiremezsinDeğişmezsen

Mehmet Lütfi Arslan Uluslararası Genç Derneği Başkanı / President of the International Youth Association

15

You have a new scene. You expect a lot: New people, new connections, new relations and a new life, about which you dream for long time. Yet, let me warn you: What you will get is reality like adjusting your eyes to darkness. Nothing will change. True, it is sad, yet what you will get is not you will hope for, but what you already left. It is so familiar, so intimate…

Why?

You did not change. That is why. No one and nothing changes, but you may change. If you have the change, then you may hope anyone and anything to change. If you do not have the change, then you do not have the right to hope to change your means and conditions, because changing has nothing to do with ourselves. We cannot change anything we want. In fact, we cannot change anything. What we can change is only within ourselves. The volition to change will pave the way to change everything.

In order to make anything or anyone to change, you should start within yourself. It is only possible by increasing. You have to increase yourself, your friends, your time and your hope for greatness. You have to increase and you do not have to be lesser. If you become lesser, you cannot provide energy and motivation necessary to change. Changing that you dream about could only be possible by increasing yourself. What you need is this: Increasing. You need to increase at four dimensions:

1. Increase Yourself: Without introducing yourself, you cannot increase yourself. Introducing yourself means exploring your potential. If you always hang out with people already familiar, you have no way to develop. Of course you will have your people

and places, yet, you have to spare your time for new settings and connections. The more you will have settings and connections, the more you will have chance to increase yourself.

2. Increase Friends: Our friends are mirrors through which we watch our personalities. We and our friends are in journey. They are our bridges to life. There is a positive correlation between the quantity of bridges and the richness of our lives. The more we have

friends, the more we are in this continent. Those who increase their friends, increase their windows to the world. Every window has a different view, surprise and promise.

3. Increase Time: Earning time within time is something related with the notion carpe diem. Those who value their times, realize that they increase their most precious assets. They find time within their times. Valuing your time is only possible with doing things that are required or useful.

4. Increase Hope: What we project or hope is in fact impediments that we set before ourselves. We have to expect not our narrow-minded projects, but vision that HE who knows us better set

for our betterment. What we project ourselves is dim like our dark side, but, what HE projects us bright like His glory. We have to sell our narrow hopes and buy His

great vision. Increasing our hope is to make His will about us the sultan of our hopes.

If you increase yourself, friends, time, and hope, then, you have a chance to make it

change. Without increasing, you cannot change, and without changing, you cannot make it change.

Make it ChangeChange to

No one and nothing changes, but you may change. If you have the change, then you may hope anyone and anything to change. If you do not have the change, then you do not have the right to hope to change your means and conditions, because changing has nothing to do with ourselves. We cannot change anything we want. In fact, we cannot change anything. What we can change is only within ourselves. The volition to change will pave the way to change everything.

16

YLLİ RAMA (ARNAVUTLUK)

Arnavutluktaki yemekler bence daha güzel. Türkiye’de çok güzel yemekler var ama bulgur pilavına bir türlü alışamadım, sevemedim. Hele de herkesin beğenerek yediği çiğköfteyi bir türlü sevemedim, hatta nefret ettim. Belki de iyi yapan bir yerde yememişimdir, bilemiyorum. Örneğin Arnavutluk’taki meş-hur Elbasan Tava var. Onu Ankara’da yedim ama hiç beğenmedim, gitsinler ilk önce yerinde öğrensinler sonra yapsınlar... :)

BEHAR NESİMİ (MAKEDONYA)

Arnavut ciğerini çok sevdim. Türk mutfağı çok sağlıklı ve güzel yemeklerden oluşuyor. En sevdi-ğim yemek ise İskender kebap. Mesela çorba Makedonya’da yok ama burada çok çorba var. Kaşarlı domates çorbasına bayılıyorum. Türklerin kahvaltı kültürü harika. Bir ziyarette, 2 saat kahvaltı yap-tık. Çeşit çeşit kahvaltılıklar çok güzeldi. İnsan büyük keyif alıyor.

VAJİHE MOZAFFARİ (İRAN)

Yurdun pilavını hiç beğenmiyorum. Türklerin pilavları bizim İran’daki pilav-

lardan biraz farklı. İran’daki pi-lavın pirinci daha sert oluyor. Türkiye’de pirinç çok yumu-şak oluyor. Bunun dışında

Türkçe dersimiz için Ulusla-rarası GENÇ Derneği’ne geldi-

ğimizde bize orada bir çay ikram ediyorlar. Hocamıza sorduk, bergamot çayıymış. O çayı çok seviyoruz. Türkçe derslerinde o çayı ikram etmelerini dört gözle bekliyoruz. :)

NASİME (AFGANİSTAN)

Türkiye’de en çok döneri sev-dim. Yurdun yemeklerini ben de diğer arkadaşlarım gibi pek sev-miyorum. Çünkü her gün aynı yemekler çıkıyor yemekhanede.

CHAİMAE LAAROUSSİ EL KATİ (FAS)

Yurt yemeklerini pek sevmiyorum. Mesela etli yemeklerde küçük bir parça et görüyor-sun ve üzerinde litrelerce su var. Ama öğrenci evlerinde çok güzel yemekler oluyor. Etlerin tadını orada alabiliyoruz. Bir de Türklerin kavurmasını yedim bir kere. Tadı damağımda kaldı. Keşke her kahvaltıda kavurmalı yumurta olsa…

Bana Çiğköfte Demeyin!

Bergamot Çayına Bayıldım

Kaşarlı Domates Çorbasına Bayılıyorum

Maklubeye Bayıldım

Kavurmalı Yumurta... Ahh Ah...

ABDULLAH ABDUL WAHEED (PAKİSTAN)

Türk yemeklerini seviyorum, çok sağlıklı ve güzel ye-mekler. Çünkü yemekleriniz az yağlı. Yağlarınız bitkisel yağlar. Çok çeşitli yemekleriniz var. Baharatsız ve tuzsuz yemekleriniz mevcut, ama Pakistan’daki bütün yemekler bol baharatlı olur. Ben çok baharatlı yemeklere alıştığım için buradakiler bana farklı geldi ilk başta. Hatta şunu da söylemeliyim ki, yanımda baharat taşıyorum. Aynı zaman-da Pakistan’da şeker de çok fazla tüketiliyor, bizim oranın tatlıları sizin tatlılarınıza göre çok daha şekerli. Sizin tatlı-lardan en çok baklavayı seviyorum. Yemeklerden en çok döneri seviyorum, tabii ki yanında ayran olmazsa olmaz. Ayrıca bir arkadaşımın evinde yemiştim, maklubeyi de çok sevdim. Hatta bayıldım. Sucuklu yumurta, kahvaltıda fa-vorilerim arasına girdi. Bizim memlekette sucuklu yumur-ta yapılmaz. Ben ilk kez burada yedim ve çok beğendim.

Yurt Yemeği Sevmiyoruz, Döner İsteriz!

Ülkemizdeki Yemeklere Alışabildiniz mi?

17

Yapılışı:

İlk olarak patlıcanları ince uzun şekilde doğruyoruz ve kızartıyoruz. Soğanı ve doma-tesi küçük küçük doğrayıp, ayrı tencerede ilk önce soğanı kızartıyoruz ve üstüne domate-si ilave ediyoruz. Tuz, baharat ve sarımsağı doğrayıp ilave ediyoruz. Daha sonra patlıcanı da ekliyoruz ve bir bardak su ilave ediyoruz. Yaklaşık yarım saatte hazır oluyor.

Afganistan’danLezzetler

LOUBNA ALAMA (FAS)Türkiye’de yemeklerin içinden en

çok yaprak sarmasını beğendim. Bir de Lahmacunu… Biz Fas’ta yemekle-rimizde çok fazla baharat kullandığı-mız için buradaki baharatlı yiyecekler damak tadıma çok uyuyor. O nedenle tarhana çorbasını da çok seviyorum.

Sütlü Çayı Kimse BilmiyorSALİM RAMADAN (KENYA)

Benim favorim döner. Gerçek çiğköfteyi de seviyorum, ama gerçek olacak, yani etli olacak. Bursa’da yemiştik ve çok beğendim. Ama yine de insan memleketinin yemeklerini özlüyor. Bence Kenya’nın yemekleri daha güzel. Bizim orada kahvaltıda çay sizdeki gibi değil, bizde çay sütlü olur. Ben sütlü çayı çok severim. As-lında dünyanın birçok yerinde sütlü çay içili-

yorken, Türkiye’de kimse bilmiyor sütlü çayı. Türkiye’de salata çok iyi. Her yemekte sala-ta oluyor mutlaka. Bu çok sağlıklı.

ZEKİ (ENDONEZYA)

Kendi ülkemde çok güzel yemekler var. Nesigorang, Randan, Sate ve Bakso kendi ülkemin meşhur yemeklerindendir. Ben bu yemekleri çok seviyorum ama Türki-ye’ye geldikten sonra Türk yemeklerinden İsken-der kebabını ve pilav üstü kuru fasulyeyi çok sev-dim ve her zaman onlardan yiyorum.

Bi Pilav Çek!

Tarhana Candır!

MUHAMMED PORGO (BURKİNA FASO)

Bizim pilavlar sossuz olmaz ama bu-radaki pilavlar çok sade ve bembeyaz oluyor. Ama pilav üstü döneri seviyo-rum, ancak herkesin aksine ben ayra-nı bir türlü sevemedim, içemiyorum. Dönerin yanında çay içiyorum ben de. Türkiye’nin yemekleri çok iyi, Türk mutfağı çok kaliteli fakat ne olursa ol-sun ülkemin yemeklerini özlüyorum.

Ülkemin Yemeklerini Özlüyorum

NADİR ALİ (ÜRDÜN)

Balığı çok seviyorum. Ürdün’de balık az. Var ama tazesini bulmak çok zor. Ama yine de Ürdün yemeklerini öz-lüyorum. Belki de bunun en bü-yük sebebi kaldığım yurdun dı-şında çok fazla yemek yememiş olmamdır. Çünkü lokantalarda veya aile evlerinde yemek yesey-dim belki Türk yemeklerine bayı-lacaktım, bilemiyorum.

Yurt Yemeklerine Alışamadım

Yapılışı:

İlk olarak eti büyük büyük doğruyoruz ve yağda kızartıyoruz. So-ğanı doğradıktan sonra ayrı tencerede kızartıyo-ruz ve üstüne domatesi doğrayıp ekliyoruz. Biraz karıştırdıktan sonra salça-yı da ilave ediyoruz. Ayrı bir yerde havucu küçük

küçük doğruyoruz ve ila-ve ediyoruz. Biraz kavur-duktan sonra iki bardak sıcak su ilave ediyoruz. Kuş üzümünü de ekle-yip tüm malzemeleri ete ekliyoruz ve iki kaşık tuz ilave ediyoruz. Hepsini birlikte düdüklü tence-rede yaklaşık yirmi dakika pişiriyoruz. Piştikten son-ra hepsini büyük bir ten-cereye alıyoruz ve üzerine sıcak su ilave ediyoruz. Su kaynadıktan sonra pirinci ilave ediyoruz ve pirinç suyun altında kalıncaya kadar sıcak su ilave edi-yoruz. Pirinç suyu çektik-ten sonra yaklaşık yirmi dakika boyunca çok kısık demlemeye bırakıyoruz.

AFGAN PİLAVI

BORANİ PATLICAN (BURANİ BADINCAN)

Malzemeler:- 2 kg Afgan pirinci- 1,5 kilo et- 2 adet havuç- 4 adet soğan- 4 adet domates- Göz kararı yağ- Bir paket kuş üzümü- 2 kaşık domates salçası

Malzemeler:- Patlıcan- Domates- Soğan- Yağ- Sarımsak- Su(Hepsi göz kararı)

18

TaşaRuh Üfleyen

Büyük Usta:Mimar Sinan

MİMAR SİNAN OSMANLI İMPARATORLUĞU’NA HİZMETE NASIL BAŞLAMIŞTIR?

Abdülmennan oğlu Sinan, Yavuz Sul-tan Selim Han döneminde Osmanlı ordusu için köyünden devşirme olarak alınmış ve Yeniçeri Ocağı’na katılmıştır. Koca Sinan Paşa, Yavuz’un Mısır seferine mimar olarak katılmıştır. Daha sonra Yavuz’un oğlu Ka-nuni Sultan Süleyman döneminde Belgrad, Mohaç ve Rodos seferlerinde bulunmuştur.

Sinan’ın kaderinin döndüğü sefer ise Kanuni’nin İran Seferidir. Sefer sırasında Van Gölü önlerinde bulunan ordunun karşı kıyıya geçmesi gerekmektedir. İşin başa düştüğünü gören Sinan, iki haftada tam üç adet kadırga yaparak ordunun geçişini sağlamış, büyük teveccüh kazanmıştır. Bu seferden sonra Hasekilik rütbesine yükselmiştir.

Karaboğdan seferi sırasında ise, ordu Prut Nehri önünde kalmıştır. Bataklığın üzerine bir köprü inşa etmekte ordunun mimarları aciz kalmışlar, durumu Vezir Da-mat Çelebi Lütfi Paşa’ya açmışlardır. O da görevin Abdülmennan oğlu Sinan’a veril-mesini buyurmuştur. Mimar Sinan on gün

içerisinde sağlam bir köprü yapmaya muvaffak olmuştur. Sefer dönüşünde Haseki Sinan artık Osmanlı İmparator-luğu baş mimarıdır.

BAŞMİMARLIK VAZİFESİNDE KAÇ SENE KALMIŞ, NELER YAPMIŞTIR?

Mimar Sinan, başmimarlık vazife-sinde Sultan Süleyman, Sarı Selim ve III. Murat dönemlerinde bulunmuştur. 1538 senesinde başladığı vazifesini 49 sene aralıksız devam ettirmiştir. Bu döneme toplam 84 cami, 52 mescit, 57 medrese, 70 darülkurra, 12 türbe, 94 imaret, 122 darüşşifa, 222 suyolu kemeri, 9 köprü, 59 kervansaray, 433 ev ve 48 hamam inşası sığdırmıştır.

Mimar Sinan’ın başmimarlık vazi-fesinde inşa ettiği üç cami sanatının gelişimini tedricen gösteren eserlerdir.

Bunların ilki; çıraklık eserim dediği Şehzade Camii ve Külliyesi’dir. Mezkûr cami, ilerleyen dönemdeki eserlerine örnek teşkil etmiştir.

İkinci olarak, “kalfalık eserim” diye nitelendirdiği Süleymaniye Camii ge-lir. Bugün hâlâ İstanbul siluetinin en önemli parçalarından biri olan camii, yedi senede tamamlanmıştır.

Son olarak ise “ustalık eserim” dediği Edirne’deki Selimiye Camii bulunmaktadır. Sarı Selim’in emri ile yapımına başlanan cami, Sultan Selim’in vefatından sonra ibadete açılmıştır.

MİMAR SİNAN KİMDİR?Mimar Sinan, 1489 ile 1588 seneleri arasında yaşamıştır. Osmanlı

İmparatorluğu baş mimarlarındandır. Mimar Sinan’ın kökeni tam ola-rak bilinmemekle birlikte Kayseri’nin Agrianos köyünde dünyaya geldiği söylenmektedir. Dünya tarihinin tartışmasız en büyük mimarlarındandır.

MİMAR SİNAN YALNIZCA YENİ BİNALARIN YAPIMI İLE Mİ İLGİLENMİŞTİR?

Mimar Sinan’ın yaptıkları, yalnızca yeni inşalarla sınırlı kalmamıştır. Bizans’tan kalan ve kendisinden önceki dönemlerde yapılan binaları da tamir ettirmiş, bugün bizlere kadar ulaşmasını sağlamıştır. Tamir ettirdiği eserlerin başında tartışmasız Ayasofya gelmektedir. Bunun yanında şehrin siluetini bozan ve büyük eserlerin önünü kapatan binaları yıktırmıştır.

BUGÜNÜN MİMARİSİ MİMAR SİNAN’I ÖRNEK ALABİLİR Mİ?

Mimar Sinan, şüphesiz eserleri ile mimaride yeni bir çağ açmıştır. Eserleri yalnızca estetik açıdan değil, yıllarca depremlere karşı ayakta durması yani dayanıklılığı ile de örnek alınmalıdır. Ayrıca, bugün İstanbul’un ve muhtelif şehirlerimizin görüntülerini yani ruhlarını bozan ‘ucube’ eserlerin yıkımı ve yeniden yapılması hususunda da Koca Mimar, örnek alınmalıdır.

Mehmet Emin Gül

19

MEVLANA CELALEDDİN-İ RÛMİ KİMDİR?Mevlana Celaleddin-i Rûmi, 30 Eylül

1207 senesinde Horasan’ın Belh bölgesindeki, bugün Tacikistan sınırları dâhilinde bulunan Vahş kasabasında dünyaya gelmiştir. Asıl ismi Muhammed Celaleddin olup Anadolu’da yaşaması dolayısı ile isminin sonuna Rûmi eklenmiş, kendisine ve eserlerine saygıdan dolayı da isminin başına Mevlana (Efendimiz manasındadır) sıfatı getirilmiştir. Mevlana, 17 Aralık 1273 senesinde Konya’da vefat etmiştir. Vefatı, Şeb-i Arus günü olarak isim-lendirilmiştir. Düğün Gecesi mânâsına gelen Şeb-i Arus, Mevlana’nın Rabbi’ne kavuştuğu gün olarak ülkemizde hâlâ anılır.

BELH’TEN KONYA’YA NEDEN VE NASIL GELMİŞTİR?

Celaleddin-i Rûmi’nin babası, Sultanu’l Ulema (Âlimlerin Sultanı) lakaplı Baha-eddin Veled, Harzemşahlar sultanı Alaeddin Muhammed Tökiş ile aralarında geçen anlaşmazlıktan dolayı Horasan’ı terk etmek zorunda kalmıştır. Başlayan yolculukta Nişabur’da ünlü âlim Feridüddin Attar ile tanışmışlardır. Hatta Feridüddin Attar’ın küçük Celaleddin’e fazlasıyla ilgi gösterdiği ve kendi eseri olan Esrarname’nin bir nüs-hasını ona hediye ettiği rivayet edilmektedir. Ayrıca, Feridüddin Attar’ın Mevlana ve babası hakkında “bir deniz, bir ırmağın peşine takılmış gidiyor” sözü ile Celaleddin’in geleceğini öngördüğü rivayet edilmektedir.

Kafile buradan Bağdat’a, Bağdat’tan da Hac vazifesini ifa etmek için Arabistan’a yönelmiştir. Hac dönüşü Şam’dan Anadolu’ya geçen kafile, sırasıyla Erzincan, Akşehir ve Larende’de konaklamıştır. Bu sı-rada Celaleddin, Semerkandlı Lala Şerafettin’in kızı Gevher Hatun ile evlenmiştir. İlerleyen dönemde Selçuklu sultanı Alaeddin Keykubad, Bahaeddin Veled’i Konya’da yaşaması hususunda ikna etmiştir. Burada Sultan, ordu, saray eşrafı ve halk Bahaeddin Veled’i büyük saygı ve hürmetle karşılamış, müridi olmuşlardır.

BABASININ VEFATINDAN SONRA HAYATI NE ŞEKİLDE SEYRETMİŞTİR?

Bahaeddin Veled, 1231 senesinde Konya’da Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Bu tarihten sonra, hem babasının vasiyeti hem Selçuklu sultanının ısrarları hem de halkın ricasını göz önünde bulundurarak Bahaeddin Veled’in yerine geçmiştir. Bir yıl süre ile vaaz ve talebelerine ders vermiştir.

ŞEMS-İ TEBRİZİ İLE MÜNASEBETLERİ NEDİR?

Gizemli bir Allah dostu olan Şems-i Tebrizi, rivayetlere göre bir arayış içerisinde şehir şehir dolaşmaktaydı. Aradığını Konya’da bulmuştu. Mevlana ile Konya’nın ünlü Şeker Tacirleri Hanı’nda karşılaşmışlardır. Karşılaşmadan sonra rivayetlere göre 40 gün ya da 6 ay kadar halvette kalmış-lardır. Çıktıklarında ise artık Mevlana bambaşka bir insandır. Artık her gün okuduğu kitaplarını okumuyor, vaazlara çıkmıyor, derslerini ihmal ediyordur. Bu durumda, değişimin sorumlusu olarak Şems-i Tebrizî görülmüş ve halkın tepkisini çekmiştir. Halktan ve hatta Mevlana’nın ailesinden dahi gelen tepkiler her geçen gün artmış, sonunda Şems dayanamayıp Konya’yı terk etmiştir.

Mevlana, Şems’in gidişinden çok etkilenmiştir. Oğlu Sultan Veled, bu duruma dayanama-mış, Şems’i aramaya çıkmıştır. Sultan Veled, Şems’i Şam’da bulmuş, Konya’ya dönmesi için ikna etmiştir. Fakat bu geri dönüşte de çok fazla değişen bir şey olmamış, halkın tepkisi azalmamıştır. Mevlana ve Şems’in birlikteliği bu sefer de uzun sürmemiş, Şems tekrar ve bir daha bulunamamak üzere kaybolmuştur. Bir ihtimal; katledildiği söylenmektedir. Mevlana, Şems’in yokluğundan derin etkilenmiştir…

MEVLANA’NIN ESERLERİ NELERDİR?Mevlana’dan geriye beş “eşsiz” eser kalmıştır.

Mesnevi, Divan-ı Kebir, Fih-i Ma Fih, Mecalis-i Seb’a ve Mektubat.

Mevlana’nın eserleri vefatından sekiz asır sonra bile büyük bir ilgiyle okunmakta, ve listelerde ilk sıraları tutmaktadır. Bugün dünyanın dört bir yanından okuyucuları bulunmaktadır. Hatta Mesnevi’yi bir ruh terapi sistemi olarak kullananlar da bulun-maktadır. Fakat bugün, Mevlana’nın felsefesi ve anlattıkları birçok mecralar tarafından yanlış anlaşılmakta, yanlış değerlendirilmektedir. Hak aşığı bu zatın görüşleri beşeri aşka hapsedilmekte ve dar kalıplara sığdırılmaya çalışılmaktadır.

Mevlana Hazretleri

Eşsiz BirMânâ Sultanı:

Mehmet Emin Gül

20

Baharatların Coştuğu Ülke:

Pakistan!

Afganistan’a daBekleriz!

Nabila Salehin - Marmara Üniversitesi - Tıp

7 Nisan’da, Afganistan tanıtımı ve Afgan yemek gününü Uluslararası Genç Derneği’nde yaptık. Heyecanlı ve güzel bir gündü. Afganistan’ın meşhur ye-meklerini yaptık. Bu ünlü yemeklerden biri Afgan pilavıydı ve Afgan pilavı için Afgan pirinci gerekiyordu. O da İstan-bul’da sadece Zeytinburnu’nda var. Ora-daki Afgan mahallesinde… O mahalleyi çok zor bulduk. Gerekli malzemeleri aldıktan sonra Afgan arkadaşlarım ve Hatice Sarı abla ile birlikte yemek pi-şirmeye başladık. Çok samimi bir or-tam vardı. Yemekleri pişirdikten sonra soframızı kurduk. Ardından gelen tüm misafirlerimizi masamıza davet ettik. Bir yandan sohbet ederek yemeklerimizi yedik. Misafir arkadaşlarımız yemekle-rimizi çok beğendiler. “Daha güzelleri için Afganistan’a da bekleriz” dedik. Daha sonra tanıtıma geçildi. İlk önce Uluslararası Genç Derneği tanıtıldı. Daha sonra Afganistan ülke tanıtımına baş-landı ve samimi bir ortamda program tamamlandı.

Abdullah Abdul Waheed – Pakistan

Uluslararası Genç Derneği’nin organize et-tiği ülke tanıtım günlerinde, hasretlik ülkemiz Pakistan’ı tanıtmak bize düştü. Program günü erkenden UGED’e gidip hazırlık yaptık. En ünlü yemeklerimizden birisi olan ‘’Chicken Karahi’’nin hazırlanışı için kolları sıvadık. Biraz yorulduk fakat bereketli bir gayretin ardından yemeğimiz hazırdı. Ganalı, Kenyalı, Faslı, Burkina Fasolu ve Arnavut öğrenciler doldurdular sınıfı yavaş yavaş. Tanıtıma hazırdık, hem de yöresel kıyafetle-rimizle. Dilimiz döndüğünce anlattık güzelim ülkemizi. Keyifli ve eğlenceliydi. Sonrasında yemek vakti geldi. Misafirlerimize ikram ettik. Beğendiler mi diye epey endişelendik. Çok sür-medi endişemiz, herkes çok beğenmişti, bütün tabaklar tertemiz olmuştu kısa bir sürede. Ama herkes yanıyordu sanki, yemek çok acı gelmişti misafirlerimize. Dedik ya yöresel yemek, baharatı bol olur Pakistan yemeğinin.

Tek kelime ile muhteşem bir akşamdı be-nim için. Misafirlerimizin yüzündeki tebessümü görmek, mutlu etmeye yetiyordu beni. Güzel bir akşamı geride bırakmanın huzuruyla vedalaş-

tık her bir kardeşimizle. Başta kardeşim Daniel Khan’a, sonra bu huzura vesile olanlara, bizleri kırmayan misafirlerimize ve bize destek olan arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum.

Pakistan İslam Cumhuri-yeti 180 milyona yakın nüfu-su ile dünyanın en kalabalık 6. ülkesi konumunda. Ülkenin resmi adından da anlaşıla-cağı üzere dini İslam’dır. Üç tane resmi dili vardır, bun-lar Urduca, Hintçe ve İngi-lizce’dir. 1947’de İngiliz sö-mürgesindeki Hindistan’dan, yaşanan kanlı bir mücadele sonrası ayrılarak 14 Ağustos 1947’de kurulmuştur. Daha sonrasında yine bir bölün-me yaşayıp, batısı bugünkü Pakistan doğusu da Bangla-deş olmuştur. Başkenti İsla-mabad’tır. Ülkenin yüzölçümü neredeyse Türkiye kadardır ve komşuları Çin, Afganistan, Hindistan ve İran gibi önemli devletlerdir.

Afganistan İslam Cum-huriyeti 30 milyon nüfusa sahip dağlık bir ülkedir. Dini İslam’dır ve mezhepleri Sünni ve Şii’dir. İki tane resmi dili vardır; Farsça ve Peştuca. Müslüman bir ülke olarak Ra-mazan ve Kurban bayramları, Mevlid-i Nebi ve Kadir gecesi bu ülkenin önemli günleridir. Bunlardan başka, Nevruz da diğer bir önemli festivaldir. Eğer batıda yaşıyorsanız yeni yıl yaklaştığında muhtemelen onu kutlamayı düşünüyorsu-nuzdur ama 1 Ocak’ta Afga-nistan’da yeni yıl kutlaması olmaz. Çünkü Afganistan’da hicri takvim kullanılır. Afgan-ların yeni yılı 21 Mart Nev-ruz’da başlar. Bu tarih aynı zamanda baharın ilk günü anlamına geliyor.

21

Bizim Romana İhtiyacımız Var!

Bir TürkçeUstası

SULTAN ŞEHİR İSTANBUL

Ömer Seyfettin / Bütün Hikayeleri

İnsanlar gibi dillerin de hikâyeleri vardır. Yaşarlar ve ölürler. Ya da ölmemek için değişirler. Fakat deği-şim doğal olmalıdır. Dışarıdan müdahale ile değil de kendi macerası içerisinde değişmelidir. Türkçe’nin de-ğişimi ise biraz farklı olmuştur. Münevverler, değişim sürecinde farklı fikirler ortaya atmış, farklı kelimeler üzerinde durmuşlardır. Bu değişimin baş aktörlerin-den biri de hiç şüphesiz Ömer Seyfettin’dir.

Ömer Seyfettin, Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli kısa hikâye yazarlarının başında gelir desek sanırım yanılmış olmayız. Kullandığı basit dil ile yedi-den yetmişe her nesle ulaşmayı başarmış, edebi-yatı sevdirebil-miştir.

Türkçe’nin macerasını öğrenmek iste-yenlerin Ömer Seyfettin isimli bu köşe taşını mutlaka okuması gerekir!

Tarık Buğra / Yağmur Beklerken / İletişim Yayınları / 227 Sayfa

Türk edebiyatı ve genel olarak İslam dünyası için ro-man, Batı’nın icadı, Batı’nın edebi türü olarak görülürdü. Biz, şiiri severiz, şiirin ço-cuklarıyız. Fakat bu, romana hiç ihtiyacımız olmadığı manasına mı geliyor? Bence hayır. Roman bize lazım… Kendimizi, kendi ruhumuzu tahlil edebilmek için lazım. Kendimizi şiirin abartısı ye-rine romanın boy aynasında görmeye ihtiyacımız var.

Bu bağlamda sizler için Türk edebiyatının en önemli romancılarından Tarık Buğra’nın Yağmur Beklerken isimli romanını tanıtmak istedim. Yağmur Beklerken, Türkiye’yi si-yasetin vuruşunun daha doğrusu çok partili döneme geçişin romanıdır. Bir Anadolu kasabasında gelişen olaylar doğrultusunda Türkiye’nin ve Türk insanının resmini çizmiştir. Bu toprakları anlamak için mutlaka okunmalıdır!

Derdi olan neylesin?

Derdi olan söylesin

Ya korkuyorsa neylesin?

Hiç korkmasın söylesin

Sultanlarımızın aşkı böylece başladıysa

Ben hiç sormadan söyledim

Hiç düşünmeden de seni sevdim

Seni nasıl sorayım zayıf gücüm yetmez

Seni nasıl öveyim dilim taşımaz

Allah aşkına söylesene, O değil miydi günlerce beklenen

Allah aşkına söylesene, O değil miydi yıllarca sarılan

“Mutlaka bir gün fetholunacaktır

O ne güzel ordudur, ne güzel kumandandır.”

Dillerden dile geçsin güzelliğin

Siman nesillerden nesile

Benzetmeyin kimseyi ona

Ey beldet-üt-tayyibe’dir

Ey Der Saadet’idir, ey Aziz İstanbul

İstanbul’da kokan laleler, lale olan İstanbul

Seni sevmezsem bu kainatta başka seveceğim yarim yok ki benim

Seni sevmezsem başka aşık olacağım mahbub yok ki benim

Nice muhteşem şehirler görünür bu dünyada

Lakin gizemli güzellikleri sensin yaratan

Güneşten koptuğunu doğru sanma

Güneş olan sensin ey şehzadem

Ey gafil! Bizim gözümüzle bakarsan

Vallahi ben İstanbul için ölürüm, ben, ölürüm diyeceksin

İstanbul’da olsam bile İstanbul’u özlerim, bir düşün gittiğimde…

Bana ne yaptı felek

Bana ne yazdı kader de böyle gözlerim yüreğime aktı

Ayağına kadar geldim sana sultan şehir, asitanem

Gitsem de aşkının sözünü tutarım

Ben senin için köle olurum Konstantin’e

Can verir canan veremez Türkler ise

Canan verir İstanbul’u veremez İslambol misafirleri

“Gel, gel ne olursan ol yine gel

İster kafir, ister Mecusi

İster puta tapan ol yine gel.”

Mevla, İstanbul seni her anda bekler…

Faslı dostumuz Chaimae Laaroussi el Kati, Marmara Üniversitesi’nde Radyo, Televizyon ve Sinema okuyor. 2 yıldır Türkiye’de yaşıyor. Bu süre zarfında öğrendiği Türkçe’siyle bizler için

İstanbul’u anlatan çok güzel bir şiir yazdı.

22

YolculukYaptık!Tarihin Kalbine

Uluslararası Genç Derneği, uluslararası öğrencileri destekle-yen ve onlar için organizasyonlar düzenleyen bir kurum olarak, bizim gibi İstanbul’da yaşayan uluslararası öğrenciler için her şeye sponsor olarak Bursa gezisi düzenledi.

Bursa’ya yapılan bu iki günlük gezi maceramız, neşe ve eğ-lence doluydu. Bursa, çok zengin tarihi ve coğrafi özellikleri olan Türkiye’nin en önemli şehirlerinden birisidir. Bu şehir, Osmanlı İm-paratorluğu’nun ilk başkenti olduğu için ve eşsiz bir tarihi dokuya sahip olduğundan dolayı, ziyaretçilerin çok ilgisini çekmektedir.

Biz gezimize Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk hükümdarları olan Osman Gazi ve Orhan Gazi türbelerini ziyaretle başladık. Sonra Bursa’nın yerel çarşılarında bir süre dolaştık. Bu sırada el yapımı üç boyutlu resimleri gördük, bunları keşfetmek inanıl-mazdı. Baktığımızda, bu resimleri yapanların ne kadar zor bir iş yaptığını görebiliyorduk.

Bursa’nın en büyük ve ünlü mimari eseri olan Ulu Camii’yi gezdik, camii içerisindeki her şey görülmeye değerdi ve bu benim için güzel bir tecrübe oldu. Her bir duvarı güzel sûreler, her tarafı Allah’ın güzel isimleriyle donatılmış olan bu muhteşem cami adeta Bursa’nın tarihi hakkında bir hatip gibi konuşuyordu.

Camide namazımızı kıldıktan sonra şehirde yürüyüşe başladık. Bursa’yı daha iyi tanıyorduk artık. Yürüyüş esnasında eski halk karakterlerinin canlandırıldığı bir müzede Karagöz-Hacivat kukla gösterisine şahit olduk ve bu gösteri hepimizin ilgisini çekti.

Bursa özel yiyecekler bakımından da çok zengin bir şehir. Biz grup olarak İskender Kebap yedik ve Kestane Şekeri’nin tadına baktık. Gerçekten çok iyiydi.

Ertesi gün kayak yapmak için, Bursa’ya 30 km uzaklıkta olan Uludağ’a gittik. Aslında ben bu geziye gitmeden önce kayak sporunu biraz araştırmıştım ve ne kadar zor olduğunu görmüş-tüm. O gün de ilk kez yapacaktım ve nihayet 4 saatin sonunda öğrenmiştim. Sonuç olarak çok yorucu bir kayak seansından sonra gece İstanbul’a döndük.

Bu gezimiz çok eğlenceli, şaşırtıcı ve öğretici oldu her birimiz için. Çalışmalarına çok yoğun bir şekilde devam eden biz uluslara-rası öğrenciler için, Bursa gezisi keyifli bir mola oldu. UGED bizi tek çatı altında toplayarak katılan bütün arkadaşlarla kaynaşmamızı sağladı. Bizleri mutlu eden UGED’e teşekkür ediyorum.

Daniel Khan-PakistanMarmara Üniversitesi -Makine Mühendisliği

Baştan Ayağı Kulak Kesildik!

Uluslararası Genç Derneği ile birlikte 9 Mart Cumartesi günü Sirkeci Tren İstasyonu’n-daki Sema gösterisine gittik. Afganistan, İran, Fas, Somali ve Kenya’dan gelen arkadaşla-rımızla birlikteydik. Hepimiz Sema gösterisini çok merak ediyorduk. Bu heyecanla büyük bir salona girdik. İlk önce müzik dinletisi oldu. Ney sesini çok beğendim. Bu müziği dinlerken içimizde öyle bir his oluştu ki kulağımızla her şeyi idrak edebiliriz sandık. Beş tane semazen vardı. Çok güzel Sema gösterisi hazırlamışlardı. Bu gösteriden çok keyif aldık…

Vajihe Mozaffari – İran

23

Uluslararası Genç Derneği’nin programlarından haberdar olduktan sonra sık sık organizasyonlarına katılmaya çalışıyorum. Bu programlardan biri de İstan-bul Akvaryum gezisi idi. Farklı ülkelerden yaklaşık 30 kişi vardık. Üsküdar’daki dernek merkezinden servisle Florya’ya doğru hareket ettik. Yol boyunca bile mu-habbet çok güzeldi. Farklı kültürleri tanımanın keyfi bir başka oluyor.

Akvaryuma vardığımızda bu kadar büyük bir yer beklemediğimi ve uzun bir gezinin bizi beklediğini farkettim. Orada bambaşka, rengarenk balıklar, yılanlar ve diğer deniz canlıları vardı. Alışılmadık bir tecrübeydi gerçekten. Üniversiteliydik hepimiz ama gördüklerimiz karşısında çocuklar kadar şaşkındık.

Biz sadece birkaç adet balık ismi sayabilirken yüz-lerce çeşit balığı görmek daha binlercesinin var olduğu hissine kaptırdı bizi. Yaklaşık üç saat gezdik heyecanla. Sonrasında hemen yakınlardaki sahile indik. Kayalık-larda yaptığımız muhabbet ve fotoğraf faslı da güzeldi. Arkadaşlarla beraber bol bol hatıra fotoğrafı çektik. Gezinin en güzel yanı, yeni arkadaşlarla tanışmak oldu bence. Her birimiz böyle farklı ve güzel bir organizasyon düzenleyen UGED’e teşekkürlerimizi ilettik. Ve kesinlikle bu programların devamını bekliyoruz.

Çok güzel bir bahar gününde önce Sultanahmet Ca-mii’ne, oradan da İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’ne gittik. Fas’tan ve İran’dan gelen arkadaşlarım vardı. Reh-berimizden Sultanahmet Camii’nin çinilerini ve camiinin hikayesini dinledik. Oradan müzeye geçtik. Bu müzede eski zamanlarda kullanılan bilimsel aletler gördük. Benim en sevdiğim; eski mescitlerin ve savaşlarda kullanılan tankların maketleriydi. Müzeyi yaklaşık bir buçuk saatte gezdik. Müzenin bulunduğu Gülhane Parkı’na hayran kaldık. Oradaki ağaçları, çiçekleri ve yürüme yolunu çok beğendik.

9 Aralık 2012 günü uluslararası öğrencilerle Beylerbeyi Sarayı’na gittik; o görkemli saraya… Bahçeden içeriye girdiğimizde muhte-şem bir görüntüyle karşılaştık. Sarayı gezmeden önce kahvaltı yapacağımız yere gittik. Bir yandan sohbet ettik, diğer yandan güzel bir kahvaltı yaptık. Bu geziye Filistin’den, Afganistan’dan, İran’dan ve Fas’tan arkadaşlarım da geldi. Kahvaltının ardından Beylerbeyi Sarayı’nı gezmek için saraya girdik. Kapıdan içeri girdi-ğimizde muhteşem bir görüntü vardı. Merdivenlerin ve tavanların dekorasyonu muhteşemdi. Saraydaki bütün odaları tek tek gezdik. Saray gezisinin ardından bahçede fotoğraf çekildik. O gün GENÇ Derneği’nin üyeleriyle birlikte çok harika bir gün geçirmiş olduk.

Maketler BeniBüyüledi!

Çocuklar Gibi Şaşkındık!

Beylerbeyi Sarayı Muhteşemdi!Ayan Hassan – Somali

Mohammad Daud Ibrahimi / İstanbul Üniversitesi / Dil merkezi

Nabila Salehin – Afganistan

24

UluslararasıFutsal Şampiyonası

Futsalda oyun biri kaleci olmak üzere her biri en çok 5 oyuncudan oluşan iki takım ara-sında oynanır. Yedek oyuncu sayısı en fazla 7’dir. Maç boyunca oyuncu değişikliği yapma hakkı sınırsızdır. Kaleci herhangi bir başka oyuncuyla yer değiştirebilir.

Maçlar dört hakem tarafından yönetilir. Birinci hakem tam yetkilidir. Oyun alanının taç çizgileri üzerinde karşılıklı görev yapmak üzere ikinci hakem görevlendirilir. İkinci hakem de düdük çalabilir. İkinci hakem hakemin oyunu oyun kurallarına uygun bir biçimde yönetmesi için yardımcı olur.

Maç birbirine eşit 20 dakikalık iki devre oynanır. Top oyun dışındayken kronometre durdurulur.

Her takımın her devrede birer kez, 1 dakika süreli mola kullanma hakkı vardır. Molaya izin verilmesi için topu kullanma hakkının molayı isteyen takımda olması şarttır. Devre arası 15 dakikayı geçemez.

Oyun para atışı yapılması ve atışı kazanan takımın hücum edeceği kaleyi seçmesiyle baş-lar. Başlama vuruşundan doğrudan doğruya gol yapılabilir.

Top tavana temas ettiğinde oyun dışında sayılır ve taç kararı verilir.

Taç atışı ayakla kullanılır ve bu vuruşla direkt gol yapılamaz. Rakip oyuncular toptan en az 5 metre mesafede olmalıdır.

Kale atışı, kaleci tarafından ve kale alanının herhangi bir noktasından kullanılır, bu atıştan gol yapılamaz.

Futbol Değil Futsal!

Uluslararası Genç Derneği’nin düzenlemiş ol-duğu Uluslararası Futsal Şampiyonası dünyanın birçok ülkesinden Türkiye’ye eğitim amaçlı gelen üniversite gençlerini bir araya getirdi. Bu etkinliğe katılan öğrenciler tamamen TÖMER, lisans ve yüksek lisans öğrencileri olup, geniş bir arkadaş çevresi oluşturmamıza büyük katkı sağlamıştır.

Birçok ülkeden yaklaşık 100 öğrencinin katıldığı Futsal Şampiyonası, halen devam etmekte. Şam-piyon olan takıma ödül töreniyle tamamlanacak. Birinci olan takıma şampiyonluk kupasının yanı sıra ödül olarak Yalova’da İhlas Armutlu Tatil Köyü’nde 3 gün tatil verilecektir.

Turnuvaya katılan 12 takım 2 gruba ayrıldı. Grup maçlarında takımlar yarı finale çıkabilmek adına çok çalıştı. Ancak neticede 4 takım yarı finale kalabildi. Yarı final ve son olarak final maçları çok önemli mücadelelere sahne olacak, bu kesin.

FUTSAL BİZİ BİRLEŞTİRDİ! 

Bu turnuvanın gerçekleştirilmesin-deki amacın, futsal sayesinde dostluğun ve kardeşliğin pekiştirilmesi olduğunu

düşünüyorum. Nitekim futsal sayesinde birbirleri ile tanışıp turnuva dışında da kendi aralarında maç yapmaya başlayan arkadaşlarımız oldu. Diğer yan-dan, boş vakitlerini UGED’in faydalı etkinliklerinde değerlendirmeye başlayan arkadaşlarımız oldu. Bence bu, tam olarak amaca ulaşıldığının bir gös-tergesi. Futbolun veya futsalın ayırıcı olmasından çok birleştirici olduğunu görmüş ve yaşamış olduk.

Turnuvaya katılan öğrenciler, bu tür organizas-yonların çok güzel ve önemli olduğunu kaydettiler, ben de çok keyif alıyorum ve hatta seneye de aynı şampiyonanın olmasını bekliyorum. Bu güzellikleri yaşamamıza vesile olan UGED’e teşekkür ediyorum.

KISA KISA FUTSAL

Ylli Rama – Arnavutluk / İstanbul Ticaret Üniversitesi - Elektrik-Elektronik Mühendisliği

25

BİR SONRAKİ ZİYAFET NE ZAMAN?

Uluslararası GENÇ Derneği’nde ayda bir kez dü-zenlenen bu eşsiz ziyafeti kaçırmayın! Programla ilgili tarih, zaman ve mekan gibi bilgiler, internet sitesinden ve Twitter adresinden duyuruluyor, ora-lardan takip edebilirsiniz.

www.gencdernegi.org

www.twitter.com/gencdernegi

Othmane İdhannou- Fas- TÖMER Öğrencisi

Bu yazımda sizlere, Uluslararası Genç Derneği’nin ayda bir düzenlemiş olduğu “Dünyadan Kur’ân Sesleri” programından bahsetmek istiyorum. Her şeyden önce şunu söylemeliyim ki, tek kelime ile muhteşem bir program. Şahsen ben bu programa iki defa katıldım ve hayatımın en önemli tecrü-belerinden birini yaşadığımı düşünüyorum.

Programın adından da belli olduğu gibi, katılan öğrenciler çok farklı ülkelerden. Afrika ülkelerinden özellikle Gana, Mali, Fildişi Sahilleri gibi ülkelerden yoğun öğrenci katılımı oluyor. Ayrıca Afganistan, Pakistan, Arna-vutluk gibi ülkelerden katılan öğrenciler oluyor. Bu öğrencilerin birçoğuyla tanışma fırsatı buldum. Ayrıca Kur’ân’ı Kerim okuyanlardan biri de bendim. Çok güzel sesli hafızlar vardı ve onlarla birlikte Kur’ân okumak benim için olağanüstüydü, fazlasıyla etkiledim.

Bu prestijli program aynı zamanda zengin bir içeriğe sahip. Kur’an tila-vetinin yanı sıra ilahiler de okunuyor. Ayrıca beni en çok etkileyen şeylerden biri de, Kur’ân’ı Kerim okuyan hafızların her biri, kendisine has bir tarza sahip. Gerçekten her yönüyle büyüleyen bu ziyafet, hayatımın en unutulmaz tecrübelerinden biri olarak kalacaktır. Bu girişimleri ve her türlü konukse-verliklerinden ötürü Uluslararası Genç Derneği’ne, programda tanıştığım kıymetli arkadaşlarıma teşekkürlerimi iletiyorum.

Müminler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Onun âyetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır. Onlar sadece

Rablerine tevekkül ederler. (Enfal, 2)

Alpaslan Öngel

RAHMET YAĞDI ÜZERİMİZEUGED’de düzenlenen Dünyadan Kur’ân Sesleri progra-

mı, bizleri ezelî kelamla buluşturdu, üzerimize rahmetin yağmasına vesile oldu. Dünyanın çeşitli yerlerinden gelmiş olan genç öğrenciler, harika sesleriyle bizi bizden aldı, lahuti iklimlere götürdü. Kah gürül gürül okudular, kah arı-duru tilavet ettiler. Kalplerimiz coştu, gönülle-rimize huzur doldu. Bizleri böyle eşsiz bir atmosferde buluşturan Allah’a hamdolsun…

Bu Ses Bizi Bizden Alıyor!Dünyadan

SesleriKur’ân

26

27

28

a) Ikınıp sıkınmak.b) Sermayeyi kediye yüklemek.c) Sinekten yağ çıkarmak.d) Sağlam ayakkabı değil.e) Isıtıp ısıtıp önüne koymak.

“Daha önce meydanagelmiş bir olayı ya da bir işi

bir düşünceyi yeniden, sık sık tekrarlamak.” anlamında söy-lenmiş olan deyim aşağıdaki-

lerden hangisidir?

1

a. Ömer Seyfettinb. Peyami Safac. Sezai Karakoçd. Necip Fazıl Kısaküreke. Erdem Beyazıt

Yan tarafta fotoğrafı bulunan yazar kimdir?

6

Asıl adı Hızır Reis olan, Preve-ze Deniz Savaşı’nda kaptan-ı

derya olarak Haçlı donanmasını yenilgiye uğratan, sakalının kızıla çalması nedeniyle Avrupalıların ‘’kızıl sakal’’ manasında bir isim verdiği ve bu isim ile meşhur olan Osmanlı tarihinin ünlü denizcisinin adı nedir?a) Gedik Ahmet Paşa

b) Kemal Reis

c) Gazi hasan Paşa

d) Barbaros Hayrettin Paşa

e) Pîri Reis

3Türkiye’nin en büyük gölü hangisidir?a. Van Gölüb. Manyas Gölüc. Tuz Gölüd. Büyükçekmece gölüe. Sapanca Gölü

2

7 “Acele bir ağaç-tır, meyvesi ise

……….”Atasözümüzde noktalı yerlere aşa-ğıdaki kelimelerden hangisi gelmelidir?a) Açlıkb) Hayretc) Pişmanlıkd) Sancıe) Öfke

a. Kızılırmakb. Yeşilırmakc. Fıratd. Büyük Menderese. Meriç

Türkiye’nin en uzun ırmağı hangisidir?

4

a. Fenerbahçeb. Trabzonsporc. Beşiktaşd. Galatasaraye. Bursaspor

5UEFA Kupasını

alan ilk Türk takımı hangisidir?

Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.Ve serin serviler altında kalan kabrindeHer seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter

Yukarıdaki dizeler hangi şairimize aittir?a) Necip Fazıl Kısakürek

b) Cahit Sıtkı Tarancı

c) Ahmet Haşim

d) Sezai Karakoç

e) Yahya Kemal Beyatlı

8

a. Ağrı Dağıb. Süphan Dağıc. Aydos Dağıd. Kösedağe. Palandöken Dağı

10Türkiye’nin en

büyük dağı hangisidir?

9Aşağıdaki cami ve şehir eşleştirmele-rinden hangisi yanlıştır?a. Süleymaniye Camii / İstanbulb. Selimiye Camii / Edirnec. Yeşil Camii / Bursad. Divriği Ulu Camii / Sivase. Sultanahmet Camii / İzmir

30 Haziran’a kadar tüm sorulara doğru cevap veren bir kişiye iPad Mini hediye edeceğiz.

[email protected]

29

9

Yasir Buğra Eryılmaz